Kapital’in yayınlanmasının 150. yıldönümü

14 Eylül, Karl Marx’ın Kapital’inin ilk cildinin yayınlanmasının 150. yıldönümüydü. Kapital’in yayınlanması ile birlikte, kapitalist toplumun hareket yasaları açığa çıkartılmış, onun dizginlerinden boşalttığı toplumsal yağmanın nedenleri gözler önüne serilmiş ve en önemlisi, sömürüsüz bir dünya mücadelesi ve gerçek insan özgürlüğünün kurulması (yani, sosyalizm uğruna mücadele), bir umut ve özlem meselesi olmaktan çıkartılıp bir bilime dönüştürülmüştü.

Marx, 16 Ağustos 1867’de, öğleden sonra ikide, son düzeltmeleri kontrol etmeyi bitirmesinin ardından, yaşam boyu dostu ve çalışma arkadaşı Frederick Engels’e şöyle yazıyordu: “Böylece bu cilt tamamlandı. Bunun mümkün olmasını sadece sana borçluyum. Senin benim için yaptığın fedakarlık olmaksızın, gereken muazzam emeğin üstesinden gelemezdim…”

Engels, yaklaşık 16 yıl sonra Marx’ın ölümü üzerine mezarının başında yaptığı konuşmada, bu devasa başarıyı özetleyecek şekilde, nasıl ki Darwin doğanın organik gelişiminin yasasını keşfetmişse, Marx’ın da insan toplumunun ve tarihin gelişim yasasını keşfetmiş olduğunu ifade etmişti.

Marx’tan önce, bu sorunların incelenmesine, dinsel gizem ya da ahlaki öğretiye ve ideolojiye başvurulması egemendi. Marx, insan toplumunun, ideolojik kavrayışlarından (sanat, politika, zamanın ruhu, vb.) değil; kurumlarının ve ideolojik kavramlarının kaynaklandığı temel olan ekonomik gelişmesinden hareketle açıklanacağını saptamıştı.

Bu düşünceler, Kasım 1847’de yayınlanmış olan Komünist Manifesto’nun temelini oluşturdu. Ondan sonraki 20 yıl, bu teoriyi modern kapitalist toplumun incelenmesine uygulamaya yönelik muazzam bir çalışmaya adanacaktı.

Marx, Kapital’in ikinci baskısına dipnotta, ilk baskıya ilişkin bir incelemeden uzun bir alıntı yaparak, kendi yöntemini sergiliyordu. “Marx”, diye yazıyordu o, “yalnızca tek bir şeyle ilgileniyor: yola çıktığı ve bağlı olduğu gerçekleri kesin bir bilimsel araştırma yoluyla göstermek ve bunları mümkün olduğunca kusursuz bir biçimde saptamak. Bunun için, onun hem mevcut ilişkiler düzeninin gerekliliğini hem de öncekinin kaçınılmaz olarak geçmesi gereken bir başka düzenin gerekliliğini aynı anda kanıtlaması yeterlidir... Marx, toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve aklından bağımsız değil; tersine, iradeyi, bilinci ve aklı belirleyen yasalar eliyle yönetilen bir doğal tarih süreci olarak ele alır.”

Marx, bununla, herhangi bir şekilde, kapitalizmin basitçe kendi kendine çökeceğini savunmuyordu. Onun, tarihsel mezar kazıcısı; bizzat kapitalizmin gelişimi eliyle yaratılmış toplumsal güç olan işçi sınıfı tarafından yıkılması gerekiyordu. Bunun olmaması durumunda, bizzat insan uygarlığı yıkımla karşı karşıyaydı.

Marx’ın çalışması, son derece titiz bir bilimsel çözümlemeye dayanmakla birlikte, başlı başına bilim için gerçekleştirilmemişti. O, bu çalışmaya, işçi sınıfını kapitalizmi yıkmak ve insanlığı daha yüksek bir toplum biçimine ilerletmek için gerekli teorik silahlarla donatmak için, devrimci bir mücadele bakış açısından girişmişti.

Onun çalışmasının bu iki yönü, ayrışmaz biçimde birbirine bağlıydı. Marx, işçi sınıfının, ona karşı mücadeleye atıldığı toplumsal düzene ilişkin bilimsel bir çözümleme ile donanmaksızın iktidara gelemeyeceği konusunda ısrar ediyordu. Bununla beraber, Marx’ın kapitalizme ilişkin bilimsel çözümlemesinde yaptığı can alıcı buluşlar, yalnızca, Marx kapitalist topluma yönelik eleştirel bir tutuma sahip, onun ideolojik biçimlerle gizemlileştirilmiş gerçek doğasını iyice kavramaya ve açığa çıkarmaya çalışan bir devrimci olduğu için mümkün olmuştu. Bu yüzden, Kapital’in alt başlığı, anlamlı bir şekilde, “Siyasi Ekonominin Bir Eleştirisi”dir.

