Perspektif

Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun 24 Haziran erken seçimleri üzerine açıklaması

Sosyalist Eşitlik Grubu’nu destekleyin!

Savaşa ve toplumsal karşıdevrime karşı sosyalist bir işçi hareketi için!

Ortadoğu ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için!

Dördüncü Enternasyonalin Uluslararası Komitesi ile siyasi dayanışma içinde olan Sosyalist Eşitlik grubunun 24 Haziran erken seçimleri üzerine açıklaması

24 Haziran’da, 59 milyondan fazla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından çağrısı yapılan meclis ve devlet başkanlığı erken seçimlerinde oy kullanacak.

Egemen sınıfın rakip hizipleri ve onların küçük burjuva izleyicileri, seçimlere üç büyük kampta katılıyor: Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) önderliğindeki “Cumhur İttifakı”, başını ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) çektiği “Millet İttifakı” ve Kürt milliyetçileri ile Türk sahte solunun kimi kesimlerinin Halkların Demokratik Partisi (HDP) önderliğindeki seçim ittifakı. Bu ittifakların hiçbiri, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilere ileriye giden bir yol sunmamaktadır.

Bu seçimler savaşın gölgesinde yapılmaktadır.

Washington, Irak’ta ve Suriye’de sürmekte olan katliamın ortasında, bölgesel müttefikleri İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır ile birlikte, İran’a karşı bir bölgesel savaşa, hatta nükleer güçler ABD ile Rusya’nın dahil olacağı bir dünya savaşına tırmanabilecek diplomatik ve ekonomik bir saldırı başlattı. Aynı zamanda, Türkiye Suriye’de kendi savaşını sürdürüyor ve şimdi, Irak ve İran hükümetleri ile işbirliği içinde, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Kuzey Irak’taki kalesi Kandil’i istila tehdidinde bulunuyor.

ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları, Ortadoğu ekonomisinin on yıllardır süren savaş eliyle altüst olması ve Türkiye’nin Suriye’deki istilasından dolayı artan askeri harcamaları ülkenin iç dengelerini sarsmış durumda. Artan işsizliğin ve fabrika kapatmaları dalgasının ortasında, Türk Lirası ABD Doları’na karşı dörtte bir değer kaybetti. Erdoğan, 24 Haziran’da, olağanüstü hal altında ve normal tarihinden 17 ay önce seçim yapma kararını, artan toplumsal hoşnutsuzluğun ve yükselen sınıf mücadelesinin ortasında aldı.

Sosyalist Eşitlik Grubu, bu seçimlere, işçi sınıfı için bir siyasi alternatif inşa etmek üzere müdahale ediyor. Lev Troçki tarafından kurulmuş olan sosyalist devrimin dünya partisi Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ile siyasi dayanışma içinde olan Sosyalist Eşitlik Grubu, işçiler ve gençler arasında emperyalist savaşa ve kemer sıkma politikalarına karşı muhalefeti harekete geçirmek ve Türkiye’de Sosyalist Eşitlik Partisi’ni, DEUK’un bir şubesini kurmak için mücadele etmektedir. Sosyalist Eşitlik Grubu, Türkiye’deki ve tüm Ortadoğu’daki işçilerin emperyalist savaşa ve kemer sıkma politikalarına karşı mücadelelerini birleştirmeleri çağrısı yapar.

Başını emperyalistlerin çektiği savaş yönelimine ve AKP iktidarının içerideki diktatörlük gündemine karşı başarıyla mücadele edebilecek tek toplumsal güç, tüm Ortadoğu’daki ve emperyalist merkezlerdeki sınıf kardeşleri ile birlikte mücadele eden Türkiye işçi sınıfıdır.

Erdoğan, erken seçimlere giderek kendisine olan destek daha fazla azalmadan önce hükümetinin konumunu güvenceye almayı umarken, AKP’nin burjuva karşıtlarının tamamı, NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı. Onların hepsi, bölgedeki savaş yöneliminde önemli bir rol oynayan Ortadoğu burjuvazisinin şu ya da bu ulusal hizbi adına konuşuyorlar. İşçiler arasındaki artan muhalefetten dehşete kapılmış olan bu güçler, son tahlilde, emperyalizm ile bir anlaşmaya varma peşindeler.

Bu partilerin işçilere sunabilecekleri hiçbir şey yoktur. Onlar, AKP’nin olağanüstü hali altındaki kitlesel tutuklamaları ve temel demokratik haklara yönelik saldırıları eleştirseler de, iktidara gelmeleri durumunda, aynı polis devleti aygıtını, Erdoğan kadar acımasız şekilde işçilere karşı kullanacaklardır. Onların milliyetçi politikaları, yalnızca, Suriye’de, Irak’ta ve tüm bölgede tırmanan savaşların önünü açacaktır.

