AKP hükümeti 3. Havaalanı inşaatı işçilerine yönelik saldırısını arttırıyor

19 Eylül’de, aralarında İnşaat-İş Sendikası’nın dört yöneticisinin de bulunduğu grevci 24 inşaat işçisinin hapse atılmasının ardından, işçi sınıfına yönelik polis devleti saldırısı tırmanmış durumda. O zamandan beri, on bir inşaat işçisi ve sendika yetkilisi daha tutuklandı.

En son, DİSK’e bağlı Dev Yapı-İş sendikasının Genel Başkanı Özgür Karabulut, DİSK binası çıkışında gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Özgür Karabulut’un avukatı Necdet Okcan, şunları söyledi: “İş ve çalışma hürriyetini ihlalde ‘Cebir veya tehdit kullanımı’ şartı var ancak Karabulut ile ilgili böyle bir durum yok. Konuşması dışında bir delil yok. Suçlamaları dolgu olarak koyuyorlar. Hukuksuzluğu görüyorsunuz. Normalde böyle bir dosyada tutukluluk çıkması mümkün değil.”

14 Eylül’de, İstanbul’da bulunan 3. Havaalanı inşaatında çalışan binlerce işçi, iş kazalarına, ağır ve baskıcı çalışma koşullarına ve en temel haklarının ihlal edilmesine karşı iş bırakmıştı. Protestolar, 17 işçinin yaralandığı bir işçi servisi kazasının ardından patlak vermişti. Kaza, işçilerin, temel güvenlik önlemlerinin olmaması nedeniyle bir “mezarlık” olarak tanımladığı şantiyedeki çok sayıda iş kazasının sonuncusuydu.

Geçtiğimiz ay, havaalanı inşaatı işçileri, ücretlerinin ödenmesini, işten çıkarılmamalarını, daha fazla işçi servisini ve daha iyi yaşam koşullarını içeren, inşaat alanı yakınındaki konteyner barınaklardaki berbat koşulları anlatan bir talepler listesi yayınlamışlardı. 15.000 dolayında işçi, pire ve tahtakurusu dolu olan, toplanmamış çöplerin ve duvarlarda ve tavanlarda çatlakların bulunduğu bu yatakhanelerde uyuyordu.

İşçilerin başlıca taleplerinden biri, iş güvenliği koşullarının iyileştirilmesiydi. Geçtiğimiz Şubat ayında, Cumhuriyet gazetesi, inşaatın 2015 yılında başlamasından beri iş kazalarından sadece 27 işçinin öldüğünü iddia eden hükümetin, 36.000 işçinin çalıştığı havaalanı inşaatında 400 kadar ölümü gizlediğini yazmış ve işçilerin açıklamaları da bunu desteklemişti.

İşçilerin meşru protestolarının ardından, gece yapılan polis-jandarma operasyonuyla yüzlerce işçi gözaltına alınmıştı. İşçilerin açıklamalarına göre, Eylül ayındaki büyük protesto eyleminden sonra yüzlerce işçi İGA tarafından işten atıldı. Şirket, tüm baskı ve gözdağına rağmen insan aklıyla alay edercesine, koşulların iyileştirildiğini iddia ediyor.

Bu sert bastırma operasyonunun ve ilk tutuklamaların ardından, işçiler, kışla koşullarında çalıştırıldıklarını açıkladılar. Onlar, kolluk güçlerinin gözetimi altında otobüslere bindiriliyor ve yine onların gözetiminde çalıştırılıyorlar.

Geçtiğimiz hafta, BBC’de, ismi açıklanmayan iki işçiyle yapılan bir röportaj yayınlandı. İşçilerden biri, 15 Eylül’deki operasyona ilişkin, “Polis ve jandarma, yaklaşık 3.000-4.000 vardı. Daha da varlar. 500-600 kişi daha duruyor orada. Şu an kampın hali açık cezaevi gibi. Polislerin, askerlerin kontrolünde servislere biniyoruz, onların kontrolünde geliyoruz. Cezaevine girer çıkar gibi. Öyle hissediyoruz kendimizi.” diyordu.

Diğer işçi ise, operasyon günü “Sabah 4’te alındım, gece 4’te bırakıldım. Ben korkmuyorum. Neyden dolayı? İnsan hakkını aradıktan sonra, insan haklı olduktan sonra, insan her şeyi göze alır.” diye konuştu.

