Alman Ekim’i: Kaçırılan 1923 Devrimi

1923 yılında derin bir ekonomik ve siyasi kriz Alman toplumunu temellerinden sarstı. Yüzüncü yıldönümü vesilesiyle, Volker Ullrich ve Peter Longerich gibi tanınmış tarihçi ve gazeteciler tarafından bu “uçurumun eşiğindeki yıl” hakkında yarım düzine yeni kitap yayımlandı. Doğrusu, günümüzün yüksek enflasyonu, şiddetli sınıf çatışmaları ve tırmanan savaşları göz önüne alındığında, o dönemde yaşanan olaylar bir kez daha yakıcı bir önem taşıyor.

Yeni kitapların hepsi aynı anlatıyı takip ediyor: hiperenflasyon, fakirleşme ve radikalleşmenin bir sonucu olarak, demokratik cumhuriyet soldan ve sağdan gelen devirme girişimleriyle tehlikeye girmiş ve sonunda siyasi ve askeri sorumluların cesur müdahalesiyle kurtarılmıştı.

Olaylar daha yakından incelendiğinde –ki bazı kitaplarda bu konuda iyi malzeme var– tamamen farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Sosyal kriz Weimar Cumhuriyeti’nin demokratik çehresini parçaladı ve gerçekte ne olduğunu gösterdi: imparatorluğun eski seçkinlerinin –yani büyük sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve ordunun– diktatörlüğünün devamı için bir kılıf.

Bir sosyal demokrat olan Reich Cumhurbaşkanı Friedrich Ebert, Reichswehr’i (Alman Ordusu) isyancı işçilere karşı harekete geçirdi, Thüringen ve Saksonya’daki sol sosyal demokrat hükümetleri zorla görevden uzaklaştırdı ve Reich’taki yürütme gücünü Reichswehr’in Başkomutanı General von Seeckt’e devretti. Yani aslında askeri bir diktatörlük kurarak cumhuriyeti “kurtardı.” Hitler ve General Ludendorff’un Kasım 1923’te Münih’te düzenledikleri darbenin hedefi de böyle bir diktatörlüğün kurulmasıydı.

Saksonya'ya karşı "Reichsexekution"; Reichswehr Freiberg'deki KPD üyelerine karşı harekete geçiyor. [Photo by Bundesarchiv, Bild 102-00189 / CC BY-SA 3.0]

Gustav Stresemann’ın hükümeti yıl sonunda bir parasal reformla enflasyonu kontrol altına almayı başardıktan ve Amerikan yardımı sayesinde ekonomi biraz toparlandıktan sonra von Seeckt yürütme yetkisini sivil hükümete iade etti. Ancak bu sadece bir ara dönemdi. Bir sonraki büyük kriz 1929 Wall Street çöküşü ile Almanya’yı etkisi altına aldığında, demokratik çehre nihai olarak çöktü.

İki yıl boyunca Merkez Parti’den politikacı Brüning, Reich Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan olağanüstü hal kararnameleriyle ülkeyi yönetti. Kriz daha da tırmandıkça, egemen sınıf artık yürütme yetkisinin geçici olarak orduya devredilmesiyle yetinmeyip Adolf Hitler’i şansölye olarak atadı ve diktatör olması için yetkilendirdi. 1923 yılı, 1933’te Nazi diktatörlüğünün kurulmasına bir girişti.

Bir alternatif vardı. İşçi sınıfı 1923’te iktidarı ele geçirip eski seçkinleri iktidardan indirip mülksüzleştirseydi, Alman ve dünya tarihi farklı bir seyir izleyebilirdi. Bu olasılık mevcuttu. Hiperenflasyon –zirve noktasında 1 dolar 6 trilyon marktı– toplumu kutuplaştırdı ve işçi sınıfı ile orta sınıfları radikalleştirdi. İşçileri sefalete sürükledi ve küçük burjuvazinin birikimlerini yok ederken, sanayi patronu Hugo Stinnes gibi kriz vurguncuları büyük servetler elde etti.

Kitleler devrimci bir ruh hali içerisindeydi. Almanya Komünist Partisi (KPD), SPD’nin aleyhine büyüdü. Üye sayısı 300.000’e yükseldi ve sosyalist işçilerin çoğunluğunu arkasına aldı. Ancak parti önderliği görevlerini yerine getiremedi. Zaman zaman milliyetçi ruh hallerine uyum sağladı ve devrimci durumu anlaması uzun zaman aldı. Genel grevin Cuno hükümetini istifaya zorladığı yaz aylarına kadar, Moskova’daki Komünist Enternasyonal ile yakın istişare içinde bir ayaklanma planlamaya başladı.

Ancak sol Sosyal Demokratlar 21 Ekim’de Chemnitz’deki bir iş konseyi kongresinde hazırlanan ayaklanmaya karşı çıkınca, KPD son dakikada ayaklanmayı iptal etti. Ayaklanma sadece Hamburg’da patlak verdi ve üç gün içinde bastırıldı.

Sosyalist ayaklanmanın, “Alman Ekimi”nin başarısızlığının sonuçları, Almanya’nın çok ötesine geçti. İşçi sınıfının Alman devriminin ilerleyişini umutla izlediği Sovyetler Birliği’nde, devrimin başarısızlığı tutucu bürokrasiyi güçlendirdi. Aynı ay içinde Sol Muhalefet kuruldu ve bürokrasiye karşı mücadeleye başladı.

“Ekim dersleri” bürokrasi ile muhalefet arasındaki çatışmada önemli bir rol oynadı. Troçki, Alman yenilgisinden çıkardığı dersleri bu başlığı taşıyan bir broşürde dile getirdiğinde, Stalin ve müttefikleri tarafından şiddetle saldırıya uğradı. On yıl sonra, Stalin’in KPD’ye dayattığı feci politikalar Hitler’in iktidara gelmesinin yolunu açacaktı.

1923 üzerine yazılan yeni kitaplar “Alman Ekimi”nin önemini ve başarısızlığını büyük ölçüde görmezden geliyor. Onu birkaç satırla geçiştiriyor ya da kitleler arasında hiç destek görmeyen küçük bir grubun umutsuz bir darbe girişimi olarak sunuyorlar.

Deutschland 1923. Das Jahr am Abgrund [Almanya 1923: Uçurumun Eşiğindeki Yıl] adlı okunmaya değer kitabının bir bölümünü “Alman Ekimi”ne ayıran Volker Ullrich de, ayaklanma planlarının Chemnitz’deki SPD temsilcileri tarafından reddedilmesinin “hem Komintern’in hem de Alman komünistlerinin işçi sınıfı arasındaki havayı yanlış değerlendirdiğini açıkça ortaya koyduğu” sonucuna varıyor. KPD genel merkezi “mümkün olan tek sonucu” çıkarmış ve ayaklanma planından vazgeçmiş.

2007 yazında verilen bir konferansa dayanan ve ilk olarak 22 Ekim 2008’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlanan aşağıdaki makale, bunun doğru olmadığını göstermektedir. “Alman Ekimi”, kelimenin tam anlamıyla devrimci olan “kitlelerin ruh hali” nedeniyle değil ama KPD’nin ve o sırada Stalin ile yakın müttefik olan Zinovyev önderliğindeki Komünist Enternasyonal’in siyasi hataları ve tereddütleri yüzünden başarısız oldu.

Makale, başarılı bir sosyalist devrim için iki koşulun yerine getirilmesi gerektiğini göstermektedir: İşçi sınıfına kapitalizmin yıkılmasından başka bir çıkış yolu bırakmayan nesnel olarak devrimci bir durum ve işçi sınıfı içinde kök salmış ve görevlerinin bilincine varmış devrimci bir önderlik.

* **

1923 yılında Almanya’da son derece elverişli bir devrimci durum gelişti. Almanya Komünist Partisi (KPD), Komünist Enternasyonal (Komintern) ile yakın işbirliği içinde bir ayaklanma hazırladı ve ardından 21 Ekim’de onu son dakikada iptal etti. Troçki daha sonra “dünya tarihsel öneme sahip son derece istisnai bir devrimci durumun nasıl kaçırılabileceğinin klasik bir örneğinden” söz etti. [1]

Almanya’daki 1923 yenilgisinin geniş kapsamlı sonuçları oldu. Alman burjuvazisinin egemenliğini pekiştirmesine ve altı yıl boyunca durumu istikrara kavuşturmasına olanak sağladı. Bir sonraki büyük kriz 1929’da patlak verdiğinde, işçi sınıfı KPD’nin Stalinist önderliği nedeniyle tamamen yönünü şaşırmıştı. Bu durum doğrudan Hitler’in iktidara gelmesiyle sonuçlanan vahim olaylara yol açtı. Uluslararası alanda, Alman Ekim’inin yenilgisi Sovyetler Birliği’nin izolasyonunu sürdürdü ve böylece yükselen Stalinist bürokrasiyi güçlendiren önemli bir psikolojik ve maddi faktör oluşturdu.

Bugünkü konferansımız, Sol Muhalefet ile Stalin, Zinovyev ve Kamenev liderliğindeki Troyka arasında hızla hararetli bir tartışma konusu haline gelen Alman Ekim’inin stratejik ve taktik dersleri üzerine odaklanacak. Bu konuları ele almadan önce, 1923 olaylarını açıklamak gerekir.