Şimdi, Türkiye’de ve uluslararası ölçekte, sıra işçi sınıfında. Sosyalist Eşitlik Grubu, DEUK’un emperyalizme ve işçileri iflas etmiş milliyetçi bir perspektife bağlamış olan Stalinist ve Pablocu güçlere karşı kesintisiz mücadelesi temelinde, bölgedeki tüm işçilerin (Türk, Kürt, Arap, İranlı, Musevi ve diğerleri) mücadelelerini birleştirmek için mücadele etmektedir. İşçilerin karşı karşıya olduğu temel görev, emperyalizme ve “kendi” yerel burjuvazilerine karşı devrimci bir mücadelede, savaş yönelimine ve Ortadoğu’nun emperyalist yağmasına son vermektir.

Savaş yönelimi ve Türkiye işçi sınıfı

Türkiyeli işçilerin karşı karşıya olduğu toplumsal kriz, kapitalizmin on yıllardır yaşanan uluslararası krizinin ürünüdür. Stalinist bürokrasinin, Ortadoğu’daki yeni sömürgeci NATO savaşlarına ve Avrupa işçi sınıfına yönelik dizginsiz bir kemer sıkma politikasına nesnel bir engel oluşturan Sovyetler Birliği’ni 1991 yılında dağıtmasının yıkıcı sonuçları olmuştur.

Sovyet bürokrasinin içindeki kapitalizm yanlısı güçlerin işbirliğiyle ABD önderliğinde başlatılan 1990-1991’deki Birinci Körfez Savaşı, otuz yıllık dehşet verici katliamın başlangıcına işaret ediyordu. Irak’taki, Afganistan’daki, Libya’daki ve Suriye’deki emperyalist savaşlar, etnik gerilimleri kışkırtmış, milyonlarca insanın yaşamına mal olmuş, on milyonlarca insanı evlerinden kaçmaya zorlamıştır. AB, sığınmacıların kıtaya ulaşmasını engellemeye yönelik “Avrupa Kalesi” politikasını uyguladığı için, binlerce insan Akdeniz’de boğularak ölmüştür.

Erdoğan’ı erken seçim kararı almaya zorlayan siyasi krizi, 2008’deki Wall Street çöküşü ve Suriye ile Irak’taki savaş biçimlendirmiştir. Türkiye’nin ekonomik büyümesi 2010’da yüzde 9,2 iken artık yüzde 2,2’ye çarpıcı biçimde gerilemiş durumda ve güçlü bir toparlanma beklentisi yok.

Türkiye’nin ihracata dayalı ekonomisi, Avrupa’daki başlıca pazarlarında 2008 sonrasında uygulamaya konan kemer sıkma politikalarının felç edici etkisine maruz kalırken, Erdoğan, başlangıçta, Ortadoğu ve Afrika ile ticarete yönelmişti. Ancak Suriye savaşı bu bölgeler ile olan ticareti büyük ölçüde kesti; Türkiye’yi, çok zor koşullarda yaşamak zorunda bırakılan 3,5 milyon sığınmacıyı barındırmak zorunda bıraktı ve Erdoğan’ı, askeri harcamaları 14 milyar dolardan 19,5 milyar dolara çıkarmaya yönlendirdi.

İran’a yönelik cezalandırıcı yaptırımların yeniden başlatılması ve Washington’ın diğer ülkeleri aynı yolu izlemeye zorlama planları, ülkeden büyük bir sermaye çıkışını ve Türk Lirası’nın değer kaybını tetiklemiş durumda ki bu, işçilerin satın alma gücünü azaltıyor ve ücret artışı taleplerini kışkırtıyor. Ortadoğu’nun on yıllar süren savaşların ardından parçalanması ve küresel ekonomik kriz, Türkiye’nin iç sınıfsal dengelerini altüst etmiştir. 16 Nisan 2017 anayasa değişikliği referandumuna ilişkin bildirgemizde belirtmiş olduğumuz gibi:

Dünya, 100 yıl önce I. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Akdeniz ülkelerini Britanya ile Fransa arasında paylaştıran 1916 Sykes-Picot anlaşmalarında ve Türkiye’nin bugünkü sınırlarını belirleyen 1923 Lozan Antlaşması’nda Ortadoğu’da ortaya çıkan devlet sisteminin ölümcül krizine tanık olmaktadır. Ortadoğu’daki her egemen sınıf, emperyalist işgalden, etnik ve mezhepsel ayrılıkçılıktan ve işçi sınıfı ile ezilen kitlelerin ayaklanmalarından korkuyor.