Bu tutuklama dalgası ve hükümetin başvurduğu polis devleti yöntemleri, hem Türkiye hem de uluslararası işçi sınıfına yönelik büyük bir saldırıyı temsil etmektedir. Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimi, Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı, yükselen enflasyon ve işten çıkarma dalgası sınıfsal gerilimleri keskinleştirdiği için, işçi sınıfının artan muhalefetinden korkuyor.

Devlet Başkanı Erdoğan’ın hükümeti, bir kargaşa içinde. Hükümet, Trump’ın gümrük vergileri ve ticaret savaşı önlemleri eliyle dizginlerinden boşalan bir ekonomik kriz ve para birimi çöküşü ile karşı karşıya bulunuyor ve Washington’ın, Kürt milliyetçisi güçleri Suriye’deki ABD-NATO savaşındaki vekil güçleri olarak kullanmasına şiddetle karşı çıkıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, geçtiğimiz ay, bu kriz nedeniyle, hükümetin, yeni orta vadeli ekonomik programı uygulamak için ABD’li danışmanlık firması McKinsey ile çalışmaya karar verdiğini açıklamıştı. Albayrak, muhalefet partilerinden gelen eleştirel açıklamaların ardından, McKinsey’i savunmuş ve Türkiye’nin onunla çalışmasını istemeyenlerin “ya cahil ya da hain” olduğunu söylemişti.

Erdoğan, bakanının bu kararlı açıklamasına karşın, Cumartesi günü, “Geçen bütün bakan arkadaşlarıma söyledim, bunlardan [McKinsey] fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız dedim.” diye konuştu.

Ankara’nın Washington ile ilişkileri, Türkiye’nin ABD’li papaz Andrew Brunson’u serbest bırakmayı reddetmesinin ardından daha da kötüleşmişti. ABD’li yetkililer, bu kararı sert biçimde protesto etmiş; Trump, çeliğe ve alüminyuma uygulanan gümrük vergilerini iki katına çıkararak misilleme yapmıştı.

Türkiye’deki resmi enflasyon, Eylül ayında yüzde 24,52’ye çıktı. TÜİK’e göre, eflasyon, önceki aya göre yüzde 6,3 arttı. Reuters’ta 15 ekonomistin katıldığı bir anket, artış oranını yüzde 3,6 olarak öngörüyordu.

Özellikle gıda fiyatlarında yükselen enflasyona, artan işsizliğe ve yoksulluğa rağmen, bankacılık sektörü rekor karlar elde etmeye devam ediyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıkladığı rakamlara göre, bankacılık sektörünün Ocak-Ağustos dönemi net karı geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 14,3 artarak 38 milyar dolara ulaşmış durumda.

Bununla beraber, giderek artan konkordato ilanları, iflaslar, fabrika ve işyeri kapanmaları, küçülmeler ve işten çıkarmalar, işçi sınıfını tehdit ediyor ve işçileri gitgide daha fazla mücadele yoluna itiyor. Havaalanı inşaatı işçilerinin Eylül ayındaki büyük eyleminin ardından, çeşitli yerlerde başka kitlesel iş bırakma eylemleri ve protestolar yaşandı. Onlardan biri, Eskişehir’deki Candy Hoover Euroasia işçilerinin Ekim ayının başında yaptıkları iş bırakma eylemiydi. Şirkete bağlı üç fabrikada 1.000 dolayında işçi, sözleşmeli çalışan 16 işçi arkadaşlarının işten atılmasına karşı iş bıraktılar.

Bu koşullar altında, Erdoğan hükümeti, hızla kitlesel sınıf mücadelelerine dönüşebilecek olan her türlü muhalefeti engellemeye kararlıdır. Onun protestocu inşaat işçilerine yönelik acımasız saldırısı, haklarını savunmak isteyen tüm işçilere gözdağı vermeyi amaçlamaktadır. Ancak işçi sınıfı direnişinin büyümesi kaçınılmaz. Egemen sınıf bunun farkında ve uzun süredir diktatörlük ve polis devleti egemenliği planlarını hayata geçiriyor.

İşçi sınıfının temel sosyal ve demokratik haklarının savunusu, komplo kurulan tüm inşaat işçilerinin serbest bırakılması uğruna mücadeleyi gerektirmektedir. İşçiler, onları savunan ve militarizme ve polis devleti egemenliğine karşı çıkan siyasi bir işçi sınıfı hareketi geliştirerek, inşaat işçilerine yönelik keyfi tutuklamalara ve suçlamalara karşı çıkmalılar.

Loading