Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması Arap önderlerin krizini derinleştiriyor

Cuma günü, İsrail askerleri, Doğu Kudüs’teki ve Batı Şeria’daki çatışmalarda, ayakları olmayan ve tekerlekli sandalyeye bağlı durumdaki İbrahim Ebu Thurayeh’in (29) de aralarında olduğu en az dört Filistinliyi öldürdü ve yüzlercesini yaraladı. Saldırı, binlerce Filistinlinin ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını protesto etmek için Cuma namazının ardından sokaklara döküldüğü sırada gerçekleşti.

Protestoculara karşı göz yaşartıcı gaz, ses bombası ve lastik kaplanmış çelik mermi kullanan İsrail güvenlik güçleri, Trump’ın 6 Aralık’ta kararını açıklamasından bu yana 10 Filistinliyi öldürdü, 1.993’ünü yaraladı ve en az 260 kişiyi tutukladı.

ABD’nin onlarca yıllık resmi politikasını altüst eden bu adım, 1993 Oslo Anlaşması doğrultusunda resmen başlatılmış sözde “iki devletli çözüm” maskaralığının sonuna işaret ediyor. Söz konusu karar, budanmış bir devletin kurulması üzerine bitmek bilmeyen görüşmeleri Filistin halkına yönelik kendi ihanetleri için bir örtü olarak kullanmış olan Filistin Yönetimi ve bütün Arap rejimleri için siyasi bir krize neden oldu.

Oslo Anlaşması, Filistinli burjuvaları, işçilere ve yoksul köylülere karşı kullanılacak bir yarı devlet aygıtının ve polis gücünün efendileri olarak belirlemişti. Buna karşılık, küçük bir Filistinli patronlar tabakasının serveti, büyük ölçüde emperyalist ve bölgesel güçlerden gelen bağışlar sayesinde, hızla arttı.

ABD emperyalizminin gözetimi altında görüşülecek birbirinden kopuk topraklar üzerinde bir Filistin devleti sözü, İsrail yerleşimlerinin genişlemesine ve Filistinlilerin toplumsal, ekonomik ve siyasi koşullarının mahvedilmesine olanak sağladı.

Trump’ın açıklaması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun koalisyon hükümetine, Filistinlilere yönelik baskısını ve Doğu Kudüs’ten Filistinlilerin etnik olarak temizlenmesini hızlandırması için yeşil ışık yakmıştır.

Ne Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Filistin Yönetimi (FY) içindeki baskın hizip olan ve Batı Şeria’yı 1994’ten beri yöneten El Fetih ne de Gazze’yi 2006’dan beri yöneten İslamcı rakibi Hamas, kayda değer bir halk desteğine sahip.

82 yaşındaki Mahmud Abbas, Yaser Arafat’ın 2004 yılında son derece kuşkulu ölümünün ardından FY’nin başkanlığını üstlendi. Abbas, Arafat’ın 2000 yılında İsrail’e rezil bir teslimiyet olarak reddetmiş olduğu barış görüşmelerini yeniden canlandırdı. Ancak o zamandan beri, hiçbir gerçek müzakere söz konusu olmadı. Artık herkes, Trump sayesinde, hiçbir zaman olmayacağını da biliyor. Kısa süre önce yapılan bir anket, Filistinlilerin yüzde 67’sinin Abbas’ın istifasını istediğini ortaya koydu.

Filistinli eski bir müzakereci olan Saeb Erekat, FY’nin ortaya çıkan kelini örtmek için çırpındı. O, “Ne yazık ki, Başkan Trump, iki devlet yönündeki her türlü olasılığı tam anlamıyla ortadan kaldırdı.” diye yakındı. Erekat, tek alternatifin, herkesin eşit demokratik haklara sahip olduğu tek devletli bir çözüm olduğunu söyledi. Bu, Ortadoğu’nun mevcut emperyalist paylaşımı ve Filistin ve Arap burjuvalarının siyasi egemenliği çerçevesinde boş bir hayaldir. Pratikte, bu, Filistin burjuvazisinin, İsrail’deki Siyonist rejimle ve Washington’la, ona ekonomik ve siyasi kazançlardan bir pay garanti edecek bir anlaşmaya varma çabasını ifade etmektedir.

Hamas da küçük bir Filistin devletinin kurulmasını talep etmek için çeşitli bölgesel güçlerin desteğini almaya çalışıyor. Ancak onun manevra alanı, Mısır’daki ana örgütü Müslüman Kardeşler’in uğradığı yenilgi; Suriye’deki Esad yönetimine karşı ABD destekli İslamcı ayaklanmaya verdiği destekten dolayı İran’dan ve Suriye’den giderek uzaklaşması ve Suudi Arabistan ile Mısır’ın Hamas’ın koruyucusu Katar’a karşı uyguladığı kuşatma eliyle ciddi ölçüde daralmış durumda.

Hamas, Türkiye tarafından destekleniyor ama her zamankinden daha sert bir şekilde El Fetih ile aynı yörüngeye, Mısır’ın ve Suudi Arabistan’ın yörüngesine itiliyor. Trump’ın Kudüs açıklaması, Hamas’ın FY ile ilan edilmiş uzlaşmasının ve Gazze’nin yönetimini paylaşma teklifinin hemen ardından gelmiştir.

Dolayısıyla, Hamas, laik rakibi ile aynı temel rolü oynuyor: Filistinlileri denetleyen ve onların kötü durumunun Arap yönetimleri tarafından Washington ve diğer emperyalist güçler ile pazarlıklarının parçası olarak kullanıldığı bir mekanizma.