1923’te Almanya

Alman emperyalizmini 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen tüm temel meseleler –dinamik sanayisi için pazarlara ve hammaddelere erişim, Avrupa’nın kendi hegemonyası altında yeniden düzenlenmesi– 1923’te çözülmemiş olarak kaldı. Almanya, insan hayatı ve maddi kaynaklar açısından muazzam bir maliyetle savaşı kaybetmesinin yanı sıra, Versay Antlaşması uyarınca en büyük rakibi Fransa’ya ve diğer emperyalist güçlere muazzam tazminatlar ödemek zorunda kaldı.

Savaşın hemen sonrasındaki 1918-1921 yılları, ancak Sosyal Demokrasi ve sağcı paramiliter güçlerin ortak çabalarıyla bastırılabilen bir dizi devrimci ayaklanmayla karakterize edildi. Fransız ve Belçika birlikleri 11 Ocak 1923’te Ruhr’u işgal ederek Almanya’daki siyasi ve sosyal krizi yeniden alevlendirdi.

Fransız hükümeti, Almanya’nın savaş tazminatı ödeme yükümlülüğünü yerine getirmediği iddiasını gerekçe göstererek Alman çelik ve kömür sanayisinin kalbini işgal etti. Sanayici Wilhelm Cuno tarafından yönetilen ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) tarafından müsamaha gösterilen aşırı sağcı bir rejim olan Alman hükümeti, pasif direniş çağrısında bulunarak tepki gösterdi. Pratikte bu, Ruhr’daki yerel yönetimlerin ve şirketlerin işgal güçlerini boykot etmesi anlamına geliyordu. Hükümet yerel yönetimin maaşlarını ödemeye devam etti ve kayıplarını telafi etmek için kömür ve çelik baronlarına sübvansiyonlar sundu.

Bu muazzam harcamaların ve Ruhr’dan acilen ihtiyaç duyulan kömür ve çeliğin gelmemesinin sonucu, Alman para biriminin tamamen çökmesi oldu. Zaten oldukça şişirilmiş olan mark, yılın başında ABD doları başına 21.000 marktan işlem görüyordu. Yıl sonunda, enflasyon zirveye ulaştığında, bu oran bir dolar için neredeyse on iki sıfırlı bir rakam olan 6 trilyon marktı.

Bir trilyon marklık banknot, Kasım 1923.

Bu hiperenflasyonun sosyal ve siyasi etkisi çok büyük oldu. Alman toplumunu daha önce görülmemiş bir şekilde kutuplaştırdı. İşçiler için enflasyon hayati tehlike arz ediyordu. Hafta sonunda maaşlarını aldıklarında, paranın neredeyse üzerine basıldıkları kâğıt kadar bile değeri olmuyordu. İşçilerin eşleri, ertesi gün para değerini kaybetmeden önce bir sonraki dükkâna koşup bir şeyler satın almak için akşamları fabrika kapılarında bekliyordu.

Sadece bir örnek vermek gerekirse: Bir yumurtanın fiyatı 3 Şubat’ta 300 marktı. 5 Ağustos’ta 12.000 mark, üç gün sonra ise 30.000 mark oldu. Ücretler enflasyona uyarlanmış olsa da, dolar cinsinden ölçülen ortalama ücret altı ay içinde yüzde 50 oranında düştü. Eşzamanlı olarak, işsizlerin sayısı patladı. Yılın başında 100.000’den az olan işsiz sayısı yıl sonunda 3,5 milyon işsize ve 2,3 milyon kısa süreli işçiye ulaştı.

Ancak hiperenflasyondan zarar görenler sadece işçiler değildi. Emekli maaşıyla geçinenler tüm geçim kaynaklarını kaybetti. Biraz para biriktirmiş olanlar da bir gecede her şeylerini yitirdiler. Hayatta kalabilmek için birçoğu evlerini, mücevherlerini ve hayatları boyunca biriktirdikleri diğer her şeyi satmak zorunda kaldı; ancak ertesi gün bu gelirlerinin değersiz olduğunu öğrendiler.

1928’de Weimar Cumhuriyeti’nin güvenilir ilk tarihini yazan Arthur Rosenberg şöyle demektedir: “Alman orta sınıflarının sosyalist bir hükümet tarafından değil, özel mülkiyetin savunulmasına adanmış bir burjuva devleti tarafından sistematik olarak mülksüzleştirilmesi, dünya tarihindeki en büyük soygunlardan biriydi.” [2]

Sosyal uçurumun diğer tarafında ise enflasyondan servet kazanan bir grup spekülatör, vurguncu ve sanayici vardı. Döviz ya da altına erişimi olan herkes Alman mallarını yurt dışına ihraç edebiliyor ve düşük ücretler sayesinde süper kârlar elde edebiliyordu. Cuno hükümetinin arkasındaki güçler bunlardı. Bunların en ünlüsü, bu dönemde 1.300 fabrika satın alan ve milyarlar kazanan Hugo Stinnes’ti. Stinnes aynı zamanda perde arkasında önemli bir siyasi aktördü.

Toplumsal kutuplaşma ve orta sınıfların çöküşü keskin bir siyasi kutuplaşmayı da beraberinde getirdi.

SPD hızla hem üye hem de seçmen kaybederek dağıldı. SPD, 1918 Kasım Devrimi ile Kayzer’in devrilmesinden bu yana Almanya’daki burjuva egemenliğinin temel direği olmuştu. SPD, 1918’de proleter devrimi bastırmak ve devrimin en önde gelen liderleri olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i öldürmek için askeri yüksek komuta ve sağcı paramiliter Freikorps ile işbirliği yapmıştı.

SPD, Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’ni kayıtsız şartsız savunan tek partiydi. Diğer tüm burjuva partileri daha otoriter bir yönetim biçimini savunuyorlardı. SPD’nin liderlerinden Friedrich Ebert, Weimar Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanıydı. Şubat 1925’teki ölümüne kadar, yani bu konferansta ele alınan tüm dönem boyunca cumhurbaşkanlığına devam etti.

SPD’nin karşıdevrimci rolü birçok işçiyi uzaklaştırdı ve onları Komünist Parti’ye (KPD) getirdi. Ancak 1923’ün başında sendikalar ve daha muhafazakâr işçi katmanları hâlâ SPD’yi destekliyordu. Enflasyonun etkisiyle bu durum hızla değişti.

1923’te KPD’nin önde gelen üyelerinden biri olan (daha sonra SPD’ye katıldı) tarihçi Rosenberg şöyle yazıyor: “1923 boyunca SPD giderek güç kaybetti... Özellikle de her zaman SPD’nin etkisinin temel direği olan sendikalar tam bir dağılma içindeydi... Milyonlarca Alman işçi artık eski sendikal taktikler hakkında hiçbir şey duymak istemiyorlardı ve üyesi oldukları sendikalardan istifa ediyorlardı... Sendikaların dağılması SPD’nin felç olmasıyla eş anlamlıydı.” [3]

SPD dağılırken, sosyal demokrat işçiler komünistlerin söylediklerini dikkatle dinledi. SPD içinde KPD ile işbirliğine hazır bir sol kanat gelişti. Göreceğimiz gibi, Ekim ayında Saksonya ve Thüringen’de kısa bir süre için sol SPD ve KPD koalisyon hükümetleri kuruldu. SPD’nin üye sayısı azaldıkça KPD’nin etkisi arttı. Üye sayısı bir yıl içinde 225.000’den 295.000’e yükseldi.

1920-1924 yılları arasında ulusal seçim yapılmadığı için KPD’nin seçmen desteğine ilişkin güvenilir rakamlar bulunmamaktadır. Ancak küçük bir kırsal eyalet olan Mecklenburg-Strelitz’de yapılan seçim bir fikir vermektedir. 1920’de SPD 23.000 oy alırken, Bağımsız SPD (çoğunluğu daha sonra KPD’ye katıldı) 2.000 oy aldı. KPD seçime katılmadı. 1923’te ise SPD ve KPD’nin her ikisi de yaklaşık 11.000 oy aldı. Daha önce Katolikliğin hâkim olduğu bir maden bölgesi olan Saar’da KPD 1922 ve 1924 yılları arasında oylarını 14.000’den 39.000’e yükseltti.

Sendikalar içinde de komünistlerin etkisi SPD’nin aleyhine artıyordu. Berlin’de Alman Metal İşçileri Sendikası’nın kongre delegeleri seçildiğinde, KPD delegeleri SPD’den çok daha fazlaydı. KPD 54.000 oy alırken, SPD 22.000 oy aldı – KPD’nin yarısından daha az. Bir KPD liderine göre, Haziran ayında partinin 1,6 milyonluk sendikada 500 tane grubu vardı. Yaklaşık 720.000 metal işçisi komünistleri destekliyordu. Batı Alman tarihçi Hermann Weber, KPD’nin tarihine ilişkin kitabında şu sonuca varıyor: “1923 yılı, sosyalizme yönelen işçilerin muhtemelen çoğunluğunu arkasına alan KPD’nin giderek artan bir etkiye sahip olduğunu gösterdi.” [4]

1923 öncesi KPD

1923’te KPD birleşik bir partiden başka her şeydi. Sadece dört yaşındaydı ancak çoktan çalkantılı olaylar, birkaç önderlik değişikliği, bölünmeler ve birleşmeler yaşamış ve yoğun iç anlaşmazlıklardan etkilenmişti.

