Katar’a karşı Suudi saldırısı ve jeopolitik çatışmanın küresel yoğunlaşması

Mısır ve en yakın Körfez devleti müttefikleri tarafından desteklenen Suudi Arabistan, enerji zengini küçük komşusu Katar’a karşı diplomatik ve ekonomik bir saldırı başlattı. Bu saldırı, emirliği, Suudilerin İran’a karşı savaşçı duruşu ve Mısır’daki askeri rejime sınırsız destek dahil diğer yağmacı politikaları ile tamamen aynı çizgiye girmeye zorlamayı amaçlıyor.

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ay Riyad’ı ziyaret ettiğinde, Suudi otokrasisine ve onun İran’a karşı bir Sünni-Arap askeri koalisyonu oluşturma planına tam destek vermişti.

Bu destek, Suudi-Katar cepheleşmesi üzerine Batı kaynaklı haberlerde bile kabul edildiği gibi, Suudi Arabistan’a “cesaret verdi.” Pazartesi günü, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Yemen, Katar’a karşı, yalnızca savaşa varmayan bir dizi önlem ilan ettiler.

Bu önlemler, Katar ile tüm diplomatik ilişkilerin, yolculukların ve ekonomik bağların kesilmesini; tüm Qatar Airway uçuşları dahil Katar uçaklarının bu ülke hava sahalarını kullanma hakkının reddedilmesini; limanlarının bütün Katar gemilerine kapatılmasını ve Katar merkezli al-Jazeera’nin bu ülkelerdeki yayınlarının durdurulmasını kapsıyor.

Suudi Arabistan ve onun en yakın Körfez müttefikleri, ayrıca, Katar ile sınırlarını kapatıyor ve halen bu ülkelerde olan bütün Katar yurttaşlarının iki hafta içinde ayrılması talimatı veriyor.

Bu önlemler, emirliğin ekonomisini durdurma tehdidi yaratmaktadır. Tek kara sınırı Suudi Arabistan ile olan, üç tarafı denizlerle çevrili Katar, bu ülkeden gelen gıda sevkiyatına aşırı derecede bağımlı. Haber ajansları, kent sakinleri raflarını ve buzdolaplarını doldurmaya uğraştığı için Doha’daki süpermarketlerde uzun kuyruklar oluştuğunu bildiriyor. Katar’da yaşayan 2,3 milyon insanın yüzde 80’i yurttaş olmayan yabancı işçilerden oluşuyor.

2014’te, Suudiler ve birkaç müttefiki, Riyad, Katar emirliğinin Mısır’daki seçilmiş cumhurbaşkanı ve Müslüman Kardeşler’in önderi Muhammed Mursi’yi deviren askeri darbeye olan muhalefetine son derece öfkelendiği için, Katar ile olan diplomatik ilişkilerini askıya almışlardı.

Şimdiki anlaşmazlık, Suudilerin Katar ekonomisini boğazlamakla tehdit eden bir ekonomik abluka uygulamasında görüldüğü gibi, niteliksel olarak farklı bir karakter taşıyor.

Katar, Suudi Arabistan’ı kendisini “vesayet”e tabi tutmaya, yani bir tabi devlet konumuna düşürmeye çalışıyor olmakla suçluyor ki bu nedensiz değil.

Suudiler ise, Katar’ı, uzun süredir İran’a yaptıkları gibi, “terörizm”i desteklemekle suçluyorlar. Onlar, Katar’ın Bahreyn’deki kraliyet ailesine yönelik muhalefeti, Yemen’deki Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan’ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklediğini iddia ediyorlar. Katar bu iddiaları şiddetle reddediyor.

Riyad, Katar’ı Suriye’de IŞİD ile işbirliği yapmakla da suçluyor. Gerçekte, her iki şeyhliğin, çoğu IŞİD’de bir araya gelmiş olan çeşitli gerici İslamcı güçleri finanse etmeye, örgütlemeye ve silahlandırmaya yardım eden egemen aileleri, Suriye’deki rejim değişikliği savaşında önemli bir rol oynamışlardır.

Suudi Arabistan’ın en önemli hedefi, Katar’ı, bölgesel etki için başlıca rakibi olarak gördüğü İran ile arasına mesafe koymaya zorlamaktır.

Katar İran’la, Basra Körfezi’ndeki büyük Güney Pars doğalgaz sahasının ortak geliştirilmesini kapsayan yoğun ekonomik bağlar geliştirmiş durumda. Katar, Pazartesi günü çıkarılana kadar, Riyad’ın görünüşte terörle mücadele etmek için kurduğu ama giderek daha açık bir şekilde, ağırlıklı olarak Şii olan İran’a karşı savaşmaya yönelik bir Sünni Arap ittifakı biçimi almış olan uluslararası koalisyon İslami Askeri İttifak’ın gönülsüz bir üyesiydi.

Haberlere göre Katar, geçtiğimiz hafta sonu, Suudileri yatıştırmak amacıyla, İran ile bağlantılı Filistinli İslamcı grup Hamas’ın birkaç liderine ülkeyi terk etme emri verdi. Ancak Suudiler, buna, ‘iş işten geçti’ muamelesi yapıyorlar.

Suudilerin, önümüzde günlerde veya haftalarda, Katar’ı askeri harekat ile tehdit etme olasılığı dışlanmamalı. Yemen’de, ABD’nin lojistik desteğiyle, sürekli büyüyen bir insani felakete yol açan bir savaş sürdüren Suudiler, 2011’de, halkın otokratik rejimi devirmesini önlemek için, Bahreyn’e yönelik bir askeri müdahaleye önderlik etmişlerdi.

