Perspektif

Trump’ın Cumhuriyetçi Parti ön seçim zaferi: Amerikan demokrasisinin krizinde yeni bir aşama

Eski Başkan Donald Trump, 24 Şubat 2024 tarihinde Columbia, S.C.'deki Güney Carolina Eyalet Fuar Alanı'nda düzenlenen önseçim gecesi partisinde konuşuyor. [AP Photo/Andrew Harnik]

Eski ABD Başkanı Donald Trump, “Süper Salı” ön seçimlerinde elde ettiği zaferin ve Nikki Haley’in Çarşamba sabahı yarıştan çekilmesinin ardından Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olmayı neredeyse garantiledi.

Cumhuriyetçilerin ön seçimlerinin sonucu, tüm Amerikan siyasi sisteminin içinde bulunduğu sarsıcı krizi gözler önüne sermektedir. Darbe girişiminin yaşandığı 6 Ocak 2021’den bu yana üç yıldan biraz fazla zaman geçti. Dönemin Başkanı Trump, hem halk oylamasını hem de Seçiciler Kurulu’ndaki oylamayı önemli farklarla kazanan Biden’ın mazbata almasını durdurmak amacıyla ABD Kongre binasını basan faşist bir güruhu harekete geçirmişti.

Seçimler ilerledikçe Trump, siyasi rakiplerine yönelik giderek daha açık bir şekilde şiddet içeren söylemler kullanırken, göreve geldiği ilk gün bir “diktatör” olarak hareket etme niyetinde olduğunu belirtiyor. ABD’deki iki büyük kapitalist partiden birinde kesinlikle baskın bir figür olmakla kalmıyor. Trump milyonlarca oy aldı ve bu noktada anketlerde Biden’a karşı önemli bir üstünlüğe sahip.

Kapitalist medya ve Demokratik Parti yanlısı basın, bunun nasıl gerçekleştiğine dair tutarlı bir açıklama yapmaktan aciz. Çok sayıda yorum, Washington Post’un ifadesiyle “bir yıldan uzun bir süredir roket gibi ilerleyen” bir ekonomiden bahsediyor ve bunun Biden’a fayda sağlamamış olmasından duydukları şaşkınlığı dile getiriyor.

Aslında Biden’a ve Demokratlara duyulan yaygın nefret bir sır değil. Darbe girişiminden bu yana geçen üç yılda Demokratlar, hem Trump’a karşı bir duruş sergilemekten hem de nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin yaşam standartlarını yükseltecek ya da demokratik haklarını genişletecek politikaları hayata geçirmekten acizlerdi.

Bu akşamki Birliğin Durumu konuşmasında Biden’ın son üç yılın “ekonomik başarılarını” övmesi bekleniyor. Ancak nüfusun büyük çoğunluğu, yükselen enflasyon ve durgun seyreden ya da azalan ücretlerin yol açtığı artan sosyal sıkıntılarla karşı karşıyadır. Hane halkı borcu, 1,13 trilyon dolarlık rekor kredi kartı borcu da dahil olmak üzere 17,5 trilyon dolara yükselmiştir. Toplumsal eşitsizlik rekor seviyelere gelmiş, ABD’deki milyarderlerin toplam serveti geçen yıl 5,2 trilyon dolara ulaşmıştır.

İktidara geldiğinden bu yana Biden yönetiminin temel önceliği, ABD-NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya ile savaşının tırmandırılması ve Amerikan küresel hegemonyasının pervasızca peşinde koşulması oldu. Bu küresel savaş politikasını sürdürmek için Cumhuriyetçi Parti’yi canlandırmaya ve 6 Ocak darbesinin önemini gizlemeye çalıştı. 6 Ocak darbesiyle ilgili arada sırada yürütülen sınırlı soruşturmalar, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti ve ordu-istihbarat aygıtındaki işbirlikçilerini korumak ve örtbas etmek üzerine kuruluydu.

Biden, üç yıl önce başkanlık görevine, iki partili birlik çağrısıyla başlamış, her şeyden önce yurt dışında emperyalist savaş yürütmek için “güçlü” bir Cumhuriyetçi Parti’ye duyulan ihtiyaçta ısrar etmişti. Demokratlar, Ukrayna konusunda bir taahhüt alabilirlerse Beyaz Saray’ı Cumhuriyetçilere ve hatta Trump’ın kendisine devretmeye razı olacaklar.

Medya bile Biden’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına verdiği tam desteğin siyasi sonuçlarını kabul etmek zorunda kaldı. Biden’ın bu desteği onu soykırımın destekçisi olarak sonsuza dek mahkum etmiştir.

Biden’ın zaman zaman Trump’a karşı “demokrasi” için son umut olduğundan söz etmesine gelince, bu bir kurgudur. Bizzat Biden, iki hafta önce, ABD-Meksika sınırında göçmenlere yönelik tarihin en acımasız baskısına yetki verecek yasayı desteklemesi için doğrudan Trump’a “bana katılın” çağrısında bulundu. Biden yönetimi, Amerikan emperyalizminin suçlarını ifşa ettiği için Casusluk Yasası uyarınca suçlanmak üzere Britanya’dan iadesi için uğraştığı Julian Assange’a yönelik zulmü aktif bir şekilde sürdürüyor. Dahası, tüm siyaset kurumu İsrail’in soykırımına yönelik kitlesel muhalefete karşı acımasız bir kampanya yürütüyor.

