İran: Hükümet karşıtı protestolar yoğun baskı karşısında azaldı

28 Aralık’ta başlayan ve en az beş gün boyunca tüm İran’ı saran hükümet karşıtı işsiz gençlik ve yoksul işçi protestoları dalgası, artık yatışmış durumda.

Dini siyaset kurumu bir hafta boyunca büyük karşı gösteriler düzenler ve güvenlik güçleri İran’ın burjuva ulusalcı rejimine yönelik meydan okumanın başarılı bir şekilde bastırıldığını ilan ederken, 80’den fazla kentte ve kasabada on binlerce insanı sokağa iten ağır sosyoekonomik sorunlar, çözülmek şöyle dursun, hafifletilmiş bile değil. İşçi sınıfı öfkesinin ve muhalefetinin bir kez daha aniden ortaya çıkması, yalnızca zaman meselesidir.

İran yönetimi, gıda fiyatlarındaki artışa, kitlesel işsizliğe, her tarafa yayılmış toplumsal eşitsizliğe ve hükümetin yıllardır devam eden kemer sıkma politikasına yönelik öfke eliyle yönlendirilen protestolara baskıyla karşılık vermişti. Polisin ve güvenlik güçlerinin baskısında 20’den fazla kişi öldürüldü, yüzlerce kişi tutuklandı.

Hükümet, bu baskıyı, ABD emperyalizminin ve müttefiklerinin huzursuzluğu kışkırtıp manipüle ettiği yönündeki meşru olmayan iddialarla gerekçelendirdi.

Dün, İslamcı Devrim Muhafızları (İDM), “İran’ın devrimci halkının, on binlerce Besiç gücü (İDM’ye bağlı milis gücü), polis ve İstihbarat Bakanlığı ile birlikte” protesto hareketini bitirdiğini belirten bir açıklama yayınladı. İranlı yetkililer, birçok insanın “devlet karşıtı” faaliyetten vazgeçmeye yemin etmelerinin ardından serbest bırakıldığını iddia etmelerine rağmen, binden fazla insanın tutuklandığını kabul ediyorlar.

Hükümet ve destekleyicileri, protestoları, ABD’nin ve Avrupalı emperyalist güçlerin teşvik etmesiyle Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesine karşı çıkan 2009’daki Yeşil Hareket ile bir tutmaya çalıştı. Ancak o hareket, burjuva seçkinlerin Washington ile uzlaşmaya en istekli hizibini iktidara getirmeyi amaçlıyordu ve desteğini, ezici çoğunlukla, İran toplumunun en ayrıcalıklı kesimlerinden almıştı.

Şimdiki hareket ise, siyasi kafa karışıklığı ne olursa olsun, halkın en ezilen tabakalarından unsurları harekete geçirecek şekilde, yoksulluğa ve toplumsal eşitsizliğe karşı patlak verdi. Hareketin geleneksel olarak yönetime bir destek tabanı sağlamış ancak yatırım yokluğu ve kırsal bölgeleri kuşatan kuraklık eliyle harap edilmiş olan daha küçük kent ve kasabalara yayılma hızı, özellikle önemliydi. Dahası, geçtiğimiz on günün olayları öncesinde, aylarca, işten çıkarmalara ve patronların ücretleri ve sosyal hakları ödememesine karşı işçi protestoları, oturma eylemleri ve grevler gerçekleşmişti.

İranlı yetkililer, emperyalist yıkıcılık suçlamalarına gerçeklik havası vermek için, Trump yönetiminin protestolara “destek” iddialarına sarıldılar. Bu ikiyüzlü ve budalaca “desteğin” başını bizzat başkanın attığı bir dizi tweet çekiyordu. ABD, Cuma günü, BM Güvenlik Konseyi’ni İran’daki gelişmeler üzerine tartışmaya zorladı.

Milyarder despot bozuntusu Trump’ın kendisini İran halkının bir dostu olarak gösterme çabaları, ABD’nin İslam Cumhuriyeti’ni şeytanlaştırması onun İran’a karşı yağmacı savaş planları ile ilişkili olmasaydı da gülünç olurdu. Trump, yalnızca İran’ın dünyanın başlıca güçleri ile sivil nükleer anlaşmasını bozmaya girişmekle kalmadı. Kısa süre önce yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, İran’ı, Amerikan egemenliğine yönelik karşı konulup yenilgiye uğratılması gereken bir “tehdit” olarak Kuzey Kore ile aynı düzeye koymaktadır.

