Che Guevara’nın öldürülmesinin 50. Yıldönümü

9 Ekim, Arjantin doğumlu gerilla ve 1959 Küba devriminin iki önderinden biri olan Ernesto Che Guevara’nın öldürülmesinin 50. yıldönümüydü. Che, Bolivya’da bir gerilla savaşı kışkırtma yönündeki 11 aylık felaket getiren bir girişimin çökmesinin ardından ele geçirilmişti.

Yıldönümü, Küba’daki, Bolivya’daki ve başka yerlerdeki konuşmaların ve törenlerin yanı sıra medyada da yaygın şekilde anıldı. Yıldönümünü ananların büyük kısmı bu günü kendi gerici politikalarına sol bir örtü sağlamanın ve ihanetlerini maskelemenin bir aracı olarak kullanırken, basında çıkan yazıların önemli bir bölümü Guevara’nın yaşamının ve ölümünün siyasi önemini kasten gizlemeye hizmet etmektedir.

New York Times (NYT), Pazartesi günü, Che’nin ele geçirilmesine ve daha sonra Bolivyalı askerlerce öldürülmesine tanık olanlar ile röportaj yaptığı uzun bir başyazı yayınladı. Bu yazıda, dikkat çekici biçimde, Domuzlar Körfezi operasyonunda yer almış eski bir asker olan ve Guevara’yı ele geçirmek için görevlendirilen CIA ajanı Felix Rodriguez’in gerilla önderinin öldürülmesinde orada bulunduğuna hiç değinilmiyordu. Rodriguez, ardından, Vietnam’daki Phoenix Operasyonu adlı suikast harekatına ve İran Kontra macerasına katılmıştı. Bu profesyonel katil, sonradan, gerilla önderini sorgulanmak ve kuşkusuz işkence edilmek üzere Panama’ya götürme niyetinde olduğunu ama onu öldürme emrinin Bolivya ordu komutanlığından geldiği iddia etmişti.

NYT’nin bu ihmali, masum bir açıklamayı aşan tarihsel bir saptırmacılıktır. Doğrusu, CIA’i canice bir suikastın dışına çıkarma girişimi, NYT yayın kurulu ile ABD istihbarat aygıtı arasındaki sıkı bağlar ile uyumludur.

Yıldönümü, Latin Amerika’da çeşitli biçimlerde anıldı. Bunlar arasında en ikiyüzlü ve saçma olanı, Meksika Temsilciler Meclisi’ndeki yozlaşmış politikacıların bir dakikalık saygı duruşunda bulunmasıydı. Bu teklif, üç yıl önce 43 Ayotzinapa öğretmenlik okulu öğrencisinin ortadan kaybolmasına ve büyük ihtimalle öldürülmesine derinlemesine bulaşmış olan Demokratik Devrim Partisi’nin (PRD) önde gelen bir üyesinden gelmişti.

Bolivya’da, Devlet Başkanı Evo Morales, yıldönümünü, Che’nin öldürüldüğü yere gidip bir çadırda uyuyarak andı. O, bu gösteriyi, Bolivya anayasasının görev dönemi sınırlamalarının kaldırılması 2016’daki referandumda reddedilmesine rağmen dördüncü dönem için kampanyasını başlatmak üzere kullandı. Onun bu adımı, Latin Amerika’nın 1990’ların sonunda başlayan sözde “sola dönüş”ünün parçası olan Morales hükümetinin işçi sınıfı ile giderek artan bir çatışmanın içine girdiği koşullarda, yaygın gösterileri tetiklemiş durumda.

