Almanya’daki federal seçim kampanyası ve nükleer savaş tehlikesi

Medya ve siyasi partiler, uzun süredir savaş ve militarizm konularını Almanya’daki federal seçim kampanyasının dışında tutmaya çalışıyorlar. Ancak gerçek artık yakalarına yapışıyor. ABD emperyalizminin Kuzey Kore’ye, Rusya’ya ve Çin’e yönelik saldırganlığı ve Pyongyang yönetiminin bir nükleer silah denemesi, dünyayı, insanlığın varlığını sürdürmesini tartışmaya açan bir nükleer savaşın eşiğine getirmiş durumda. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) bir süredir uyarıda bulunduğu bir tehlike, artık açıkça tartışılıyor.

6 Eylül Çarşamba günü, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 1914’teki durumla benzerlikler kurdu ve “Birinci Dünya Savaşı’nın tarihine bakarsanız, onun adım adım geldiğini, bir taraf bir şey yaparken diğerinin bir başka şey yaptığını ve ardından bir tırmanmanın yaşandığını görürsünüz” dedi.

Süddeutsche Zeitung, “Kışkırtıcılar” başlıklı bir makalede, şu tedirgin edici soruyu gündeme getirdi: “Böylesi bir durumda, sonunda, hiç kimsenin istemediği şeylerin olup olmayacağını kimse bilmiyor. 1914 yazında Avrupa’yı Birinci Dünya Savaşı’na götüren uyurgezerlerin yeniden tartışılıyor olması bir rastlantı değil.”

Almanya’nın seçimler öncesindeki son Federal Meclis (Bundestag) oturumu, nükleer savaş tehlikesiyle gölgelendi. Başbakan Angela Merkel’in (Hıristiyan Demokrat, CDU) bir konuşmayla oturumu açmasından daha önce, Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) dışişleri ve savunma üzerine meclis grup başkan vekili Rolf Mützenich, şunları belirtiyordu: “Kuzey Kore nedeniyle, ama aynı zamanda nükleer hayaleti yaymakta olan umursamaz, atıp tutan bir ABD başkanı yüzünden, dünyanın üzerinde bir kez daha bir nükleer hayalet dolaşıyor. Sayın Başbakan, görevde kalacağınız süre boyunca böyle bir Amerikan başkanı ile sert biçimde ters düşmeniz durumunda, her türlü saygınlığı hak edeceksiniz.”

SPD’li Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, “yalnızca konvansiyonel yeniden silahlanma değil ama Soğuk Savaş’ın en karanlık günlerine bir dönüş hakkında konuştuğumuz bir aşama” konusunda uyarıda bulundu ve küresel ölçekte, “tüm konuşmalar yeniden silahlanma hakkında… Çin’de, Hindistan’da, Latin Amerika’da, ABD’de, Rusya’da, Avrupa’da, Afrika’da, her yerde yeniden silahlanma hakkında konuşuyoruz, hiçbir yerde başka bir şey tartışılmıyor.” dedi.

Dışişleri bakanı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Almanya’dan gelmesi gereken siyasi işaret, siyasi eylem, bizim bu silahlanma yarışına katılacağımız yönünde olmamalı. Almanya’nın işareti, bu ülkeyi kim yönetirse yönetsin, her zaman, onun dünyada bir barış sesi ve barış gücü olmak istediği ve yeniden silahlanmaya katılmayacağı yönünde olmuştur.” Gabriel, NATO’nun, üye devletlerin savunmaya GSYİH’nin yüzde 2’sini harcamaları gerektiği kararını, “Sosyal Demokratlar bu tavizi o zaman desteklemiş olmasına rağmen”, bir “hata” olarak tanımladı.