Demokratik Parti uzun süredir sosyal reformla her türlü ilişkisini ve dolayısıyla işçi sınıfının daha geniş kesimlerine hitap etme kapasitesini bir kenara bırakmıştır. O, CIA ve Wall Street’in partisidir. Siyasi platformu, beyaz işçilerin ırkçılığın ve “ayrıcalığın” somutlaşmış hali olarak sunulduğu “kimlik” meselelerine dayalı üst orta sınıf kesimleri arasında bir seçmen kitlesi oluşturmaya odaklanmıştır.

Tüm bunlar Trump ve Cumhuriyetçiler tarafından istismar edilmektedir. Trump’ın kendisi bir faşist olsa da, Amerika’da kitlesel bir faşist hareket yok. İşçi sınıfının önemli kesimleri de dahil olmak üzere ona oy veren milyonlarca insan bunu bir diktatörlük istedikleri için yapmıyor. Trump daha ziyade, kendisine karşı olan sözde muhalefetin tamamen sağcı ve gerici olmasından, haklı olarak hor görülmesinden ve bu muhalefetten nefret edilmesinden faydalanıyor. Her sağcı demagog gibi o da ilerici bir çıkış noktası bulamayan kafa karışıklığı ve öfkeden yararlanıyor.

Amerikan demokrasisinin içinde bulunduğu bu büyük kriz, durup dururken ya da Donald Trump’ın aklına estiği için ortaya çıkmamıştır. Onun izleri, Bill Clinton’ı görevden alma soruşturması, 2000 seçimlerinin çalınması ve önce Bush sonra da Obama yönetimindeki “terörle mücadele” ile geçen çeyrek yüzyıl boyunca izlenebilir.

Bu dönem boyunca, toplumsal eşitsizlik tarihte eşi görülmemiş seviyelere ulaşırken, bitmek bilmeyen savaş, nükleer imha riski taşıyan ve giderek tırmanan bir küresel çatışmaya dönüşmüştür. Egemen seçkinleri diktatörlüğe iten koşullar bunlardır.

Trump’ın yeniden seçilmesi, ABD’de ve uluslararası alanda işçi sınıfına yönelik doğrudan bir tehdit olacaktır. Yüksek Mahkeme’nin Trump’ın oy pusulasındaki yerini garantilemek için oybirliğiyle aldığı karar, demokratik hakların, kapitalist devletin partilerine ve kurumlarına güvenerek savunulabileceği ve faşizm tehlikesinin önlenebileceği yalanını açığa çıkarmaktadır. Ve aşırı sağa karşı muhalefet Demokratik Parti’nin siyasi cesedine bağlı kaldığı sürece, faşist diktatörlük tehlikesi de o kadar büyük olacaktır.

Asıl kritik sorun, işçi sınıfının devrimci sosyalist siyasete yönelmesidir. Sosyalist Eşitlik Partisi, başkan adayı Joseph Kishore ve başkan yardımcısı adayı Jerry White ile işçi sınıfına sosyalist bir alternatif sunmak için mücadele etmek üzere başkanlık seçimlerine müdahale ediyor.

Partinin ulusal başkanı David North, seçim kampanyasını duyururken amacını şöyle açıklıyordu: [SEP] “işçi sınıfının siyasi bilincini yükseltmek, emekçilerin karşı karşıya olduğu hiçbir soruna kapitalist sistemin sona erdirilmesi ve yerine sosyalizmin kurulması dışında çözüm bulunamayacağı anlayışını geliştirmek için müdahale ediyor. Ve bu büyük tarihsel görev ancak Amerikan ve uluslararası işçi sınıfının gücünün dünya kapitalist sistemine karşı birleşik bir mücadelede seferber edilmesini amaçlayan küresel bir stratejinin benimsenmesiyle başarılabilir.”

Bu anlayış otomatik olarak gelişmez. Kapitalist partilerin yalanlarını ve propagandalarını kırmak için ısrarlı ve kararlı bir mücadele gerektirir. Ama aynı zamanda sosyalizm, kemikleşmiş ve iflas etmiş ABD siyasi sisteminde hiçbir çıkarı bulunmayan, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan ve muazzam bir uluslararası toplumsal güç olan işçi sınıfının nesnel çıkarlarına karşılık gelmektedir.

İşçi sınıfı, sosyalist bir program ve önderlikle donandığında, tırmanan dünya savaşını durdurma, egemen sınıfın faşizme ve diktatörlüğe sürüklenmesine karşı çıkma, kapitalist sömürüye son verme, toplumsal ve ekonomik yaşamı yeniden yapılandırma ve insanlığın ilerleme yürüyüşünü eşitlik ve sosyalizm temelinde yeniden başlatma yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayacaktır.

Loading