Partinin hiç şüphesiz en önemli teorik ve siyasi lideri olan Rosa Luxemburg, partinin kuruluşundan sadece iki hafta sonra öldürüldü – bu onarılamaz bir kayıptı. Luxemburg muazzam cesarete ve dürüstlüğe sahip bir devrimciydi. Revizyonizm üzerine yazdıkları ve Alman Sosyal Demokrasisinin –Lenin’den daha önce ve daha keskin bir şekilde gördüğü –sağa kayışına karşı verdiği mücadele, Marksist literatürde bugüne kadar yazılmış en iyi yazılar arasındadır.

Rosa Luxemburg'un cenazesi. [Photo by Bundesarchiv, Bild 146-1976-067-25A / CC BY-SA 3.0]

Ancak Troçki gibi –ve ondan çok daha uzun bir süre boyunca– Luxemburg da Lenin’in revizyonizm anlayışından çıkardığı keskin örgütsel sonuçları çıkarmadı. Luxemburg, daha sonra Spartakusbund (Spartaküs Birliği) adını alacak olan Gruppe Internationale’yi (Enternasyonal Grubu) kurduğu 4 Ağustos 1914’ten sonra bile SPD’den resmen kopmadı. Onun sloganı şuydu: “Partiden ayrılmayın, partinin gidişatını değiştirin.”

Spartakusbund 1915’te Zimmerwald Konferansı’nda Lenin’in yeni bir enternasyonal çağrısını reddetti ve Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonal’in ilk kongresinde KPD delegesi Hugo Eberlein yeni enternasyonalin kurulmasına ilişkin oylamada çekimser kaldı. Kendisine KPD tarafından karşı oy kullanma talimatı verilmişti ancak daha sonra Moskova’da kararın doğruluğuna ikna oldu ve çekimser kaldı.

Bağımsız SPD (USPD), savaş için yeni kredilere oy vermeyi reddettikleri için SPD’den ihraç edilen Reichstag [Alman parlamentosu] üyeleri tarafından 1917’de kurulduğunda, Luxemburg ve Spartakusbund bu merkezci örgüte bir hizip olarak katıldı. Bunu, USPD’nin en önde gelen liderleri arasında Karl Kautsky’nin yanı sıra Alman revizyonizminin teorik lideri Eduard Bernstein’ın da bulunmasına rağmen yaptılar.

Luxemburg bunu, Spartakusbund’un USPD’ye omurgasız bir muhalefet içinde erimek için katılmadığını iddia eden bir makalede gerekçelendirdi. “[Spartakusbund] yeni partiye –toplumsal durumun giderek kötüleştiğinden emin olarak ve bunun için çalışarak– yeni partiyi ileriye itmek, onun hortlayan vicdanı olmak... ve partinin gerçek liderliğini üstlenmek için katılmıştır,” diye yazıyordu. [5]

Luxemburg, USPD’ye katılmayı reddeden ve onu zaman kaybı olarak nitelendiren –Karl Radek ve Luxemburg’un daha sonra biyografisini yazan Paul Frölich liderliğindeki– Bremen Solu’na sert bir şekilde saldırdı. Onların bağımsız bir parti savunusunu Kleinküchensystem (küçük mutfaklar sistemi) olarak kınayarak şöyle yazdı: “Bu küçük mutfaklar sisteminin asıl şeyi, yani son tahlilde belirleyici olan ve kitlelerin tutumu için belirleyici olacak nesnel koşulları unutması üzücüdür... Bir avuç insanın cebinde en iyi reçeteye sahip olması ve kitlelere nasıl liderlik edeceğini bilmesi yeterli değildir. Kitlelerin düşüncesi 50 yıllık geçmiş geleneklerden kurtarılmalıdır. Bu da ancak hareketin bir bütün olarak sürekli içsel özeleştiri yaptığı büyük bir süreçle mümkündür.” [6]

Spartakusbund ancak Aralık 1918’de, USPD’nin üç liderinin sağcı SPD liderleri Friedrich Ebert ve Philipp Scheidemann önderliğindeki geçici hükümete katılmasından bir ay sonra USPD’den koptu. Ebert hükümeti Kasım Devrimi’nin cellâdı oldu. Kısa süre içinde askeri komuta ile aynı hizaya geldi. Görevini yerine getirmiş olan USPD’ye artık ihtiyaç kalmamıştı.

Yıl sonunda, şiddetli devrimci mücadelelerin ortasında, KPD nihayet Spartakusbund, Bremen Solu ve bir dizi başka sol örgüt tarafından kuruldu.

Sosyal Demokratlardan ve merkezcilerden bağımsız gerçek bir devrimci partinin kurulmasındaki gecikme, 1920’lerin başında Almanya’da mantar gibi çoğalan aşırı sol eğilimleri bir ölçüde açıklamaktadır. SPD’nin ihaneti –ilk olarak 1914’te savaşı desteklediğinde ve ardından 1918’de devrimi kana buladığında– kararlı, Bolşevik tipi bir örgütün yokluğunda sol radikalizmin farklı biçimlerine ve hatta anarşizme yönelen işçiler arasında keskin bir tepkiye yol açtı. Bu sorun KPD’yi uzun süre uğraştıracaktı.

KPD’nin kuruluş kongresinde Luxemburg, ulusal meclis seçimlerine katılma konusunda azınlıktaydı. Çoğunluk bunu karşı çıkmıştı. Ve partinin dışında çok daha fazla aşırı sol eğilim vardı.

Nisan 1920’de Ruhr’daki silahlı işçi ayaklanmasının ardından sol kanat partiden ayrılarak aşırı sol, parlamentoya katılmaya karşı ve anarşist fikirleri savunan KAPD’yi kurdu. KAPD, KPD üyelerinin önemli bir bölümünü –bazı kaynaklara göre çoğunluğunu– yanına aldı. Ancak tutarlı bir programı olmadığı için hızla dağıldı. Komintern, KAPD’nin sağlıklı kesimlerini geri kazanmaya çalıştı (bir ölçüde başarılı oldu) ve hatta onu kongrelerinden birine davet etti.

Ancak 1919’da işçi sınıfının sola kaymasından kazançlı çıkan esas olarak USPD oldu. 1920 Reichstag seçimlerinde SPD 6 milyon, USPD 5 milyon ve KPD 600.000 oy aldı.

USPD klasik bir merkezci partiydi. Liderlik sağa doğru hareket ediyor ve sola doğru hareket eden işçilerle kesişiyordu. USPD’yi destekleyen pek çok işçi Sovyetler Birliği’ne hayranlık duyuyordu. USPD’nin sağcı liderleri kendilerini giderek yalnızlaşmış buldular. Komintern’in İkinci Kongresi, üyelik için getirdiği 21 koşulla USPD içindeki bölünmeleri derinleştirdi.

Aralık 1920’de çoğunluk nihayet KPD’ye –ya da bir süre için kullanılan adıyla VKPD’ye– katıldı. Azınlık ise daha sonra yeniden SPD’ye döndü. USPD ile birleşme KPD’nin üye sayısını beş kat artırdı ve onu bir kitle partisine dönüştürdü. Ancak yeni üyeler geçmişin pek çok sorununu ve USPD’nin merkezci geleneklerini de beraberlerinde getirdiler.

1921 yılının Mart ayında, Orta Almanya’da Märzaktion (Mart Eylemi) adı verilen başarısız bir ayaklanma KPD saflarında yeni bir krize yol açtı. Ulusal hükümetin işçileri silahsızlandırmak için fabrikalara polis birlikleri göndermesinin ardından, KPD ve KAPD genel grev ve ulusal hükümetin devrilmesi çağrısında bulundu. Vaktinden erken olduğu açık olan ayaklanma, kanlı bir yenilgiyle sonuçlandı.

Çatışmalarda ve ardından gelen şiddetli baskılarda yaklaşık 2.000 işçi öldürüldü. Sonuç olarak, Rosa Luxemburg’un yakın arkadaşı ve partinin önemli liderlerinden biri olan ve doğru bir şekilde ayaklanmaya başından beri karşı çıkan Paul Levi, partiye kamuoyu önünde acımasızca saldırdı. Sonunda partiden ihraç edildi ve SPD’ye geri döndü.

Almanya’daki Mart olayları, 22 Haziran - 21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Moskova’da düzenlenen Komintern’in Üçüncü Kongresi’ndeki tartışmaların merkezinde yer aldı. Troçki daha sonra Kongre’yi bir “kilometre taşı” olarak tanımladı ve bunun önemini şöyle özetledi: “

“Bu kongre, Komünist partilerin kaynaklarının, örgütsel olduğu kadar politik bakımdan da, iktidarın ele geçirilmesine elvermediği gerçeğini ortaya koydu. Kongre şu sloganı ileri sürdü: ‘Kitlelere’, yani gündelik yaşam ve mücadeleler temelinde kitlelerin önceden kazanılması yoluyla iktidarın kazanılmasına. Çünkü biraz farklı tarzda olsa da kitle, devrimci bir çağda da günlük yaşamını sürdürmeye devam eder. ...” [7]

Üçüncü Kongre, hâlâ sosyal demokratları destekleyen işçilerin güvenini kazanmak için geçiş taleplerini, Birleşik Cephe taktiğini ve İşçi Hükümeti sloganını öne çıkardı. Sendikalarda çalışmanın gerekliliği konusunda ısrar etti.

