Britanya istihbaratı Westminster saldırganını tanıyordu

Londra’daki Westminster Köprüsü’ne ve Parlamento Binası’na yönelik, beş kişinin öldüğü ve en az 40 kişinin yaralandığı terör saldırıları konusunda birçok şey belirsiz kalmaya devam ediyor.

Saldırgan olduğu iddia edilen kişinin adının belirlenmesi, alışık olmadık biçimde, 24 saatten uzun sürdü. Kent şehrinde doğmuş olan ve West Midlands’da yaşadığı düşünülen 52 yaşındaki Britanya vatandaşı Halid Masood, olay sırasında öldürülmüştü.

O, Çarşamba günü öğleden sonra saat 3’te kiralanmış bir aracı Westminster Köprüsü’ne sürerek yayaları ezmiş ve bir kişinin Thames ırmağına atlamasına yol açmış; araç, sonradan Parlamento Binası’nın çevresindeki duvara çarpmıştı. Saldırgan, bunun ardında araçtan çıkarak kilitsiz bir kapıdan içeri girmeye kalkışmış, silahlı polisler tarafından vurulmadan önce, güvenlik görevlisi Keith Palmer’i ölümcül bir şekilde bıçaklamıştı. Saldırgan, sonradan hastanede öldü.

Parlamento saatlerce tecrit edildi ve silahlı polisler binayı ararken, Başbakan Theresa May apar topar güvenli bir yere alındı.

May, Salı günkü Avam Kamarası toplantısından önceki öğle yemeğinde, yalnızca, saldırganın tek başına davranan Britanya doğumlu bir erkek olduğunu doğruladı. O, sadece “çevredeki biri” olarak da olsa MI5 istihbarat örgütü tarafından tanınıyordu ama “güncel istihbarat bilgilerinde yer almıyordu.”

3.000 dolayında Britanyalının MI5’in terör karşıtı izleme listesinde yar aldığı düşünülüyor ama öyle görülüyor ki Masood onların arasında değildi. May, onun kimliğinin polis ve istihbarat örgütleri tarafından bilindiğini; “operasyon ile ilgili gelişmeler izin verdiğinde” kamuya açıklanacağını söyledi. O, “şiddet içeren aşırılıkçılık” ile bağlantılı olarak, daha önce MI5 tarafından soruşturulmuş.

Guardian gazetesine göre, Başbakanlık tarafından yapılan bir ilk açıklamada, onun bu tür kaygılar konusunda soruşturulduğu belirtiliyor ama bu soruşturmanın kim tarafından yapıldığı söylenmiyordu. May, bu kaygıların hangi temele dayandığını ya da söz konusu kişinin hiç tutuklanıp tutuklanmadığını belirtmemiş. Masood daha önce terörle bağlantılı saldırılardan değil ama saldırıdan, ceza gerektiren eylemden ve saldırı silahı bulundurmaktan hükümler giymiş.

Başbakanlığın açıklamasının derme çatma hali, May’in, saldırganın “İslamcı ideolojiden etkilenmiş” olduğu yönünde “yeterli varsayım” olduğu ama polisin “kamuya yönelik olası saldırılar düzenleneceğine inanmak için hiçbir nedeni yoktu” iddiasıyla vurgulanıyordu.

Polis, buna rağmen, Birmingham’da, Londra’da ve başka yerlerde en az altı yere baskın düzenledi ve 8 kişiyi tutukladı.

May, başka saldırılar olasılığına ilişkin “özel istihbarat”ın yokluğunda Britanya’daki güvenlik düzeyinin yükseltilmeyeceğini ve “ciddi” düzeyinde kalacağını belirtti. Tüm ülkede, “koruyucu önlem” olarak polis devriyeleri arttırılacak ve kentlerde silahlı polisler görev yapacaktı.

“Parlamentoların en eskisi”nin, teröristlerin “demokrasimizi susturma”ya yönelik girişimleri karşısında sinmeyeceği uyarısında bulunan ve Britanya’daki “demokrasi ve onun yarattığı değerler her zaman üstün gelecek” diyen May, bir Churchill pozu veriyordu.

Siyasi konuşmalarda bu tür korkuların kullanımında son derece tatsız bir şeyler var. Gerçek şu ki, Westminster’da toplanmış parlamenterler, muhtemelen şu anda ülkede en fazla güvenlik içinde olan insanlardır. Parlamento Binaları, beton bariyerlerle, engellerle ve ağır silahlı polislerle, Londra’daki en korunaklı binalardır.

Masood, muhafız Palmer’e, yalnızca bir yan giriş kilitsiz olduğu için saldırabilmiştir. Eğer o kapı açık olmasaydı, yalnızca arabasını değil, bıçağını da parlamento dışındaki insanlara yöneltecekti.

Çarşamba günkü trajedi, Almanya, Fransa, Belçika ve başka yerlerdeki örneği izlemektedir.

İstihbarat örgütleri tarafından bilinen tek bir eylemci, bir kamyon, otomobil, bıçak ya da bir başka basit silahı ölümcül biçimde kullandığı bir saldırı gerçekleştirmektedir. Kurbanlar, bir kez daha, sessizce günlük yaşamlarını sürdüren insanlardır.

Bunlar arasında, Çarşamba günkü olayda yaralanan, eşi ile birlikte 25. evlilik yıldönümünü kutlayan bir kolej çalışanı ve ABD’li turist olan Aysha Frade de vardı. Perşembe günü, ölenlerden beşincisinin 75 yaşında bir adam olduğu tespit edildi.

