İsrail parlamentosu apartheid tarzı “Ulus Devlet” yasasını kabul etti

İsrail parlamentosu (Knesset), Perşembe günü, ülkenin Filistinli yurttaşlarına karşı fiilen uygulanan apartheid tarzı ayrımcılığı ve ırk ayrımcılığını yarı anayasal bir Temel Yasa düzeyine yükselten bir “Ulus Devlet” yasasını kabul etti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve sağcı koalisyon hükümeti tarafından desteklenen yasa, 62’ye karşı 55 oyla (iki çekimser) geçti.

Yasanın kopyalarını yırtarak parçalayan ve bunun bir ırkçılık ve apartheid yasası olduğunu haykıran Filistinli milletvekilleri, Knesset’ten zorla çıkartıldılar.

Yasanın geçmesinin ardından, Netanyahu, onu, “Siyonizmin ve İsrail Devleti’nin tarihinde çok önemli bir an” olarak adlandırdı.

Söz konusu yasa, Siyonist sağın en azından beş yıldır gözde konusuydu. Netanyahu, Kasım seçimleri öncesinde aşırı milliyetçi tabanı arasında desteği arttırmanın ve dikkati, İsrail’in derinleşen toplumsal krizinden ve kendisi ile eşi Sara’nın karıştığı birden çok yolsuzluk skandalından başka yöne çevirmenin bir aracı olarak, Knesset’in mevcut dönemi sona ermeden önce yasayı geçirmek için saldırgan bir kampanyaya girişmişti.

Daha temel bir düzeyde, yasa, İsrail devletinin demokrasiye ya da eşit haklara herhangi bir bağlılık iddiasından hızla vazgeçiyor ve tam da İran ile bir askeri çatışma için hazırlıklarını arttırdığı sırada, Filistin halkına karşı büyük suçlar işlemeye hazırlanıyor olduğu yönünde bir uyarı oluşturmaktadır.

Cumartesi akşamı, birkaç bin İsrailli, gerici “Ulus Devlet” yasasına karşı çıktıklarını ifade etmek için Tel Aviv’in ana caddelerinde yürüdüler.

Yasa, yurttaşlık haklarını, Filistinliler karşısında İsrailli Museviler ile sınırlıyor: “İsrail Devleti’nde, ulusun kendi kaderini tayin etmesini kullanma hakkı, Musevi halkına aittir.” Yasa, “bütün ve birleşik” Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederek devam ediyor ve Arapçanın resmi bir devlet dili olarak statüsünü kaldırıp bu statüyü yalnızca İbraniceye tanıyor.

Yasa, ayrıca, şöyle bir madde içeriyor: “Devlet, Musevi yerleşim alanının gelişmesini ulusal bir değer olarak görür ve onun kurulmasını ve sağlamlaşmasını cesaretlendirip teşvik eder.”

Diğer bölümler, İsrail bayrağından ulusal marşa ve Yedi Kollu Şamdan’a (Menora) kadar, basmakalıp milliyetçilik sembollerinin onaylanmasını içeriyor.

Belge, hiçbir yerde, tüm yurttaşlar için eşit haklar ileri sürmüyor ve hatta İsrail’in, nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan 1,8 milyon Musevi olmayan yurttaşına hiçbir atıfta bulunmuyor. Onların ezici çoğunluğunu Filistinliler oluştururken, ayrıca Dürziler, Bedeviler ve az sayıda Rus bulunuyor.

Yasanın daha önceki bir versiyonu, yalnızca Musevilere “özel” topluluklar kurulmasını açıkça onaylıyor ve İsrail mahkemelerine, yasal örneğin olmadığı durumlarda Musevi dini hukukuna göre karar verme talimatı veriyordu.

Daha sonra, bu, Netanyahu’nun bazı müttefiklerinden gelen basınç altında, “Musevi yerleşim alanının gelişmesini ulusal bir değer olarak” görme biçimindeki biraz daha üstü kapalı göndermeyle yer değiştirdi. Pratikte, bu, aynı anlama gelmekte ve devlet desteğiyle, tıpkı işgal altındaki Batı Şeria’da olduğu gibi, Filistinlilerin yalıtılması ve çıkarılması yoluyla, İsrail içinde yalnızca Musevi toplulukları oluşturmayı desteklemektedir.