1923’te, emperyalist işgale karşı üç yıllık bir bağımsızlık savaşının ardından kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda çözülmemiş kalan tüm siyasi ve tarihsel sorunlar, günümüzde, patlayıcı bir güç edinmektedir. Cumhuriyeti kuran Türk milliyetçileri, nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan ve Türkiye’nin en büyük azınlığı olan Kürtlerin kültürel ve siyasi haklarını çiğnemiş, onların kendi dillerine ve kültürlerine sahip bir milliyet olarak varlıklarını tanımayı bile reddetmişti. Onlar, işçi hareketini de kanlı bir şekilde ezdiler. Yaklaşık yüzyıl sonra, Türkiye, aynı çözümsüz etnik ve sınıfsal gerilimlerle kuşatılmış durumda.

Bu yıl, Türkiyeli işçiler arasında sınıf mücadelesinin patlamasının ilk işaretlerine ve Washington ile müttefiklerinin savaş politikalarına yönelik artan öfkeye tanık olundu. Ancak işçiler, kemer sıkma politikalarına ve savaşa karşı, burjuvazinin farklı hiziplerinin militarist ve milliyetçi politikalarına yedeklenerek mücadele edemezler.

İleriye giden yol, Ortadoğulu işçilerin yükselen mücadelelerini, sınıf kardeşlerinin uluslararası ölçekte sürdürdüğü savaş karşıtı devrimci sosyalist bir işçi hareketinin inşası mücadelesi ile birleştirmektir.

AKP’nin militarizme ve savaşa yönelmesi

Erdoğan, seçim kampanyası sırasında kendisini bir emperyalizm karşıtı savaşçı gibi gösteriyor, AKP’ye verilecek oyların emperyalizme ve Filistinlilere yönelik Siyonist baskıya karşı oylar olacağını iddia ediyor. Bu siyasi bir sahtekarlıktır. Erdoğan’ın, emperyalist devletlerle olan ve AKP iktidarının bütünüyle katıldığı Suriye’deki savaşta yaşanan çok sayıda manevradan kaynaklanan çatışması, emperyalizme karşı bir mücadele değil; hırsızlar arasındaki bir kavgadır.

Erdoğan, işçi sınıfının 2011’de Tunus’ta ve Mısır’da emperyalizm yanlısı iki diktatörü devirdiği devrimci mücadelelerinin ardından, emperyalist savaş yönelimine arka çıktı. O, Suriye’deki yönetimi devirmek amacıyla İslamcı milisleri destekleyen ABD’nin önderliğindeki savaşta merkezi bir rolü güvenceye almak; böylece Türkiye’yi baskın bir bölgesel güç haline getirmek için, İslamcı bir diktatör olarak rolünü pazarlık konusu yapmaya çalıştı. Bölgesel pazarlara girmek için kullanmış olduğu “komşularla sıfır sorun” politikasından vazgeçen Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı bir “katil” olarak suçlamaya ve onun devrilmesini talep etmeye başladı.

AKP hükümeti, aynı zamanda, onu Ankara’nın Irak’taki ve Suriye’deki elini güçlendirecek askeri bir vekil güç ve içerideki işçi sınıfı muhalefetini bölecek ve kafasını karıştıracak bir araç olarak kullanma umuduyla, Kürt milliyetçisi PKK ile barış görüşmelerini başlattı.

Ancak Ortadoğu’daki savaşın ve sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasıyla birlikte, Erdoğan’ın tüm hesapları çöktü. 2013’te, Mısır’daki İslamcı Devlet Başkanı Muhammed Mursi’ye yönelik artan işçi sınıfı öfkesinin ve Türkiye’deki Gezi Parkı odaklı toplumsal protestoların ortasında, emperyalist güçler, Mursi’yi deviren bir askeri darbeye arka çıktılar. Dahası, onlar, İslam Devleti (IŞİD) milisleri Suriye’de güç kazanır ve Irak’ı istila ederken, ona karşı vekil güç olarak Kürt milliyetçisi gruplarla ittifak kurmaya yöneldiler.

Erdoğan, emperyalist savaş politikasındaki bu ani ve sert değişimlere uyum sağlayamadı ve Ankara’nın emperyalist müttefikleri, hızla, onu “stratejik” değil ama güvenilmez bir ortak olarak görme noktasına geldiler.

