İstanbul’da polis 1 Mayıs kutlamalarına karşı fiilen olağanüstü hal ilan etti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin talimatıyla, İstanbul Valiliği, Salı sabahı yaptığı açıklamayla, Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs kutlamalarına kapatmak için fiili bir olağanüstü hal ilan etti.

Açıklamaya göre 1 Mayıs sabahı erken saatlerden itibaren metro, metrobüs, tramvay ve otobüs seferlerine kısıtlama getirilecek. Başta Taksim Meydanı’nın bulunduğu Beyoğlu ilçesi olmak üzere Beşiktaş, Fatih, Şişli gibi ilçelere toplu taşıma büyük ölçüde yapılmayacak; ana güzergah yollar trafiğe kapatılacak; Anadolu ile Avrupa yakası arasındaki boğazdan geçişler engellenecek.

İstanbul’un merkezini büyük ölçüde felç edecek bu ulaşım önlemlerinin yanında Valilik bir sokak savaşına hazırlandığını göstererek belediyelerden çöp konteynırlarını ve yollardaki taşları toplanmasını istedi. Yol Bakım Müdürlüğü’nden ise belirli sayıda iş makinesi ve kamyonun belirlenen noktalarda hazır bulundurulmasını talep etti.

Sosyalist Eşitlik Grubu'nun önceli Toplumsal Eşitlik 1 Mayıs 2012'de Taksim Meydanı'na yürürken.

Bu önlemler, Erdoğan liderliğindeki devlet aygıtının, işçi sınıfının uluslararası mücadele günü 1 Mayıs’ta protestoculara karşı bir güç gösterisidir. Bunlar aynı zamanda ABD ve Avrupa başta olmak üzere dünya genelinde egemen seçkinlerin soykırım ve savaş karşıtı protestoculara yönelik polis devleti baskısı ile aynı amacı taşıyor: Toplumsal muhalefeti ve işçi sınıfını sindirmek için bir gözdağı.

Taksim Meydanı’nın Türkiye işçi sınıfı için sembolik bir anlamı var. 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı’ndaki kutlamalarda açılan ateş sonucu 34 kişi ölmüş ve 136 kişi yaralanmıştı. Katliamın hiçbir zaman aydınlatılmaması, bunun, devletin yükselen sınıf mücadelesine verdiği bir tepki olduğu algısını daha da güçlendirdi.

Uzun yıllar verilen mücadelenin sonunda Erdoğan hükümeti 2009’da 1 Mayıs’ı yeniden resmi tatil yapmak ve 2010, 2011, 2012 yıllarında Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs’ın kutlanmasına izin vermek durumunda kaldı. Bu yıllarda yüz binlerce insanın katılımı ile yapılan mitingler, hükümetin 2013 yılından itibaren öne sürdüğü “alanın kutlamalar için elverişli olmadığı” iddiasının sahteliğini de ortaya koyuyordu.

2013 yılının Mayıs sonunda hükümetin otoriter politikalarına ve toplumsal eşitsizliğe karşı patlak veren ve ülke genelinde milyonlarca kişinin katıldığı Gezi Parkı protestoları sırasında Taksim Meydanı göstericiler tarafından yaklaşık iki hafta işgal edildi.

Burjuva muhalefet partilerinin ve sendika konfederasyonlarının yardımıyla ayakta kalan hükümet, sonradan Gezi Parkı protestolarını bir “darbe girişimi” ilan etti ve başlıca düzenleyicilerini defalarca yargılayarak hapse attı.

Hükümet, Taksim Meydanı’nın yeniden gösterilere açılmasını aynı Gezi Parkı davasında olduğu gibi bir kan davası ve meydan okuma olarak görüyor ve gösteriler yasa dışı bir şekilde yasaklanıyor.

Kısa süre önce Anayasa Mahkemesi (AYM), 2014 ve 2015 yıllarında Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs’ta emekçilere kapatılmasının anayasal toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti.

Ülkenin en yüksek mahkemesinin verdiği bu karar karşısında Nisan ayı başında bazı sendikalar ve meslek örgütleri 1 Mayıs’ta İstanbul’daki miting için Taksim Meydanı’na işaret etti. Ardından çeşitli sahte sol partiler de onları izledi.

