Yunanistan’daki seçimler ve işçi sınıfının siyasi görevleri

Yunanistan’da Pazar günü gerçekleşecek olan parlamento seçimleri, uluslararası işçi sınıfı için önemli dersler içeriyor.

Ülkenin morali, Avrupa Birliği (AB) ile Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından dikte edilen beş yıllık sert kemer sıkma önlemlerinin ardından hem ekonomik hem de toplumsal bakımdan oldukça bozulmuş durumda. Geleneksel partilerden o denli nefret ediliyor ki, “Radikal Sol Koalisyon” Syriza, seçimleri kazanma ve iktidara gelme konusunda büyük bir şansa sahip. Ama bir Syriza hükümeti, emekçiler için krizden çıkış yolunu temsil etmeyecek; tersine, büyük bir tehlike oluşturacak.

Syriza, solcu görünümüne karşın, orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerine yaslanan bir burjuva partisidir. Onun politikaları, toplumsal düzeni koruyarak kendi ayrıcalıklarını savunma arayışı içinde olan sendika bürokratları, akademisyenler, uzmanlar ve parlamenterler tarafından belirleniyor. Syriza’nın önderi Alexis Tsipras, seçmenlere, Yunanistan’daki berbat kemer sıkma önlemlerini (çok az) gevşetme vaadinde bulunurken, dışarıdaki bankaların ve hükümetlerin temsilcilerine bir Syriza hükümetinden “korkacak bir şey olmadığı” güvencesini vermekten yorulmuyor.

Syriza, Yunan, Avrupa ve dünya kapitalizminin temellerini; özel mülkiyeti, ordusu ve polisiyle burjuva devleti, avroyu, Avrupa Birliği’ni ve NATO’yu kesinlikle kabullenmektedir. O, kendisini, kapitalizmi ve onun kurumlarını toplumsal ayaklanma tehlikesinden koruyabilecek bir parti olarak sunmaktadır.

Syriza’nın “sosyalizm”i zenginlerin vergilerini daha istikrarlı biçimde ödemeleri ve yoksulların az miktarda sadaka alması gerektiği biçiminde taleplerde bulunmanın ötesine geçmiyor. Ama parti, hükümete katıldığında, bu sözler bile tutulmayacaktır.

Tsipras, egemen seçkinleri kendisine güvenebilecekleri konusunda ikna etmek için Washington’ı, Berlin’i, Brüksel’i ve çok sayıda başka emperyalist başkenti ziyaret etti. O, 20 Ocak tarihli Financial Times’da yayımlanan bir makalede, bir kez daha, Yunanistan’a dayatılan toplumsal yıkımın başlıca sorumluluğunu taşıyan Avrupa Birliği’ne koşulsuz destek sözü verdi.

Tsipras, bu uluslararası ekonomi gazetesinin okurlarına “Benim partim Syriza siyasi istikrar ve ekonomik güvenlik için yeni bir toplumsal sözleşmeyi garanti etmektedir. Avro bölgesini güçlendirmenin ve Avrupa projesini tüm kıtadaki yurttaşlar için çekici kılmanın tek yolu budur.” güvencesini verdi.

O, açıkça, Yunanistan’ın borçlarını ödemeyi ve AB’nin mali kriterlerine uyum sağlamayı görev edinmektedir: “Bir Syriza hükümeti, Yunanistan’ın, bir Avro bölgesi üyesi olarak, denk bir bütçeyi koruma yükümlülüğüne uyacak ve sayısal hedeflere bağlı kalacaktır.”

Avrupa’nın egemen seçkinlerinin azımsanmayacak bir kesimi, AB’nin ekonomik, toplumsal ve siyasal krizi karşısında, şimdi, Tsipras’ı Avrupa kapitalizminin olası bir kurtarıcısı olarak görüyor. O, küçük-burjuva sol örgütlerden çeşitli Avrupalı hükümetlere ve bankalara, Financial Times’a ve Fransa’daki aşırı sağcı Ulusal Cephe’ye (FN) kadar uzanan bir “birleşik cephe” tarafından destekleniyor.

FN’nin önderi Marine Le Pen, Fransa’da yayımlanan Le Monde gazetesinde, “katı-solcu” Syriza’nın Yunanistan’daki yaklaşan seçimleri kazanmasına sevineceğini açıkladı. Le Pen, “Onların tüm programına katılmıyoruz ama onların zaferini memnuniyetle karşılarız.” diye yazdı.

