ABD, Türkiye ile tırmanan gerilimlerinin ortasında Mehmet Atilla’yı yargılıyor

Türkiye’de Temmuz 2016’daki NATO destekli darbe girişimi eliyle körüklenen Washington ile Ankara arasındaki daha kapsamlı şiddetli anlaşmazlık bağlamında ve ABD’nin İran’a karşı savaş tehditlerinin ortasında, New York City’deki bir federal mahkemede, ABD Adalet Bakanlığı’nın Türkiye’deki Halkbank’ın yöneticisi Mehmet Hakan Atilla’ya karşı açtığı “ABD Atilla’ya karşı” davası görülüyor.

Atilla’nın tutuklanıp kovuşturulması, iki NATO müttefiki arasındaki ilişkilerde hızlanan bir çöküşün ortasında gerçekleşti. Ankara ve Washington, vize hizmetlerini karşılıklı olarak askıya almış ve birbirlerinin görevlilerini tutuklamıştı. AKP hükümeti, NATO müttefikini, Suriye’deki ve Irak’taki Kürt ayrılıkçı güçlerini kastederek, “terörist örgütleri aralıksız olarak silahlandırmak” ile suçluyor.

Atilla davasının hedefleri, hukuki değil, asıl olarak jeopolitiktir: Türk hükümetini ABD dış politikasıyla yeniden aynı hizaya gelmeye zorlamak ve İran’a karşı yeni suçlamalarda bulunmak. İran’ın önceki Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile Ruhani Lider Ali Hamaney’in, ABD yaptırımlarını ihlal eden Türkiye ve İran yurttaşı altın tüccarı Reza Zarrab tarafından betimlenen gizli bir altın karşılığında petrol ticareti entrikasına karıştıkları iddia ediliyor.

Atilla iddianamesinde, “İran’daki ve Türkiye’deki üst düzey yetkililer, bu entrikada yer aldılar ve onu korudular. Bazı yetkililer, entrikanın gelirlerinden on milyonlarca dolarlık rüşvet aldılar. Onlar, bunun karşılığında entrikayı destekleyecek, katılımcıları koruyacak ve entrikanın ABD’li düzenleyicilerin incelemelerine karşı korunmasına yardımcı olacaklardı.” suçlamasında bulunuluyor. İddianame, Mart 2016’da tutuklanmış olan ve artık ABD’li savcılarla işbirliği yapan Zarrab’ın ifadesine dayanıyor.

Dava, AKP hükümetini doğrudan tehdit etmektedir. Yargılamadaki diğer yedi sanık arasında, eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan ile Halkbank’ın eski genel müdürü Süleyman Aslan bulunuyor. Dava, o dönemde başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da bulaşabilir.

Zarrab, 29 Kasım’daki duruşmada, İran’a karşı ABD yaptırımlarını aşmak için altın karşılığında petrol ticareti entrikasına yardım etmesi karşılığında, Çağlayan’a, 2012-2013’te 45-50 milyon avro rüşvet verdiğini doğruladı. O, ayrıca, İran’ın banka işlemlerini Türkiye’deki Aktif Bank üzerinden yönlendirmek için Türkiye’nin eski AB bakanı Egemen Bağış’tan destek aldığını söyledi.

Zarrab, Türkiye’deki 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk skandalının da merkezindeydi. Çağlayan ile Bağış’ın da aralarında olduğu dört bakan, Erdoğan hükümetini devrilmenin eşiğine getiren bir olayda masum olduklarında ısrar etmelerine rağmen istifaya zorlanmıştı. Erdoğan, “yabancı bir komplo” ve “devlet içinde yuvalanmış bir paralel devletin hükümeti devirme girişimi” olarak adlandırdığı soruşturmaya saldırıya geçmiş, davaya karışan savcıları ve polisleri görevden almıştı.

AKP hükümeti, Erdoğan’a yönelik olası sonuçları nedeniyle, New York’taki davayı başından itibaren yakından takip ediyor. Erdoğan, şimdiye kadar suçlanmış değil. Bununla birlikte, söylentilere bakılırsa, ABD’li savcılar, dava hazırlıklarında, Zarrab’ın Erdoğan ile bağlarına ilişkin kanıta sahip olduklarını söylemişler. Erdoğan, hem Başkan Donald Trump’tan hem de Başkan Barack Obama’dan defalarca Zarrab’ın serbest bırakılmasını rica etmişti.

Davayı Türkiye’ye karşı bir “saldırı” olarak adlandıran Türk yetkililer, onu, geçtiğimiz yılki 15 Temmuz başarısız darbe girişimini düzenlemekle suçladıkları ABD’deki bir CIA varlığı olan Fethullah Gülen tarafından desteklenen bir komplo olarak suçluyorlar. Türk yetkililer, ayrıca, ABD’li savcıları, davalarını 2013’teki skandalla ilgili eski yolsuzluk suçlamaları üzerine kurmakla suçluyorlar.

30 Kasım’da, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Anadolu Ajansı’na, “Zarrab, baskı altında bir iftiracı haline geldi.” diye konuştu ve davanın arkasında Gülen’in olduğu iddiasını yineledi. Bozdağ, daha önce, “Zarrab (artık Atilla) davası, Türkiye’nin İran, Rusya ve diğer ülkeler ile ilişkilerine zarar vermeyi amaçlıyor.” demişti.

