Perspektif

Trump’ın Paris anlaşmasından çekilmesi: İklim değişikliğine sosyalist çözüm

Trump’ın Paris iklim değişikliği anlaşmasından çekilme kararı, yönetiminin bütünüyle gerici karakterine örnek oluşturan eylemlere ilişkin uzayan listedeki bir başka adımdır.

Trump’ın Perşembe günü yaptığı ve faşizan özel kalemi Stephen Bannon’ın damgasını taşıyan konuşmasındaki sahte popülist “Önce Amerika” söyleminin arkasında, şirket ve mali sektör aristokrasisinin doymak bilmez operasyonları üzerinde kısıtlama getiren hiçbir şeyin hoş görülmeyeceği savı bulunmaktadır. Eğer sonuçta Dünya zehirlenecek ve yanacaksa, varsın öyle olsun.

Trump’ın içerideki ve dışarıdaki rakipleri, bu fırsatı, çevre savunucuları pozu takınmak için değerlendirdiler. New York Times ile Washington Post’taki başyazılar, bunu, Trump’ın “uzağı görmeyen” ve “kendi kendini engelleyen” bir eylemi olarak adlandırdılar. Avrupa’da, İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Başkanı Emmanuel Macron, anlaşmanın yeniden müzakere edilmeyeceğini ilan eden ve “o [Paris anlaşması], gezegenimiz, toplumlarımız ve ekonomilerimiz için yaşamsal bir araçtır” diyen ortak bir açıklama yayınladı.

Ancak bu tür eleştiriler, Dünya’nın ısınmasını durdurmaya yönelik ciddi önlemler almak şöyle dursun, mevcut iklim değişikliği konusundan çok, egemen sınıfın farklı hizipleri arasındaki uluslararası ve yerel çatışmalar ile ilgilidir. Almanya’nın başını çektiği Avrupa devletleri, Trump’ın Paris anlaşmasından çekilmesini, büyüyen Atlantik ötesi bölünmenin ortasında kendi bağımsız ekonomik ve jeostratejik çıkarlarını ileri sürmeyi amaçlayan bir kampanyayı desteklemek için kullanıyorlar.

Ülke içinde, Trump’ın eylemlerine yönelik eleştiri, egemen sınıf içinde –dış politika konularına odaklanan– derin çatışmalarla kesişiyor. Brookings Enstitüsü’nden Samantha Gross, kararı ABD’nin küresel konumunun altını oyacak “çok büyük bir dış politika hatası” olarak adlandırdığında, genel bir temayı dile getiriyordu. O, “Çin, ABD’nin bırakıyor olduğu önderlik rolünü doldurmaya can atıyor olamaz mı?” diye kaygılanıyordu.

İklim değişikliği, acil eylem gerektiren gerçek bir tehdittir. Bu, 1990’daki ilk Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) raporundan beri bilinmektedir. Söz konusu rapor, küresel ısınmanın, sanayi ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan karbon emisyonlarının (öncelikle karbondioksit ve metan) atmosfere salınmasının sonucu olduğunu açıklıyordu. O zamandan beri, bilim kurullarının raporları, hep bir ağızdan, yıkıcı sonuçların yalnızca acil ve kapsamlı önlemler yoluyla önlenebileceğini ifade ediyorlar.

Yaklaşık 30 yıl önce öngörülmüş olan sorunlar çoktandır dışa vuruyor. Son 136 yılın kaydedilen en sıcak 17 yılından 16’sı, 2001’den bu yana meydana geldi. Daha güçlü sıcak hava dalgaları ve daha uzun süreli kuraklıklar, dünyanın dört bir yanında, tarımsal üretimi engelliyor. Amazon yağmur ormanları, 1998’de, 2005’te ve 2007’de, kuru ve sıcak hava nedeniyle büyük ölçekte yandı. Deniz seviyeleri, okyanusların ısınması ve suyun sıcaklığının artması sonucunda meydana gelen genleşme nedeniyle çoktandır yükselmeye başladı. Bu da kasırgaların ve tayfunların eşlik ettiği su baskınlarını şiddetlendirdi.

Mercanların renklerinin ağarması (yüksek okyanus sıcaklıklarının ve asit düzeyinin mercanlar üzerindeki etkisi), daha şimdiden, gezegenin besin zincirinin ve genel ekolojik dengenin asli bir parçası olan Büyük Set Resifi’nin neredeyse yarısının kökünü kazımış durumda. Antarktika ile Grönland’daki buzullar okyanusa düşmek üzere ki bu, doğrudan deniz seviyelerini yükseltecek ve hava koşullarını dünya çapında altüst edecek. Hayvan türleri, doğal ortamlar aniden değiştiği ya da daha sıcak iklimlerde gelişen yeni hastalıklar başladığı için yok oluyor.