Troçki, 1938’de, Avrupa faşizme ve savaşa kapıldığında şunları yazmıştı: “Bir yanda ‘Halk Cephesi’, öte yanda faşizm… Bunlar, emperyalizmin proleter devrime karşı mücadelede başvurduğu son siyasi güçlerdir.”

Halk Cephesi, etkili Stalinist ve sosyal demokrat partilere, işçi sınıfını burjuvaziye tabi kılma ve devrimci hareketleri ezme mekanizması işlevini görmüştü. Halk Cephesi, Fransa’da ve İspanya’da, devrimleri boğazladı ve faşizmin yolunu açtı.

Stalinist ve sosyal demokrat partilerin tüm saygınlıklarını yitirdiği ve kitlesel etkiye sahip olmadığı günümüzde, işçi sınıfının direnişini ezme görevini Syriza gibi küçük-burjuva partiler üstleniyor. Bir Tsipras hükümeti, yalnızca AB’nin ve IMF’nin pis işini üstlenmeye değil; ama aynı zamanda, onun “avro bölgesini güçlendirme” ve “denk bütçeyi koruma” vaadine karşı çıkan işçi sınıfına karşı hızla harekete geçmeye de hazır olacaktır.

Tsipras, NATO’yu kayıtsız koşulsuz kabullenmektedir. O, geçtiğimiz yıllarda, ellerinde hala 1967-1974 askeri diktatörlüğünün kanı olan Yunan polisiyle ve ordusuyla yakın ilişkiler kurdu.

1973’te, Şili’deki Allende yönetimi, orduya karşı mücadeleye hazırlanan işçileri silahsızlandıracak şekilde, ordunun“üniformalı halk” olduğunu ilan etmişti. Sonuç, on binlerce cana mal olan kanlı bir askeri darbe ve Pinochet diktatörlüğüydü. Bir Tsipras hükümeti altında, Yunan işçi sınıfı benzeri tehlikelerle karşılaşacaktır.

Solculuk kisvesi altında işçi sınıfına saldıran bir Syriza hükümeti, ezilen toplumsal kesimlerin hayal kırıklığını ve öfkesini gerici bir yöne akıtmaya çalışacak olan Altın Şafak ile diğer faşist örgütlerin değirmenine su taşıyacaktır.

Dünya Sosyalist Web Sitesi, Yunanistanlı işçileri, Syriza’ya herhangi bir siyasi destek vermemeye çağırır. Bu seçimlerde, işçi sınıfının siyasi çıkarlarını temsil eden herhangi bir parti yoktur.

Syriza’nın programının şu ya da bu maddesini eleştiren ama ona oy verme çağrısı yapan sahte solcu küçük-burjuva örgütler, canice bir rol oynuyorlar. Onlar, işçileri silahsızlandırmakta ve artan tehlikenin sorumluluğunu paylaşmaktadırlar.

Onlar, Syriza’nın, kitlelerin sola dönüşünü yansıttığını söyleyerek ve işçi sınıfı tarafından ilerici politikalar uygulamaya zorlanabileceğini iddia ederek, yanılsamaları teşvik ediyorlar. Onlar, ayrıca, kendi yaratmış oldukları yanılsamalara rağmen, kitlelerle birlikte yürümek ve Syriza’yı desteklemek gerektiğini iddia ediyorlar. Böylesi oportünist ve hain politikalara karşı çıkanlar, “sekterler” olarak suçlanıyor.

Burada, taktiksel değil ama ilkesel meseleler söz konusudur. Syriza, sermayenin çıkarlarını temsil etmektedir. O, kapitalizm yanlısı bu tür örgütlerin kriz dönemlerinde her zaman yapmış olduğu gibi, işçi sınıfının baskısına, ödünlerle değil ama acımasız saldırılarla tepki gösterecektir.

Yunanistan’daki durum (ilerlemiş toplumsal ve siyasal kriz ile işçi sınıfının bağımsız bir perspektifinin olmaması), Yunanistan’da ve tüm Avrupa’da Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerini inşa etmenin önemini vurgulamaktadır.

Uluslararası Komite, işçi sınıfının devrimci sosyalist bir program temelinde uluslararası birliği uğruna mücadele eden tek partidir. Biz, ulusalcılığın her biçimine karşı olduğumuz gibi, Avrupa Birliği’ne de karşıyız.

Hedefimiz, işçi hükümetlerinin bankaları ve şirketleri kamulaştırdığı, istihbarat örgütlerini ve orduyu lağvettiği ve üretimi kapitalistlerin kar çıkarları için değil ama toplumsal ihtiyaç doğrultusunda örgütlediği bir Avrupa; Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’dir.