ABD emperyalizmi ve onun Avrupalı müttefikleri, Suriye’deki başlıca vekil güçleri olarak, Ankara’nın desteklediği Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yerine PKK’ye dost olan Iraklı ve Suriyeli Kürt milliyetçisi grupları (Demokratik Birlik Partisi-PYD ve onun milis gücü Halk Savunma Birlikleri-YPG) kullanma konusunda uzlaştılar. AKP, NATO’nun PYD/YPG’ye desteğini Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik yaşamsal bir tehdit olarak gördü; Washington’dan uzaklaşma pahasına Kürt milliyetçilerine karşı bir saldırı ve Türkiye’deki Kürt halkına yönelik ilan edilmemiş bir savaş başlattı.

AKP iktidarı, aynı zamanda, Türk savaş uçaklarının neredeyse silahlı bir çatışmayı kışkırtacak ve Rusya’nın Türkiye ile ticari ilişkilerini bütünüyle kesmesine yol açacak şekilde Suriye üzerinde bir Rus jetini düşürmesinin ardından, NATO’daki büyük güçlerden uzaklaşarak yeniden Rusya’ya yakınlaştı.

Emperyalist güçlerin yanıtı, İncirlik hava üssünden başlatılan ve ABD ile Almanya tarafından teşvik edilen 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi oldu. Bu darbe girişimi, Moskova tarafından uyarılan Erdoğan’ın seçmenlerine darbeyi engelleme çağrısı yapması sayesinde yenilgiye uğratıldı. Aralarında geniş işçi kesimlerinin de olduğu kitleler darbe yanlısı birlikleri püskürtmek için harekete geçmiş ve yüzlerce kayıp vermişti.

Dış politikada, Erdoğan Suriye’de kendi savaşını tırmandırırken, Rusya’ya ve İran’a daha fazla yakınlaşmaya devam etti. O, darbeden yalnızca beş hafta sonra, 24 Ağustos’ta, Suriye’ye yönelik ilk istilayı, PYD/YPG’ye karşı “Fırat Kalkanı Harekatı”nı başlatma emri verdi. Bunu, Ocak 2018’de başlatılan “Zeytin Dalı Harekatı” izledi. Erdoğan’ın, Washington’ın YPG’yi Menbiç’ten çıkarmasına yönelik taleplerine yansıyan başlıca amacı, ABD’yi Türkiye’nin Suriye’deki Amerikan politikası için hala son derece önemli olduğuna ve Suriye’nin kuzeyindeki toprak taleplerinin meşruluğuna ikna etmektir.

İçeride, AKP olağanüstü hal ilan etti ve siyasi muhalefet üzerinde demokrasi karşıtı ağır bir baskı uygulamaya başladı. Hükümet, binlerce subayı, yargıcı, savcıyı, öğretmeni ve öğretim görevlisini kapsayan 150.000 dolayında memuru işten çıkardı; on binlerce insanı hapse attı. Darbeyi ya da Gülencileri destekledikleri sözde gerekçesiyle, en az 1.500 dernek, yüzlerce üniversite ve özel okul, yayın organı ve çok sayıda sendika kapatıldı. İşçi sınıfının tüm grevleri ve direnişleri, “milli güvenliği koruma” adına teknik olarak yasadışı ilan edildi.

AKP, geçtiğimiz yıl, devlet başkanına denetimsiz, diktatörce yetkiler veren anayasa referandumunu kazandı.

İşçiler, Erdoğan’ın gerici, militarist ve demokrasi karşıtı politikalarına karşı, basitçe onun yerine bir başka devlet başkanını geçirerek mücadele edemezler. Diktatörlük yöneliminin kaynağı kapitalist sistemin uluslararası krizinde yatmaktadır. Ekim Devrimi’nin iki önderinden biri ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu Lev Troçki’nin, Türkiye’de sürgünde olduğu sırada, 1929’da, Avrupa’da diktatörlük yönetimlerinin ortaya çıkmasını değerlendirirken yazmış olduğu gibi:

Elektrik mühendisliği ile bir benzerlik kurarsak, demokrasi, ulusal ve toplumsal mücadele tarafından aşırı yüklenmiş akımlara karşı korumaya yönelik bir emniyet şalteri ve sigorta sistemi olarak tanımlanabilir. İnsanlık tarihinin hiçbir dönemi (en uzak dönemler bile), bizimki kadar aşırı şekilde çelişkilerle yüklenmiş değildir. Hatların aşırı yüklenmesi, Avrupa enerji nakil hatlarının farklı noktalarında giderek daha sık şekilde ortaya çıkıyor. Aşırı gerilimli sınıfsal ve uluslararası çelişkilerin etkisi altında, demokrasi emniyet şalteri ya yanar ya da patlar. Diktatörlük kısa devresinin betimlediği şey, özünde budur.