Ankara, “ABD Atilla’ya karşı” davasına, ABD’li yetkililere karşı harekete geçerek karşılık verdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 1 Aralık günü, Temmuz 2016’daki darbe girişimine bulaştığı iddiasıyla eski üst düzey CIA yetkilisi Graham Fuller hakkında tutuklama kararı çıkardı. Tutuklama kararına göre, Fuller, darbe girişimi sırasında Türkiye’deymiş ve darbenin başarısızlığa uğramasının ardından ülkeyi terk etmiş.

Fuller, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini devirme girişiminde bulunmak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yükümlülüklerini engellemek”, “siyasi ve askeri casusluk amacı için devlet sırlarını ele geçirmek” ve “anayasal düzeni yıkmaya çalışmak” ile suçlanıyor.

18 Kasım’da, Türk savcılar, kanıtların yasadışı bir şekilde elde edilip edilmediğini belirlemek için Zarrab davasında yer alan ABD’li iki savcıya yönelik kendi soruşturmalarını açıkladılar. Buna yanıt olarak, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Heather Nauert, şunları söyledi: “Hep aynı hikaye… Size, bizi bir tür darbeyi teşvik etmeye çalışmakla suçladıkları son seferdeki yanıtı vermek zorundayım. Bunun gülünç olduğunu söyleyeceğim.”

1 Aralık’ta, ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Erdoğan’ın akrabalarının bir off-shore şirketine milyonlarca dolar aktardıklarını gösteren belgeler yayınladı. CHP önderi Kemal Kılıçdaroğlu, bu belgeleri, ilk kez Kasım ayında, CHP’nin haftalık grup toplantısı sırasında gündeme getirmişti.

Bu, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP) sert bir tepkiye yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun suçlamaları ile New York’ta devam eden “ABD Atilla’ya karşı” davası arasında bağlantı kuran AKP, hızla Kılıçdaroğlu’nu “yalan” söylemekle suçladı ve belgeleri “sahte” olarak bir kenara attı.

1 Aralık’ta, Başbakan Binali Yıldırım, Kılıçdaroğlu’ndan, “eline ne varsa” mahkemelere vermesini istedi ve “Bu suçlama oyununa son ver.” diye ekledi. Yıldırım, ayrıca, Kılıçdaroğlu’nu, “Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermek için terör örgütleri ile yan yana hareket etmek” ile suçladı. Bu arada, Erdoğan ve belgelerde adı geçenler, Kılıçdaroğlu’na 1,5 milyon liralık (380.000 dolar) tazminat davası açtı.

“ABD Atilla’ya karşı” davasını AKP hükümetine karşı uluslararası bir komplonun parçası olarak gören Erdoğan ve destekçileri, esas olarak da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), milliyetçiliği kışkırtmaya çalışıyor.

Washington ile Ankara arasında “ABD Atilla’ya karşı” davası üzerine şimdiki kapışmanın arkasında, iki NATO müttefiki arasında giderek büyüyen anlaşmazlıklar yatmaktadır. Bu anlaşmazlıkların başında, Türkiye’nin, ABD emperyalizminin başlıca iki hedefi olan Rusya ve İran ile yakın bağlar kurduğu Suriye savaşı geliyor.

Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları, kısa süre önce, Suriye’nin geleceğini ele almak üzere Soçi zirvesinde bir araya gelmişlerdi. Onlar orada, Washington’ın, İsrail ile Suudi Arabistan’ın yanı sıra özerklik ya da bağımsız bir devlet peşinde koşan Kürt milliyetçilerini de kapsayan bölgesel müttefiklerinin arzularına aykırı biçimde, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin ulusal egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü” koruma taahhütlerini yeniden belirtmişlerdi.

Washington, 2014’ten beri, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu olan ve sözde IŞİD karşıtı savaşta ABD’nin karadaki başlıca vekil gücü işlevi gören Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile birlikte çalışıyor. Ankara, otuz yılı aşkın süredir bir gerilla savaşı yürüten ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik başlıca tehdit olarak gördüğü PKK’ye şiddetle karşı. PKK, ABD ve AB tarafından da resmen bir terör örgütü olarak kabul ediliyor.

Ankara, Washington’dan, YPG’ye verdiği ve Türkiye’yi tehdit edebilecek tüm silahları geri almasını istiyor. Erdoğan, bu konuda şunları söyledi: ““Kanaatleri nedir? Ne yapmak istiyorlar? Kendilerinden dinleyelim. Bu silahları hala nereye, niçin getiriyorlar? DEAŞ diyorlardı, ama artık DEAŞ diye bir şey kaldı mı? Bölgenin DEAŞ'tan temizlediği söyleniyor. Madem öyle bu silahlar niye geliyor? Hamburg'da bize 'DEAŞ'ı biz oradan söküp attıktan sonra, elimizde bunların seri numaraları var, biz bütün bu bütün silahları toplayacağız' demişlerdi, topladılar mı?... Tüm bunları bir konuşup, kendileriyle paylaşalım istiyorum.”

Loading