Perspektif

Katalonya’da kriz seçimi

Diktatörlüğe ve ulusal ayrılıkçılığa hayır! Katalan ve İspanyol işçilerin birliği için!

Bugün, Katalanlar, İspanya merkezi hükümetinin çağrısını yaptığı 21 Aralık (“21D”) özel bölgesel seçimlerinde oy kullanıyor. 1 Ekim’deki Katalan bağımsızlık referandumuna yönelik acımasız polis baskısının ve Madrid’in daha sonra Katalonya’nın seçilmiş hükümetini askıya almak için İspanya Anayasası’nın 155. maddesine başvurmasının ardından düzenlenen bu seçimler, İspanya’daki ve tüm dünyadaki işçiler için son derece önemli siyasi dersler içermektedir.

İşçiler, demokratik yönetim biçimlerinin, uluslararası kapitalizmin çürümesinden kaynaklanan genel bir çöküşü ile karşı karşıyalar. İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’un Halk Partisi (PP) azınlık hükümeti, İspanya Sosyalist Partisi’nin (PSOE) desteğiyle 21D seçimlerini düzenlerken, Katalan halkının iradesini ortaya çıkarmaya çalışmıyor. Tersine, o, polis devleti rejimi yönelimine “demokratik” bir maske takmayı ve Avrupa Birliği (AB) genelindeki aşırı sağcı güçlere saygınlık kazandırmayı amaçlıyor.

PP’li yetkililer, Katalonya’daki seçmenlerin Madrid’in karşı çıktığı bir hükümeti seçmeleri durumunda, kurulacak hükümeti görevden almak için yeniden 155. maddeye başvuracaklarını belirttiler. Onlar, seçmenlere, Madrid’in istediği hükümet olması şartıyla, diledikleri hükümeti “seçme hakkı” veriyor.

PP ve müttefikleri, halkı, siyasi tutukluların alıkonulmasına ve diğer keyfi diktatörlük önlemlerine alıştırmaya çalışıyor. Onlar, Barselona’daki kitlesel protestolara rağmen, Katalan milliyetçisi Jordi Cuixart ile Jordi Sánchez’i barışçıl protesto çağrısı yaptıkları için hapse attı; Katalancayı okullardan ve televizyondan çıkarma tehdidinde bulundu. Görevden alınan Katalonya Başkan Yardımcısı Oriol Junqueras, Katalonya’da kampanyalar devam ederken bile, hapiste olmaya devam ediyor. Katalonya Başkanı Carles Puigdemont, bu yazgıdan, ancak Brüksel’de AB ile görüşmeler düzenlemek üzere gayri resmi şekilde kaçarak kurtulmuştu.

PP ve müttefikleri, bu temelde, işçilere yönelik yeni saldırılara hazırlanıyor. PP’li yetkililer, daha önce, Katalonya’nın maliyesine el koymalarının ardından, Madrid belediyesini yüz milyonlarca avro daha AB sosyal kesintisi uygulamaya zorlarken, ona karşı 155. maddeye başvurma tehdidinde bulundular. PP hükümeti, İspanya’nın birliği için düzenlenen ve Cara al Sol’u içeren faşist marşların söylenmesiyle damgalanan protestoları destekledi ve bir olağanüstü hal uygulamayı açıkça tartıştı.

Ancak demokratik yönetim biçimlerinin bu çöküşü, İspanya’daki koşulların ürünü değil; AB’nin Madrid’in baskısına verdiği aralıksız destekle simgelenen bir Avrupa ve dünya olgusudur.

Devlet baskısına dönüş, militarizmin canlandırılması ve aşırı sağcı güçlerin yükselişi, Avrupa genelinde ilerliyor. Fransa’da, devletin iki yıllık olağanüstü hal sırasında aldığı ve işçi sınıfı karşıtı iş yasasına karşı protestoları bastırmak için kullanılan başlıca polis yetkileri, artık yasalara geçmiş durumda. Berlin’in dış politikasını yeniden askerileştirdiğini duyurmasından dört yıl sonra, Avusturya’da aşırı sağcı bir hükümet iktidara geldi; Almanya’da Nazilerin II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden beri ilk kez aşırı sağcı bir parti, Almanya İçin Alternatif, parlamentoda koltuk elde etti.

Bu kriz, kapitalizmin, onlarca yıl içinde olgunlaşmış olan uluslararası çöküşünden kaynaklanmaktadır. Stalinist bürokrasinin emperyalizmin başlıca denge ağırlığını ortadan kaldıracak şekilde Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana geçen çeyrek yüzyıl, tırmanan savaşlar, polis baskısı ve kemer sıkma ile geçmiştir. Avrupa’daki burjuva demokrasisi, özellikle 2008 Wall Street çöküşünden beri, artan toplumsal eşitsizliğin ve sınıfsal ve uluslararası gerilimlerin ortasında parçalanmaya başlamıştır.

İspanya’daki eşitsizlik, bu krizin Avrupa genelinde işçiler üzerindeki etkisini örneklemektedir. 2008 çöküşünden yaklaşık on yıl sonra, İspanya’daki işsizlik hala yüzde 17 (gençler arasında yüzde 39) ve toplumsal eşitsizlik yüksek. En tepedeki yüzde 10 şu anda İspanya servetinin yüzde 57’sini elinde tutarken, alttaki yüzde 50 sadece yüzde 7’sine sahip ve tepedeki yüzde 20’yi oluşturan aileler alttaki yüzde 20’den 761 kat fazla kazanıyor. Avrupa’nın en zengin kişisi olan Armancio Ortega, 77,9 milyar dolarlık bir servete sahip.

