Katar’a yönelik ültimatomun süresi dolarken Körfez krizi tırmanmaya hazır

Suudi Arabistan, Mısır ve diğer Körfez devletlerinin 12 gün önce Katar’a verdiği ültimatomun süresi Salı gecesi doldu. Bununla birlikte, Doha’nın provokatif koşulları kabul etmeye hazır olduğuna ilişkin hiçbir belirti yok.

Suudi Arabistan önderliğindeki blok, Katar’ın 13 maddelik taleplere yönelik resmi yanıtının, arabulucu işlevi gören Kuveyt aracılığıyla kendilerine ulaştığını doğruladı. Ancak bu yanıtın Suudi yönetimi ve müttefikleri tarafından reddedileceği neredeyse kesin. Verilen sürenin sona ermesinden dakikalar önce, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman El Sani, Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, Bahreyn’in ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) taleplerini, “gerçek dışı” ve “uygulanabilir değil” diye nitelemişti.

Kuveyt, Pazar günü, daha fazla görüşmeye olanak sağlamak için ültimatomun süresinde 48 saatlik bir uzatma sağlamıştı. ABD ve diğer Batılı güçler, uzun süredir arka çıktıkları monarşik ve otoriter yönetimleri karşı karşıya getiren krizi yatıştırmaya çalışıyorlar.

Dün, Britanya Başbakanı Theresa May, yeni atanan Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı, “gerilimi azaltma” yönünde baskı yapmaya çağırdı.

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Salı akşamı, BAE başkenti Abu Dabi’den Doha’ya geçti. Gabriel, Pazartesi gününün büyük kısmını, Riyad’da Suudi yetkililer ile görüşerek geçirmişti.

Her ne kadar Suudiler ve müttefikleri Katar’a karşı askeri harekatın yakın olmadığını iddia etseler de, Gabriel, Katar Dışişleri Bakanı ile görüşmesinin ardından, bir ülkenin “egemenliği”nin “aşılmaması gereken sınırlar” arasında olduğunu söyledi. Gabriel, bir aylık Suudi ekonomik ablukası karşısında kendisini tuttuğu için Katar’ı övdü ve daha fazla diyalog çağrısında bulundu.

Suudi Arabistan ve müttefikleri, 5 Haziran’da, Doha’yı kendi İran karşıtı savaşçı politikalarına katılmaya ve bu olmazsa, dış politikasını Riyad’ın istekleri doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye zorlamak amacıyla, Katar’a, savaşın eşiğinde duran bir diplomatik ve ekonomik abluka başlatmışlardı.

Genellikle Washington ile uyum içinde çalışan Suudi yönetimi, onlarca yıldır İslamcı teröristleri finanse ediyor olmasına rağmen, Doha’nın terörü desteklemesinden yakınıyor.

Suudi önderliğindeki koalisyonun ültimatomu, Doha’nın tüm askeri ve istihbarat işbirliğini kesmek dahil, İran ile ilişkilerini geriletmesi talebine ek olarak, Katar’ın Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki El Kaide şubesi El Nusra Cephesi’nin ardılı örgüt ile tüm bağlarını koparması gerektiğinde ısrar ediyordu. Ültimatom ayrıca, Katar’ı, politikalarının sonuçları için tazminat ödemeye ve Al Jazeera kanalı ile kısa süre önce Doha’da açılan Türk askeri üssünü kapatmaya çağırıyordu.

Açıkça reddedilecekleri beklentisiyle formüle edilmiş olan bu talepler, Katarlı yetkililerin belirttiği üzere, enerji zengini yarımada şeyhliğini tabi bir devlete dönüştürecek ve açmazın hızla askeri bir çatışmaya tırmanması tehlikesini yükseltecekti. Pazar günü Britanya’daki Sky News’e konuşan Katar Savunma Bakanı Halid El Atiyye, “Bir askeri müdahale aşamasına gelmeyeceğimizi umuyorum, ancak buna her zaman hazırız” dedi. Sözlerini “Ülkemizi savunmak için buradayız” diyerek sürdüren Atiyye, Katar’ın komşularını Doha’da bir yönetim değişikliği tezgahlamakla suçladı.

Katar, Riyad’ın ve müttefiklerinin öfkesini kuşkusuz daha fazla arttıracak bir hamleyle, Salı günü, doğalgaz üretimini önümüzdeki beş yıl boyunca büyük ölçüde arttıracağını açıkladı ki bu, İran ile yoğun işbirliğini gerektirecek bir adım. Doha ve Tahran, dünyadaki en büyük doğalgaz sahası olan, Basra Körfezi’ndeki Güney Pars doğalgaz sahasının mülkiyetini paylaşıyor ve burayı ortaklaşa işletiyor.

Suudi önderliğindeki abluka geri tepmiş durumda. Abluka, Doha’nın teslim olmasına yol açmak yerine, onu, Riyad’ın bölgesel rakipleri olarak gördüğü İran ve Türkiye ile daha yakın bir ittifaka itti.

Ancak Suudi mutlakiyet yönetimi, Katar’a diz çöktürmek için büyük çaba harcıyor. Hem Katar’a yönelik ablukayı hem de Yemen’deki Suudi savaşını, 2015’ten beri Suudi Savunma Bakanı olarak görev yapan ve krizin ortasında yeni Veliaht Prens olarak atanan Salman’ın organize ettiği söyleniyor.