Lev Troçki, “Barışsever Hitler” makalesini Kasım 1933’te yazmıştı. O, Nazi egemenliğinin başlangıcında, Hitler’in bile nasıl “barış” ve “uluslararası anlayış” sözü verdiğini betimliyordu. Troçki, Üçüncü İmparatorluk’un, 1933 sonunda, “barışseverlik dışında bir dil konuşmak için, sonraki dönemde olabileceğinden” hala çok daha zayıf olduğunu belirtmişti. Ancak Nazi egemenliği, birkaç yıl içinde, yeniden silahlanmasının ardından, “‘benim barışım’dan ‘benim mücadelem’e ve hatta ‘benim savaşım’a” geçiş yapacaktı.

Gabriel’e, barış ve silahsızlanma hakkındaki sözlerden Almanya’nın silahlı kuvvetlerini geliştirmesi çağrısına geçmek için Bundestag’da beş dakikadan kısa bir süre yetti. Sosyal Demokrat dışişleri bakanı, “Yeri gelmişken belirteyim, silahlı kuvvetlerde 12 yıldır kesinti yapıldığı için, elbette onun silahlanmasını geliştirmemiz gerekiyor.” diye esip gürledi. Gabriel, 2009’dan 2011’e kadar savunma bakanı olan ve şu anda siyasi bir geri dönüş yapmaya uğraşan sağcı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) politikacısı Karl Theodor zu Guttenberg’i, bunun baş sorumlusu olarak tanımladı.

Gabriel’in NATO’nun yüzde 2’lik hedef kararına yönelik eleştirisinin yönü ortadadır. Almanya, diğer büyük devletler ile birlikte ama kendi koşullarıyla, savaş için yeniden silahlanıyor ve hazırlık yapıyor.

Gabriel, milletvekillerine, “söz konusu olan başlıca mesele, ne kadar harcadığımız değil, neye harcadığımız olmalı.” dedi. Söz konusu olan şey, “doğru strateji” idi. “Bir dış görevden dönen her asker,” ona şunları söylüyormuş: “Evet, orduya ihtiyacımız var. Fakat Sayın Bay Gabriel, basitçe daha fazla savunma ve askeri harcama yoluyla barışı ve istikrarı güvenceye alabileceğinizi ve sığınmacıların dolaşımıyla mücadele edebileceğinizi sanmayın. Açlık, yoksulluk, umutsuzluk ve geleceksizlik ile mücadele etmeniz gerekiyor. Bunu yapmak zorundasınız.”

Bu, ABD önderliğinde Ortadoğu’da sürdürülen ve Gabriel’in Berlin’in egemenliğindeki sözde daha “insani” bir müdahaleci Avrupa politikası ile dengelemek istediği savaşlara yönelik pek de örtülü olmayan bir eleştiridir.

Gabriel, “Yeniden Değerlendirme” başlığını taşıyan son kitabında, “Avrupa’nın güvenliğinden Avrupa sorumludur.” diye yazıyor ve şöyle devam ediyordu: “Dış politikada ve güvenlik politikasında stratejik farkındalığa ve harekete geçme kapasitesine sahip olmalıyız, çünkü bu konuda hala yeterince iyi değiliz. Bu, Avrupalı çıkarlarımızı belirlemeyi ve onları ABD’den bağımsız bir şekilde dile getirmeyi kapsamaktadır. Bu bir dereceye kadar dik başlılık, Washington’da geliştirilen görüşleri benimsemekten kurtulmayı gerektiriyor.”

Gabriel’in ilan edilen hedefi, küresel çıkarlarını NATO’dan ve ABD’den bağımsız bir şekilde ve gerekirse ABD’ye karşı dayatma kapasitesine sahip bir Avrupa ordusunun kurulmasıdır: “Bu sadece yeni silahlar almakla ilgili değildir. Burada, Avrupa’nın silah sanayisini daha güçlü bir şekilde bütünleştirmek ve kaynakları bir merkezde toplamak söz konusudur. Burada, giderek bütünleşmiş yapılar yoluyla bir Avrupa ordusunun yolunu açacak ortak bir Avrupa güvenlik biriminin yaratılması söz konusudur.”