Hamas, Trump’ın Kudüs açıklamasının ardından, formalite gereği “öfke günleri” ve özünde savunmasız bir halkı bölgenin en güçlü silahlı kuvvetleri ile karşı karşıya getirecek yeni bir intifada çağrısı yaptı. Ancak Filistin’deki çoğu kişi, iki başarısız intifadanın ve yalnızca acılarını arttıran çok sayıda askeri saldırının ardından, yönlendirildikleri çıkmazın farkında.

Arap yönetimleri Trump’ın kararına karşı gerek duyulan açıklamalar yaptılar ama onların başlıca kaygısı, söz konusu kararın, “zaten istikrarsız olan bir bölgede gereksiz yere daha fazla çatışmaya yol açması” ve muhalefeti, onların egemenliklerine odaklamasıdır.

Mısır’daki Abdül Fettah el-Sisi’nin başkanlık ettiği askeri cunta, medyanın ve dini egemen çevrelerin Trump’ın açıklamasını önemsiz gibi göstermesini ve böylece, artan gıda fiyatları, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle zaten tırmanan gerilimleri daha fazla kızıştırmamasını sağlama aldı. El-Sisi, dışişleri bakanlarının Washington’a verilecek yanıtı koordine etmek için bir araya geldikleri Kahire’nin merkezindeki Arap Birliği genel merkezi dışında 9 Aralık’ta düzenlenen de dahil olmak üzere, tüm mitingleri yasakladı.

El-Sisi, Kahire’nin Hamas’ın Kudüs açıklamasına vereceği yanıtı desteklemediğini açıkça göstermek için, generallerini, Hamas ile El Fetih arasındaki uzlaşmayı ilerletmeye çalıştıkları Gazze Şeridi’nden geri çekti.

Suudi Arabistan da daha az tehlikeli bir durumda değil. Feodal monarşi, ABD emperyalizminin, bölgesel rakibi İran ile savaş hazırlıkları doğrultusunda İsrail ile bir ittifak kurma peşinde koşuyor. Trump, Mayıs ayında Suudi Arabistan’ı ve İsrail’i ziyaretinin ardından, Suudi Arabistan’da “İsrail’e yönelik gerçekten iyi duygular”dan söz etmişti. Veliaht Prens Muhammed Bin Salman, Trump’a, Riyad Washington’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına ve ABD büyükelçiliğini oraya taşımasına resmen itiraz etse de, bunların, Suudilerin İsrail ile işbirliğine bir engel ya da İsrail’in Ortadoğu’daki hamlelerine zararlı olmadığını söylemişti.

Salman, geçtiğimiz ay, Kudüs’ü ve Batı Şeria yerleşimlerinin neredeyse tamamını İsrail’e bırakacak ve Filistinli sığınmacıları, sınırları İsrail’in denetiminde kalacak bir devlete geri dönme hakkından yoksun bırakacak bir ABD-İsrail “barışı”nın koşullarını dikte etmek için Abbas’ı Riyad’a çağırmıştı. Abbas’ın Riyad ziyaretinden önce, Suudi veliaht prensi Netanyahu ile görüşmek üzere Eylül’de İsrail’e gizli bir ziyarette bulunmuş, Suudiler İsrail ile normalleşme yönünde görülmedik çağrılar yapmış ve Suudi iş adamlarının ziyaretleri dolayımıyla gayri resmi bir ekonomik yakınlaşma gerçekleşmişti.

Geçtiğimiz ay, İsrail Savunma Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gadi Eisenkot, İran’a karşı koymakta ortak çıkarları olduğu için, İsrail’in Suudi Arabistan ile “istihbarat bilgisi” paylaşmaya hazır olduğunu söylemişti. Birkaç gün sonra, İsrail İletişim Bakanı Eyüb Kara, Suudi Arabistan Baş Müftüsü Abdül Aziz el-Şeyh’i İsrail’i ziyaret etmeye davet etti.

Geçtiğimiz hafta, İsrail, “İşte Bahreyn” adlı dinlerarası gruptan 25 kişilik bir heyeti ağırladı. Heyet, İsrail’deki dini yerlere yönelik beş günlük bir turdaydı. Heyetin İsrail’e bir “barış mesajı” iletme görevi, belli ki, kırılgan durumdaki saltanatı Suudi Arabistan’ın silahlı kuvvetlerine bağlı olan Bayreyn Kralı Hamid’in desteğine sahipti. İsrail iş dünyası liderlerinden oluşan bir heyet, Ocak ayında Bahreyn’i ziyaret edecek. İsrail, Riyad’ın Katar’a yönelik ablukasını destekliyor.

Trump’ın Kudüs açıklaması, yalnızca İsrail ile Filistin arasında yeni ve kanlı bir çatışma değil; Arap, Musevi, İranlı ve diğer ulusal ve etnik grupların birbirleri ile karşı karşıya geleceği bölgesel bir savaş yönünde artan tehlikeye işaret etmektedir.

İleriye giden tek yol, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin, tüm ulusal bölünmüşlüklerin ötesinde, ortak düşman olan emperyalist devletlere ve onların üzerlerinden tam denetim uyguladıkları yozlaşmış burjuva rejimlere karşı birleşmesi yönünde bir perspektifin benimsenmesidir. Hedef, bölgenin, halkların acımasız sömürüsü temelinde düşman ulus devletlere bölünmüşlüğüne bir son vermek ve Ortadoğu Birleşik Sosyalist Devletleri’ni kurmak olmalıdır.

Loading