Burjuvazi savaşa ve diktatörlüğe yönelirken, işçiler giderek artan biçimde sınıf mücadelesine dönüyor. Mayıs 2015’te, AKP’nin tek başına iktidar olacak TBMM çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran seçimlerinden hemen önce, on binlerce metal işçisi Türk Metal sendikasına başkaldırarak yasadışı greve çıkmıştı. Ocak 2018’de, işverenler ve AKP iktidarı, 130.000 metal işçisinin grev yasaklarına ve sendikaların işbirlikçiliğine meydan okuyarak greve çıkmasını, metal işçilerine yüzde 24,6’lık bir ücret zammı vererek zar zor engellediler.

Ancak kapitalistler, bu tür geri adımları ve ödünleri, yalnızca, işçi sınıfına karşı bir saldırıyı daha iyi hazırlamak için yaşama geçirirler. Bu tür bir saldırı, artan enflasyon, sermaye kaçışları, işten çıkarmalar ve fabrika kapanmaları koşullarında, seçimlerin ardından gelecektir. Bu kriz, Sosyalist Eşitlik Grubu’nun açıklamış olduğu gibi, işçi sınıfının yeni bir siyasi önderliğinin inşası görevini acil bir şekilde ortaya koymaktadır. Sözde “muhalefet” partileri, ciddi bir sınıf mücadelesi patladığında, işçileri değil kapitalistleri savunacaklar.

Burjuva muhalefetin iflası

Ortadoğu’daki tırmanan jeopolitik gerilimler, Türkiye egemen sınıfı içinde sert çatışmalara yol açmış durumda. Ancak bu çatışmalar, bütünüyle taktikseldir. Ortadoğu’nun yeniden paylaşımından kırıntılar kapma peşinde koşan ve işçi sınıfı içindeki artan öfkeden korkan egemen sınıf, diktatörlüğü ve savaşı desteklemede hemfikirdir. CHP ve HDP, Türk ve Kürt egemen sınıflarının, Erdoğan’ın politikalarının onların Washington ya da NATO ile bağlarını keseceğinden korkan kesimleri adına konuşuyorlar.

Onlar, eğer iktidarda olsaydılar, NATO ve AB ile sıkı koordinasyon halinde, işçilere ve gençliğe karşı Erdoğan ile aynı polis devleti yöntemlerini kullanacaklardı.

CHP, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, 4.000 kişinin öldürüldüğü, 10.000’den fazla insanın hapse atıldığı ve 200.000 kişinin evini terk etmek zorunda kaldığı Kürt kentlerine ve kasabalarına yönelik ağır saldırının ortasında, bir koalisyon hükümeti kurmak için 32 gün boyunca AKP ile görüştü. O, Mayıs 2016’da, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için AKP tarafından önerilmiş olan anayasa değişikliğinden yana oy kullandı. CHP’nin bu işbirliği, HDP’den 11, CHP’den ise bir milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırdı ve onların hapse atılmasıyla sonuçlandı.

HDP, PKK ile sözde “barış süreci” sırasında, AKP’nin işçi sınıfı karşıtı emperyalizm yanlısı politikalarının başlıca destekleyicilerinden biriydi. O, ancak Erdoğan Ankara’nın NATO’daki ortakları ile bozuştuğu ve Kürt milliyetçilerine karşı bir ezme operasyonu başlattığı zaman onunla çatışmaya girdi. Haziran-Temmuz 2013 Gezi Parkı protestoları sırasında, 2,5 milyondan fazla insan AKP’ye karşı sokağa çıkmışken, CHP’nin ve sendikaların çizgisini izleyen HDP (o zamanlar Barış ve Demokrasi Partisi - BDP), Kürt işçilerini ve gençlerini protestolardan uzak tuttu.

HDP, Kürt illerindeki kanlı askeri operasyonlar sırasında, 2015 yılı Ağustos ayı sonlarında AKP önderliğinde kurulan ve aynı yıl 1 Kasım’da düzenlenen erken seçime kadar görevde kalan “seçim hükümeti”ne katıldı.

CHP ve HDP, AKP ile olan anlaşmazlıklarında emperyalist devletlerin desteğine dayanmaktadırlar ve işçi sınıfına amansız bir şekilde düşmanlar. Bu iki parti, Erdoğan’ın tüm NATO ve AB yanlısı karşıtları ile birlikte, 15 Temmuz darbesi sırasında seyirci kalmış; ancak onun başarısız olduğu ortaya çıktığında, içi boş kınama açıklamaları yapmışlardır.