Katar krizinin başlamasından iki gün sonra, Türkiye, Doha’ya 5.000 asker göndereceğini ilan etmiş ve ablukayı kırmaya yardımcı olmak üzere gıda tedarik etme konusunda İran’a katılmıştı.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığı ile Körfez krizi arasında bağlantı kurulmasına karşı uyarıda bulundu ve “Türkiye orada bölgenin güvenliğinin parçası olarak bir üsse sahiptir. Türk askerlerinin varlığı sürecektir.” dedi.

Ne Suudi Arabistan ne de müttefikleri sonraki adımlarının ne olacağını açıklamış durumdalar ama bugün strateji belirlemek üzere Kahire’de bir araya geliyorlar. Ekonomi ve hava ablukasını güçlendirmeyi, Katar’daki yatırımların ve Katar bankalarındaki mevduatların çekilmesini kapsayan ek misilleme söylentileri var. Benzeri bir şekilde, Katar’ın, Körfez İşbirliği Konseyi’nden (KİK) çıkartılmasından da söz ediliyor.

Körfez krizi KİK üyeleri arasındaki ilişkileri yalnızca kızıştırmakla kalmıyor. Bu kriz, bölgesel güçlerin ve büyük emperyalist devletlerin çatışan gündemlerini ve çıkarlarını giderek artan biçimde açığa vurmakta; bölgedeki ABD stratejisi ve bunun Amerikan emperyalizminin dünya egemenliğini sürdürme yönelimi ile nasıl bağdaştırılacağı konusunda Washington’da var olan anlaşmazlıkları derinleştirmektedir.

Riyad’ın Katar’a yönelik saldırganlığı, ABD Başkanı Donald Trump tarafından coşkuyla onaylandı. Mayıs ayında Suudi Arabistan’ı ziyaret ettiğinde “terörizm”e karşı daha sert bir duruş çağrısında bulunmuş olduğunu söyleyen Trump, ona güven talep etmişti. Trump, İran’a karşı defalarca savaşçı tehditler savurdu ve Obama yönetiminin Tahran ile müzakere ettiği nükleer anlaşmayı tanımayabileceği uyarısında bulundu.

Almanya’nın ve Fransa’nın başını çektiği Avrupalı emperyalist güçler, Washington’ın İran’ı yıldırma, sindirme ve tehdit etme kararlılığına, giderek artan oranda karşı çıkıyorlar. Berlin, Katar krizine müdahalesinde dikkat çekici biçimde farklı bir ton kullanıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Suudi Arabistan önderliğindeki ablukadan sadece birkaç gün sonra verdiği bir röportajda, Körfez devletleri arasındaki ilişkilerin “Trumplaştırılması”na karşı uyarı bulunmuştu.

Fransız enerji devi Total, bölgedeki Avrupa ve ABD politikaları arasındaki artan farklılığı yansıtır şekilde, Pazartesi günü, İran ile 1 milyar dolarlık bir anlaşmayı sonuçlandırdı ki bu, yaptırımların Ocak 2016’da kaldırılmasından bu yana Batılı bir şirket ile Tahran arasında yapılan ilk büyük enerji anlaşması.

ABD ordu-istihbarat aygıtı ve hem Demokrat hem Cumhuriyetçi siyaset kurumu, İran’ı, dünyanın en önemli petrol ihraç eden bölgesindeki dizginsiz ABD egemenliğinin önünde kabul edilemez bir engel olarak görüyor.

Bununla birlikte, Trump’ın, Suudilerin Katar’ı sindirme harekatına açık desteği (görünüşe göre damadı Jared Kushner ve baş stratejisti aşırı sağcı Stephen Bannon tarafından teşvik edilmiş bir duruş), kendi yönetimi içinde büyük çatlaklara yol açmış durumda ve Washington’da, yaygın şekilde bir gaf olarak görülüyor.

Savunma Bakanı General James Mattis ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, tekrar tekrar, kendileri ile Trump’ın duruşu arasına mesafe koydular. Mattis, Katar’ı, iki büyük ABD hava üssüne, on binden fazla ABD askerine ve ABD Merkez Komutanlığı’nın “ileri” karargahlarına ev sahipliği yaptığı için övdü. Tillerson ise, Amerika’nın Suudi müttefiklerini ABD güdümündeki KİK’in “birliği”ni tehlikeye atmamaya ve taleplerinin çoğunu, rafa kaldırmasa da, azaltmaya çağırıyor.

ABD emperyalizminin bu stratejistleri için, Katar’a yönelik Suudi önderliğindeki harekat, Suriye’de İran ve Rusya ile uğraşma planlarından istenmeyen bir sapma ve bu planların olası bir bozulmasıdır.

ABD, Irak’ta IŞİD kontrolündeki Musul’un düşmesi ve Rakka’nın yaklaşan ele geçirilmesiyle, Suriye’nin güneydoğusunda doğrudan, doğusundaki diğer yerlerde ise vekil güçleri aracılığıyla kontrolü ele almak için acele ediyor. Onun ilk hedefi, Tahran’ın Irak ve Suriye üzerinden bir “kara köprüsü” kurmasını ve güney Lübnan’a doğru genişlemesini engellemektir. Uzun vadeli hedefi ise, kendisini, Şam’daki Rusya-İran destekli yönetime doğrudan bir askeri saldırıya girişebilecek şekilde konumlandırmaktır.

Loading