Bu durum, KPD içinde “saldırı teorisi”ni savunan ve her türlü uzlaşmanın yanı sıra parlamento ve sendika çalışmalarını da reddeden sol ve aşırı sol eğilimlerin şiddetli direnişiyle karşılaştı. Bu eğilimler, daha sonra Sağ Muhalefet’in lideri olacak olan ve “kesintisiz bir devrimci saldırıyı” savunan Nikolay Buharin tarafından destekleniyordu. Lenin, “Sol” Komünizm – Bir Çocukluk Hastalığı adlı broşürünü bu eğilimlere yanıt olarak yazdı.

Bu çatışmaları incelerken, Lenin’in yanı sıra Troçki’nin de KPD’deki farklı hiziplere karşı son derece sabırlı bir yaklaşım benimsemesi dikkat çekicidir. Onlar eğitmeye, açıklamaya, bütünleştirmeye ve erken bölünmeleri önlemeye çalıştılar. Solda ve sağda muhaliflerini ihraç etmek isteyen öfkeli kişileri dizginlediler. Kışkırtıcı davranışları bunu imkânsız hale getirene kadar Levi’yi parti içinde tutmaya çalıştılar.

Üçüncü Kongre sırasında, küçük gruplar halinde KPD’nin farklı hizipleriyle saatlerce tartıştılar. Çocuksu sola karşı uzlaşmaz olsalar da, parti liderliğinde bu solun tepki gösterdiği bir muhafazakârlık unsurunun olduğunu da sezdiler. Başka bir deyişle, Lenin ve Troçki, çelişkilerle başa çıkmak ve değişen duruma hızla tepki vermek üzere eğitilmiş, ılımlı ve deneyimli bir önderlik geliştirmeye çalıştı. Bu, Stalin yönetimindeki Komintern’in daha sonraki uygulamalarıyla keskin bir tezat oluşturuyordu.

Ruhr olayları

Şimdi 1923 olaylarına geri dönelim.

Komintern’in Üçüncü Kongresi’nden bir buçuk yıl sonra KPD içindeki çatışmalar gerçek anlamda çözüme kavuşturulamamıştı. Ruhr’un Fransız ordusu tarafından işgal edilmesinin ardından, yönetimdeki çoğunluk ile sol kanat muhalefet arasındaki çatışma bir kez daha tüm şiddetiyle patlak verdi. KPD’nin Saksonya’daki sol Sosyal Demokrat Parti (SPD) hükümetine verdiği destek ve işgal altındaki Ruhr’da izlenecek yol konusunda farklılıklar ortaya çıktı.

Fransız birlikleri Ruhr bölgesine ilerliyor.

Parti artık Spartakusbund’un kurucu üyelerinden Heinrich Brandler tarafından yönetiliyordu. Birçok eski solcu keskin bir şekilde sağa dönerken, Ruth Fischer, Arkadi Maslow ve daha az ölçüde de olsa Ernst Thälmann liderliğinde yeni bir sol hizip oluşmuştu. Fischer ve Maslow savaştan sonra harekete katılmış genç entelektüellerdi. Berlin’deki önemli örgütlerin çoğunluğu onların arkasındaydı. Thälmann, Bağımsız SPD (USPD) aracılığıyla KPD’ye katılmış bir işçiydi ve KPD’nin Hamburg’daki lideriydi.

10 Ocak’ta Saksonya’daki SPD hükümeti düştü ve KPD birleşik cephe ve işçi hükümeti için bir kampanya yürüttü. SPD’nin çoğunluğu burjuva partileriyle koalisyonu tercih ederken, sol bir azınlık KPD ile ittifaktan yanaydı. KPD güçlü bir ajitasyon geliştirdi ve talepleri arasında eski kraliyet ailesinin mallarına el konulması; işçilerin silahlandırılması; yargının, polisin ve idarenin tasfiyesi; fabrika konseyleri kongresinin toplanması ve fiyatların seçilmiş komiteler tarafından kontrol edilmesi bulunan bir “işçi programı” yayımladı.

Bu, sol kanadın nihayet çoğunluğu oluşturduğu SPD içinde destek buldu. SPD “işçi programı”nı bir istisna dışında kabul etti: parlamentonun feshedilmesi ve fabrika konseyleri kongresinin toplanması. Bu temelde, KPD’nin desteğiyle bir SPD hükümeti kuruldu.

Bu adım, KPD liderliğinin çoğunluğu ve artık Komintern’in önde gelen isimlerinden biri olan ancak KPD solu tarafından şiddetle kınanan Karl Radek tarafından desteklendi. KPD solu, Saksonya’daki hükümete verilen desteği sadece sosyal demokrat işçileri kazanmak için geçici bir taktik adım olarak değil, aynı zamanda sağ kanattan daha az hain olmadıklarını düşündükleri sol sosyal demokratlara siyasi bir uyum olarak görüyorlardı. Daha sonraki olayların da göstereceği gibi bu kuşkuları yersiz değildi: Brandler 21 Ekim’de, sol Sosyal Demokratlar desteklemeye razı olmadıkları için hazırlanan ayaklanmayı iptal etti.

Ruhr’da KPD, Wilhelm Cuno hükümetinin “pasif direniş” kampanyasına tam destek veren SPD ile arasına net bir mesafe koydu. Cuno hükümeti ise ordu tarafından gizlice desteklenen paramiliter çetelerle ve açıkça faşist unsurlarla işbirliği yaparak onları Fransız işgalcilere karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirmeye teşvik etti. Bu durum Almanya’nın dört bir yanından sağcıları ve faşistleri Ruhr’a çekti. SPD kendisini bu güçlerle fiili bir ittifak içinde buldu.

KPD, SPD’nin milliyetçiliğini, savaş kredilerine oy verdiği 1914 yılındaki politikasının bir tekrarı olarak kınadı ve buna şiddetle karşı çıktı. Hem Fransız işgalcilere hem de Berlin hükümetine karşı mücadele çağrısında bulundu. [KPD yayın organı] Rote Fahne’nin (Kızıl Bayrak) bir sayısı şu manşeti atmıştı: “Poincaré ve Cuno ile Ruhr’da ve Spree’de savaşın.” İşçiler dayanılmaz sosyal koşullara karşı isyan etmeye, işgalcileri, yerel sanayicileri ve Berlin hükümetini protesto etmeye başladığında bu çizgi kısa sürede doğrulandı.

Ancak çok geçmeden KPD’nin sol liderleri harekete geçerek Ruhr’daki parti toplantılarında ajitasyon yapmaya başladılar. Ruth Fischer, işçileri fabrikaları ve madenleri ele geçirmeye, siyasi iktidarı almaya ve bir Ruhr İşçi Cumhuriyeti kurmaya çağırmayı savunuyordu. Bu Cumhuriyet daha sonra “Orta Almanya’ya yürüyecek, Berlin’de iktidarı ele geçirecek ve milliyetçi karşı devrimi kesin olarak ezecek” [8] bir işçi ordusunun üssü olacaktı.

Bu çizgi maceracıydı, 1921’deki Mart eyleminin bir tekrarı niteliğindeydi. Ruhr’daki bir ayaklanma, Almanya’nın geri kalanında hiçbir destek hazırlanmadığı için yalıtılmış olarak kalacaktı. Dahası, Ruhr paramiliter ve faşist güçlerle doluydu ve Fransız ordusunun proleter bir ayaklanmayı pasif bir şekilde kabul etmesi pek mümkün değildi. Fransız işgalciler Alman hükümetine karşı yapılan grevlere sempati ile bakarken, proleter bir ayaklanma söz konusu olduğunda durum tamamen farklı olurdu.

Almanya’daki hizip mücadelesi giderek sertleşirken, Komintern Sekreteri Zinovyev her iki tarafı da Moskova’ya davet etti ve burada bir uzlaşmaya varıldı. Komünist Enternasyonal, Saksonya’daki SPD hükümetine KPD tarafından verilen desteği kabul etti ancak bunun geçici bir taktikten daha fazlası olduğunu belirterek bazı formülasyonları eleştirdi. Fischer’in Ruhr’a ilişkin planlarını reddetti.

Oybirliğiyle kabul edilen uzlaşma kararı, Komintern liderliğinin Almanya’daki olayların artan hızının farkında olduğuna ya da bundan herhangi bir sonuç çıkardığına dair hiçbir işaret vermiyordu. Tam tersine, kararda şöyle deniyordu: “Farklılıklar, Almanya’daki devrimci gelişmelerin düşük hızından ve bunun yol açtığı, aynı anda sağ ve sol sapmaları besleyen nesnel zorluklardan kaynaklanmaktadır.” [9]

Schlageter çizgisi

Haziran ayında Radek, zaten kafası karışık olan KPD’yi daha da karıştıracak yeni bir sapmayı başlattı: Schlageter çizgisi.

KPD bir süredir Almanya’da faşizmin büyümesinden endişe duyuyordu. Ekim 1922’de Mussolini, silahlı müfrezeleri fasci’nin işçi örgütlerine ve militan işçilere karşı yürüttüğü terör harekâtının ardından Roma’da iktidarı ele geçirmişti.

Almanya’da aşırı sağ daha önce imparatorluk ordusunun kalıntıları ve küçük antisemitik partilerle sınırlıydı. Ancak 1923’te büyümeye ve Hitler’in 1930’lardaki toplumsal tabanından çok daha küçük olsa da toplumsal bir taban kazanmaya başladı. “Kasım suçluları”na, Yahudilere ve yabancılara karşı ajitasyon, sınıfsal konumunu kaybetmiş küçük burjuva unsurlar ve enflasyondan etkilenen bazı yoksul işçiler arasında karşılık buldu. Ruhr’da aşırı sağın üyeleri kendilerini Fransız işgaline karşı kahraman savaşçılar olarak sundu.