İstanbul Valisi Davut Gül ise 23 Nisan’da, Taksim’de kitlesel kutlamalara izin verilmeyeceğini söyledi. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da 29 Nisan’da yaptığı açıklamada, “Taksim Meydanı ve çevresinin toplantı ve gösteri yürüyüşü için uygun olmadığını” öne sürdü.

Yerlikaya “Araç ve yaya akışının çok yoğun olduğu bu bölge, güvenlik tedbirlerinin alınmasını zorlaştırdığı gibi kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasında da ciddi riskler barındırmaktadır” iddiasında bulundu. Bakanın bu iddialarının asılsızlığı, İstanbul Valiliği’nin tüm İstanbul’u felç edecek önlemler almasıyla dışa vurulmaktadır.

Yerlikaya ayrıca “Sosyal medyadan çağrı yapan terör örgütlerinin, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarını bir eylem ve propaganda sahası haline getirmelerine asla ve asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek protestocuları “terörist” ilan etmeye ve muhtemel polis şiddetini meşrulaştırmaya çalıştı.

Bu, giderek şiddetlenen küresel bir olgudur. ABD önderliğindeki NATO güçleri, Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı, Gazze’de Filistinlilere karşı soykırımı, İran’a ve Çin’e karşı savaş hazırlıklarını yönetiyorlar. Dışarıdaki savaş, içeride işçi sınıfının toplumsal koşullarına ve demokratik haklarına karşı savaş demektir.

ABD’de üniversite öğrencileri ve akademisyenler Biden yönetiminin soykırıma verdiği desteği protesto ettikleri için “antisemitler” olarak karalanıyor ve polis tarafından şiddetle gözaltına alınıyorlar. Avrupa’da da hükümetler benzer bir baskı ve cadı avı kampanyası sürdürüyor. Almanya’da soykırım karşıtı protestocuların “antisemit” olarak karalanması, Nazi rejiminin çöküşünden bu yana Yahudi vatandaşların siyasi aktivizm nedeniyle en yüksek sayıda gözaltına alınmasının temelini oluşturdu.

Türkiye’de de Erdoğan’ın ikiyüzlü kınama açıklamaları ne olursa olsun, hükümet İsrail’e kritik çelik ve petrol ihracatını sürdürerek ve ülkedeki NATO üslerinden Tel Aviv’e destek sağlanmasına izin vererek soykırıma suç ortaklığı yapmayı sürdürüyor. Buna yönelik protestolar şiddetli bir polis saldırısıyla karşılaşıyor. Geçen hafta İstanbul’da polis, soykırımdaki suç ortaklığı nedeniyle Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’i protesto eden göstericilere saldırdı.

Bununla birlikte, her yerde olduğu gibi Türkiye’de de bu politika hem hükümet hem de muhalefet desteklidir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva muhalefetin, sendika bürokrasilerinin ve onların arkasındaki sahte sol grupların Taksim Meydanı’nda kutlama yapma çağrısının, işçi sınıfını emperyalist savaşa, soykırıma ve bunların kaynağı olan kapitalizme karşı seferber etme amacıyla hiçbir ilgisi bulunmuyor. Doğrusu, amaç tam tersidir.

31 Mart’taki yerel seçimlerde halk muhalefetinin haksız faydalanıcısı olarak birinci parti olan CHP ve onun sendikal ve sahte solcu müttefikleri, artan sınıfsal gerilimleri kendileri üzerinden kapitalist düzen sınırları içinde tutmaya çalışıyorlar.

Sosyalist Eşitlik Grubu, hükümetin demokratik toplanma ve gösteri hakkına yönelik bu keyfi saldırısına şiddetle karşı çıkarken, işçilere ve gençlere emperyalizm yanlısı burjuva muhalefetten, sendika bürokrasilerinden ve sahte soldan siyasi bağımsızlık çağrısı yapmaktadır. Okurlarımızı, emperyalist savaşa ve kapitalizme karşı sosyalizm uğruna mücadeleyi temsil eden tek 1 Mayıs kutlaması olan DEUK’un 4 Mayıs’taki çevrimiçi toplantısına katılmaya çağırıyoruz.

Loading