Savaşa karşı siyasi mücadele ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sri Lanka) Birinci Ulusal Kongresi’nin perspektif kararı

Aşağıdaki karar, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sri Lanka) 27-30 Mart 2015’te düzenlenen birinci ulusal kongresinde oybirliğiyle kabul edildi. Bu karar, partinin artan emperyalist savaş ve toplumsal karşı-devrim tehdidine karşı Sri Lanka’daki ve Güney Asya’daki mücadelesinin ana dayanağıdır.

1. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP) bu ilk ulusal kongresi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) 9 Haziran 2014’te yayımlanan “Sosyalizm ve Emperyalist Savaşa Karşı Mücadele” başlıklı kararını bütünüyle onaylar. Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasından 100, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından 75 yıl sonra, emperyalizm insanlığı felakete sürüklüyor. O kararda, “Yeni bir emperyalist kan banyosu, yalnızca mümkün değil; uluslararası işçi sınıfının Marksist bir program temelinde müdahale etmemesi durumunda, kaçınılmazdır.” deniyordu. Bu kongre kararı, DEUK’un kararının SEP’in Sri Lanka’daki siyasi görevlerine çevirisidir.

2. Savaş yöneliminin temel nedeni, kapitalizmin, küresel ekonomi ile dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüşlüğü ve üretim araçlarının özel mülkiyeti ile toplumsallaşmış üretim arasındaki temel çelişkilerinin patlamasıdır. Bu çelişkiler, kapitalizmin, Lehman Brothers’ın 2008’deki çöküşünün ardından kötüleşen krizinin ortasında, niteliksel olarak derinleşmiştir. Ekonomik durgunlukla ve şiddetli mali istikrarsızlıkla karşılaşan egemen sınıflar, kendilerini, dışarıda rakipleri, içeride ise işçi sınıfı zararına bu krizden çıkarmaya çalışıyorlar. Savaş yönelimi, her ülkede, kemer sıkma ve polis devleti baskısı gündemi ile ilişkilidir.

3. Dünya kapitalizminin krizinin merkezinde olan ABD emperyalizmi, tarihsel gerilemesini askeri güç eliyle dünya egemenliği uğruna pervasız bir yönelimle dengelemeye çalıştığı için, jeo-politikadaki başlıca istikrarsızlaştırıcı etmendir. Küresel çatışmaya doğru hızlanan sürükleniş, emperyalist kışkırtmaların, müdahalelerin ve savaş tehditlerinin birbirini izlediği bir hızla damgalanıyor. Kiev’de Şubat 2014’te ABD ve onun Avrupalı müttefikleri tarafından planlanıp düzenlenmiş olan faşistler önderliğindeki darbenin ardından Ukrayna üzerine Rusya ile yaşanan cepheleşme devam ediyor ve ABD Irak’ta ve Suriye’de yani savaşlar başlatmış durumda. Avrasya’nın ve onun insan ve maddi kaynaklarının zapt edilmesi ve kontrolü, Washington’ın planlarında merkezi bir yere sahiptir. ABD’nin Doğu Avrupa’ya girmesine, “Asya’ya dönüş” (Çin’e karşı savaşa hazırlık amacıyla kapsamlı bir diplomatik atak ve askeri yığınak) eşlik ediyor. Bu anlaşmazlıklar, insanlığı nükleer bir felakete sürükleyen gerçek bir çatışma tehlikesi oluşturmaktadır.

4. Tüm emperyalist güçler savaşa hazırlanıyorlar. Her ne kadar şimdilik ABD ile uyum içinde davranıyorlarsa da, onların ekonomik ve stratejik çıkarları farklıdır. Mevcut koalisyonlar, emperyalistler arası bir çatışmanın ve savaşın tohumlarını içermektedir. Son dünya savaşının yenilgiye uğratılmış güçleri (Almanya ve Japonya) savaş sonrası kısıtlamaları hızla ortadan kaldırıyor ve yeniden askerileşiyor. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Almanya’nın “Avrupa’da ve küresel ölçekte, ekonomik ağırlığına ve etkisine uygun bir rol oynaması” gerektiğini açıkça ilan etti. Japon hükümeti, ülkenin savaş sonrası anayasasını “kolektif özsavunma”ya (gerçekte saldırı savaşları yürütmeye yönelik askeri ittifaklar kurulmasına) izin verecek şekilde “yeniden yorumladı.”

5. Emperyalistler arası rekabetin artmasına, geri kalmış ülkeleri şu ya da bu büyük gücün çıkarlarına tabi kılan sömürgeci egemenlik biçimlerinin yeniden canlanması eşlik ediyor. 2001’de Afganistan’ın, 2003’te Irak’ın ABD önderliğinde istila edilmesi dünyayı rakip etki alanlarına bölerken, Avrupalı emperyalistler tarafından 19. yüzyılda gerçekleştirilmiş olan fetih savaşlarını hatırlatıyor. Diğer emperyalist güçler, bu fırsatı, kendi etki alanları üzerinde egemenlik iddiasında bulunmak için değerlendirdi. Libya lideri Muammer Kaddafi’yi devirme savaşında ABD’yi, Britanya’yı ve diğer müttefikleri destekleyen Fransa, Afrika’da Çad’ı, Mali’yi, Fildişi Sahilleri’ni ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ni kapsayan çok sayıda askeri müdahalede bulundu. Bu kapışmaya, Doğu Timor’a ve küçük Pasifik adalarına yönelik müdahalelerle, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi daha küçük güçler de katıldı. Hiçbir ülke, emperyalist entrikadan, provokasyondan, tehditlerden ve askeri saldırıdan bağışık değil. Ulusal egemenlik ilkesinin yerini, yerkürenin dört bir yanındaki emperyalist müdahalelere insani bir bahane üretmek için çok kullanışlı bir araç olan “koruma sorumluluğu” almış durumda.

6. Üçüncü bir dünya savaşı felaketini yalnızca uluslararası işçi sınıfı durdurabilir. SEP, DEUK’un kararı doğrultusunda ve uluslararası kardeş partileri ile işbirliği içinde, Güney Asya’da ve tüm dünyada savaş karşıtı bir işçi sınıfı hareketinin inşasını siyasi faaliyetinin merkezine koyar.

Sri Lanka ve “Asya’ya dönüş”

7. Yerkürenin her köşesi, pazarlar, kaynaklar, ucuz emek ve stratejik üstünlük uğruna emperyalistler arasında yaşanan rekabete saplanıyor. Sri Lanka bir istisna değildir. ABD’nin Ocak 2015 seçimlerinde Sri Lanka’da gerçekleştirdiği ve Mahinda Rajapakse’nin devlet başkanlığından ayrılmasıyla sonuçlanan rejim değişikliği operasyonu, Asya’daki ve tüm dünyadaki işçiler için bir uyarıdır. Bu operasyon, ABD Başkanı Barack Obama’nın Çin ile diplomatik, ekonomik ve askeri alanlardaki cepheleşmesinin ve savaş hazırlıklarının artan hızının bir işaretidir. Şimdi ABD’nin Dışişleri Bakanı olan John Kerry, 2009’da, ayrılıkçı Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları’nın (LTTE) yenilgisinin ardından, “ABD Sri Lanka’yı yitirmeyi göze alamaz” tespiti yapan bir Senato komitesi raporunun yazarlarından biriydi. Washington, beş yıldan beri, hükümeti Çin’e yanaşmaktan vazgeçirmeye yönelik bir “insan hakları” kampanyası başlatmak için, Sri Lanka ordusunun -daha önce görmezden geldiği- savaş suçlarını sinik bir şekilde açığa vuruyordu. 2014’e gelindiğinde, ABD, Rajapakse’nin Pekin ile ilişkilerini daha fazla hoş görecek durumda değildi ve onun ekarte edilmesine yeşil ışık yaktı.