Hastaneye kaldırılan 12 Britanyalının yanı sıra, üç Fransız çocuk, iki Romanyalı, iki Yunanistanlı, bir İtalyan, bir Polonyalı, bir Alman, bir İrlandalı, dört Güney Koreli, bir Çinli ve bir ABD’li yaralandı.

May’in açıklaması, duvardan duvara medya haberleri gibi, bu olayın ardındaki gerçeği, nedenlerini ve sonuçlarını açığa çıkarmayı değil; örtbas etmeyi, kafa karıştırmayı ve nihayetinde her türlü tartışmayı susturmayı amaçlamaktadır.

Guardian’dan Jonathan Preeland, “Politikanın burçları, şimdi, öldürücü bir şiddet eylemi karşısında biz geri kalanlar kadar savunmasız bir insani yüze sahip.” diye yazıyordu.

O, Westminster, “Washington DC” ya da “Brüksel” gibi, “nefret edilen bir siyaset kurumu ya da mesafeli, aşırı güçlü hükümet”in kısa ve öz ifadesi idi, diye yazdı. Çarşamba günü bu değişmişti. Sevdikleri ile bağlantı kurmaya çalışan Avam Kamarası’nda “kilitlenmiş” parlamenterler ya da koruma Palmer’e kalp masajı yapan Muhafazakar Milletvekili Tobias Ellwood’un görüntüleri; bütün bunlar, parlamentonun “siyaset sınıfının yaygın biçimde küçümsenen kalesi değil; büro çalışanlarının, turistlerin, güvenlik görevlilerinin ve ziyaretçi öğrenci gruplarının olduğu gerçek bir yer olarak görülmesine” katkıda bulunmuştu.

İskoç Ulusal Partisi’nin önderi Nicola Sturgeon, bu tür gevezeliklerin amacını, terör eylemlerinden onları gerçekleştirenlerin sorumlu olduğunu vurgulayarak özetledi. İşçi Partisi’nin önderi Jeremy Corbyn, insanların “karanlık ve güçlük” dönemlerinde “nefret zehrini ve bölünmesini yenilgiye uğratmak” için nasıl birlikte durmaları gerektiğine ilişkin dindarca ve tatlı basmakalıp laflar ederken, Canterbury Başpiskoposu’nu aşıyordu.

Terör saldırılarının ardındaki siyasal ya da toplumsal itkileri göz önünde bulundurmayı reddetme, saygınlığını yitirmiş ve nefret edilen yönetici seçkinlere eski saygınlıklarını kazandırmaya ve onların savaşlarının İslamcı terörizmin gelişmesindeki rolünü bağışlamaya yönelik çabalarla el ele gitmektedir.

Londra’daki saldırı gerçekleştiği sırada, 68 ülkenin dışişleri bakanları, Irak’taki, Suriye’deki ve Libya’daki askeri müdahalelerini arttırmak için, ABD’de toplantıdaydılar. Ondan bir gün önce, ABD önderliğindeki bir hava saldırısında, IŞİD’in Suriye’deki başkenti Rakka’da bulunan bir okul binasının vurulduğu ve 33’ten fazla insanın öldürüldüğü haberi geldi. Günler önce, ülkenin kuzeybatısındaki bir camiye yönelik ABD hava saldırısında en az 52 kişi öldürülmüştü.

Britanya’nın bu saldırılara katılımı konusunda resmi bir açıklama olmamakla birlikte, parlamento, Aralık 2015’te, Britanya’nın Suriye’de hava saldırıları düzenlemesine izin vermişti.

Ayrıca, kendi çıkarlarına uygun olduğu için, Suriye’de, Libya’da ve Irak’ta İslamcı teröristleri finanse etme, silahlandırma ve eğitme konusunda ABD, Britanya, Suudi Arabistan ve başka devletler arasında ittifak söz konusudur. Bu pervasız eylemler, yalnızca terörizm tehlikesini arttırmamakta, küresel bir çatışma tehlikesi oluşturmaktadır. Ancak bu konular üzerinde herhangi bir tartışma kabul edilmiyor.

Bunun yerine, Britanya hükümeti, belirli havaalanlarından kalkan belirli havayolu şirketlerinde dizüstü bilgisayarların ve tabletlerin kabine alınmaması gibi anlamsız yeni “güvenlik” sınırlamalarını yaşama geçirmede Trump’ın Beyaz Saray’ını izliyor. Buna, daha fazla polis gücü için kulak tırmalayıcı talepler eşlik ediyor.

Rupert Murdoch’un Sun gazetesi, silahlı polis sayısında büyük artış talep ederken, Daily Mail, bu tür saldırıların “halkı koruma amacıyla, elektronik iletişimlerimizin gizlice dinlenmesi için resmi kurumlara yetki verilmesini reddetmeyi gitgide kötü” hale getirdiğini ileri sürüyor.

Freedland ile Corbyn’in birlik ve dayanışma çağrılarına gelince; gerçekte, bu saldırı, ABD’de, Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da ve başka yerlerde sürdürülmekte olan şiddetli Müslüman karşıtı kampanyayı anımsatan bir ortam yaratmak için kullanılıyor.

Daily Mail’de yazan Katie Hopkins, Londra “Müslüman bir belediye başkanı [İşçi Partili Sadık Khan) eliyle parlak tutulan ince bir uygarlık kaplamasının ardındaki bir gettolar kenti”dir diye yazdı. O, ülkede “ bizim kültürümüzü savunma yerine, bize katılmayı seçenlerin kültürleri ile yüzleşmekten kaçınmanın daha önemli olduğunu düşünenler” arasında yaşanan bir “savaş” tablosu çiziyordu.

Loading