Gerçek şu ki, bu apartheid yapısını Temel Yasa’ya koymadan bile, yasanın geçmesinden önce, İsrail’deki 900’dan fazla yer (ülkedeki tüm ilçelerin yaklaşık dörtte üçü), Musevi olmayanların belediyelerinin sınırları içinde yaşamasını zaten engellemişti. Filistinliler, sistematik biçimde temel hizmetlere, eğitime, sağlığa ve barınmaya eşit erişimden yoksun bırakılan yoksul bölgelere sürülüyorlar.

İsrail’de bulunan Arap Azınlık Hakları Yasal Merkezi’nin (Adalah - “Adalet”) genel müdürü Hassan Jabareen, yasanın geçmesinin ardından bir açıklama yayınladı. Açıklamada şunlar belirtiliyor: “Musevi Ulus Devlet Yasası, sadece ahlak dışı değildir; aynı zamanda uluslararası hukuk altında kesinlikle yasaklanmış olan apartheidın başlıca unsurlarını içermektedir. Yeni yasa, anayasal olarak, İsrail’in kimliğini, devletin 1,5 milyon Filistinli yurttaşına ve Doğu Kudüs ile Golan Tepeleri’nin sakinlerine rağmen, yalnızca Musevi halkının ulus devleti olarak yüceltmekte ve İsrail’in biricik etnik-dinsel karakterini Musevi olarak güvence altına almaktadır. İsrail, egemenliği ve demokratik özyönetimi, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasın, bir tek Musevi halkına ait olarak tanımlayarak, ayrımcılığı anayasal bir değer haline getirmiş ve kurumlarının temel ilkesi olarak Musevi üstünlüğünü destekleme taahhüdünü açıklamıştır.”

Siyasi tartışmalara nadiren müdahale eden İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, yasaya muhalefet edenler arasındaydı. Rivlin, yasanın İsrail’i gözden düşürebileceği ve “düşmanlarımız tarafından bir silah olarak kullanılabileceği” uyarısında bulundu. Onun kaygısı, bunun, pratikte zaten gerçekleşen istismarları yasada açık hale getiriyor olmasıdır.

Knesset üyesi Miki Zohar, önlemin Likudlu destekçilerinin zehirli ırkçılığını ifade edecek şekilde, Rivlin “DNA’sını unutmuş”; “Ne yazık ki, Cumhurbaşkanı Rivlin onu kaybetmiş” tepkisi verdi.

Netanyahu’nun parlamentodaki muhalefetinin omurgasızlığı, İşçi Partisi önderi Isaac Herzog tarafından özetlendi. Herzog, Knesset’te şunları söyledi: “Sorun, yasanın İsrail’e zarar mı vereceği yoksa faydası mı olacağıdır. Tarih karar verecek. Musevi ve demokratik devlet arasında incinmeyecek iyi bir denge bulacağımızı gerçekten umut ediyorum.”

İsrail politikasının ne kadar sağa kaydığının bir ölçütü olarak, Siyonist terörist grup Irgun’un önderi, Likud’un kurucusu ve Irak'ı bombalayıp Lübnan’ı istila eden başbakan Menachem Begin’in oğlu olan Likud üyesi Benny Begin, iki çekimser oy kullanan kişiden biriydi. Begin, eşit haklara karşı çıkan ulus devletin aşırı milliyetçiliğin ve toplumsal gerilimlerin büyümesinin koşullarını yarattığı uyarısında bulundu.

Amerikalı Siyonist örgütler de, yasanın geçmesi hakkında kaygılarını dile getirdiler. Amerikan Musevi Komitesi, yasanın, “İsrail’in kurucularının hem Musevi hem de demokratik bir ülke kurma taahhüdünü riske soktuğu”nu ilan eden bir açıklama yayınladı. Başka bir İsrail yanlısı ABD’li grup ise, yasanın, İsrail’e karşı yaptırım taleplerine karşı koymada “engeller” ve “zorluklar” yarattığını söyledi.