8. Maithripala Sirisena’nın yönetimden ayrılmasını, iktidardaki koalisyonda yaşanan bölünmeleri ve ABD yanlısı Birleşik Ulusal Parti (UNP) ile diğer muhalefet partilerinin desteğini planlayıp uygulamada, Washington ile sıkı bağlara sahip olan eski devlet başkanı Chandrika Kumaratunga önemli bir rol oynadı. Aralarında Öncü Sosyalist Parti’nin (FSP) de bulunduğu bütün sahte sol örgütler, şu ya da bu biçimde “ortak muhalif aday” Sirisena’nın arkasına yedeklendiler ve Rajapakse’nin bu uzun süreli suç ortağının işçiler için demokratik bir alternatif oluşturduğu yalanını desteklediler. Gerçekte o, egemen sınıfın, Rajapakse ile yakın çevresi tarafından kenara itilmiş olmalarına kızgın ve asıl olarak da Washington ile herhangi bir çatışmanın sonuçlarından korkan kesimlerini temsil etmektedir. Rajapakse’nin, kendisini halkın savunucusu ve bir “uluslararası komplo”nun kurbanı gibi göstermeye çalışarak Sinhala popülizmine başvurmaktan başka yanıtı yoktu. Rajapakse, yalnızca emekçilerin sosyal ve demokratik haklarına yönelik acımasız saldırının sorumlusu değildi. O, Çin’den yardım ve yatırım peşinde koşarken bile, ABD ile askeri bağları güçlendirerek, başlıca komplocuyu (Washington) yatıştırmaya çalışıyordu. Sonuçta Rajapakse seçimi kaybetti ve iktidarı bıraktı. Bununla birlikte, eğer o kazansaydı, çeşitli toplumsal tabakaları, özellikle de üst orta sınıf kesimleri “çalınan seçim”i kınamak ve onu iktidardan uzaklaştırmak için harekete geçirecek tam anlamıyla bir “renkli devrim”in zemini oluşturulmuştu.

9. Yeni seçilmiş olan Sirisena, hemen, dış politikada ülkenin “uluslararası toplumdan yalıtılmışlığına” son verecek (başka sözcüklerle ifade edersek, Washington’a ve onun stratejik ortaklarına, özellikle Hindistan’a kucak açacak) önemli bir değişikliği ilan etti. Bunun işçi sınıfı açısından sonuçları kapsamlıdır. Sri Lanka’nın Hint Okyanusu’ndaki deniz ulaşım yollarının kesiştiği konumu, onu her zaman stratejik olarak değerli kılmıştır. Ada, Pentagon’un stratejistleri için son derece önemlidir. Onlar, Çin’e, Afrika’dan ve Ortadoğu’dan enerji ve hammadde tedarikini kesilerek ekonomik abluka uygulanmasını, savaş planlarının önemli bir bileşeni olarak değerlendiriyorlar. ABD emperyalizmi, Asya’ya her zamankinden daha saldırgan biçimde müdahale ederken, Sri Lanka’dan, yalnızca Çin’e karşı askeri hazırlıkları için değil ama bölgedeki diğer hükümetlere yönelik entrikaları ve işçi sınıfını hedefleyen karşı-devrimci müdahaleleri için de yararlanmaya çalışacaktır. Britanya, benzeri amaçlar uğruna, Sri Lanka’yı Britanya Hindistanı’na katmak yerine ayrı bir Kraliyet sömürgesi olarak korumuştu. Sri Lanka, Singapur’un II. Dünya Savaşı’nda Japon güçlerinin eline geçmesinin ardından, Güneydoğu Asya’daki askeri operasyonlar için Müttefik karargahı olarak önemli bir rol oynamıştı.

10. Rajapakse’nin ekarte edilmesi, ABD dış politikasında 2008 küresel mali krizinin ardından yaşanan çok daha kapsamlı değişimin bir parçasıdır. Obama’nın “Asya’ya dönüş”ü, Amerikan egemen çevreleri içindeki, önceki Bush yönetiminin ABD ordusunu Afganistan’daki ve Irak’taki savaşlarda açmaza sürüklemesine ve Çin’in ekonomik yükselişini ve artan etkisini göz ardı etmesine yönelik eleştiriyi yansıtıyordu. ABD, geçtiğimiz beş yıl boyunca, Pekin’in etkisini azaltmak, kendi hakimiyetini yeniden ileri sürmek ve Çin’e karşı savaşa hazırlanmak için dolaplar çevirirken, tüm bölgedeki gerilimleri pervasızca kışkırtmıştır. Rajapakse, Washington’ın oyununa gelen ilk kişi değil. ABD, 2010 yılı ortalarında, her ikisi de Pekin ile çatışma yerine uzlaşma öneren Japonya Başbakanı Yukio Hatoyama’nın ve Avustralya Başbakanı Kevin Rudd’un görevden alınmasını tezgahlayarak, iki önemli müttefiki ile ilişkilerini yeniden biçimlendirmişti. 2014’te, ABD savaşının küresel karakteri belirginleşti. Rusya ile Ukrayna üzerine anlaşmazlık sürer ve ABD Ortadoğu’da yeni bir savaş başlatırken, Obama, Avustralya’daki G-20 zirvesinde, saldırgan bir şekilde, “Asya’ya dönüş”ü yeniden doğruladı. O, tüm Hint-Pasifik bölgesindeki Amerikan askeri konuşlandırmalarına, üs anlaşmalarına ve stratejik anlaşmalara ilişkin uzun bir listeyi sıraladıktan sonra, ABD’nin geçmişte bölgeye “kan ve servet” yatırmış olduğunu ve dolaylı olarak bunu bir kez daha yapacağını açıkladı.

11. ABD stratejistleri artık bir Hint-Pasifik bölgesine işaret ederken, Washington Hint Okyanusu’nu, Çin’i yalıtma ve kuşatma planlarında yaşamsal öneme sahip bir yer olarak görüyor. Onlar, her şeyden önce, bir zamanlar “Britanya İmparatorluğu’nun tacındaki mücevher” olan dünyanın en fazla nüfusa sahip ikinci ülkesi, en büyük dördüncü ekonomisi (satınalma gücü paritesi açısından) ve Çin’in uzun süreli rakibi Hindistan’ı ABD emperyalizminin yağmacı gündemine tabi kılmayı amaçlıyorlar. 2004 yılındaki bir CIA raporu, Hindistan’ı, dünya jeo-politikasındaki “en önemli çekişme bölgesi” olarak tanımlamıştı. ABD’nin, çok sayıda düşünce kuruluşu araştırmasında ve ABD’li önderlerin Asya “demokrasileri”nin ortak değerleri hakkındaki saçma söylemlerinde belirtilen stratejik amacı, Hindistan’ı, Japonya’yı, Avustralya’yı da kapsayan ABD önderliğindeki Çin karşıtı ittifakın dördüncü ayağı yapmaktır. Washington, bu amaca ulaşmak için, sinik bir şekilde, Hindistan’ın bir “dünya gücü” haline gelmesine “yardımcı” olmayı önerdi ve Yeni Delhi ile Hindistan’ın Çin’le rekabetini körükleyen bir “küresel stratejik ortaklık”a girdi. Washington, 2006 yılında görüşülmüş ve 2008’de yürürlüğe girmiş olan Hindistan-ABD sivil nükleer anlaşması doğrultusunda, Hindistan’ın ileri sivil nükleer teknolojiye erişimini ve yurt dışından uranyum almasını güvence altına almış; böylece, Yeni Delhi’nin nükleer silah geliştirmeye yönelik yerli nükleer programı üzerinde yoğunlaşmasına olanak sağlamıştır. Pentagon, şimdi, Hindistan ile yılda 50’den fazla (bütün diğer ülkelerden çok) ortak askeri tatbikat düzenliyor. Son birkaç yıldır, ABD’nin Hindistan’a silah satışları, Yeni Delhi’nin geleneksel silah sağlayıcısı olan Rusya’nınkileri geçmiş durumda. ABD, Hindistan’ın açık deniz donanması oluşturma ve Hint Okyanusu’nda önemli bir polislik rolü üstlenme planlarını hızla uygulamaya teşvik ediyor. Bu yağcılığa, Yeni Delhi’nin ABD’nin stratejik hedeflerine uygun davranmasına yönelik sürekli artan talepler eşlik ediyor. ABD, nükleer anlaşmanın “bedeli” olarak, Hindistan’ı, kendisinin İran’a yönelik yaptırımlarını ve tehditlerini desteklemeye razı etti ki bu, İran doğalgazını Pakistan üzerinden Hindistan’a taşıyacak bir “barış” boru hattı yönündeki planlarından vazgeçmeyi de kapsıyor. ABD’nin Hindistan karşısındaki stratejisine onun Çin’in yükselişini engelleme kararlılığı yön verirken, Washington, aynı zamanda, Yeni Delhi’nin Moskova ile onlarca yıllık stratejik ortaklığını bozmayı ve nihayetinde ortadan kaldırmayı amaçladığını da bildiriyor.

