Perspektif

Büyük Çözülme: Savaş sonrası jeopolitik düzenin krizi

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu ve Avrupa turunun ardından ABD’ye dönmesinden bir haftadan kısa bir süre sonra, dünya politikasında büyük sonuçlara sahip bir değişikliğin yaşanmakta olduğu ortada. Onlarca yıl boyunca uluslararası ekonominin ve sosyal hayatın çerçevesini çizmiş olan küresel ilişkiler ve kurumlar hızla çözülüyor.

Yükselen ticaret savaşı tehlikesi ve bütün emperyalist devletlerin askeri emellerinin canlanması, ABD’nin baskın emperyalist güç olarak ortaya çıktığı II. Dünya Savaşı sonrasında yaratılmış olan uluslararası kurumların çöküşünün ileri aşamasının işaretleridir.

Bu çöküş, onlarca yıl boyunca olgunlaşmış süreçlerin ürünüdür. Stalinistlerin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının NATO ittifakını ortak bir düşmandan yoksun bıraktığı 1991’de, emperyalist güçler arasındaki gerilimler zaten yükseliyordu. ABD’li stratejistler, Sovyetler Birliği’nin yok olmasının herhangi bir doğrudan rakibi ortadan kaldırdığı bir “tek kutuplu uğrak” ilan ederlerken, bu askeri üstünlüğü ABD’nin gerileyen ekonomik konumunu dengelemek için kullanmayı hedeflediler.

Pentagon’un 1992’deki bir strateji belgesi, Washington’ın, “potansiyel rakiplerini, daha büyük bir role talip olmamaları ya da daha saldırgan bir duruş sergilememeleri gerektiği” konusunda ikna etmesi ve “onların, önderliğimize meydan okuma ya da kurulu siyasi ve ekonomik düzeni bozma heveslerini kırması” gerektiğini ileri sürüyordu.

Çeyrek yüzyıl sonra, bu politika başarısız olmuş durumda. Bu politika, ABD öncülüğündeki NATO güçlerinin, Irak’ı, Yugoslavya’yı, Afganistan’ı, Libya’yı, Suriye’yi, Ukrayna’yı ve başka ülkeleri paramparça etmiş olan bir dizi emperyalist savaşına ve müdahalesine yol açtı. Bu militarist eylemler, milyonlarca yaşama mal olur, tüm toplumları mahveder ve II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük sığınmacı krizini yaratırken, bozgunlara yol açmış ve ABD emperyalizminin yazgısını tersine çevirememiştir. Kriz, artık yeni bir aşamaya ulaşmış durumda: ABD’nin emperyalist rakipleri, onun küresel üstünlüğüne doğrudan, kapsamlı meydan okumalara hazırlanıyorlar.

Trump’ın G7 ve NATO zirvelerinde ABD için Avrupa’dan daha iyi ekonomik şartlar elde etme girişimleri geri tepti. O, Avrupalıları, NATO ittifakı içinde askeri harcamalar için “ödemeleri gereken parayı ödememekle” suçlamış, Almanya’yı “korkunç” diye kınamış ve Almanya’nın ABD’ye araba ihracatını “durduracağız” diye eklemişti. Ancak Avrupa’nın yanıtı, halden anlama ve mali yardım değil; kıta Avrupası güçlerinin Amerika ile siyasi ve askeri bir kopuşa hazırlandığına işaret eden bir dizi eylem oldu.

Pazar günü Münih’teki bir bira çadırı etkinliğinde konuşan Almanya Başbakanı Angela Merkel, hem Trump’ın zirvelerdeki performansına hem de Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma oyu vermesine (Brexit) değinmişti: “Başkalarına tamamen güvenebileceğimiz zamanlar, bir dereceye kadar sona erdi. Bunu son birkaç gün içinde yaşayarak gördüm. Biz Avrupalılar yazgımızı kendi ellerimize almalıyız.” Merkel, daha da ileri giderek, “kendi geleceğimiz için kendimiz mücadele etmek zorundayız.” diye eklemişti.

Geçtiğimiz hafta boyunca Avrupa’da yaşananlar, Merkel’in açıklamasının, 1949’da Amerika ile Avrupa arasında kurulan NATO askeri ittifakında derin bir krizi yansıttığını doğruluyordu. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Washington’ın, Trump yönetimi altında, kendisini “Batılı değerler topluluğu”nun dışına çıkarmış olduğunu ilan etmiş ve bunun, “küresel güç ilişkilerinde bir değişikliğe” işaret ettiğini eklemişti.