Özellikle Bavyera, geniş kırsal alanlarıyla aşırı sağın kalesi haline geldi. Münih Sovyet Cumhuriyeti’nin 1919’daki kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra burası milliyetçi, faşist ve paramiliter örgütlerin yuvası haline gelmişti.

Freikorps üyesi Albert Schlageter, demiryolu hatlarına yönelik bombalı saldırılara katıldığı gerekçesiyle 7 Nisan’da Düsseldorf’ta Fransız ordusu tarafından tutuklandı. Askeri bir mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırıldı ve 26 Mayıs’ta idam edildi. Sağcılar onu hemen bir şehide dönüştürdü. Haziran ayında Komintern Yürütme Komitesi’nin (ECCI) bir toplantısında Radek, KPD’nin bu kampanyaya katılarak ve faşistlerin milliyetçiliğine uyum sağlayarak faşistler tarafından baştan çıkarılan işçileri ve küçük burjuva unsurları kazanmasını önerdi.

Radek, “Küçük burjuva kitleler ve devrimde büyük rol oynayacak olan entelektüellerle teknisyenler, sınıflarını düşüren kapitalizme karşı ulusal bir düşmanlık konumundadır,” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Eğer iktidar mücadelesini üstlenebilecek bir işçi partisi olmak istiyorsak, bizi bu kitlelere yaklaştıracak bir yol bulmalıyız ve bunu sorumluluklarımızdan kaçarak değil, işçi sınıfının tek başına ulusu kurtarabileceğini söyleyerek bulmalıyız.” [10]

Toplantının ilerleyen bölümlerinde Radek, “karşıdevrimin yiğit bir askeri” olsa da “devrimin askerleri olarak bizim açımızdan samimi bir saygıyı hak eden” Schlageter’i ciddiyetle övdü. Radek şunları söylüyordu: “Alman milliyetçiliğinin bu şehidinin kaderi unutulmamalı ya da sadece geçici bir sözle onurlandırılmamalıdır. Schlageter gibi ortak bir dava uğruna canlarını vermeye hazır olan insanların boşlukta gezinen değil, tüm insanlık için daha iyi bir geleceğin gezginleri olmalarını sağlamak üzere her şeyi yapacağız.”

Schlageter çizgisi Rote Fahne tarafından benimsendi ve birkaç hafta boyunca gazeteye hâkim oldu. Bu, şimdiye kadar milliyetçi baskılara direnmiş olan komünist saflarda büyük bir kafa karışıklığı yarattı. Bunun faşistlerin saflarını zayıflattığına dair en ufak bir belirti ise yoktu – KPD’ye katılan ve tekrar onlardan kurtulamadan önce bir sürü sorun yaratan birkaç Ulusal-Bolşevik karışık kafa hariç. Schlageter kampanyası SPD’nin antikomünist propagandasına bol miktarda cephane sağladı ve Fransız Komünist Partisi’nin (PCF) Fransız askerleri arasında Alman işçiler için dayanışma örgütlemesini oldukça zorlaştırdı.

Cuno grevleri

Radek Schlageter çizgisini geliştirirken, Almanya’daki sınıf mücadelesi yoğunlaştı. Haziran ve Temmuz aylarında ülkenin dört bir yanında yüksek fiyatlara karşı isyanlar ve grevler patlak verdi. Aralarında daha önce hiçbir toplumsal mücadeleye katılmamış işçi kesimlerinin de bulunduğu yüz binlerce kişi greve katıldı. Sadece bir örnek vermek gerekirse: Haziran başında Silezya’da 100.000 tarım işçisi ve Brandenburg’da 10.000 gündelikçi greve gitti.

Şansölye Cuno 8 Ağustos’ta Reichstag’da bir konuşma yaptı. İşçi sınıfına yönelik daha fazla kesinti ve saldırı talep etti ve bu talebini güven oylamasıyla birleştirdi. SPD oylamada çekimser kalarak Cuno hükümetini kurtarmaya çalıştı.

Berlin’den başlayarak Cuno hükümetinin istifasını talep eden kendiliğinden bir grev dalgası gelişti. 10 Ağustos’ta düzenlenen bir sendika temsilcileri konferansı, SPD’nin baskısı altında genel grev çağrısını reddetti. Ancak ertesi gün KPD tarafından alelacele toplanan fabrika konseyleri konferansı inisiyatifi ele alarak genel grev ilan etti. Greve üç buçuk milyon işçi katıldı. Birçok şehirde polisle çatışmalar yaşandı ve onlarca işçi öldürüldü. Ertesi gün Cuno hükümeti istifa etti.

Burjuva egemenliği derinden sarsılmıştı. Arthur Rosenberg, “Modern Alman tarihinde sosyalist bir devrim için 1923 yazı kadar elverişli bir dönem olmamıştır,” diye yazar. [11] SPD ilkin burjuva egemenliğini kurtardı. Kendi saflarındaki önemli direnişe rağmen, bir büyük sermaye partisi olan Deutsche Volkspartei’den (Alman Halk Partisi, DVP) Gustav Stresemann liderliğindeki koalisyon hükümetine katıldı.

Devrim hazırlığı

KPD ve Komintern ancak Ağustos ayında Cuno’ya karşı yapılan grevlerden sonra Almanya’da ortaya çıkan devrimci fırsatın farkına vardı ve rotasını değiştirdi. 21 Ağustos’ta –yani Brandler’in ayaklanma çağrısından tam iki ay önce– Rusya Komünist Partisi Politbürosu Almanya’da bir devrime hazırlanmaya karar verdi. Almanya’daki çalışmaları denetleyip idare etmek üzere bir “Uluslararası İşler Komisyonu” oluşturdu. Bu komisyon Zinovyev, Kamenev, Radek, Stalin, Troçki ve Çiçerin’den –ve daha sonra Dzerjinski, Piatakov ve Sokolnikov’dan– oluşuyordu.

Takip eden günler ve haftalarda, sık sık Moskova’ya giden KPD liderleriyle çok sayıda görüşme ve sürekli yazışmalar yapıldı. Önceki aylarda kurulmuş olan Proleter Yüzler’i silahlandırmak için mali, lojistik ve askeri destek organize edildi. Ekim ayında Radek, Piatakov ve Sokolnikov ayaklanmaya yardım etmek üzere Almanya’ya gönderildi.

Ancak hem Almanya şubesinde hem de Rusya partisinde var olan kaderciliğin ve rehavetin üstesinden gelmek için yorulmadan mücadele eden, esas olarak Troçki’ydi. Stalin, 7 Ağustos gibi geç bir tarihte, yani Cuno grevlerinin patlak vermesinden bir gün önce, Zinovyev’e şöyle yazmıştı “Bence Almanlar dizginlenmeli ve cesaretlendirilmemelidir” ve “Faşistlerin önce saldırması bizim için bir avantaj olacaktır.” Troçki ise ayaklanmanın aylar değil haftalar içinde hazırlanması ve kesin bir tarih belirlenmesi gerektiğinde ısrar ediyordu. [12]

İlk bakışta örgütsel bir öneri gibi görünen şey –bir tarih belirlenmesi– aslında son derece siyasi bir talepti. Troçki’ye göre, asıl görev artık partinin tüm enerjisini ve dikkatini devrimin hazırlanmasına yoğunlaştırmaktı. Daha genel, propagandist bir hazırlıktan, ayaklanmanın pratik hazırlığına geçilmesi gerekiyordu.

Troçki, Rusya partisinin Politbüro’sunun 21 Ağustos’taki bir toplantısında şunları söyledi: “Almanya’daki devrimci kitlelerin ruh hali söz konusu olduğunda, iktidara giden yolda oldukları duygusu – böyle bir duygu var. Ortaya konan mesele hazırlık meselesidir. Devrimci kaos dikkatlice ele alınmalıdır. Sorun şudur: ya devrimin fitilini ateşleyeceğiz ya da onu örgütleyeceğiz.” Troçki, iyi örgütlenmiş faşistlerin koordine edilmemiş işçi eylemlerini ezme tehlikesi konusunda uyararak şu talepte bulundu: “KPD hazırlık için, askeri hazırlık için ve buna uygun bir tempoda siyasi ajitasyon için bir zaman sınırı belirlemelidir.” [13]

Buna en çok Stalin karşı çıktı. “İşçilerin hâlâ sosyal demokrasiye inandığını” ve hükümetin sekiz ay daha ayakta kalabileceğini iddia ederek bir zaman çizelgesine karşı çıktı. [14]

Brandler de 28 Ağustos’ta Komintern Yürütme Komitesi’ne yazdığı bir mektupta daha uzun bir süreyi savunuyordu: “Stresemann hükümetinin çok uzun süre yaşayacağına inanmıyorum. Bununla birlikte, zaten yaklaşmakta olan bir sonraki dalganın iktidar sorununu belirleyeceğine inanmıyorum. ... Güçlerimizi yoğunlaştırmaya çalışacağız, böylece kaçınılmaz olursa altı hafta içinde mücadeleye başlayabiliriz. Ama aynı zamanda beş ay içinde daha sağlam bir çalışmayla hazır olmak için düzenlemeler yapacağız.” Brandler altı ila sekiz aylık bir sürenin en olası süre olduğuna inandığını da sözlerine ekledi. [15]

Bir ay sonra Rus komisyonu ile Alman önderliği arasında yapılan bir başka tartışmada Troçki, zaman çizelgesi konusuna geri döndü. Ruhr sorununa ilişkin tutum üzerine yapılan bir tartışmayı yarıda keserek şunları söyledi: “Ruhr sorunu üzerinde neden bu kadar çok durulduğunu anlamıyorum. ... Şu anda mesele Almanya’da iktidarı ele geçirmektir. Görev budur, diğer her şey bunun arkasından gelecektir.”