12. ABD’nin Güney Asya’yı Avrasya üzerinde stratejik egemenlik elde etme yönelimi için önemli bir gösterim alanı haline getirme mücadelesi, zaten patlayıcı siyasal, ulusal-etnik ve topluluksal anlaşmazlıklarla bölünmüş bir bölgeyi alevlendiriyor. Bu, son derece kaygı verici şekilde, her ikisi de nükleer silah sahibi olan Hindistan ile Pakistan arasındaki güç dengesini bozmakta ve Güney Asya’daki silahlanma yarışını tetiklemektedir. ABD’nin, Japonya’nın ve müttefiklerinin yaptıkları kurlarla cesaretlendirilmiş olan Hindu üstünlükçüsü Bharathiya Janatha Partisi (BJP) önderliğindeki yeni hükümet, İslamabad ile “oyunun kuralları”nı değiştirme niyetinde olduğunu resmen bildirdi. Pakistan, kendi adına, Hindistan ile arasında sürekli büyüyen askeri ve ekonomik uçurumu kapatmak için, “savaş alanı” taktik nükleer silahlarla ilerliyor. ABD’nin Hindistan’ı kendi yağmacı çıkarlarına ve arzularına her zamankinden sıkı biçimde tabi kılma yöneliminin jeopolitik ve askeri-stratejik mantığı, İslamabad’ı ve Pekin’i kendi uzun süreli askeri ortaklıklarını güçlendirmeye zorluyor. Böylece, ABD-Çin anlaşmazlığı, giderek artan bir şekilde, Hindistan ile Pakistan arasındaki patlamaya hazır rekabetle (bu, üç resmi savaşa ve çok sayıda savaş krizine yol açmış bir rekabettir) her ikisine de yeni bir patlayıcı boyut kazandıracak şekilde iç içe geçiyor. Hindistan ordusunun askeri planları, zaten, bu ülkenin eş zamanlı olarak Çin’e ve Pakistan’a karşı savaşmasını öngörmektedir. Washington’ın Güney Asya’daki kendi saldırgan eylemlerinin kundaklayıcı etkisine yönelik ilgisizliği, Anthony Cordesman tarafından yazılmış ve Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanmış olan bir raporda örnekleniyordu. Rapor, Hindistan ile Pakistan arasında, eğer yüz milyonlarca değilse on milyonlarca insanın öleceği nükleer bir savaşın, ABD için “mutlaka ciddi büyük stratejik sonuçları olmayacağını” ve “pekala yararları olabileceğini” iddia ediyordu.

13. Güney Aya’daki her ülke (Burma, Bangladeş, Nepal ve özellikle Pakistan), kendi iç krizlerini büyük ölçüde tırmandıran, artan jeopolitik gerilimler girdabına kapılıyor. ABD Başkanı Obama, 2009’da göreve geldikten sonra, Afganistan savaşını, Pakistan’ı ABD insansız hava araçlarının yüzlerce sivilin ölmesiyle sonuçlanan bir cinayet alanı haline getiren “AfPak” savaşına dönüştürdü. Pakistan ekonomisi, ABD tarafından Afganistan sınırındaki bölgelerde yaşayan Pakistanlılara karşı askeri operasyonları yoğunlaştırmak için ödenen “kan parası”na bağımlı. Bu, tüm ülkede yaygın muhalefete neden olmuş durumda. Kuzey Veziristan’da düzenlenen, ABD’nin teşvik ve koordine ettiği en son saldırı, yaklaşık bir milyon insanı evinden yurdundan etti ve çok sayıda sivil can kaybına yol açtı. ABD Pakistan’ın uzun süreli “her daim dostu” Çin’e odaklanırken, İslamabad’ın manevra alanı, Çin’den gelen yardımı ve yatırımları tehlikeye sokacak ve ülkedeki ekonomik ve toplumsal krizi daha da yoğunlaştıracak şekilde daralıyor. Pakistan parlamentosu, kısa süre önce, İslamcı militanlara hızla adalet dağıtacak özel mahkemeler kurma yetkisi verdi. Bu tür demokrasi karşıtı mekanizmalar, kaçınılmaz olarak, daha yaygın biçimde işçi sınıfına karşı kullanılacaktır.

14. Çin Komünist Partisi (ÇKP) bürokrasisinin Washington’ın kışkırtmalarına ve askeri hazırlıklarına yanıtı savaş tehlikesini arttırmaktır. 1978’den bu yana Çin’de kapitalizmin restorasyonunu yönetmiş olan ve süper zengin küçük bir oligarşiyi temsil eden ÇKP önderliği, ABD’nin savaş yönelimine direnmek için, Çin’de ya da uluslararası ölçekte işçi sınıfına başvurmaktan bütünüyle acizdir. ÇKP yönetimi, bunun yerine, Washington ile yeni bir uzlaşmaya varmaya yönelik manevralar yaparken bile, emperyalist güçler ile askeri olarak boy ölçüşmek için, yararsız bir silahlanma yarışına girişmiş durumda. Arada bir törenlerde yapılan göndermeler dışında sosyalizmden vazgeçmiş olan ÇKP, zenginler ile yoksullar arasındaki derinleşen uçurumun yarattığı keskinleşen toplumsal gerilimlerin ortasında, egemenliğinin çökmesini engellemek için, gerici Çin milliyetçiliğinden, özellikle Japon karşıtı şovenist milliyetçilikten yararlanıyor. Çinli işçiler, rejimin, onları Japonya’daki, Asya’daki ve tüm dünyadaki sınıf kardeşlerinden ayıran yurtsever çağrılarını ve ABD saldırganlığına yeni bahaneler sağlayan askeri güçlenmesini reddetmelidirler. 400 milyon kişilik Çin işçi sınıfı, inşa edilmesi gereken uluslararası savaş karşıtı hareketin temel bir bileşenidir.

15. SEP’in Sri Lanka devlet başkanlığı seçimi kampanyası, tüm Asya ve uluslararası işçi sınıfı için önem taşımaktadır. SEP, seçimi kim kazanırsa kazansın, işçi sınıfını ve gençliği, artan savaş tehlikesi ve kemer sıkma politikaları konusunda uyaran; işçi sınıfını, sosyalist bir perspektif temelinde hem Rajapakse hem de Sirisena kampına karşı bağımsız biçimde harekete geçirmeye çalışan tek partiydi. İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve devrimci bir önderliğin inşası için mücadele, enternasyonalizm uğruna mücadeleye derinlemesine bağlıdır. SEP’in seçim bildirgesinde belirtildiği gibi, “Emperyalist savaşa ve kemer sıkma politikalarına karşı mücadele, zorunlu olarak uluslararası kapsamdadır. Emperyalizmin, küresel şirketlerin ve finans kurumlarının yağmacı eylemlerine, ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, ulus temelinde karşı çıkmak mümkün değildir.

Yeni bir emperyalist savaş ve sömürgeci baskı dönemi

16. Tüm Güney Asya’daki egemen sınıfların yeniden canlanmış emperyalist savaş yönelimine korkakça tepkisi, Lev Troçki’nin yüzyıldan uzun süre önce Sürekli Devrim Teorisi’nde yapmış olduğu çözümlemeyi doğrulamaktadır. O, Sri Lanka gibi gecikmiş kapitalist gelişme içindeki ülkelerde, burjuvazinin emperyalizm karşıtı mücadele verme ya da kitlelerin demokratik özlemlerini ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılama becerisine hiçbir şekilde sahip olmadığını belirtmişti.

17. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki biçimsel bağımsızlık yanılsaması, Güney Asya’daki kapitalist sınıfların emperyalizme sürmekte olan bağımlılığını maskeliyordu. Dördüncü Enternasyonal’in Hindistan alt kıtasındaki şubesi Hindistan Bolşevik-Leninist Partisi, 1948’deki ileri görüşlü bir çözümlemede, Britanya ile yerel burjuvazi arasındaki kirli pazarlıkları, “kitlelerin boynundaki emperyalist kölelik zincirlerinin yeniden biçimlendirilmesi” anlamına gelen “sahte bağımsızlık” olarak mahkum etmişti.

18. Güney Asya’daki savaş sonrası ulus devlet sistemi, demokratik devrimin yerel egemen sınıflar tarafından ezilmesi üzerine kurulmuştur. Emperyalizm ile burjuva anlaşmaların gerici karakteri, en çarpıcı biçimde, Hindistan alt kıtasının, öncelikle işçi sınıfını bölmeyi amaçlayan ve iki milyon insanın katledilmesiyle sonuçlanan topluluksal bölünmesinde kanıtlandı. Devasa ekonomik ve toplumsal çelişkileri ilerici bir biçimde çözme yeteneğine sahip olmayan Pakistan ve Hindistan egemen sınıfları, ülkelerindeki toplumsal gerilimleri içeride soykırımlara ve dışarıda savaşa saptırmak için, defalarca, toplulukçuluğa başvurmuştur. Hindistan ile Pakistan, 1947’den bu yana, sonuncusu Pakistan’ın bölünmesine ve Bangladeş’in kurulmasına yol açan üç topyekün savaş yaptı.

19. Sri Lanka’da, henüz bağımsızlığını elde etmiş olan devletin ilk eylemlerinden biri, bir milyon Tamilli plantasyon işçisinin ve aile üyelerinin haklarından mahrum edilmesiydi. Birbirini izleyen hükümetler, kriz zamanlarında, işçi sınıfını bölmek ve iktidarlarının çökmesini engellemek için, tekrar tekrar Sinhala Budist şovenizmini kışkırtmaya başvurdular. Toplulukçuluğa sürüklenme, 1964 yılında Sirima Bandaranaike’nin burjuva hükümetine katılan Lanka Sama Samaja Partisi’nin (LSSP) sosyalizme ihanet ederek işçi sınıfı içinde yarattığı kafa karışıklığı eliyle büyük ölçüde ivme kazandı. J.R. Jayawardene’nin Birleşik Ulusal Parti (UNP) hükümetinin serbest piyasa yanlısı yeniden yapılanmaya ve işçi sınıfına cepheden saldırıya yönelmesine, 1983 yılındaki ada çapında soykırımda doruk noktasına ulaşan ve çeyrek yüzyıllık kanlı iç savaşa yol açan Tamil karşıtı aralıksız ajitasyon eşlik etti.

20. Güney Asya’daki egemen sınıflar, Soğuk Savaş çerçevesinde, diğer geri kalmış ülkelerdeki gibi, emperyalist güçler ve Sovyetler Birliği arasında manevra yapabiliyor; kimi durumlarda, Stalinizmin yardımıyla, kitleler karşısında emperyalizm karşıtı ve sosyalist rolü yapabiliyorlardı. Bu, özellikle Hindistan’da geçerliydi. Bununla birlikte, Stalinist bürokrasinin kapitalist restorasyona sarılırken gerçekleştirdiği son ihanet eylemi olan SSCB’nin 1991’de çöküşü ile birlikte, bu dengeleme rolü hızla son buldu ve “bağımsızlık” maskesi çıkarıldı. ABD, 1991’de Irak’a karşı birinci Körfez Savaşı’nı başlatmanın bahanesi olarak Irak’ın “küçük Kuveyt”i istilasına sarıldı. Washington, o savaşın kendi yeni-sömürgeci özlemlerini meşrulaştıracağını fark etmiş olan irili ufaklı tüm emperyalist güçler tarafından sonuna kadar desteklendi.

21. DEUK, 1991 yılında yayınladığı Emperyalist Savaşa ve Sömürgeciliğe Karşı Çıkın başlıklı bildirgesinde, uluslararası ilişkilerdeki köklü değişikliklere dikkat çekiyordu: “Arap rejimlerinin Irak’a karşı saldırıya katılması, ulusal burjuvazinin yarı-sömürge konumuna ne ölçüde razı olduğunu şimdiden gösteriyor... Ulusal burjuvazinin siyasi rezilliği, yalnızca kısmen askeri saldırıya uğrama korkusundan kaynaklanmaktadır. Bu, daha doğrudan şekilde, ezilen ülkelerin emperyalist yatırımlara ekonomik bağımlılığının bir dışavurumudur.”

22. Sovyetler Birliği’ndeki Stalinst bürokrasinin ve onun ekonomik ulusal yeterlilik politikasının altını oymuş olan üretimin küreselleşmesi, aynı şekilde, geri kalmış kapitalist ülkelerdeki ulusal kendine yeterlilik planlarına da son verdi. DEUK’un bildirgesi şöyle devam ediyordu: “Ulusal burjuvalar, ülkelerini uluslararası mali sermayeden kurtarmaya çalışmak şöyle dursun, emperyalistlere bölgenin doğal ve insan kaynaklarını sınırsız sömürme izni veren ‘özel yatırım bölgeleri’nin kurulması için yalvarıyorlar.”

23. Sovyetler Birliği’nin sonu, Güney Asya’daki ilişkileri köklü biçimde değiştirdi. Ekonomik olarak Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Hindistan, 1991 yılından başlayarak, son derece kapsamlı piyasa yanlısı yeniden yapılanma başlattı ve önceki “tarafsız” görünümünü terk ederek, diplomatik olarak ABD’ye yöneldi. Hindistan, 2001’de, Britanya egemenliğinin sona erdiği 1947’den o yana alt kıtada gerçekleşen ilk askeri işgal olan ABD’nin Afganistan’ı istilasını destekledi. Yeni Delhi, sonraki 15 yılda, ABD’yle, onu yalnızca ABD’nin Çin’e karşı savaş yöneliminin değil, aynı zamanda Irak’ın istilasını ve Libya’da “rejim değişikliği”ni kapsayan küresel saldırısının da suç ortağı haline getiren her zamankinden sıkı bir askeri ortaklık oluşturdu. Her zamankinden daha dikkat çekici biçimde Washington’a doğru eğilen Hint burjuvazisi, şu ana kadar, ABD ile resmi askeri ittifaka direnen bir “stratejik özerklik” politikasına bağlı. Hint burjuvazisi, derinleşen dünya jeopolitik çatlaklarında tarafları idare etmeye; böylece “çekişmeli bölge” konumundan yararlanmaya ve bir ABD vilayeti konumuna indirgenmeyi önlemeye çalışıyor. O, aynı zamanda, Güney Asya ve dünya işçileri ile emekçileri için bir tehlikedir. Hindistan seçkinleri, kendi gerici bölgesel egemenlik iddialarını desteklemek ve işçi sınıfına karşı saldırısını sürdürmek için ABD’ye ve müttefiklerine yaslanırken, onların savaş hazırlıklarını teşvik ediyor.

24. ABD, Hindistan’a kur yaparken, Yeni Delhi’nin kendi dış politikasının Washington tarafından dikte edilmesine karşı çıkmasının ardından Soğuk Savaş sırasında bölgesel müttefik olarak güçlendirmiş olduğu Pakistan’ı bir yana itmiş durumda. ABD, 2001 yılında, Afganistan’ı işgale hazırlanırken, Pakistan’ı, ABD askeri operasyonlarına kolaylık sağlamaması ve Taliban rejimi ile ilişkilerini kesmemesi durumunda “taş devrine geri götürecek şekilde” bombalama tehdidinde bulunmuştu. Bundan yalnızca birkaç hafta sonra, Yeni Delhi, Pakistan’ın güçsüzlüğünden yararlanmak için, Hindistan parlamentosuna yönelik terörist bir saldırıya sarıldı, İslamabad’ı savaşla tehdit etti ve yaklaşık bir milyon askeri Pakistan sınırında sekiz ay boyunca seferber etti. Hindistan ve Pakistan, o zamandan beri, Washington’ın gözüne girmeye çalışıyor. Washington ile Moskova’nın bölgesel gerilimleri idare ettiği Soğuk Savaş’ın sona ermesi, istikrar yaratmak şöyle dursun, Hindistan-Pakistan anlaşmazlığının küresel bir çatışmanın olası parlama noktaları listesine eklenmesiyle birlikte, çatışma tehlikesini arttırmıştır.