Ardından, Berlin’in yakın bir müttefiki olan yeni seçilmiş Fransa Başkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i Versay’daki bir üst düzey zirveye davet etti. Ortak basın toplantısında Putin’in yanında oturan Macron, son yıllardaki bütün başlıca ABD-AB dış müdahalelerini eleştirdi. O, 2014’te ABD-Almanya destekli Kiev darbesiyle kışkırtılmış olan Ukrayna’daki çatışmayı bitirme ve Rusya ile daha yakın ekonomik ve istihbarat işbirliği çağrısı yaptı; hatta Suriye’nin başkenti Şam’da Fransız büyükelçiliğini yeniden açma olasılığını ortaya attı.

Yine bu hafta, Brüksel’de yeni bir AB askeri karargahı faaliyete geçti. Britanya, daha önce, AB’nin NATO’ya bir rakip haline geleceği yönündeki ABD korkuları ile uyumlu olarak engellemiş olduğu bu adımı, AB’den çıktığı için veto edemedi.

ABD dış politika stratejistleri arasında, bu olayların Washington için tarihsel bir yenilgiye işaret ettiği yaygın şekildekabul görüyor. Jacob Heilbrunn, The National Interest’te, “1945’ten beri her Amerikan yönetimi, Almanya ve NATO ile yakın bir şekilde çalışmaya uğraştı” ama Trump yönetimi altındaki Amerika, “Merkel’i bir Alman süper gücü yaratmaya itiyor.” diye yazdı.

Heilbrunn, şöyle devam ediyordu: “Şimdi, Fransa Emanuel Macron’u başkan seçtiği için, Merkel, ortak bir ekonomik ve askeri yol izleyecek bir Fransız-Alman ekseni oluşturma hamlesi yapıyor. Bu, Amerika’nın saygınlığında ve onun dışarıdaki etkisinde belirgin bir azalmaya işaret edecek. Örneğin, Merkel’in, Trump’ın İran’a yaptırım uygulamak ve onu yalıtmak için bastırmasına, Kuzey Kore ile silah satışı dahil ticari bağlar kurarak karşı koymaya karar verdiğini hayal edin.”

Ancak bu gerilimler, sadece şu anda Beyaz Saray’da bulunan kişinin aşırı milliyetçi politikalarının ürünü değildir. Gerçekten de, Demokratik Parti bıkıp usanmadan Rusya’yı şeytanlaştırır ve onu Amerikan demokrasisini çökertmeye çalışmakla suçlarken, ABD’de geçtiğimiz yıl yapılan başkanlık seçimlerindeki bir Hillary Clinton zaferinin Avrupa ile anlaşmazlıkları çözmeyeceği giderek açık hale gelmektedir. Söz konusu gerilimler, büyük emperyalist güçlerin çıkarları arasındaki –geçtiğimiz yüzyılda iki kez dünya savaşına yol açmış olan– derin çelişkilerden kaynaklanmaktadır.

Bu, emperyalist güçler arasında Asya’da tırmanan rekabet eliyle vurgulanıyor. Geçtiğimiz ay, Pekin Çin’i, Ortadoğu’yu ve Avrupa’yı bütünleştirecek bir enerji ve taşımacılık ağı inşa etmek üzere tasarlanmış olan Kuşak ve Yol Girişimi’ni törenle başlatırken, Washington -Çin ile AB bağlarını geliştirdiği için- tali bir konuma indirgendi. Bununla birlikte, Washington’ın Çin’i yalıtmayı amaçlayan “Asya’ya dönüş”ündeki müttefikleri olan Japonya’nın ve Hindistan’ın tepkisi, ABD’nin emperyalist çıkarları için, özünde, AB devletlerininkinden daha dostane değil.

Geçtiğimiz hafta, Tokyo ve Yeni Delhi, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne bir alternatif sunmayı amaçlayan ve Hindistan’ı bir üretim zinciri merkezi ve Çin’e karşı askeri denge ağırlığı olarak geliştirecek bir “Asya Afrika Büyüme Koridoru” için bir “vizyon belgesi” yayınladı. Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin ve onun aşırı milliyetçi Nippon Kaigi örgütü içindeki destekçilerinin amacı yalnızca Çin’i geride bırakmak değil; aynı zamanda Japonya’yı yeniden silahlandırmak ve Asya’nın baskın gücü olarak Amerika’nın yerini almaktır.