Troçki daha sonra Alman işçilerin ekonomik talepler için mücadele edebileceği ancak siyasi hedefler için o kadar kolay mücadele edemeyeceği yönündeki endişeleri yanıtladı. “Siyasi engelleme, önceki yenilgilerin kitlelerin beyninde bıraktığı belli bir şüpheden başka bir şey değildir,” diyen Troçki şöyle devam ediyordu: “Parti, Alman işçi sınıfını ancak, işçi sınıfının büyük bir kesimini, öncü kesimini, devrimci mücadeleyi örgütsel olarak da kelimenin en somut anlamıyla zafere götürebilecek kapasitede olduğuna ikna ederse, belirleyici devrimci mücadeleye kazanabilir – ve durum şimdi bu noktadadır. Eğer parti böyle bir durumda kaderci eğilimler sergiliyorsa, bu en büyük tehlikedir.”

Troçki daha sonra kaderciliğin farklı biçimler alabileceğini açıkladı: Birincisi, kişi durumun devrimci olduğunu söyler ve bunu her gün tekrarlar. Kişi buna alışır ve politika, devrimi beklemektir. Sonra işçilere silah verilir ve bunun silahlı çatışmaya yol açacağı söylenir. Ama bu sadece “silahlı kadercilik”tir.

Troçki, Alman yoldaşların kendisine verdiği bilgilerden, onların görevi çok hafife aldıkları sonucuna vardı. “Eğer devrim kafa karıştırıcı bir perspektif olmaktan öteye geçecekse,” diyordu Troçki, “eğer temel görev olacaksa, onu pratik, örgütsel bir görev haline getirmek gerekir. ... Bir tarih belirlenmeli, hazırlanmalı ve mücadele edilmelidir.” [16]

Troçki 23 Eylül’de Pravda’da bir makale bile yayımladı: “Bir Karşıdevrim ya da Devrim Belirli Bir Takvime Göre Yapılabilir mi?” Troçki, Sovyet liderliğinin önde gelen bir temsilcisinin Alman devrimi için bir tarih belirlenmesi çağrısı uluslararası bir krize ve hatta bir savaşa neden olacağından, Almanya’dan bahsetmeden sorunu genel hatlarıyla tartıştı. Yine de makale Almanya üzerine tartışmaya bir katkı niteliğindedir.

Kaçırılan devrim

Sonunda ayaklanma için 9 Kasım tarihi öngörüldü. Ancak artık olaylar hız kazanmıştı.

26 Eylül’de Şansölye Stresemann, Ruhr’daki Fransız işgaline karşı pasif direnişin sona erdiğini duyurarak, hiperenflasyonu kontrol altına almanın başka bir yolu olmadığını savundu. Bu adım aşırı sağı kışkırttı. Aynı gün Bavyera hükümeti olağanüstü hal ilan etti ve Ritter von Kahr liderliğinde bir diktatörlük kurdu. Von Kahr, Hitler’in Nazileriyle işbirliği yaptı ve Mussolini’nin Roma’ya yürüyüşünü taklit ederek, ulusal düzeyde bir diktatörlük kurmak için Berlin’e bir yürüyüş planladı. Kahr, Bavyera’da konuşlanmış Reichswehr birliklerinin komutanı tarafından destekleniyordu.

Berlin hükümeti buna kendi diktatörlüğünü kurarak tepki verdi. Tüm yürütme yetkisi savunma bakanına devredilirken, o da bu yetkiyi Reichswehr komutanı General Hans von Seeckt’e devretti. Seeckt aşırı sağa sempati duyuyor ve isyankâr Bavyeralı komutanları disipline etmeyi reddediyordu. Hugo Stinnes gibi önde gelen sanayiciler ulusal diktatörlük planını destekleyerek Seeckt’in diktatör olmasını tercih ettiler.

13 Ekim’de Reichstag, birkaç gün süren tartışmaların ardından, hükümete sekiz saatlik iş günü de dahil olmak üzere Kasım Devrimi’nin sosyal kazanımlarını ortadan kaldırma yetkisi veren bir yetkilendirme yasasını kabul etti. SPD yetkilendirme yasası lehinde oy kullandı. Bazı SPD’li bakan ve milletvekillerinin hayatına mal olabilecek bir darbe Berlin’i tehdit ederken, bu SPD’li bakan ve milletvekilleri işçi sınıfına yönelik yeni saldırılara karar vermekle meşguldü.

Saksonya ve Thüringen bu karşıdevrimci hazırlıklara karşı işçi sınıfı direnişinin merkezleriydi. Her iki eyalette de KPD, sırasıyla 10 ve 16 Ekim’de sol kanat SPD hükümetlerine katıldı. Bu, Moskova’da hazırlanan planın bir parçasıydı. KPD bir koalisyon hükümetine girerek daha güçlü bir pozisyon ve silahlara erişim elde etmeyi umuyordu.

Ancak her iki hükümetin de mevcut yasalara göre kurulmuş olmasına ve parlamento çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, Saksonya’daki Reichswehr komutanı General Müller onların otoritesini tanımayı reddetti. Berlin hükümetiyle anlaşarak polisi kendi komutasına bağladı.

Güneyde Saksonya ve Thüringen ile sınırı olan Bavyera’dan ve kuzeyde yer alan Berlin’deki merkezi hükümetten tehdit alan KPD, devrim planlarını öne çekmek zorunda kaldı. Saksonya’nın Chemnitz kentinde 21 Ekim’de bir fabrika konseyleri kongresi topladı. Bu kongrenin genel grev çağrısı yapması ve tüm Almanya’da ayaklanmanın işaretini vermesi gerekiyordu.

Ancak sol Sosyal Demokratlar aynı fikirde olmadıkları için Brandler planları iptal etti ve ayaklanmayı durdurdu. Brandler’in, yakın bir sırdaşı olan Clara Zetkin’e yazdığı özel bir mektupta belirttiği gibi, delegelerin çoğunluğu genel grev çağrısını destekleyecekti. Ancak Brandler sol Sosyal Demokratların desteği olmadan hareket etmek istemedi.

Brandler, “Chemnitz konferansı sırasında, sol VSPD’yi genel grev kararını imzalamaya ikna edemedikten sonra, hiçbir koşulda belirleyici mücadeleye giremeyeceğimizi fark ettim,” diye yazdı. “Yoğun direniş karşısında rotayı değiştirdim ve biz komünistlerin mücadeleye tek başımıza girmemizi engelledim. Elbette Chemnitz konferansında genel grev için üçte iki çoğunluk sağlayabilirdik. Ancak VSPD [Birleşik SPD] konferansı terk edecekti ve onların, Reich’ın Saksonya’ya müdahalesinin sadece Reich’ın Bavyera’ya müdahalesini gizleme amacı taşıdığı şeklindeki kafa karıştırıcı sloganları, mücadele ruhumuzu kıracaktı. Bu yüzden bilinçli olarak kötü bir uzlaşma için çabaladım.” [17]

Reichswehr askerleri Hamburg Ayaklanması sırasında yoldan geçenleri arıyor.

Devrimi iptal etme kararı Hamburg’a zamanında ulaşmadı. Burada bir ayaklanma düzenlendi ancak yalnız kaldı ve üç gün içinde yenilgiye uğratıldı.

Chemnitz kongresi hâlâ toplantı halindeyken, Reichswehr Saksonya’yı işgal etmeye başladı. Silahlı çatışmalarda çok sayıda işçi öldü. Bir sosyal demokrat olan Cumhurbaşkanı Friedrich Ebert 28 Ekim’de Saksonya’ya karşı Reichsexekution (İmparatorluk İnfazı) –kendisi de bir sosyal demokrat olan Erich Zeigner başkanlığındaki Saksonya hükümetinin Reichswehr tarafından zorla görevden alınması– emrini verdi. Halkın öfkesi o kadar büyüktü ki SPD Berlin’deki Stresemann hükümetinden istifa etmek zorunda kaldı. Birkaç gün sonra Reichswehr Thüringen’e girdi ve oradaki hükümeti görevden aldı.

Bu iki solcu hükümetin Ebert ve Seeckt tarafından görevden alınması Bavyera’daki aşırı sağı cesaretlendirdi. Adolf Hitler 8 Kasım’da Münih’te bir “ulusal devrim” ilan ederek darbe düzenledi. Amacı Bavyera diktatörü Kahr’ı Berlin’e yürümeye ve orada iktidarı ele geçirmeye zorlamaktı. Hitler, Birinci Dünya Savaşı’nın en yüksek komutanlarından biri olan General Ludendorff tarafından destekleniyordu.