25. Tüm bölgede, önceden emperyalizm karşıtı gibi görünen ve süslü sosyalist bir söylem kullanan partiler, Sovyetler Birliği’nin çökmesini izleyen vazgeçme dalgasına katıldılar. Colombo’da, dış politikasını ABD yanlısı Birleşik Ulusal Parti’ye (UNP) karşı olarak belirlemiş olan Sri Lanka Özgürlük Partisi (SLFP), yüzünü Batı’ya döndü. Janatha Vimukthi Peramuna (JVP), Sinhala-Budist yurtseverliğinin açık savunucusu haline gelmek üzere sosyalist rolünden vazgeçti ve ardından, 1990’ların başlarında, Colombo siyaset kurumuna katılmak için “silahlı mücadele”yi bıraktı. Tüm bu partiler, bölgenin dört bir yanındaki benzerleri gibi, ABD’nin “terörle mücadele”sinin izinden gittiler ve onun Afganistan’ı istilasını desteklediler.

26. Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (LTTE), emperyalizm ile uzlaşmaya varmada, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Afrika Ulusal Kongresi gibi ulusal kurtuluş hareketlerini izlemeye çalışıyordu. Ancak LTTE, özellikle 1991’de Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi’yi öldürme kararının ardından, kendisini, ayrı bir Eelam kapitalist devleti talebine hiçbir desteğin olmadığı uluslararası bir yalıtılmışlık içinde buldu. Onun 2009’daki yenilgisi, asıl olarak askeri bir sorun değildi. Yenilgi, LTTE’nin, Tamilli kitlelerin değil, rüşvetçi Tamil burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden ayrılıkçı programının gerici karakterinden kaynaklanmıştı. LTTE, emperyalizm kendisine karşı döndüğünde, Sri Lanka’daki ya da bölgedeki işçi sınıfı şöyle dursun, demokratik olmayan yöntemlerinden dolayı ona yabancılaşmış olan Tamilli işçilerin ve köylülerin yardımına başvuracak durumda bile değildi. Sri Lanka ordusu onları kuşatırken, LTTE önderleri “uluslararası toplum”a, yani Sri Lanka’nın geleneksel emperyalist efendileri ABD’den ve Britanya’dan başlayarak Colombo’yu destekleyen güçlere dokunaklı çağrılar yapma konumuna alçalmışlardı.

27. Geri kalmış kapitalist ülkelerin burjuvazisinin büyük güçler karşısındaki korkaklığı ve itaati, Lev Troçki tarafından çıkartılmış olan şu sonucun önemini vurgulamaktadır: Emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltme becerisine sahip tek toplumsal güç, işçi sınıfıdır. Sri Lanka gibi ülkelerdeki işçiler, emperyalist baskıya ve savaş tehlikesine, yalnızca, kar sistemini ortadan kaldıracak birleşik bir uluslararası mücadele uğruna emperyalist merkezlerdeki sınıf kardeşlerine ulaşarak son verebilirler.

Sri Lanka’daki ekonomik ve toplumsal kriz

28. Eylül 2008’de patlamış olan küresel mali kriz dönemsel bir gerileme değil, kapitalizmin, bütün ileri kapitalist ülkelerde altı yıllık durgunluğun habercisi olan yapısal bir çöküştü. Asya’daki sözde yükselen ekonomilerdeki görece yüksek büyüme oranları, onların, önceki 30 yıl boyunca, özellikle Çin’de yoğunlaşmış ucuz emek alanları olarak küreselleşmiş üretim süreçlerine katılmalarına bağlıydı. Büyüme, iki nedenden dolayı 2008 sonrasında da sürdü. Bunlardan biri, ABD, Avrupa ve Japonya merkez bankaları tarafından başlatılan daha önce tanık olunmadık “parasal genişleme” programlarından kaynaklanan bir spekülatif yatırım dalgası; ikincisi, Çin hükümetinin, kapsamlı bir kurtarma paketi dolayımıyla ekonomik büyümeyi sürdürme kararlılığıydı.

29. Ekonomik büyümenin tam da bu nedenleri, ekonomik istikrarsızlığı besledi. ABD Merkez Bankası (Fed) 2013 yılı ortalarında, parasal genişlemeyi “azaltma” imasında bulunduğunda, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika ve diğer yükselen ekonomiler hemen mali bir panik ile karşılaştılar. Hindistan’a, Kasım 2008 ile Eylül 2013 arasında, asıl olarak ABD’den olmak üzere, 105 milyar dolar dolayında yabancı kurumsal yatırım akmıştı. Bu eğilim, 2013’ün ikinci yarısında, Hindistan Merkez Bankası’nı (RBI) müdahaleye zorlayan bir sermaye çıkışına ve rupinin [Hindistan’ın para birimi] sert değer kaybına yol açacak şekilde tersine döndü. Fed Ekim 2014’te parasal genişlemenin sonunu ilan ettiğinde, RBI’nin başkan yardımcısı, “bu yılın tadını aldık” diyerek, mali çalkantı uyarısında bulundu. 2008 krizinin ardından, ekonomistler, “yükselen ekonomiler”in küresel ekonomiyi ileriye doğru götürecek büyüme lokomotifleri olacağı öngörüsünü ileri sürmüşlerdi. 2014 yılı, Çin’de yaşanan ve Asya dahil tüm dünyada kötüleşen bir yavaşlamayı yansıtan keskin durgunluk ile birlikte, bu efsanenin sonuna işaret etti.

30. Bu bağlamda, eski devlet başkanı Mahinda Rajapakse’nin, hükümetinin Sri Lanka’yı ekonomik “Asya mucizesi”ne dönüştürüyor olduğu iddiası anlamsızdı. Ekonomi, 2008 küresel mali krizinden ağır biçimde etkilenmişti. Yatırımlar ülke dışına çıktı, ihraç ürünlerinin fiyatları ve gelirler düştü, 300 milyon dolarlık borç alma girişimi başarısız oldu ve 70.000 işi ortadan kaldıracak şekilde 220 fabrika kapandı. Ekonomik büyümedeki ve hisse senedi fiyatlarındaki ani artış, diğer “yükselen ekonomiler”i ayakta tutan aynı etmenlerin ürünüydü. Dahası, o, altyapıyı ve ekonomiyi harap eden çeyrek yüzyıllık bir iç savaşın sonu ile çakışmıştı. Böylece, büyüme, son derece düşük bir düzeyden başlayarak, 2010 yılında yüzde 8’e ulaştı ve sırasıyla yüzde 6-7 düzeyinde kaldı. Sri Lanka, dünya ekonomisi ile son derece iç içe geçmiş, dolayısıyla, küresel ekonomik çalkantılara daha açık hale gelmiştir. Büyümenin büyük bölümü, 2005’ten bu yana yaklaşık dörde katlanarak 40 milyar dolara ulaşmış olan dış borçlar sayesinde gerçekleşmiştir. Sri Lanka’nın başlıca yardım ve yatırım kaynağı Çin’dir ve bu, onu artan jeopolitik gerilimler karşısında kırılgan kılmaktadır. Diğer başlıca döviz kaynağı, ABD’nin yeni bir savaş başlatmış olduğu Ortadoğu’dan gelen işçi dövizleridir.

31. Her ülkede olduğu gibi, Sri Lanka’daki egemen sınıf da, ekonomik krizin yükünü işçi sınıfına yıkmaya çalışıyor. Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, Sri Lanka’nın kamu borçlarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, yükselen ekonomilerin ortalamasının iki katı ve azaltılması gerekiyor. Rajapakse yönetimi, IMF’nin kırbacı altında, bütçe açığının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranını, 2009’daki yüzde 9,9’dan 2013’te yüzde 5,8’e indirdi. Kemer sıkma politikalarına açıkça bağlı olan Sirisena yönetimi, IMF’nin bu yıl için yüzde 5,2 ve 2016’da yüzde 3,8’lik hedeflerine ulaşmak zorunda. Bu, işçi sınıfının yaşam standartlarına yönelik daha ağır saldırılar anlamına gelecektir.