Sonuçta oluşan toplumsal öfke ve resmi politikadan yabancılaşma, egemen düzenin istikrarının altını bütünüyle oymuş durumda. Bu yıl, AB’nin “Ne Kuşağı” anketi, İspanya’daki gençlerin üçte ikisinin ve Avrupa gençliğinin yarısından fazlasının mevcut düzene karşı kitlesel bir ayaklanmaya katılacağını ortaya koydu.

Bu kriz, AB ve kapitalizm çerçevesini kabul eden başka bir politika izlemesi için şu ya da bu politikacının seçilmesiyle çözülemez. Sıra, İspanya’daki, Avrupa’daki ve dünya çapındaki işçi sınıfındadır. AB’nin polis devleti yönetimine doğru ilerleyişine yönelik tek geçerli yanıt, sosyalizm uğruna enternasyonalist ve devrimci mücadeleye dönüştür.

İspanyol devletinin baskıcı adımlarına yönelik muhalefet, Katalan ayrılıkçısı partilerin (Katalonya Cumhuriyetçi Solu – ERC, Katalonya İçin Birlikte ve onların Halkın Birliği Adaylığı – CUP gibi küçük burjuva müttefikleri) özünde gerici olan politikalarına herhangi bir destek anlamına gelmez. Onlar, Katalonya’daki işçilere milyarlarca avroluk AB kesintilerini dayattılar. Onların gerici rolünün itiraz edilemez bir kanıtı, kemer sıkma uygulamasının ve Avrupa militarizmini geliştirmenin bir aracı olan AB’ye verdikleri destektir. Onlar, bu desteği, AB Komisyonu Rajoy’un Katalonya’daki baskısını destekledikten sonra bile sürdürdüler.

İber Yarımadası’nın egemen sınıfı içindeki hizip mücadelesinde ilerici hizipler yoktur. Katalan milliyetçileri (tıpkı Britanya’daki İskoç milliyetçileri ve İtalya’daki Kuzey Birliği gibi), Katalonya’nın daha zengin bir bölge olması gerçeğine dayanan bencil bir strateji ileri sürüyorlar. Onlar, özerkliği ya da bağımsızlığı, İspanya’nın diğer, daha yoksul bölgelerine yönelik mali yükümlülüklerine son vermek, Katalonya’daki işçilerden çıkarılan karlardan daha büyük bir pay elde etmek ve uluslararası bankalarla bağlarını derinleştirmek için hedefliyorlar.

Katalan milliyetçilerinin, İspanya’nın geri kalanına yönelik yaklaşımının İspanyol işçi sınıfının geniş kesimlerini iten ve öfkelendiren yağmacı karakteri, Rajoy’un ve müttefiklerinin İspanyol milliyetçiliğini kışkırtmasını kolaylaştırmaktadır.

Her büyük kriz gibi, Katalan krizi de, “sol” demagojisi gözler önüne serilmiş olan Podemos gibi küçük burjuva partilerin rolünü açığa vurmuştur. Podemos, işçi sınıfı için bağımsız bir politika izlemek şöyle dursun, iki burjuva kamp arasında manevra yapma peşinde koşmuştur. Onun Katalonya şubesi, Katalonya Birlikte (CeC), Katalan ve İspanyol milliyetçilikleri arasındaki çatışmada tarafsız olma ve bunun yerine toplumsal sorunu öne çıkarma iddiasında bulunuyor. CeC, PSOE’nin 155. madde yanlısı Katalan şubesi ile ayrılıkçı ERC arasında kurulacak bir koalisyon hükümetine destek vermeyi teklif etti.

Podemos, her şeyin; bölgeselcilik ile milliyetçiliğin, 155. madde ile demokratik hakların ve en önemlisi, kapitalist sınıf ile işçilerin uzlaştırılabileceğini iddia ediyor. O, Yunanistan’daki kardeş partisi Syriza (“Radikal Sol Koalisyon”) ile birçok ortak özelliğe sahip. Syriza da kendisini kemer sıkmaya yönelik demokratik bir alternatif olarak sunmuştu. Ancak 2015’te seçilir seçilmez, kemer sıkmayı uygulamaya koydu ve şimdi işçi sınıfını etkin bir şekilde eziyor.

İleriye giden yol, İspanyol ve Katalan işçilerini, Avrupa işçi sınıfının AB’ye ve Avrupa kapitalizmine karşı mücadelede birleşmesinin parçası olarak, hem İspanyol hem de Katalan milliyetçi güçlerine karşı birleştirme mücadelesinden geçmektedir.

Diğer tüm ülkelerde olduğu gibi İspanya’da da, tek geçerli çözüm, işçi sınıfının devrimci, sosyalist ve enternasyonalist bir perspektif temelinde yeniden yönlendirilmesidir. İspanyolca ve Katalanca konuşan işçileri birbirleri ile karşı karşıya getirme yönündeki tüm girişimlere karşı, işçi sınıfının iktidarı uğruna mücadeleyi, mali aristokrasinin mülksüzleştirilmesini ve İspanya’da, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin parçası olarak bir işçi devletinin inşasını ileri sürmek gerekiyor.

Bu perspektif uğruna mücadele, İspanya’da ve Avrupa genelinde DEUK’un şubeleri biçiminde yeni bir siyasi önderliğin inşasını gerektirmektedir.

Loading