Gabriel, ABD’nin nükleer cephaneliğini güçlendirme planlarının bu politikayı tehlikeye attığının çok iyi farkında. “Soğuk Savaş’ın en karanlık saatlerine bir dönüş”, Almanya’nın ve Avrupa’nın ABD’ye bağımlılığını arttıracak ve Berlin’in, ABD’ninkiler ile gitgide daha fazla çelişen ekonomik ve jeopolitik çıkarlarının altını oyacaktır. Gabriel, seçim kampanyasının kalan kısmından, ABD’nin kışkırtacağı bir nükleer savaşa yönelik yaygın korkuyu Alman militarizmine desteğe dönüştürmek için faydalanmayı amaçlamaktadır.

Seçimlerin ardından SPD’nin başbakan adayı Martin Schulz ile bir hükümet kurmak için uğraşan Sol Parti ve Yeşiller de aynı hedef doğrultusunda çalışıyor. Onlar, Salı günü, Bundestag’da, Alman hükümetini, NATO’nun yüzde 2 hedefine desteğini “geri çekmeye” ve “Büchel’de bulunan Amerikan nükleer silahlarının en kısa sürede geri çekilmesi amacıyla ABD ile derhal görüşmeler başlatmaya” çağıran bir önerge sundular.

Sol Parti’nin sonunda kabul edilmeyen önergesi lehine konuşan Jan Korte, onun altında barışçıl amaçların değil; tersine Alman emperyalizmini Washington’a karşı güçlendirme hedefinin yattığı konusunda kuşkuyu yer bırakmadı. Önerge, ayrıca, “biz Amerika Birleşik Devletleri de dahil [tüm güçlerden] bağımsız ve egemeniz ve kendi politikalarımızı burada belirleriz.” diyordu.

Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP), ABD’nin nükleer savaş planlarına, en az Avrupa’nın ve Almanya’nın yeniden silahlanmasına olduğu kadar karşı çıkan ve artan savaş tehlikesine karşı uluslararası işçi sınıfının bakış açısından mücadele eden tek partidir. “Militarizme ve savaşa karşı! Sosyalizm için!” başlıklı seçim bildirgemizde belirttiğimiz gibi:

Üçüncü bir dünya savaşı tehlikesi, egemen sınıfa yapılan barış çağrıları yoluyla engellenemez. Savaşa karşı mücadele, sosyalizm uğruna mücadeleye ayrılmaz biçimde bağlıdır. SGP, aşağıdaki ilkeler temelinde uluslararası bir savaş karşıtı hareketin inşa edilmesi çağrısı yapar:

* Savaşa karşı mücadele, nüfusun bütün ilerici unsurlarını kendi arkasında birleştiren, toplumdaki büyük devrimci güç olarak işçi sınıfı üzerinde yükselmelidir.

* Mali sermayenin diktatörlüğüne ve militarizm ile savaşın temel nedeni olan bu ekonomik sisteme son verme uğruna mücadele etmeksizin savaşa karşı ciddi bir mücadele söz konusu olamayacağı için, yeni savaş karşıtı hareket, kapitalizm karşıtı ve sosyalist olmak zorundadır.

* Dolayısıyla, yeni savaş karşıtı hareket, zorunlu olarak, kapitalist sınıfın bütün siyasi partilerinden ve örgütlerinden bütünüyle ve tartışmasız biçimde bağımsız ve onlara düşman olmalıdır.

* Yeni savaş karşıtı hareket, her şeyden önce uluslararası olmalı, işçi sınıfının muazzam gücünü emperyalizme karşı birleşik küresel bir mücadelede harekete geçirmelidir. Burjuvazinin sürekli savaşına, işçi sınıfı tarafından, stratejik hedefi ulus-devlet sisteminin ortadan kaldırılması ve bir dünya sosyalist federasyonunun kurulması olan sürekli devrim perspektifi ile yanıt verilmesi gerekmektedir. Bu, küresel kaynakların akılcı ve planlı geliştirilmesini ve bu temelde yoksulluğun ortadan kaldırılmasını ve insanlık kültürünün yeni doruklara yükseltilmesini mümkün kılacaktır.

Loading