32. Kemer sıkma ve piyasa yanlısı yeniden yapılandırma, tüm siyaset kurumunun programıdır. UNP, 1977’den itibaren açık piyasa önlemlerini başlatmaktan sorumludur. O, bu önlemlerin SLFP önderliğindeki Kumaratunga ve Rajapakse hükümetleri tarafından sürdürülmesini bütünüyle destekledi ve şimdi, yeniden yönetimdeyken, onları hızlandıracaktır. JVP, bir “yeni sosyalist devlet” geliştirmeye yönelik Yeni Vizyon programını açıkladı ama bu, ülkeyi yabancı sermaye için ucuz emek alanına dönüştürmeye yönelik Çin modelini benimsemek anlamına gelmektedir. Tamil burjuvazisini temsil eden Tamil Ulusal İttifakı (TNA), adanın kuzeyini ve doğusunu yatırımcılar için ucuz emek merkezine dönüştürmek için özerklik istiyor.

33. Kamu harcamalarında kesintiler yapılmasının yaşam standartları üzerinde yıkıcı bir etkisi olmuştur. Rajapakse hükümeti ücretleri fiilen dondurmaya devam ederken, fiyatlar, sübvansiyonların azaltılması ve dolaylı vergilerin arttırılması nedeniyle hızla arttı. Ekmeğin fiyatı 2007’den bu yana iki kattan fazla artmış durumda. Petrol fiyatlarındaki artış, otobüs bileti fiyatlarını yüzde 50 ile yüzde 100 arasında yükseltti. Samurdhi programı dolayımıyla sınırlı sosyal yardım alan ailelerin sayısı, 2010’daki 1,6 milyondan 2013’te 100.000’e geriledi. Kamu sağlığına ve eğitime yapılan harcamalar, özel sektöre fırsatlar yaratmak için sistematik olarak azaltıldı. Kır yoksulları, köylülere yönelik gübre sübvansiyonlarındaki yüzde 25’lik kesintiden ve balıkçılara yönelik mazot sübvansiyonuna son verilmesinden ağır bir şekilde etkilenmiş durumda. Düşen meta fiyatları ve artan girdi maliyetleri, onları kalıcı borçluluğa sürükleyecek ve intihar olaylarında artışa yol açacak şekilde, çok sayıda köylünün gelirini azalttı.

34. Rajapakse hükümeti, kişi başına gelirin, 2013’te, Sri Lanka’yı orta gelirli denilen ülkeler arasına sokacak şekilde 3.280 dolara yükselmesiyle övünmüştü. Ama bu, zenginler ile yoksullar arasındaki artan toplumsal uçurumu yok saymaktadır. Mutlak eşitlik için 0 ile mutlak eşitsizlik için 1 arasında sıralanan Gini katsayısı, 1991’de 0,34 iken 2012’de 0,40’a çıkmış durumda. Hanehalklarının en yoksul yüzde 20’si toplam gelirin yalnızca yüzde 4,4’ünü alırken, en zengin yüzde 20’si yüzde 53,5’ini elinde tutuyor. Günde 1,25 dolarlık ya da 162 rupilik yoksulluk sınırını kullanan hükümet, 2012 yılında nüfusun yalnızca yüzde 4,1’inin yoksul olduğunu iddia etti. Oysa günde 2 dolarlık yoksulluk sınırının kullanılması, bu oranı keskin bir biçimde yüzde 23’e sıçratmaktadır.

35. Kayıtsız ve geçici işlerde istihdam edilen 2,5 milyon dolayında insan ya da ülkedeki işgücünün yüzde 54’ü güvencesiz bir yaşama sürüklenmiş durumda. 2006 ile 2012 yılları arasında, kayıtsız ve geçici istihdam yüzde 21 artarken, kalıcı istihdamdaki artış yüzde 5 idi. İşçi kiralama şirketleri, artık, Serbest Ticaret Bölgeleri dahil, çok sayıda kuruluşa geçici işçi sağlıyor. Geçmişteki mücadelelerde elde edilmiş olan çalışma koşulları, emeklilik gelirleri, sağlık hizmeti programları ve diğer haklar, çılgınca “uluslararası rekabet” dürtüsünün bir parçası olarak ıskartaya çıkarılıyor.

36. Savaşın 2009’da sona ermesi, Rajapakse tarafından vaat edilen barışı ve refahı getirmedi. Rajapakse hükümeti, zorlu bir ekonomik kriz ve artan toplumsal gerilimler karşısında, tüm diğer öncelleri gibi, aynı gerici yöntemlere (devlet baskısı ile topluluksal öfkeleri ve düşmanlıkları kışkırtma) bel bağlamıştı. Tamil karşıtı şovenizme batmış sağcı partilere dayanan yeni Sirisena hükümeti, “demokratik” maskesini hızla çıkartacak ve aynı şeyi yapacaktır.

37. Rajapakse hükümeti, güvenlik güçlerinin desteğiyle Müslümanlara ve Hıristiyanlara karşı topluluksal provokasyonlar ve saldırılar düzenleyen Bodu Bala Sena, Ravana Brigade ve Sihala Ravaya gibi Budist aşırılıkçısı örgütleri besledi. O, aynı zamanda, 30 yıllık topluluksal savaş sırasında, polis devleti aygıtının güçlendirilmesini genişletti. Savunma harcamaları, Sri Lanka’yı Güney Asya’daki en askerileşmiş ülke haline getirecek şekilde, yılda yüzde 17,4 arttı. Kuzey Bölgesi’nde en az 80.000 asker konuşlandırılmış durumda. Savaş döneminin acımasız acil durum yetkilerine Terörle Mücadele Yasası (PTA) eklendi. Rajapakse, 22 bölgeye, “yasayı ve düzeni korumak” için asker sevk edilmesini onayladı. Bu büyük aygıt, öncelikle işçi sınıfını hedeflemektedir. Güvenlik güçleri, 2011’de grevdeki Katunayake Serbest Ticaret Bölgesi işçilerini, 2012’de protesto düzenleyen balıkçıları ve 2013’te endüstriyel kirlenmeye karşı gösteri yapan Weliweriya köylülerini kapsayan emekçilere yönelik bir dizi şiddetli saldırıda kullanıldılar.

Sahte solcular ABD emperyalizmini savunuyor

38. İşçi sınıfının aydınlanması ve harekete geçmesi, Sri Lanka’da ve uluslararası ölçekte emperyalist savaşı savunan sahte sol eğilimlere karşı sürekli bir siyasi mücadeleden geçmektedir. Nava Sama Samaja Partisi (NSSP) ve Birleşik Ulusal Parti (USP), dünyanın dört bir yanındaki benzerleri gibi, 2011’de Libya’da düzenlenen ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı sürmekte olan ABD önderliğindeki rejim değişikliği operasyonlarının savunucuları işlevi görüyorlar. Onlar, ABD’nin Libya’daki ve Suriye’deki vekillerini (gerici bir İslamcılar, CIA varlıkları ve eski generaller toplamı), ABD ve onun müttefikleri tarafından beslenir, silahlandırılır ve finanse edilirken bile, “devrimciler” olarak resmettiler. NSSP, Libya büyükelçisinin istifa edip ABD destekli “asiler”e katılmasını talep etmek için Colombo’da bir protesto gösterisi bile düzenledi.