II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından dayatılan Japonya’nın yurtdışı savaşlarına yönelik anayasal yasağı bertaraf etmek için saldırgan bir şekilde bastıran Abe yönetimi, defalarca, bir Hindistan-Japonya ittifakının “dünyadaki en olası” ittifaklardan biri olduğunu ilan etti.

Trump’ın Avrupa ziyaretini çevreleyen olaylar, yalnızca Amerikan emperyalizminin değil; tüm dünya kapitalist sisteminin krizini yansıtmaktadır. Washington’ın hiçbir rakibi (kemer sıkma politikalarıyla gözden düşmüş AB ve ekonomik olarak can çekişen Japonya’daki sağcı yönetim ne de Çin’deki Maoculuk sonrası kapitalist oligarşi) ilerici bir alternatif sunmamaktadır.

Bu güçlerin bir koalisyonunun dünya kapitalizmini istikrara kavuşturacağını, büyük çaplı ticaret savaşının ve askeri çatışmanın ortaya çıkmasını engelleyeceğini ileri sürenler, tarihe karşı ağır bir bahse girmektedir. Trump Almanya’ya karşı ticaret savaşı talep eder, Berlin ve Tokyo dış politikalarını yeniden askerileştirir ve zorunlu askerliği geri getirmeyi destekleyen bir yeni Fransa başkanı iktidara gelirken, her şey, egemen seçkinlerin, gözleri kapalı bir şekilde, geçtiğimiz yüzyılın dünya savaşlarındaki kadar, hatta daha büyük ölçekte yeni bir küresel felakete doğru son sürat ilerlediklerini gösteriyor.

Burjuva politikasının çöküşüne alternatif olarak ortaya çıkacak olan güç, uluslararası işçi sınıfıdır. O, onlarca yıllık kemer sıkma politikalarının ve savaşların ardından kabul edilemez yaşam koşulları, kitlesel işsizlik ve toplumsal sefalet eliyle eyleme sürükleniyor. Devasa işgüçleriyle onlarca ülkeye yayılan Amazon ve Apple gibi şirketler küreselleşmiş dünya ekonomisinde hakim olurken, işçi sınıfı, çıkarları her bir ülkede egemen olan mali aristokrasilerinkinden kökten ayrı ve onlara karşıt bir uluslararası sınıf olarak kendi karakterinin giderek daha fazla bilincine varıyor.

Uluslararası kapitalist ilişkilerin çöküşü, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sınıf mücadelesini frenlemek için ortaya çıkmış çeşitli sosyal demokrat ya da liberal partilerin ve sendika bürokrasilerinin gözden düşmesiyle el ele gidiyor. Sürpriz Brexit oyu, Trump’ın seçilmesi ve Fransa’nın iki partili sistemininson başkanlık seçimlerinde çözülmesi, eski egemen kurumların çöküşüne tanıklık etmektedir. Küresel bir sınıf mücadelesinin patlaması hazırlanıyor.

Ortaya çıkan kriz, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK), Stalinistlerin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının uluslararası işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadelesinin sonu anlamına gelmediğindeki ısrarını doğrulamıştır. Kapitalizm, 20. yüzyılın büyük Marksistleri tarafından çözümlenmiş olan, savaşa ve toplumsal devrime yol açan temel çatışmaların (küresel ekonomi ile ulus-devlet sistemi ve toplumsallaşmış ekonomik üretim ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiler) üstesinden gelmemiştir.

İşçi sınıfı için ileriye giden yol, yüzyıl önceki Ekim Devrimi’nin geleneği doğrultusunda, enternasyonalist ve sosyalist bir program temelinde devrimci mücadeledir. İşçiler, çekişen emperyalist güçlerin herhangi birinin militarist politikasını destekleyemezler. Küresel kapitalizmin derinleşen krizine verilmesi gereken yanıt, işçi sınıfının, savaş karşıtı bir dünya sosyalist hareketinin inşası yoluyla emperyalizme karşı mücadelede birleşmesidir.

Loading