Hitler-Ludendorff darbesi başarısız oldu. Berlin çoktan sağa kaymıştı ve Bavyera sağının artık Hitler gibi şüpheli bir figüre ihtiyacı kalmamıştı. Ebert, tüm silahlı kuvvetlerin komutasını ve yürütme yetkisini Seeckt’e devrederek darbeye uyum sağlamıştı. Weimar Cumhuriyeti’nin kurumları resmi olarak varlığını sürdürse de, Almanya artık Mart 1924’e kadar sürecek de facto bir askeri diktatörlük tarafından yönetiliyordu.

KPD neden devrimi kaçırdı?

Bu soruya verilecek kolay yanıt, her şeyi Brandler’in üzerine yıkmaktır. Brandler’i günah keçisi haline getiren Zinovyev ve Stalin’in tepkisi bu yönde olmuştur. Aynı zamanda KPD’yi Almanya’daki durum hakkında, durumun devrimci potansiyelini abartan yanlış bilgiler vermekle suçladılar. Bu şekilde, devrimci bir ayaklanma planının dayandığı tüm değerlendirmeye meydan okudular.

Ayaklanmanın bastırılmasının üzerinden üç hafta geçmeden Almanya’daki olayları yeniden yorumlamaya başladılar. Bunu kendi rollerini örtbas etmek amacıyla ve hizipsel nedenlerle yaptılar, çünkü Sol Muhalefet ile mücadele artık tamamen patlak vermişti. 15 Ekim’de Sol Muhalefet’in ilk önemli belgesi olan 46’lar Bildirgesi yayımlandı. Kasım sonunda Troçki Yeni Yol’u yayımladı.

Troçki, Zinovyev ve Stalin tarafından benimsenen kolaycı yaklaşımı reddetti. Brandler’in ayaklanmayı sona erdirme kararına katılmıyordu. Ancak Troçki bunu münferit bir olay olarak görmüyordu. Ne de olsa, Komünist Enternasyonal’in temsilcisi olarak Chemnitz’de bulunan Karl Radek ve Alman Zentrale, yani merkezi parti liderliği de Brandler’in kararına katılmıştı.

Brandler’in, komünistlerin sol sosyal demokratların desteği olmadan bir ayaklanma başlatmaları halinde devrimin başarısız olacağı ve tecrit edilecekleri yönündeki ısrarı, sadece onun değil Komintern’in de sorumlu olduğu önceki hatalarla uyumluydu. Hem Zinovyev liderliğindeki Komintern hem de Almanya Komünist Partisi liderliği (hem çoğunluğu hem de sol kanadı) uzun bir süre Almanya’da gelişen olaylara karşı pasif, tipik bir “merkezci” tutum sergilemişti. Ocak ayında Ruhr’un Fransızlar tarafından işgal edilmesinin ardından toplumsal ve siyasi durumun dramatik bir şekilde değişmesine rağmen, devrimin gündemde olmadığı daha önceki bir aşamada geliştirilen siyasi yöntemlerle çalışmaya devam etmişlerdi.

Ancak çok geç bir noktada, Ağustos olaylarının ortasında rotayı değiştirdiler ve ayaklanma için hazırlanmaya başladılar. Bu onlara hazırlanmak için sadece iki ay verdi ve hazırlıklar birbirinden kopuk, tereddütlü ve yetersiz bir karaktere sahipti.

Troçki, Haziran 1924’te Beşinci Tıp ve Sağlık Çalışanları Birlik Sendikası Kongresi’nde yaptığı bir konuşmada, yenilginin nedenlerini ele alarak, “Almanya Komünist Partisi’nin yenilgisinin temel nedeni neydi?” diye sormuş ve şunları açıklamıştı:

Bunun nedeni [partinin] Ruhr’un işgalinden ve özellikle de pasif direnişin sona erdiği andan (Ocak-Haziran 1923) itibaren devrimci krizin başlangıcını zamanında değerlendirememiş olmasıdır. Kritik anı kaçırmıştır. ... Ruhr krizinin başlamasından sonra bile ajitasyon ve propaganda çalışmalarını Birleşik Cephe formülü temelinde –kriz öncesindeki aynı tempo ve aynı biçimlerde– sürdürmeye devam etmiştir. Bu arada, bu taktik zaten kökten yetersiz hale gelmişti. Partinin siyasi etkisindeki artış kendiliğinden gerçekleşiyordu. Keskin bir taktiksel dönüşe ihtiyaç vardı.

Kitlelere ve her şeyden önce partinin kendisine, bu kez iktidarın ele geçirilmesi için derhal hazırlık yapılması gerektiğini göstermek gerekiyordu. Partinin artan etkisini örgütsel olarak pekiştirmek ve devlete doğrudan bir saldırı için destek üsleri kurmak gerekiyordu. Tüm parti örgütünü fabrika hücreleri temeline aktarmak gerekiyordu. Demiryollarında hücreler oluşturmak gerekiyordu. Ordudaki çalışma sorununu keskin bir şekilde gündeme getirmek gerekiyordu. Birleşik Cephe taktiğini tam ve eksiksiz olarak bu görevlere uyarlamak, ona daha kararlı ve daha sıkı bir tempo ve daha devrimci bir karakter kazandırmak gerekiyordu, bu özellikle gerekiyordu. Bu temelde, askeri-teknik nitelikte bir çalışma sürdürülmeliydi. ...

Ancak en önemli şey şuydu: İktidarı ele geçirmeye yönelik kararlı taktiksel dönüşü zamanında sağlamak. Ve bu yapılmadı. Başlıca ve ölümcül ihmal buydu. Bunun ardından temel çelişki ortaya çıktı. Parti bir yandan devrim beklerken, diğer yandan [1921’deki] Mart olaylarından ağzı yandığı için, 1923’ün son aylarına kadar bir devrim örgütleme, yani bir ayaklanma hazırlama fikrinden kaçındı. Partinin siyasi faaliyeti, sonun yaklaştığı bir dönemde barış zamanı temposunda sürdürüldü.

Ayaklanmanın zamanı, esasen düşman, partinin kaybettiği zamanı çoktan değerlendirmiş ve konumunu güçlendirmişken belirlendi. Partinin hummalı bir hızla başlattığı askeri-teknik hazırlık, partinin önceki barış zamanı temposunda sürdürülen siyasi faaliyetinden koparıldı. Kitleler partiyi anlamıyor ve ona ayak uyduramıyordu. Parti kitlelerden koptuğunu hemen hissetti ve felç olduğunu kanıtladı. Bunun sonucunda mükemmel mevzilerden savaşmadan aniden çekildi – olası yenilgilerin en kötüsü. [18]

Ekim 1923’te ülke çapında başarılı bir ayaklanma düzenlemek mümkün müydü?

Önde gelen Alman komünistlerinin yanı sıra Komintern’in Almanya’da bulunan liderleri ve askeri uzmanlarının, hazırlıkların çok kötü durumda olduğuna tanıklık eden bir dizi raporu vardı. Devrimci Yüzler olarak adlandırılan savaş müfrezeleri oluşturulmuş ve eğitilmişti ancak ortada neredeyse hiç silah yoktu. KPD’nin propaganda aygıtı –yasaklar ve baskılar nedeniyle– sıkıntılı bir durumdaydı. Parti bölgeleri arasındaki iletişim ve koordinasyon çok kötü işliyordu.

Öte yandan Hamburg’da mücadele eden işçiler olağanüstü derecede cesaret, disiplin ve etkinlik gösterdiler. Barikatlarda sadece 300 işçi savaştı ancak daha geniş bir kitlede, büyük ölçüde pasif de olsa, yaygın ve olumlu bir tepkiyle karşılaştılar.

Troçki, Tıp ve Sağlık İşçileri’ne yaptığı konuşmada, devrimin kendi dinamiğinin dikkate alınması gerektiğini vurguladı. “Komünistler emekçi kitlelerin çoğunluğunu arkalarına aldılar mı?” diye sordu. “Bu, istatistiklerle yanıtlanamayacak bir sorudur. Devrimin dinamiği tarafından karara bağlanan bir sorudur bu.”

“Kitleler mücadele havasında mıydı?” diye devam etti. “1923 yılının tüm tarihi bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.” Ve Troçki şu sonuca varıyordu: “Bu koşullar altında kitleler ancak sağlam, kendine güvenen bir liderlik ve kitlelerin bu liderliğe güveni varsa ilerleyebilirdi. Kitlelerin mücadele havasında olup olmadığına ilişkin tartışmalar son derece öznel niteliktedir ve esasen partinin liderleri arasındaki güven eksikliğini ifade etmektedir.” [19]

Ekim Dersleri

Savaşmadan teslim olmak, Almanya’daki olayların olabilecek kesinlikle en kötü sonucuydu. Bu, KPD’yi demoralize etti ve örgütsüzleştirdi; yönetici seçkinlerin ve ordunun saldırıya geçebileceği ve iktidarlarını pekiştirebileceği koşulları yarattı. Bu nedenle Troçki, Alman yenilgisinden kıyasıya dersler çıkarılması gerektiğinde ısrar etti. Daha temel siyasi meselelerden kaçınmanın bir yolu olan günah keçisi ilan etmeyi şiddetle reddetti. Bu derslerin çıkarılması Alman liderliğini gelecekte kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak devrimci fırsatlara hazırlamak için vazgeçilmez değildi yalnızca. Bu aynı zamanda Komintern’in benzer zorluklar ve sorunlarla karşı karşıya kalacak olan diğer tüm şubeleri için de hayati önem taşıyordu.

Lev Troçki Sol Muhalefet üyeleriyle birlikte.