39. Rajapakse’yi 8 Ocak devlet başkanlığı seçimlerinde alaşağı etme girişiminde Sirisena’nın arkasında hizaya geçen NSSP ile USP, Colombo’daki ABD destekli yönetim değişikliği operasyonuna katıldı. Onların geçtiğimiz on yıl boyunca muhalefetteki UNP’yi “demokratik” alternatif olarak tanıtma kampanyası, Rajapakse hükümetine karşı ABD önderliğinde sürdürülen “insan hakları” kampanyası ile bütünüyle iç içe geçmiştir. Bu partiler Colombo siyaset kurumunun bir parçası, yani burjuva politikası içinde bir eğilim olarak faaliyet göstermektedirler. Onların, 1983’teki Tamil karşıtı katliam ile birlikte LTTE’ye karşı savaşı başlatmış ve 1994’e kadar acımasız şekilde sürdürmüş olan UNP’yi parlak demokratik renklere boyama istekliliği, hiçbir siyasi sınır tanımadıklarını göstermektedir.

40. NSSP ve USP, siyaset kurumunun diğer partileri gibi, en çarpıcı biçimde onların Tamil burjuvazisinin partisi TNA ve JVP’den bir kopma olan Öncü Sosyalist Parti (FSP) ile manevralarında sergilenen topluluk politikaları çamuruna batmıştır. FSP, 2012 yılında JVP’den örgütsel olarak ayrılmış olmasına karşın, onun Sinhala şovenisti politikalarını sürdürüyor. FSP’nin önderleri, JVP’nin 1980’lerin sonlarında Hindistan-Pakistan Antlaşması’na karşı başlattığı ve yüzlerce işçinin, sendikacının ve siyasi muhalifin JVP’nin silahlı adamları tarafından öldürüldüğü gerici yurtsever kampanyanın bir parçası olmakla övünüyorlar. FSP, kendi “sol gruplaşma” görüşmelerine katılması için SEP’e başvurduğunda, önerisi sert bir şekilde reddedildi. SEP’in Genel Sekreteri Wije Dias, FSP’ye şunları yazmıştı: “Bu tür bir yeniden gruplaşma, gerçekleşmesi durumunda, işçi sınıfı için bir diğer siyasi tuzağın oluşturulmasıyla sonuçlanacaktır. 45 yıldan bu yana Troçkist ilkeleri savunan ve işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı uğruna yorulmaksızın mücadele eden Sosyalist Eşitlik Partisi, sizin gerçekleştirmeye çalıştığınız bu tür gerici bir yeniden gruplaşmaya güvenirlik sağlamaya niyetli değildir.”

41. Bu sahte solcular, ABD emperyalizmine ve onun savaş yönelimine uyarlanmalarına haklılık kazandırmak için, Rusya’yı ve Çin’i emperyalist güçler olarak yaftalıyorlar. Bu ülkeleri tarihsel ve uluslararası bağlamlarından kopartan bu tanımlama, kamuoyunu, ABD emperyalizmi ile müttefiklerinin Avrupa’daki, Asya’daki ve Ortadoğu’daki giderek pervasızlaşan provokasyonlarını ve askeri müdahalelerini onaylamaya şartlandırmayı amaçlamaktadır. Sahte solcular, Troçki’nin ve Troçkist hareketin eski Sovyetler Birliği’ni yozlaşmış işçi devleti ve 1949 devrimi sonrası Çin’i deforme işçi devleti olarak tanımlayan bilimsel çözümlemesini reddediyorlar. Sonuç olarak, onlar, üretimin küreselleşmesinin etkisi altında kapitalizmin restorasyonu ile birlikte bu rejimlerin ekonomik ve toplumsal temellerinde yaşanmış olan devasa dönüşümü yok saymaktadırlar. Rusya’da ve Çin’de ortaya çıkmış olan şey, yeni emperyalist merkezler değil; ABD ile diğer büyük emperyalist güçlerin egemen olduğu mevcut küresel düzene ekonomik olarak her yönden bağımlı kapitalist ülkelerdir. Çin’in hızlı ekonomik büyümesi, asıl olarak, süper karlar elde etmek için onun ucuz emek gücünü sömürme peşinde olan büyük ulus ötesi şirketler tarafından sağlanmış yatırımlardan ve teknolojiden kaynaklanmıştır. SEP, Çin’deki ve Rusya’daki, küçük, süper zengin oligarkların çıkarlarını temsil eden burjuva rejimlere uzlaşmaz biçimde karşıdır. Ancak bizim karşı çıkışımız, DEUK’un Rusya’daki ve Çin’deki işçi sınıfını, kapitalizmi küresel ölçekte ortadan kaldırmak için emperyalizme karşı uluslararası bir hareketin parçası olarak birleştirme mücadelesi üzerine kuruludur.

42. NSSP ve USP, aynı zamanda, dünya savaşı olasılığını yadsıyarak işçi sınıfını uyuşturma konusunda uluslararası suç ortaklarına katılmış durumdalar. NSSP’nin önderi Wickremabahu Karunaratne şunları yazmıştı: “Bu, emperyalist ülkelerin birbirleriyle cepheleştiği ve savaşa gittiği bir dönem değil. IMF, WB [Dünya Bankası] ve WTO [Dünya Ticaret Örgütü] üçlüsünün ticaret anlaşmazlıklarını çözerek barış getirmek üzere müdahale ettiği bir döneme ulaşmış durumdayız... En büyük güçler dünyayı farklı etki alanlarına bölüyor, kontrol ediyor ve onların birleşik küresel kapitalizm içindeki varlığını koruyorlar.” Bu, Alman Sosyal Demokrasisinin, I. Dünya Savaşı’nın patlamasının ardından partisinin savaş yanlısı oportünistlerine teslim olmuş teorik önderi Karl Kautsky’nin “ultra emperyalizm”inin günümüzdeki versiyonudur. Kautsky’nin “kitleleri kapitalizm altında kalıcı barışın mümkün olduğu umuduyla avutan en gerici yöntemi”ne karşı yazan Lenin, bir dönemdeki geçici emperyalist ittifakların altının, farklı ekonomik gelişme oranları ve değişen göreli güçler eliyle, kaçınılmaz olarak oyulduğunu açıklamıştı. “Emperyalistler arası ya da ultra emperyalist ittifaklar... ister diğerine karşı bir emperyalist koalisyon, isterse tüm emperyalist güçleri kucaklayan genel bir ittifak olsun, kaçınılmaz olarak, savaşlar arası dönemdeki bir ‘ateşkes’ten başka bir şey değildir” (Collected Works, Cilt 22, syf. 294–295).

43. Sahte sol örgütler, üst orta sınıfın, Sri Lanka’nın üretimin küreselleşmesine eklemlenmesinden, özellikle iç savaşın sona ermesinden bu yana büyük yarar sağlamış olan ayrıcalıklı bir kesiminin çıkarlarını temsil etmektedirler. Bir araştırmaya göre, Sri Lanka, nüfusun yüzde 4 kadarını oluşturan, günde 10 ile 100 dolar arasında para harcayan ve toplumsal basamakları tırmanma peşinde koşmaya daha arzulu genel bir orta sınıfa sahip. Onlar, borsa spekülatörlerini, girişimcileri, varlıklı meslek sahiplerini, akademisyenleri, sendika kariyeristlerini ve uluslararası bağlı kuruluşlar tarafından finanse edilen sivil toplum kuruluşlarının kadrolarını kapsıyorlar. Onlar, şu ya da bu şekilde, kendi çıkarlarının, ABD’nin egemen olduğu mevcut emperyalist düzene bağlı olduğunu düşünüyor ve onun düzmece “insan hakları” propagandasını benimsiyorlar. II. Dünya Savaşı’nın ve Britanya’dan resmi bağımsızlığın elde edilmesinin ardından, özellikle devlet bürokrasisi ve kamu iktisadi kuruluşlarında, orta sınıfın daha fazla ilerlemeyi devlet aygıtının genişlemesine ve işçi sınıfının mücadelelerini frenlemek için verilen sınırlı toplumsal ödünlere bağlı gören kesimleri için fırsatlar açılmıştı. Küreselleşme ile birlikte, orta sınıfın, ayrıcalıklı konumu doğrudan ya da dolaylı olarak işçi sınıfının sömürüsünün sürekli yoğunlaşmasına bağlı olan yen tabakaları ortaya çıktı. Küçük bir kesim Rajapakse yönetimi altında fırsatlar elde ederken, çoğunluk, onun kayırmacılığının kendi çıkarlarına ve kariyerlerine bir engel oluşturması karşısında hayal kırıklığına uğradı ve Sirisena’yı destekledi.