CHP ile HDP, “Hayır” kampanyası sürdürdükleri 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda Erdoğan’ın son derece küçük bir farkla zafer kazanmasının ardından, yaygın seçim yolsuzluğu iddiaları ile ilgili halk öfkesini yatıştırmaya çalıştılar. CHP, seçim yasalarının çiğnendiği gerekçesiyle, Erdoğan’ın onaylayıcısı Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.

En önemlisi, AKP’nin burjuva muhaliflerinden hiçbiri, Ortadoğu’daki emperyalist savaşlara ve rejim değişikliği operasyonlarına karşı değildir. CHP ile “Millet İttifakı” içindeki milliyetçi ve İslamcı ortakları, Suriye’nin kuzeyinde sürmekte olan istilanın en ateşli destekleyicileridir. CHP, TBMM’de, AKP iktidarına Suriye’de ve Irak’ta sınır ötesi operasyonlar düzenleme yetkisi veren tezkerelere tekrar tekrar onay vermiştir.

Devlet Başkanlığı adayı Muharrem İnce’nin, CHP’nin iktidara geldiğinde Kürtlerin temel demokratik haklarını onaylayacağı iddiası bir aldatmacadır. Sosyalist Eşitlik Grubu, Kürt işçilerini ve gençlerini, bu boş vaatlerin bütünüyle ikiyüzlü karakteri konusunda uyarır. CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana Kürt halkının acımasızca ezilmesi ile özdeşleşmiştir.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Kürt halkının ve Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki tüm etnik ve dinsel azınlıkların demokratik ve kültürel haklarını ödünsüz bir şekilde savunmaktadır. Ancak bizim bu hakları savunmamız, burjuva milliyetçi partileri desteklemek anlamına gelmez. Bu demokratik haklar, yalnızca Türk ve Kürt işçilerinin, diğer etnik kökenlerden kardeşleri ile birlikte emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelede birleşmesi yoluyla savunulabilir.

Kürt milliyetçilerinin ABD emperyalizminin Irak ile Suriye’deki müdahalelerindeki işbirliği, onların işçileri etnik, kültürel ve dinsel farklılıklar ekseninde bölen ayrılıkçı ve toplulukçu programlarının gerçekten demokratik ve ilerici herhangi bir içerikten yoksun olduğu konusunda keskin bir uyarıdır.

HDP’nin muhalefeti, gerçekte, Türk milliyetçilerinin tavırlarının aynadaki görüntüsünden başka bir şey değildir. O, Türk istilasını ve Irak ile Suriye’deki askeri operasyonları şiddetle kınarken, emperyalistlerin “insan hakları”nı, “demokrasi”yi ve “kendi kaderini tayin hakkı”nı savunmaya çalıştıklarını iddia ederek ABD’nin ve Avrupalıların Suriye ile Irak’taki askeri müdahalelerini desteklemektedir.

CHP önderliğindeki “Millet İttifakı”nın amacı, Türkiye’nin Ortadoğu’nun emperyalist paylaşımından alacağı payı Washington, Berlin, Londra ve Paris ile sıkı işbirliği içinde daha iyi güvence altına alacak bir militarist gündem oluşturmak üzere AKP’nin yerini almaktır. Onlar, bunu yapmak için, işçi sınıfı içindeki hoşnutsuzluğu Erdoğan kadar emin bir biçimde ezme gereksinimi duyacaklar. Onların toplumsal koşulları iyileştirme, demokratik hakları yeniden sağlama ve parlamenter sisteme geri dönme gibi seçim vaatleri değersizdir.

Sosyalist Eşitlik Grubu, işçileri ve gençleri, kitlelerin karşı karşıya oldukları ağır toplumsal sorunların ya da bölgedeki savaş katliamlarının, kapitalist sınıfın herhangi bir hizibinin önderliği altında hiçbir çözümü olamayacağı konusunda uyarır. 24 Haziran seçimlerini kim kazanırsa kazansın, sürekli tırmanan militarizme, sert kemer sıkma politikalarına ve işçi sınıfı muhalefetinin şimdi AKP tarafından kullanılan aynı polis güçleriyle bastırılmasına başkanlık edecektir.

Sahte solun gerici rolü

24 Haziran seçimleri, muhalefeti CHP ile HDP’nin arkasına yedeklemeye çalışan sahte sol grupların emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı düşmanı karakterini bir kez daha açığa vurmuştur. Onlar, CHP önderliğindeki “Millet İttifakı” ile HDP’nin arkasına dizilmiş, “tek adam, tek parti rejimi”ne karşı kampanya yürütüyorlar.