Troçki, tarihteki tek başarılı proleter devrim olan Rus Ekim Devrimi’nin derslerinin hiçbir zaman gerektiği gibi çıkarılmadığını belirtti. 1924 yazında, Alman yenilgisi ışığında başarılı Rus Ekim’ini tartışan Ekim Dersleri’ni yayımladı.

Troçki, “Proleter devrimin yasalarının ve yöntemlerinin incelenmesi” ihtiyacı üzerinde ısrarla durdu. Her Komünist Partinin devrimci bir döneme girerken karşılaşacağı sorunlar vardı: “Genel olarak konuşursak, partinin gidişatındaki her ciddi dönemeçte, ya bu dönemecin başlangıcı ya da sonucu olarak partide krizler ortaya çıkar. Bunun açıklaması, partinin gelişimindeki her dönemin kendine özgü özellikleri olduğu ve belirli alışkanlıklar ve çalışma yöntemleri gerektirdiği gerçeğinde yatmaktadır. Taktiksel bir dönüş, bu alışkanlıklarda ve yöntemlerde az ya da çok bir kırılma anlamına gelir. Parti içi sürtüşmelerin ve krizlerin doğrudan ve en dolaysız kökeni burada yatmaktadır.”

Troçki daha sonra Lenin’in Temmuz 1917’de yazdığı bir metinden alıntı yaptı: “Tarih ani bir dönüş yaptığında, en ileri partilerin bile uzun ya da kısa bir süre boyunca kendilerini yeni koşullara uyarlayamadıkları çok sık görülür. Dünün sloganlarını tekrarlayıp dururlar – dün doğru olan ama bugün tüm anlamlarını yitiren sloganlar, tarihin ani dönüşüyle aynı şekilde ‘aniden’ anlamdan yoksun hale gelirler.”

Troçki, şu sonuca varıyordu:

İşte tehlike burada ortaya çıkıyor; dönüş çok ani olursa ve önceki dönemde partinin yönetici organlarında çok sayıda muhafazakâr unsur birikmişse, o zaman belirleyici anda parti, yıllar ve on yıllar boyunca kendisini hazırladığı liderlik rolünü yerine getiremeyeceğini kanıtlayacaktır. Parti krizlerle parçalanacak, hareket onu geçip gidecek – yenilgiye uğrayacaktır. [...]

Ancak en büyük değişim, proleter partinin hazırlık, propaganda, örgütlenme ve ajitasyondan iktidar için doğrudan mücadeleye, burjuvaziye karşı silahlı ayaklanmaya geçtiği zamandır. Partideki tüm kararsız, şüpheci, oportünist, Menşevik unsurlar ayaklanmaya karşı ayaklanır, muhalefetleri için teorik formüller arar ve bunları –dünün düşmanları arasında– oportünistlerde bulur. Bu olguyu daha sık gözlemleyebileceğiz. [20]

Zinovyev ve Stalin Troçki’nin yaklaşımını reddettiler. Hizipçi ve öznel güdülerle Almanya’daki olayları tahrif ettiler, kendi izlerini örttüler ve yanlış giden her şey için Brandler’i günah keçisi yaptılar. Bunun sonuçları felaket oldu. KPD liderliği –beş yıl içinde beşinci kez– hiçbir ders çıkarılmadan değiştirildi.

Radek’in Ocak 1924’te Rusya’daki Merkez Komitesi’nin bir genel kurulunda Stalin’le yaptığı hararetli tartışma sırasında işaret ettiği gibi, deneyimli bir Marksist kadronun yerini ya merkezci USPD geçmişi olan ya da hiç devrimci deneyimi olmayan kişiler aldı. Spartakusbund’un kurucu üyesi olan ve hareket içinde 25 yıllık bir geçmişi bulunan Brandler’in yerine, zengin burjuva ailelerden gelen ve hiçbir devrimci geçmişi olmayan iki genç entelektüel, Ruth Fischer ve Arkady Maslow getirildi. Şimdi liderliğin çoğunluğunu oluşturan merkez grubu, KPD’ye ancak Aralık 1920’de, merkezci USPD’nin sol çoğunluğu KPD ile birleştiğinde katılmıştı.

Stalin’in Fischer ve Maslow ile ilişkisi özellikle sinikti, zira Stalin olaylar sırasında her zaman en sağcı pozisyonları almıştı. Stalin, 1921’deki Mart Eylemi sırasında polise bilgi verdiği iddiasıyla soruşturma altında olan Maslow’un desteğini, hakkındaki suçlamaların düşürülmesini sağlayarak kazandı.

Liderliğin değiştirilmesi ve takip eden yıllarda meydana gelen daha fazla tasfiye ve değişim, sonunda KPD’nin tamamen Stalin’in emirlerine tabi olmasına yol açacaktı. KPD’nin felaket getiren çizgisi on yıl sonra Hitler’in iktidara gelmesinin yolunu açtığında bunun feci sonuçları oldu. Sosyal demokrasi ile faşistleri aynı kefeye koyan sosyal faşizm teorisi, ilk olarak Zinovyev tarafından yazılan ve Ocak 1924’te Sol Muhalefet’in karşı çıkışına rağmen KEYK tarafından kabul edilen, 1923 Almanya olayları üzerine bir belgede ortaya çıkmıştı. Belgede şöyle deniyordu: “Alman Sosyal Demokrasisinin önde gelen tabakaları şu anda Alman faşizminin sosyalist maske altındaki bir fraksiyonundan başka bir şey değildir.” [21]

Partinin Birleşik Cephe taktiklerinden iktidar mücadelesine zamanında geçememesinin ardından Zinovyev ve Stalin bu taktikleri tamamen reddetti. Nazilere karşı SPD ile her türlü Birleşik Cepheyi reddeden sosyal faşizm teorisi 1929’da yeniden canlandırıldı ve işçi sınıfını faşizme karşı mücadelede silahsızlandırdı.

Troçki, 1928’de, Alman Ekim’inden çıkarılan temel dersleri bir kez daha özetledi. Komintern’in Altıncı Kongresi için hazırlanan program taslağını eleştirirken şöyle yazıyordu:

Yavaş, organik bir gelişme döneminde, öznel etkenin rolü oldukça ikincil kalabilir. O zaman “aşamaları atlamayı” iğrenç sayan organik bir çağın bütün taktik bilgeliğini özetleyen “yavaş olsun, emin olsun”, “zarar getirecek meydan okumalardan kaçınmalı” vb. gibi farklı aşamacılık özdeyişleri ortaya çıkar. Ama nesnel önkoşullar olgunlaşır olgunlaşmaz bütün tarihsel sürecin anahtarı öznel etkenin, yani partinin eline geçer. Bilinçli ya da bilinçsizce de olsa geçmiş çağın esiniyle de beslenen oportünizm, öznel etkenin rolünü, yani partinin ve devrimci önderliğin önemini hep küçümsemeye yönelir. Bütün bunlar Alman Ekim’inin, İngiliz-Rus komitesinin ve Çin devriminin dersleri üzerine yapılan tartışmalarda tamamen açığa vurulmuştur. Bütün bu durumlarda, daha az önemli başka durumlarda olduğu gibi, oportünist eğilim yalnızca “kitlelere” dayanan bir yol tuttuğunu gösterdi ve dolayısıyla devrimci önderliğin “tepeleri” sorununu küçük gördü. Genel olarak yanlış olan böyle bir tutum, emperyalist çağda kesinlikle ölümcül etkiye sahiptir. [22]

Dipnotlar

[1] Leo Trotzki, Lehren des Oktober, Dortmund 1978, s. 14.

[2] Arthur Rosenberg, Entstehung und Geschichte der Weimarer Republik, Frankfurt am Main: Athenäum 1988, s. 395.

[3] Age., s. 402

[4] Hermann Weber, Die Wandlung des deutschen Kommunismus, Cilt 1, Frankfurt 1969, s. 43.

[5] Rosa Luxemburg, Rückblick auf die Gothaer Konferenz, Gesammelte Werke Cilt 4 içinde, Berlin 1974, s. 273.

[6] Age., s. 274.

[7] Lev Troçki, Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal (İstanbul: Tarih Bilinci Yayınları, 2000), s. 77. Çeviren: Ufuk Demirsoy.

[8] Ruth Fischer, Stalin und der deutsche Kommunismus, Frankfurt am Main, s. 310.

[9] ‘KPD’deki farklılıklar üzerine karar’, Dokumente und Materialien zur Geschichte der deutschen Arbeiterbewegung içinde, Seri II, Cilt 7/2, Kısım 2, s. 302.

[10] Die Rote Fahne, 26 Haziran 1923.

[11] Arthur Rosenberg, age., s. 401.

[12] Bernhard H. Bayerlein ve diğerleri, Deutscher Oktober 1923. Ein Revolutionsplan und sein Scheitern, Berlin 2003, s. 100.

[13] Age., s. 122.

[14] Age., s. 124.

[15] Age., s. 135-136.

[16] Age., s. 165-167.

[17] Age., s. 359-360 (bizim vurgumuz)

[18] Leon Trotsky, Through What Stage Are We Passing, The Challenge of the Left Opposition (1923-25) içinde, Pahfinder Press 1975, s. 170-171 (İngilizceden).

[19] Age., s. 169.

[20] Leo Trotzki, Lehren des Oktober, http://www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1924/lehren/einleit.htm

[21] Bernhard H. Bayerlein ve diğerleri, age., s. 464.

[22] Lev Troçki, Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal, s. 74-75.

Loading