İran yönetiminin içerideki huzursuzluğa karşı mitinglerini harekete geçiren başlıca konu, ABD’nin ve bölgesel müttefikleri İsrail ile Suudi Arabistan’ın İran’a yönelik tehditlerine ve zorbalığına muhalefettir. Mitingler, 20. yüzyılın ilk yarısında İran’ı yarı sömürge esareti içinde tutmuş, ancak CIA’in Şah’ı 1953’te yeniden iktidara getirmesinin ardından yerini ABD’ye bırakmış olan Britanya’yı da hedef alıyordu. Londra, ABD’nin Ortadoğu’da son çeyrek yüzyıldaki yıkıcı savaşlarında Washington’ın sadık müttefiki olmuştur. Hükümet yanlısı mitingler, “Amerika’ya Ölüm”, “Britanya’ya Ölüm” ve “Siyonizme Ölüm” sloganlarıyla çınladı.

Hükümet yanlısı göstericilerin çoğunun, İran’a ve Ortadoğu halklarına karşı onlarca yıllık ABD saldırganlığı eliyle körüklenen emperyalizm karşıtı duyarlılıkları, kuşkusuz gerçekti. Ancak İslam Cumhuriyeti’nin burjuva dini seçkinleri, Washington’a yaptıkları ve en az 1989’a kadar uzanan çok sayıda görüşme önerisinin de altını çizdiği üzere, sadece rejim değişikliği yöneliminden vazgeçmesi ve Tahran’ı Ortadoğu’ya istikrar kazandırmada küçük bir ortak olarak kabul etmesi karşılığında ABD ile uzlaşmaya dünden razılardı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin başkanlık ettiği mevcut İran hükümetinin işçi sınıfı karşıtı kemer sıkma politikalarının başlıca hedeflerinden biri, Avrupa ve nihayetinde ABD yatırımlarını çekmektir. Ruhani yönetimi, Ağustos 2013’te göreve gelmesinden bu yana, Total, Shell, Eni ve diğer Avrupalı enerji devlerini memnun etmek için petrol sektörüne yapılan yatırımları düzenleyen kuralları yeniden yazarken, özelleştirmeyi hızlandırmış ve sosyal harcamaları kesmiştir.

Hükümetin teklif ettiği yeni yıl bütçesi, daha yoksul İranlılara yönelik gelir desteğini 5,3 milyar dolar kesecek, benzin fiyatlarını yüzde 50 kadar arttıracak, eğitimin özelleştirilmesini genişletecek ve altyapı harcamalarını 3,1 milyar dolar azaltacak. Bu, İDM’nin siyasi organı Sobhe Sadeq’te yayınlanan bir rapora göre, halkın yüzde 50’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede yapılıyor.

BBC Farsça’nın yaptığı bir araştırmaya göre, İranlılar on yıl önce olduğundan yüzde 15 daha yoksullar. Giderek artan sayıda aile artık kendisini geçindiremezken, ekmek, süt ve kırmızı et tüketimi yüzde 30 ile yüzde 50 arasında azalmış durumda. Aynı anda, dünya genelinde olduğu gibi, İranlıların en zengin yüzde 1’i ve yüzde 10’u ile halkın geri kalanı arasındaki gelir ve servet uçurumu genişledi.

Uzun süredir ezilen İran işçi sınıfının öfkesinin 2017 sonunda patlaması, yönetimi gafil avladı. Protestolar 30-31 Aralık hafta sonunda İran geneline yayılır ve katılımcıların İslamcı Cumhuriyeti’nin kurumlarına meydan okuyan sloganlar benimsemesi ve güvenlik güçleriyle çatışması ile birlikte belirgin bir hükümet karşıtı biçim alırken, İran güvenlik güçleri hızla seferber edildi. Önemli sosyal medya platformları kesildi ve polis, Besiç ve kimi durumlarda İDM birlikleri konuşlandırıldı.