Türkiye’nin en büyük sahte sol ittifakı olan ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) önderlik ettiği Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ile Emek Partisi’nin (EMEP) seçimlerdeki sloganı aynı: AKP-MHP İttifakına Hayır! Onlar, Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi durumunda Türkiye’nin bir demokrasi cenneti haline geleceğine ilişkin yanılsamalar yayıyorlar.

Bu küçük burjuva güçler milliyetçi eksende bölünmüş durumdalar. Geleneksel olarak CHP’ye yakın duran ÖDP’nin önderliğindeki BHH, örtülü biçimde “Millet İttifakı”na oy verilmesini destekliyor ama hem Kürt hem de Türk milliyetçiliğinin destekleyicilerinden oluşan saflarında açık bir bölünme yaşanmasından korktuğu için, desteklediği partinin adını açıkça söylemiyor. Öte yandan EMEP, geleneksel çizgisini izleyerek HDP önderliğindeki Kürt ittifakını desteklediğini açıkladı.

ÖDP’nin önderlerinden Alper Taş, partisinin gazetesi Birgün ile yaptığı ve 8 Mayıs günü yayınlanan bir röportajda, Türk burjuvazisinin geleneksel partisi CHP’ye verdiği desteği şu sözlerle gerekçelendirdi: “Bu yasa [yeni seçim yasası kastediliyor] neredeyse ittifakı zorunlu kıldı… İnanmadığınız siyasal kesimlerle bile aritmetik ittifak yapmanız gerekiyor.” Taş’a göre, “AKP ya da Erdoğan gittiğinde Türkiye’de devrim olmayacak ama ülke istikrarsızlık ve huzursuzluk kaynaklarının en önemlisinden kurtulmuş olacak. Bu da az bir şey değil.”

EMEP, 26 Mayıs tarihli “24 Haziran’da Tek Adam, Tek Parti Rejimine Geçit Yok” başlıklı açıklamasında, “tek adam rejimini engellemek ve/veya geriletmek” için HDP’ye ve onun hapisteki devlet başkanlığı adayı Selahattin Demirtaş’a oy verilmesi çağrısı yaptı. EMEP, aynı zamanda, HDP ile onun küçük burjuva izleyicileri gibi, başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Erdoğan’a karşı CHP’nin adayını destekleyeceğinin işaretini veriyor.

ÖDP ile EMEP’in gazeteleri Birgün ve Evrensel, büyük ölçüde CHP’nin propaganda araçları haline gelmiş durumda. Onlar, asıl olarak işçi sınıfının bağımsız mücadelesini engellemeye çalışan, burjuvazinin hizipleriyle ve en önemlisi emperyalizm ile işbirliği içindeki küçük burjuva partileridir. Onların Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti ya da Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi gibi uluslararası fikirdaşları, Libya’daki, Suriye’deki ve başka yerlerdeki emperyalist savaşları ve Yunanistan’da kemer sıkma yanlısı Syriza hükümetinin iktidara gelmesini destekleme konusunda uzun bir sicile sahip orta sınıf partileridir.

Yaşam tarzı konularına ve kimlik politikalarına takıntılı bu küçük burjuva partiler ve emperyalizm yanlısı güçler, tüm bu ülkelerde, savaşları ve işçilere yönelik kemer sıkma politikalarını desteklemişlerdir.

İşçi sınıfı için, savaşa karşı ve yaşam standartlarının yükselmesi uğruna mücadelede ileriye giden tek yol, hali vakti yerinde orta sınıfın bu yozlaşmış temsilcilerine karşı devrimci ve enternasyonalist bir siyasi alternatif inşa etmektir. Sosyalist Eşitlik Grubu, DEUK’un Ortadoğu işçi sınıfı içinde Troçkizm uğruna verdiği mücadele ile bu küçük burjuva sahte sol grupları birbirinden ayıran siyasi ve sınıfsal uçurumu göstererek, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını sağlamaya çalışmaktadır.

Sosyalist Eşitlik Grubunu destekleyin!

Türkiye Ortadoğu’da emperyalistler önderliğindeki savaş yönelimine ve ekonomik krize kapılmışken, işçi sınıfı için belirleyici sorun siyasi perspektiftir. Irak’taki ve Suriye’deki katliam, AKP’nin Kürt bölgelerinde iç savaşı körükleyecek şekilde PKK önderliğinin “kökünü kazıma” tehditleri ve TL’nin çöküşüne yol açan sermaye çıkışı, istikrarlı ve barışçıl bir gelişme olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Bizi, işçi sınıfının müdahale edeceği devasa sarsıntılar ve krizler beklemektedir.

Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), artık gündeme gelmekte olan uluslararası sosyalist devrimin programını işçi sınıfına taşımak için Türkiye’de Troçkist bir partinin inşası uğruna mücadele etmektedir. SEG, kendisini, DEUK tarafından emperyalizme ve onun küçük burjuva milliyetçisi ve sahte solcu müttefiklerine karşı verilmiş onlarca yıllık mücadeleye dayandırmaktadır. SEG, on yıllar boyunca işçileri mülk sahibi sınıfların çeşitli etnik ve dinsel hiziplerine ve onlar dolayımıyla emperyalizme bağlamaya çalışmış olan Türk Stalinistlerine ve Pablocularına karşı çıkmaktadır.

21. yüzyıl, Ortadoğu’da çok sayıda kahramanca ayaklanmaya ve sınıf mücadelesine tanık olmuştur. Kitleler Afganistan’da ve Irak’ta ABD önderliğindeki işgallere; Türkiye’de NATO destekli 15 Temmuz darbe girişimine karşı direndiler. 2011’de, devrimci işçi sınıfı ayaklanmaları Tunus’taki ve Mısır’daki emperyalizm yanlısı diktatörleri devirdi. Bununla birlikte, oralarda bile, eski rejimler iktidara tutunmayı başarabildiler. Bunun nedeni, işçi sınıfının mücadele edememiş olması değil; bu emperyalizm karşıtı mücadeleleri birleştirme ve işçilerin iktidarı ele geçirmesine önderlik etme kapasitesine sahip bir programa ve siyasi önderliğe sahip olmamasıydı.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Türkiye’de bu devrimci önderliği sunacak ve DEUK’un etkisini tüm Ortadoğu’ya yaymak için mücadele edecek olan Troçkist siyasi öncüyü, Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmeyi amaçlamaktadır. O, işçileri, gençleri ve sosyalist aydınları bu çabaya destek vermeye çağırır. Şimdi sıra, Türkiye’de ve tüm Ortadoğu’da işçi sınıfının siyasi öncüsü olarak DEUK’u inşa etmektedir.

Geçtiğimiz çeyrek yüzyılın yeni sömürgeci savaşları ve iç savaşları, Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni doğrulamaktadır. Troçki, gecikmiş kapitalist gelişme aşamasındaki ülkelerde, kapitalist sınıfın demokratik bir rejim kuramayacağını; eski sömürge ülkelerde emperyalist baskının mirası olan akıldışı etnik ve mezhepsel bölünmelerin üstesinden gelemeyeceğini açıklıyordu. Bu görevler, proleter sosyalist devrim uğruna uluslararası mücadelede harekete geçen işçi sınıfına düşmektedir.

Lev Troçki’nin Sürekli Devrim’de yazmış olduğu gibi:

Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanması düşünülemez. Burjuva toplumundaki krizin temel nedenlerinden biri, onun tarafından yaratılmış üretici güçlerin, artık ulus devlet çerçevesiyle uzlaşamıyor olması gerçeğidir. Buradan, bir yandan emperyalist savaşlar, diğer yandan da burjuva bir Avrupa Birleşik Devletleri ütopyası çıkar. Sosyalist devrim ulusal alanda başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya sahnesinde tamamlanır. Böylece, sosyalist devrim, kelimenin yeni ve daha geniş bir anlamında, bir sürekli devrim haline gelir; o, yalnızca, yeni toplumun gezegenimizin tamamında nihai zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır.

Bolşevik Parti, bundan yüz yıl önce, bu perspektif temelinde işçi sınıfının Ekim 1917’de Rusya’da iktidarı almasına önderlik etmişti. Bugün de Türkiye’deki ve dünyanın dört bir yanındaki işçilerin kemer sıkma politikalarına, emperyalist savaşa ve etnik iç savaşlara karşı mücadele etmek için karşı karşıya olduğu tek geçerli perspektif budur.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Türkiye’deki ve tüm bölgedeki işçileri ve gençleri bu faaliyetini desteklemeye; Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni okumaya ve yaymaya ve kendisiyle ilişki kurmaya çağırır. SEG, perspektiflerinin ve işçi sınıfının gelecek mücadelelerde karşı karşıya olduğu devrimci görevlerin en geniş şekilde tartışılmasını destekler. İşçileri ve gençleri, DEUK’u tüm Ortadoğu işçi sınıfının devrimci önderliği olarak inşa etme yönündeki daha geniş mücadelenin bir parçası olarak, onun Türkiye şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmede bizi desteklemeye ve Sosyalist Eşitlik’e katılmaya çağırıyoruz.

Loading