Kapital ilk kez yayınlandığında, burjuva entelektüel çevrelerde büyük ölçüde görmezden gelinmişti. Ancak onun açıkladığı düşünceler ve çözümleme ileriye doğru kendi yolunu tuttu. Kapital, çeşitli dillere çevrildi ve sadece birkaç on yıl içinde “işçi sınıfının kutsal kitabı” haline geldi. Bu eser, kapitalist yağmanın kaynaklarına ilişkin bir çözümleme oluşturuyor ve en önemlisi, gelişen işçi hareketine tarihsel ve siyasal bir perspektif sağlıyordu.

Bu perspektif, yalnızca, Marx’ın siyasi ekonomi biliminde yapmış olduğu can alıcı buluş sayesinde mümkün olmuştu. Bütün büyük bilimsel düşünürler gibi, Marx da, öncellerinin, özellikle de klasik siyasi ekonominin başlıca iki temsilcisi olan Adam Smith’in ve David Ricardo’nun omuzları üzerinde yükselmişti.

Çalışmalarını burjuvazinin yükselen bir sınıf ve ilerici bir toplumsal güç olduğu dönemde yürüten Smith ve Ricardo, ortaya çıkmakta olan yeni topluma, sanayi kapitalizmine ilişkin bilimsel bir sorgulama yürütmeye girişmişti. Onlar, burjuva ekonomisine ilişkin bir çalışmadan çıkarılan emek değer yasasını; piyasada değiş tokuş edilen metaların niceliğinin (değerlerinin), onların içlerinde somutlaşan çalışma süresinin miktarıyla belirlendiğini ortaya koymuşlardı.

Ancak bu yasa bizzat burjuva toplumuna uygulandığında, bir çelişkiye düşüyordu. Eğer değer yasasının söylediği gibi, eşdeğerler eşdeğerler ile değiş tokuş ediliyorsa, karın ortaya çıkması nasıl mümkün oluyordu? Nasıl oluyordu da, burjuva toplumundaki en önemli değiş tokuşta, sermaye ile emek arasındaki değiş tokuşta değer yasası geçerli görünmüyordu?

Bu sorunun yanıtının keşfedilmesi (karın değer yasası ile çelişki içinde değil ama ona uygun olarak ortaya çıkması), Marx’ın, Kapital’in yayınlanmasına yol açan 20 yıllık entelektüel çalışmalarının tam da merkezindeydi.

Çözüm, emeğin ürününün bireysel kullanıma değil ama değişime yöneldiği kapitalist toplumun hücre biçiminin, metanın çelişkilerinin çözümlenmesinde ve derinlemesine incelenmesinde bulunacaktı. Kapital, bundan dolayı, şöyle başlar: “Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak görünür. Bu yüzden, incelememiz, metaya ilişkin bir çözümleme ile başlamaktadır.”

Marx, metanın, karşıtların birliği olduğunu gösterdi: kullanım değeri ve değişim değeri. Bu çelişkiye ilişkin çözümleme, değerin biçimine, paranın ve sermayenin kökenine ve bizzat kapitalist ekonomi eliyle oluşturulmuş, Marx’ın “meta fetişizmi” diye adlandırdığı, ideolojik gizemlerin kaynağına ilişkin bir incelemeyi beraberinde getirir.

Marx, artı değerin sırrını, meta-para-sermaye’ye ilişkin bu çözümleme yoluyla açığa çıkarmıştı. Bu ise, işçinin kapitaliste sattığı metanın onun emeği değil; tersine emek gücü veya çalışma kapasitesi olduğu gerçeğinden kaynaklanıyordu. Bunun için, ona, emek gücünün değerine (işçinin kendisini ve sonraki işçi kuşaklarını yaratmak üzere ailesini geçindirmesi için gerekli miktar) uygun olarak ödeme yapılıyordu. Bununla birlikte, üretim sürecinde gerçekleştirilen ve onun satın alıcısı olarak kapitaliste ait olan emek gücünün kullanım değeri, onun ek ya da artı değer yaratma kapasitesine dayanıyordu. Bu artı değer, işçinin, emek gücünün değerini işgününün yalnızca bir kısmında yeniden ürettiği, işgünü sürecinde yaratılan değerin geri kalanının ise kapitaliste gittiği gerçeğinden kaynaklanıyordu.

Başka bir ifadeyle, artı değer ve kar, değer yasasına aykırı değil ama ona uygun olarak ortaya çıkıyordu. Sömürü ve ondan kaynaklanan her şey, bizzat kapitalist ekonominin yasalarının sonucuydu. Bu keşif, aynı zamanda, işçi sınıfının kapitalist toplumdaki devrimci rolünü bilimsel temelde saptıyordu.