Bununla birlikte, tek başına baskı, protestoların ani geri çekilişini açıklamaz. Ezici çoğunluğu genç ve ağırlıklı olarak işçi sınıfından olan göstericiler, net ve geliştirilmiş bir siyasi perspektiften yoksunlardı.

Yönetim, monarşist ve aşırı sağcı unsurların protestoları esir almaya ve saptırmaya çalışmasını kendi çıkarına kullanmakta hızlıydı. Bu, yalnızca gerici sloganların yükseltilmesini değil ama kuşkusuz, protestocuların hükümet mülklerine ve güvenlik güçlerine aceleci saldırılarının teşvik edilmesini de kapsıyordu.

Bu tür unsurların herhangi bir destek bulabilmesi, işçi sınıfının değil, rejimin suçudur. İranlı işçiler, onlarca yıldır, her türlü gerçek öz örgütlenmeden ve siyasi olarak kendini ifade etme hakkında yoksun bırakılmıştır.

İslam Cumhuriyeti, 1979’da ABD destekli kanlı Şah rejimini deviren emperyalizm karşıtı kitlesel hareketi raydan çıkartarak sağlamlaştırılmıştı. Ayetullah Humeyni ve destekleyicileri, Şah’ın zorba yönetiminin birkaç sembol kişiliğini idam ettikten sonra, enerjilerini işçi sınıfından gelen sosyalist devrim tehdidini etkisiz hale getirmeye yoğunlaştırdılar. Kimi sosyal tavizler verilirken, bu operasyon, esasen ve giderek artan bir şekilde, tüm sosyalist ve solcu partilerin ve işçilerce işgal edilmiş birçok fabrikada ortaya çıkmış olan işçi konseylerinin vahşice bastırılması biçimini aldı.

Aşırı sağcı unsurların 28 Aralık’ta patlak veren protestoları sonuna kadar kullanma girişimi ve en önemlisi, emperyalizme ve İran burjuvazisinin tüm hiziplerine yönelik muhalefeti açık bir şekilde ifade eden net bir perspektifin yokluğu, hem işçi sınıfının geniş kesimlerinin hem de tersi durumda protestocuların toplumsal şikayetlerine sempati gösterecek olan orta sınıf kesimlerinin tırmanan baskının ortasında kenarda durmasına yol açtı.

Belirtildiğine göre sosyal medyadaki “Suriye haline gelmeyeceğiz” ve “Tunus olacağız” biçimindeki rakip etiketler altında tüm şiddetiyle devam eden tartışma, İran’da şu anda yaşanmakta olan çekişmenin karakterinin bir belirtisidir.

Rejimin, protestoları yabancı kışkırtması olarak damgalarken bile, kamuoyuna, halkın fiyat artışları ve yoksulluk üzerine öfkesinin işitildiği yönünde güvence vermek için koşuşturduğunu da vurgulamak gerek. Hem hükümet sözcüleri hem de Meclis’in önde gelen üyeleri, değişiklikler yapılacağı yönünde sözler verdiler.

Meclis Sözcüsü ve önde gelen İlkeci Ali Laricani, geçtiğimiz hafta, “Gerilimler kesinlikle ülkenin çıkarına olmadığı için, petrol fiyatları konusunda halkın durumunu mutlaka dikkate almalıyız.” dedi.

İran’ın derin bir şekilde bölünmüş egemen seçkinlerinin tüm hizipleri, işçi sınıfı huzursuzluğunun bastırılmasını destekleme noktasında birleşmiştir. Ancak, krizin derinliğinin kesin bir göstergesi olarak, çeşitli hizipler, şu anda, halkın köklü yabancılaşmasından ve öfkesinden kimin sorumlu olduğu üzerine kapışıyorlar. Eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın hafta sonunda tutuklandığına ilişkin doğrulanmamış haberler söz konusu. Ahmedinejad’ın kimi rakipleri, onu, kendi hizipsel çıkarlarını ilerletmenin bir aracı olarak başlangıçta protestolara destek vermekle suçladılar.

Dünya ekonomik krizinin ve ABD zorbalığının ve saldırganlığının etkisi altında, yönetim içinde yaşanan çatışma ve en önemlisi, durmadan genişleyen sınıfsal bölünme, işçi sınıfı öfkesinin ve muhalefetinin er ya da geç yeniden patlayacağını garantilemektedir.

Loading