Küba’daki ana etkinlik, Guevara’nın 1997’de Bolivya’dan Küba’ya getirilmiş kemiklerinin gömülü olduğu bir anıt mezarın yer aldığı Santa Clara’da düzenlendi. Bu etkinlikteki ana konuşmayı Küba Devlet ve Bakanlar Konseyi’nin birinci başkan yardımcısı ve 86 yaşındaki Raul Castro’nun önümüzdeki yıl emekliye ayrılmasıyla başkan olması beklenen Miguel Díaz-Canel yaptı. Díaz-Canel, “okumanın, çalışmanın ve görevi tamamlamanın kutsallığı”nı savunması temelinde Küba gençliği için ilham kaynağı ve bir tür dünyevi aziz biçimindeki alışıldık Guevara temasını yineledi.

O, Che’nin “emperyalizme zerre kadar güvenilemeyeceği”ni öğrettiğini belirtti ve son olayların bu öğütün doğruluğunu kanıtlamış olduğunu ekledi. O, görünüşe göre, Trump yönetiminin, Obama yönetimi ile Castro hükümeti arasında başlatılmış ve Küba’nın egemen seçkinlerinin, ABD kapitalizmi ile daha yakın ilişkiler kurarak ayrıcalıklı konumlarını pekiştirme planlarını krize sürüklemiş olan uzlaşmadan geri çekilme yönündeki son adımlarına atıfta bulunuyordu.

Venezuela’da, ülkenin en derin ekonomik kriziyle, tırmanan bir yolsuzluk skandalıyla, hükümetine yönelik artan halk muhalefetiyle ve Washington’dan gelen müdahale tehditleri ile karşı karşıya olan Devlet Başkanı Nicolas Maduro, yıldönümünde, “Bugün, biz devrimciler, günümüzün Guevaracı-Chavezcileri (guevaristas-chavistas), 50 yıl önce bir adamın ölmediğini; bir efsanenin doğduğunu söyleyebiliriz.” dediği bir açıklama yaptı.

Ne Maduro ne de bu tür övgülerde bulunan herhangi biri, bu “efsane”nin kesin içeriğini derinlemesine araştırmakla ilgileniyor. Bu “efsane”, yalnızca Latin Amerika’daki burjuva ve küçük burjuva ulusalcıları tarafından değil; aynı zamanda, başta Dördüncü Enternasyonal ile bağını tümüyle koparmış olan Pablocu revizyonist eğilim olmak üzere, Avrupa’daki ve Kuzey Amerika’daki bir sürü orta sınıf ve sahte sol grup tarafından geliştirilmiştir.

Bu eğilimler, altın çağlarında, kırsal bölgelerdeki küçük gruplar tarafından yürütülen gerilla savaşının, sosyalizme gidişte, işçi sınıfının devrimci rolünü ve bağımsız kitlesel devrimci partilerin inşası yoluyla onun bilinçli öncüsünün geliştirilmesi gerekliliğini gölgede bırakan yeni bir yolu temsil ettiği biçimindeki Guevaracı görüşü açıkça benimsemişlerdi.

Latin Amerika’da devrimci bir gençlik kesimini işçi sınıfından ayıran ve onlarca yıllık askeri diktatörlüklerin önünün açılmasına yardımcı olan bu gerici gerilla perspektifini uygulama girişimi, bir dizi yıkıcı yenilgiye yol açmıştı.

1960’larda ve 1970’lerde gerillacılığı teşvik etmiş olan Pablocu grupların ardılı örgütler, uzun süredir kapitalist hükümetlere giriyor ve emperyalist rejim değişikliği operasyonlarını destekliyor olsalar da, onların bazıları, hala, Che’nin imajını kendi gerici operasyonları için bir tür sahte devrimci vitrin süsü olarak kullanmaya devam ediyorlar. Onların hiçbiri, suçlanmayı hak eden kendi rolleri şöyle dursun, Che’nin mirasına ilişkin ciddi bir yeniden değerlendirme yapma girişiminde bulunmamıştır.

Bu konuda, Che’nin ölümünün 30. yıldönümünün ardından Ocak 1998’de verilen konferans, “Castroculuk ve Küçük Burjuva Ulusalcı Politikalar” başlığı altında, Mehring Yayıncılık tarafından yakında Türkçede yayınlanacak.

Loading