Apartheid tarzı yasayı uygulamaya doğru yönelme, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF), İsrail’in, Doğu Kudüs’ün, Batı Şeria’nın ve Suriye’deki Golan Tepeleri’nin toplam Filistinli nüfusunun şimdiden İsrail’in Musevi nüfusuna eşit olduğu sonucuna vardığı koşullarda gerçekleşiyor. Diğer kaynaklar, İsrail ve işgal altındaki toprakların, bir bütün olarak ele alındıklarında, 2020 ile birlikte bir Filistinli çoğunluğa sahip olacağını tahmin ediyor.

Bu demografik gerçeklik, uzun süredir, İsrail’i; yani hem Musevi hem de demokratik bir devleti sürdürmenin olanaksızlığını gündeme getirmiştir. “Ulus Devlet Yasası”, seçilmiş olan yolun, demokrasi ve eşit haklar iddiasından vazgeçme ve yeni bir büyük çaplı etnik temizlik harekatına girişme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Netanyahu hükümeti, Mayıs ayında uluslararası hukuku ve eskiden beri süregelen ABD politikasını ihlal ederek Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve Amerikan büyükelçiliğini buraya taşıyan Trump yönetiminin koşulsuz desteğiyle, bu tür önlemler almaya teşvik edilmiştir. Washington, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez’in diğer petrol monarşileri ile birlikte İran karşıtı bir eksen oluşturmaya çalışıyor. ABD, IDF Gazze-İsrail sınırında en az 138 silahsız protestocuyu vurup öldürür ve en az 15.000’ini yaralarken bile, İsrail’in Gazze halkına yönelik askeri saldırısını destekledi. Bu, 2014’ten beri en büyük bombardımandı.

Yasa, “Bir daha asla” ve “Utan” yazılı dövizler taşıyan İsrailli göstericilerin Yad Vashem Holokost (Musevi Soykırımı) anıtının dışında Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın karşısına çıkmasıyla aynı gün geçti. Protestocular, Netanyahu’nın sıkı ilişkiler geliştirdiği Orban’ı, açıkça Musevi karşıtı söylemleri ve Macar Musevilerin imha edilmesinde Naziler ile işbirliği yapmış olan II. Dünya Savaşı dönemi diktatörü Amiral Milos Horthy’yi sahiplenmesi nedeniyle kınadılar.

Orban ile Netanyahu arasındaki ittifak, yalnızca Macar hükümetinin İsrail’e verdiği destek değil ama sağcı milliyetçiliğe yönelik ortak bir bakış açısı üzerine kuruluyor. Genel demokratik ilkelere değil ama etnik ve dilsel çeşitlilik ile damgalanan bir bölgede ırksal, dinsel ve dilsel egemenlik kurma biçimindeki dışlayıcı görüşlere dayanan Siyonizmin kökenleri, 19. yüzyılın son bölümünde doğu Avrupa’da ortaya çıkan özgün bir gerici etnik milliyetçilikte bulunuyordu. İronik bir şekilde, Musevilerin kurtuluşunu temsil etme iddiasındaki bir hareket, Alman faşizminin Musevi karşıtı ve sağcı milliyetçi öncüleri ile azımsanmayacak ortak payda buldu.

Siyonist İsrail devletinin bu gerici temellere geri dönüşü, Avrupa’da ve başka yerlerde sağcı, yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı hükümetlerin ve partilerin yükselişine tanık olunan daha geniş bir uluslararası eğilimin parçasıdır.

Kaçınılmaz sonuç, toplumsal mücadelelerde bir patlama olacaktır. Ne Filistinli ne de Musevi emekçiler, ileriye giden herhangi bir ulusal yola sahiptir. Sonunda, sadece Musevi bir İsrail devletinin, can çekişen “iki devletli çözüm” doğrultusunda Filistinliler için önerilen Bantustan tarzı küçük bir devletten daha fazla yaşayabilir olmadığı kanıtlanacaktır.

İsrail toplumunun ölümcül çelişkilerinin tek çözümü, Arap ve Musevi işçilerin, kapitalizme karşı ve Ortadoğu Sosyalist Federasyonu uğruna ortak bir mücadelede, tüm ulusal sınırların ötesinde birleşmesinde yatmaktadır.

Loading