Durumun ciddiyeti, kapitalist devletlerin üzerinde anlaştığı önlemlere sert bir şekilde başkaldırıyor. Medyada sözü geçtiğinde genellikle “dönüm noktası” sözcüğü ile birlikte kullanılan Paris anlaşması, gerçekte işlevsizdir. Küresel sıcaklık artışının mevcut ısınma düzeyinin iki katından biraz fazla, 2 derecenin altında tutulması yönündeki belirlenmiş hedefiyle Paris anlaşması, bağlayıcı olmayan vaatlerden oluşmaktadır.

Anlaşmanın kabul edildiği 2015’te, önde gelen iklim bilimcisi James Hansen, onu, yerinde bir şekilde, “sahtekarlık” ve “hile” olarak nitelemişti. Paris anlaşmasının ExxonMobil gibi enerji şirketleri dahil başlıca şirket devlerinin desteğine sahip olması, onun gerçek karakterine ilişkin her şeyi anlatmaktadır.

Paris anlaşmasının yerini aldığı 1997 Kyoto Protokolü de yetersizdi ama o, ABD’nin başını çektiği büyük kapitalist güçler onun bağlayıcı hedeflerini reddettiği için başarısız olmuştu. İklim değişikliği tehlikesi üzerine süslü konuşmalar yapmayı seven dönemin başkanı Barack Obama, Paris mutabakatı öncesindeki görüşmelere katıldığında, ABD’nin herhangi bir yeni iklim anlaşmasına yasal olarak bağlanmak zorunda olmadığı konusunda ısrar etmişti.

İklim değişikliğinin üstüne ciddi bir şekilde gitmek için, ekonomik yaşamın küresel ölçekte kapsamlı bir şekilde yeniden örgütlenmesi gerekmektedir. Enerji üretiminin yapısı fosil yakıtların kullanımından yenilenebilir enerjiye dayanan bir temele dönüştürülmelidir. Bu, trilyonlarca doların savaşta ve dünya milyarderlerinin kendilerini zenginleştirmesinde heba edilmesi yerine, altyapıya, mevcut teknolojilerin geliştirilmesine ve yeni düşüncelerin araştırılmasına kapsamlı bir fon akışını kapsayan uluslararası bir çabayı gerektirir.

Dünya halklarının yaşam standartlarını ve yaşam kalitesini arttırırken bu sorunları çözecek teknoloji mevcuttur. Ancak bunu hayata geçirmek, kapitalist sistem çerçevesi içinde mümkün değildir.

İklim değişikliğinin üzerine gitme çabaları, dünya kapitalist sisteminin iki temel çelişkisi ile çatışma içine girmektedir. Bunlar, küresel bir ekonomi ile dünyanın rakip ulus-devletlere bölünmüşlüğü ve toplumsallaşmış üretim ile ekonomik yaşamın özel kar birikimine tabi kılınması arasındaki çelişkilerdir.

İnsanlığın, kendi eylemlerinin küresel iklim koşulları üzerinde kapsamlı bir etkiye sahip olduğu noktaya gelmiş olması, üretici güçlerin gelişmesinin devasa etkisinin bir ifadesidir. Ancak bu üretici güçler, ömrünü doldurmuş, akıldışı bir sosyo-ekonomik sistem içinde kapana kısılmış kalmaya devam ediyor. Onların akılcı ve bilimsel bir temelde daha fazla gelişmesi, toplumsal ilişkilerin tamamen yeniden örgütlenmesini gerektirmektedir.

Kapitalist sistemin iklim değişikliğinin üzerine gitmek üzere ciddi önlemler alınmasını engelleyen çelişkileri, aynı zamanda, tüm gezegeni tehdit eden emperyalist savaşa ve yoksulluğun, işsizliğin ve toplumsal eşitsizliğin büyümesine de yol açıyor. Bunlarla beraber, bu çelişkiler, bütün dünyada işçileri siyasi olarak radikalleştiriyor.

İklim değişikliği, insanlığın karşı karşıya olduğu tüm diğer büyük sorunlar gibi, özünde sınıfsal bir sorundur. Küresel ısınmanın etkisinin asıl yükünü işçi sınıfı çekecektir. İşçi sınıfı, kendisini nesnel olarak giderek artan bir şekilde uluslararası bir sınıf olarak tanımlamaktadır. İşçi sınıfının toplumsal çıkarları kapitalizmin yıkılmasında, üretimin özel mülkiyetinin lağvedilmesinde ve güvenli ve sağlıklı bir çevre dahil olmak üzere insan ihtiyaçlarının karşılanmasını temel alan bir ekonomik sistem kurulmasındadır.

Küresel ısınmanın oluşturduğu tehlikelerin üzerine, yalnızca, uluslararası işçi sınıfının anarşik ve çağdışı kapitalist üretim biçimine karşı siyasi mücadelesi yoluyla gidilebilir. Yalnızca bu yolla, dünya ekonomisi akılcı ve bilimsel olarak yeniden örgütlenebilir ve çevresel felaket önlenebilir. Kısacası, iklim değişikliğinin çözümü, sosyalizmdir.

Loading