Sosyalist Eşitlik Partisi’ni görevleri

44. Kapitalizmin, savaş yönelimini canlandıran temel çelişkileri, anı zamanda sosyalist devrime de zemin oluşturmaktadır. Bununla birlikte, kapitalizmin yıkılması için siyasi itici güç sağlayan, savaşın kendisi değil, ona karşı bilinçli mücadeledir. Bunun için, işçi sınıfının devrimci önderliğe ihtiyacı vardır. DEUK, Haziran ayındaki plenumunda aldığı kararda, dünyanın dört bir yanındaki işçileri siyasi olarak aydınlatma, harekete geçirme ve kitlesel bir savaş karşıtı işçi sınıfı hareketinde birleştirme sorumluluğunu üstlenmişti. “Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, savaşa karşı mücadeleyi siyasi faaliyetinin merkezine yerleştirme kararı almıştır.” diye belirten karar şöyle devam ediyordu: “DEUK, emperyalist şiddetin ve militarizmin yeniden canlanmasına karşı, devrimci mücadelenin uluslararası merkezi haline gelmelidir. Bu görevi yerine getirmeyi amaçlayan herhangi bir başka örgütlenme bulunmuyor.”

45. SEP, bu sorumlulukları yerine getirirken, Hindistan Bolşevik-Leninist Partisi (BLPI) tarafından Güney Asya’da Troçkizm uğruna verilmiş mücadelenin zengin mirasından yararlanmaktadır. Sri Lankalı Troçkistlerin II. Dünya Savaşı’na yanıtı, BLPI’yi, yalnızca Sri Lanka’da değil ama tüm Hindistan alt kıtasında, Dördüncü Enternasyonal’in şubesi olarak biçimlendirmenin gerekli olduğu kararına varmak oldu. Britanya emperyalizmini yenilgiye uğratmak için gerekli devrimci güç, Sri Lanka adasının sınırları ya da herhangi bir ülkenin ulusal çerçevesi içinde geliştirilemezdi. Bugün de, emperyalizm çok daha büyük ölçekte bir felaketi hazırlarken, savaşa karşı mücadele, yalnızca, işçilerin bölge ve dünya ölçeğinde birliği yoluyla sürdürülebilir. SEP’in görevlerinin en önemlisi, Güney Asya’da DEUK’un şubelerinin inşasıdır. SEP, emperyalizm ve onun yerel uşakları tarafından işçi sınıfı içinde zehirli bölünme tohumları ekmek için kullanılan her türden milliyetçiliğe, toplulukçuluğa, ırkçılığa ve mezhepçiliğe kararlılıkla karşı çıkar.

46. SEP, emperyalizme ve savaşa karşı mücadelenin, teorik, siyasal ve örgütsel olarak işçi sınıfına dayandırılması gerektiğinde ısrar eder. İşçi sınıfı, Sri Lanka ve Hindistan gibi geri kalmış ülkelerde, köylülük dahil kır yoksullarına önderlik sunabilecek tek devrimci güçtür. Bu ülkelerde işçi sınıfının önde gelen devrimci rolünün altını oymaya yönelik girişimler bütün yanlarıyla teşhir edilmelidir. Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıklamış olduğu gibi, köylülüğün ve ezilenlerin (Sri Lanka’daki Tamiller ve Müslümanlar gibi) demokratik sorunlarını, ileri kapitalist ülkelerdeki sınıf kardeşleri ile birlik ve beraberlik içinde gerçekleştirilen bir sosyalist devrimin yan ürünü olarak, yalnızca işçi sınıfı çözebilir. Bu, 1917 Rus Devrimi’nin güçlü tarihsel dersidir.

47. Lenin, I. Dünya Savaşı’nın ortasında, emperyalist katliamı destekleyen İkinci Enternasyonal önderliğini sistematik olarak teşhir etmenin ve ondan ayrışmanın gerekli olduğunda ısrar etmişti. Lenin, “Oportünizm ile kesin bir kopuş olmaksızın ve onun kaçınılmaz bozgunu kitlelere anlatılmaksızın, sosyalizmin günümüzdeki amaçları yerine getirilemez ve işçilerin gerçek uluslararası birliği sağlanamaz.” diye yazıyordu. Günümüzde işçi sınıfı içinde gerçek bir sosyalist hareketi inşa etme mücadelesi, hepsi ABD’nin Asya’daki ve dünyanın dört bir yanındaki savaş yönelimini savunan çeşitli sahte sol eğilimlerin teşhirine yönelik sistematik bir siyasi mücadeleye bağlıdır.

48. Emperyalist savaşa karşı mücadele, işçi sınıfının toplumsal ve demokratik haklarına yönelik amansız saldırılara karşı mücadeleye kopmaz biçimde bağlıdır. Uluslararası mali sermayenin jeopolitik anlaşmazlıkları körükleyen yağmacı operasyonları, aynı zamanda, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın yaşam standartlarına yönelik saldırı talimatlarını da kışkırtmaktadır. SEP, işçileri ve gençliği, sosyalist politikalar uygulayacak bir işçi ve köylü hükümeti talebi etrafında savaşa ve kemer sıkma politikalarına karşı örgütlemede inisiyatif almaktadır. Bu mücadelelerden yükselen talepler (düzenli ordunun kaldırılması, baskıcı yasaların iptali, polis devleti aygıtının dağıtılması ve emperyalizm ile askeri anlaşmaların yürürlükten kaldırılması vb.), yalnızca işçi sınıfının iktidar uğruna devrimci mücadelesi yoluyla elde edilebilir. SEP, bir Güney Asya ve dünya birleşik sosyalist devletlerinin parçası olarak, Sri Lanka ve Eelam Sosyalist Cumhuriyeti uğruna mücadele etmektedir.

49. SEP, önceli Devrimci Komünist Birlik (RCL) gibi, Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni esas almaktadır ve onun ilkeleri uğruna mücadelede uzun bir geçmişe sahiptir. RCL, DEUK’un Pablocu oportünizme –özellikle Pablocuların LSSP’nin 1964’teki ihanetini kolaylaştıran rolüne– karşı mücadelesinin derslerinin özümsenmesi yoluyla, 1968 yılında kurulmuştu. RCL/SEP, sosyalist enternasyonalizm uğruna mücadele ederken, Tamillerin ve bir bütün olarak işçilerin demokratik haklarını savunmuş; adadaki toplulukçu savaşa karşı çıkmış; Sri Lankalı işçileri Güney Asya’daki ve uluslararası ölçekteki sınıf kardeşleri ile birleştirmeye çalışmıştır. Partinin 50 yıllık ilkeli mücadelelerinin siyasi dersleri, Mayıs 2011’deki kuruluş kongresinde kabul edilen Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sri Lanka) Tarihsel ve Uluslararası Temelleri adlı belgede özetlenmektedir. Bu belge, yaklaşan siyasi mücadelelerde, yalnızca Sri Lanka’daki değil ama Güney Asya’daki ve tüm dünyadaki yeni devrimciler kuşağının eğitimi için son derece önemlidir.

50. DEUK’un ve SEP’in siyasi gücü, onun programının küresel ekonomik gelişmenin mantığına karşılık düştüğü ve işçi sınıfının çıkarlarını dile getirdiği gerçeğini yansıtmaktadır. Partinin büyümesi bu nesnel sürecin bir ifadesidir ama otomatik bir şekilde gerçekleşmemektedir. İşçileri ve gençliği partinin perspektifine ve programına kazanmak için bilinçli bir mücadele vermek gerekir. SEP, Sri Lanka’daki ve tüm Güney Asya’daki işçilerin ve gençliğin en ileri kesimlerini eğitmeye ve onları, uluslararası Troçkist hareketin tarihsel olarak edinilmiş ilkelerinin ve programının eksiksiz kavranması temelinde yeni kadrolar olarak geliştirmeye yönelik çabalarını, her şeyden önce Dünya Sosyalist Web Sitesi’ndeki siyasi ve teorik çalışması yoluyla, ikiye katlayacaktır.

Loading