Engels, artı değerin sırrının keşfedilmesinin önemini vurgulamıştı. Onun açıklamaları, dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca insanın kapitalist ekonominin işleyişine düşmanlığının giderek büyüdüğü günümüz toplumunda, geçerliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Engels, Marx öncesi sosyalizmin kapitalist toplumu ve onun sonuçlarını bazen dokunaklı bir biçimde eleştirmiş olduğunu belirtmişti. “Ancak onları açıklayamıyor ve bu yüzden, onların derin bilgisine erişemiyordu. O [Marx öncesi sosyalizm-çev.], sadece, onları basitçe kötü diye reddediyordu.”

Kapitalist üretim biçimini belirli bir dönemdeki tarihsel bağlantısı, kaçınılmazlığı ve aynı zamanda kaçınılmaz çöküşü içinde sunmak ve “onun hala bir sır olan temel karakterini, eleştirmenlerinin onun kötü sonuçlarına saldırması gibi değil, şeyin kendi süreci olarak açığa çıkarmak” gerekiyordu. “Bu, artı değerin keşfi ile yapıldı.” Bu sayede, diye devam ediyordu Engels, sosyalizm, tarihsel maddecilik teorisi ile birlikte, bir bilim haline geldi.

Burjuvazi ve onun ideologları başlangıçta, Kapital’i görmezden gelmeye çalışmışlardı. Fakat onun etkisi yayılınca, onu çürütmeye kalktılar. Başarısızlığa uğrayınca da yalanlara ve çarpıtmalara başvurdular. Ancak bu çabalarının boşuna olduğu kanıtlandı. Kuşkusuz, Marx kapitalist ekonominin tüm işleyişini bütün ayrıntılarıyla çözümleyemez ya da onun tarihsel gelişiminin tüm yönlerini öngöremezdi. Ne var ki, kapitalizmin temel itici güçlerinin bir çözümlemesini sağlayan başka bir eser yoktur.

Marx, artı değerin sırrının keşfi sayesinde, kaçınılmaz krizleri ve üretici güçlerin gelişmesi ile ücretli emeğe ve meta üretimine dayanan toplumsal ilişkiler sistemi arasındaki içsel çelişkiyi (bu, kar oranının düşüş eğiliminde yansıtılıyordu) ortaya çıkarabilmişti.

Başka hiç kimse, kara kişisel el konulması ile üretimin toplumsallaşmış karakteri arasında var olan, korkunç mali ve ekonomik krizler ya da ABD’deki son kasırgalardan kaynaklanan toplumsal yıkım biçimini alan patlayıcı çelişkinin itici güçlerine ilişkin bilimsel bir çözümleme sağlamamıştır.

Başka hiçbir eser, bir bütün olarak insanlığı ilerletebilecek olan emek üretkenliğindeki devasa artışa rağmen, neden toplumsal eşitsizliğin ve yoksunluğun arttığını ve birikimin, Marx’ın belirttiği gibi, bir tarafta olağanüstü bir servet; diğer tarafta ise yoksulluk, sefalet ve yozlaşma biçimini aldığına bir açıklama getirmemiştir.

Burjuvazi ve onun temsilcileri, Kapital’e ve onun devrimci çıkarımlarına ateş püskürmeye devam edecekler. Fakat gerçekler inatçıdır.

Kapitalist sistemin Marx tarafından çözümlenmiş işleyişine karşı mücadeleye girişen işçiler ve gençler, Kapital’de, bilimsel bir yönelimin ve perspektifin temelinin yanı sıra, ne ile karşı karşıya olduklarına ilişkin bir kavrayışa ulaşmada en güvenilir kılavuzu bulacaklar.

Bununla birlikte, böylesi bir eserin özümsenmesi kolay değildir. Marx’ın bizzat açıkladığı gibi, bilime giden kestirme bir yol bulunmuyor. Çaba harcanması gerekiyor. Ama böyle bir çabanın karşılığı değerli ve kalıcıdır. Kapital’i okuyanlar karşı karşıya oldukları devasa ve gitgide büyüyen sorunların kaynağına ilişkin bir kavrayış ve bir mücadele perspektifi ile donanmakla kalmayacak, aynı zamanda dünya literatürünün bir başyapıtı ile tanışacaklar. Shakespeare dışında başka hiç kimse, dilin gelişmesine bu kadar katkıda bulunmamıştır.

Bu yüzden, yayınlanmasının 150. yıldönümü, onun geliştirdiği perspektifi gerçekleştirmek amacıyla, Kapital’e ilişkin yeni bir incelemeye vesile olsun. Bu perspektif, sömürünün müzeye kaldırıldığı ve Komünist Manifesto’nun sözleriyle, sınıfları ve sınıf uzlaşmazlıkları ile birlikte burjuva toplumunun yerine, “her bireyin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişmesinin koşulu olduğu bir birliğe sahip olacağımız”, emeğin yarattığı üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu gerçekten insani bir toplumun yaratılmasıdır.

Loading