Katar’a yönelik Suudi saldırganlığının Tahran’ı zayıflatacağını hesaplayan İsrail, bu son gelişmeyi memnuniyetle karşıladı. Siyonist egemen çevreler, aynı Suudiler gibi, İran’ı başlıca stratejik rakipleri olarak görüyorlar.

Trump ve onun yönetiminin başındaki generaller grubu, Washington’ın İran’ı topun ağzına koyduğunu defalarca, açık bir şekilde göstermiş durumda. ABD siyaset kurumu içinde İran ile yapılmış nükleer anlaşma üzerine ciddi farklılıklar devam ederken, Demokratlar, ABD’nin Tahran’a karşı kapsamlı ekonomik yaptırımları sürdürmesini ve onu askeri harekatla tehdit etmesini, en az Cumhuriyetçiler kadar destekliyorlar.

Bununla birlikte, ortada, Washington’ın, Riyad’ın Katar’a karşı harekete geçmesini teşvik etmek şöyle dursun, bunu istediği izlenimi uyandıran bir şey yok.

Katar, ABD Merkez Komutanlığı’nın karargahı, dolayısıyla, ABD’nin Afganistan’daki, Irak’taki ve Suriye’deki savaşları için çok önemli bir konaklama bölgesi ve İran’a karşı savaş planlamasının kumanda merkezdir. Öte yandan, Katar karşıtı koalisyonun parçası olan Bahreyn de ABD 5. Filosu’na ev sahipliği yapmaktadır.

New York Times, Washington’ın Körfez’deki müttefikleri arasında tırmanan çatışmanın, “Amerika Birleşik Devletleri ordusu için taze ve hoş olmayan yeni bir sorun oluşturuyor” olduğundan yakındı.

Suudilerin Mısır’daki ABD destekli askeri yönetimin desteğiyle Washington’dan bağımsız olarak hareket etmiş olması, Amerika’nın Ortadoğu halklarını tehdit eden savaşlardaki ve savaş tehditlerindeki sorumluluğu bir yana, Suudi rejiminin artan saldırganlığındaki baş sorumluluğunu hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz.

Tersine, Katar’a yönelik Suudi saldırısı, ABD emperyalizminin pervasız ve kundakçı rolüne ilişkin önemli bir uyarı işlevi görmelidir. ABD, ekonomik gücündeki gerilemeyi saldırganlık ve savaş yoluyla dengeleme yönelimi içinde, sadece hayatta kalmak dahil kendi gerici çıkarlarının peşinde koşan her türlü sağcı, kriz içindeki rejimi silahlandırıyor ve “teşvik ediyor”. Bu gerici rejimler, hızla ABD’yi ve diğer dünya güçlerini kanlı-bıçaklı hale getiren bir askeri çatışmaya dönüşecek bir krizi kışkırtacak şekilde, rakiplerine saldırabilirler.

En az bunun kadar önemli olan, Katar ile Suudi Arabistan arasındaki ani çatışmanın, tüm bölgede hüküm süren ve başlıca emperyalist ve büyük devletler arasındaki çatışmalarla her zamankinden daha çok sarmalanmış olan patlayıcı jeopolitik gerilimlere işaret etmesidir.

Gerçek şu ki, Washington’ın 1991’den beri Ortadoğu’da giriştiği, milyonlarca insanı öldüren, milyonlarcasını sığınmacı haline getiren, giderek daha büyük alanları savaşın ve yıkımın içine çeken bir dizi yağmacı savaş, tüm toplumları paramparça etmiştir. Bunların birikmiş etkisi, Fransa ve Britanya emperyalizminin Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bölgeye dayattığı devlet sisteminin fiilen çökmesine neden olmuş ve Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı uğruna yeni bir mücadeleye yol açmıştır.

Suriye’deki gelişmeler, Ortadoğu’nun yeniden paylaşımının zaten başlamış olduğunu en açık şekilde gözler önüne sermektedir. Suriye’deki savaş, sözde IŞİD’e karşı ortak bir mücadele iken, her biri kendi stratejik çıkarlarının peşinde koşan bir sürü büyük ve bölgesel gücü (ABD, Rusya, Fransa, Almanya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail vd.) içine çekmiş durumda. ABD emperyalizmi için, Suriye, Rusya’ya ve İran’a karşı askeri-stratejik saldırganlığında son derece önemli bir cephedir.

Alevler içinde olan sadece Suriye değil, tüm bölgedir. Ortadoğu’nun dünyanın en önemli petrol üreten bölgesi olarak ekonomik önemi ve Avrupa, Asya ve Afrika arasındaki bağlantı noktası olarak merkezi coğrafi konumu göz önünde bulundurulduğunda, tüm emperyalist ve büyük güçler, kendi çıkarlarını ileri sürmek için giderek artan oranda müdahale etmeye zorlanıyorlar.

ABD, İran’a karşı yönelimine kendi dünya stratejisi prizmasından bakmaktadır. Bu strateji, Çin’in İran ile bir stratejik ortaklık kurmak için Avrasya ekonomik koridorları oluşturma planlarını geliştirmesini engelleme ve Avrupa sermayesinin İran pazarını ve petrol imtiyazlarını ele geçirmede Amerika’nın bileğini bükmesini önleme gereksinimini kapsamaktadır.

Troçki’nin geçtiğimiz yüzyıldaki ikinci emperyalist dünya savaşı öncesinde belirttiği gibi, büyük devletlerin savaş haritalarının tek alternatifi, sınıf mücadelesi haritasıdır. Rakip emperyalist seçkinlerin doğal kaynaklar, pazarlar ve stratejik üstünlük uğruna yıkıcı mücadelesine verilebilecek tek yanıt, uluslararası işçi sınıfının savaşa ve ömrünü doldurmuş kapitalist toplumsal düzene karşı uluslararası seferberliğidir.

Loading