Boyun Eğmeyen Fransa’ya yönelik baskın ve devlet baskısının dünya çapında yükselişi

Son günlerde, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda işkence edilip öldürülmesi hakkında dünya genelinde milyonlarca insanı şok eden dehşet verici ayrıntılar ortaya çıktı.

Konsolosluktaki kayıtlar, bir Suudi ekibinin, Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın bir muhalifi olan gazeteciyi dövdüğünü, işkence edip öldürdüğünü ve parçaladığını doğruluyor. New York Times, “Bay Kaşıkçı’nın parmakları koparılıp vücudu parçalanmadan önce öldürülmüş olup olmadığı”nın belirsiz olduğunu yazdı. Kaşıkçı ölünce, İstanbul’a özellikle gönderilmiş olan bir Suudi adli tıp uzmanı, ekibin diğer üyelerine parçalamada ve geriye kalanları saklamada yardım etmeye başlamış; onlara, cesedi parçalarken rahatlamak için “müzik dinlemelerini” tavsiye etmiş.

Suudi petrol monarşisinin siyasi bir muhalifi ortadan kaldırmak için cinayete başvurması ve geride kalanları susturmak üzere yıldırmaya çalışması, dünya çapında öfkeye ve tiksintiye yol açıyor. Bununla birlikte, Kaşıkçı cinayeti, egemen seçkinlerin, yükselen siyasi muhalefeti bastırmak için gitgide daha fazla polis devleti baskısına başvurmasının yalnızca en çarpıcı ifadesidir.

Salı sabahı, İstanbul’dan kilometrelerce uzaktaki Paris’te, saldırı tüfekleri ve kurşun geçirmez yelekler ile donanmış bir polis müfrezesi, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisinin önderi Jean-Luc Mélenchon’un evini bastı. 15 ayrı ekip de, LFI’nın diğer önderlerinin evlerine ve partinin genel merkezine baskın düzenledi. Mélenchon, polisin malzemelere el koyduğu ve LFI’nın bilgisayarlarındaki verileri aldığı parti genel merkezine geldiğinde, ekipler, yasalara aykırı bir şekilde, onun ve diğer LFI üyelerinin içeri girmesine izin vermedi.

Mélenchon ve Ulusal Meclis’teki diğer LFI milletvekilleri kapıları açmaya zorlandıklarında, bir polis ekibiyle karşılaştılar. Mélenchon gitmelerini isterken, onlardan biri, bir LFI üyesinin yakasına yapıştı.

Ertesi gün, medyada, Mélenchon’u –Libération’un sözleriyle– bir “siyasi şehit” pozu takındığı gerekçesiyle kınayan dikkatle planlanmış bir kampanya başladı ve mahkemeler, onu, adaleti engelleme ve polise saldırma suçlamalarıyla soruşturmaya başladı.

WSWS, bu tiksinti verici polis devleti saldırısını kesin bir şekilde mahkum eder. Geçtiğimiz yılki devlet başkanlığı seçimlerinde milyonlarca sol oy alan, yüz binlerce sempatizanı bulunan bir parti olan LFI’ya yönelik saldırı, Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un kemer sıkma ve polis devleti politikalarına yönelik daha geniş muhalefetin gözünü korkutmayı amaçlamaktadır. Bu saldırı, “zenginlerin başkanı” olarak horlanan Macron’un, bir hükümet atamaya çalışıp başarısız olmasından iki hafta sonra gerçekleşti. Macron’un halk tarafından desteklenmemesi nedeniyle, politikacılar, bunun siyasi kariyerlerini sona erdirebileceği korkusuyla onun bakanlar kuruluna girmeyi reddettiler.

WSWS, Mélenchon’la, kapsamlı şekilde belgelemiş olduğu temel siyasi farklılıklara sahiptir. Bununla birlikte, o, hala azımsanmayacak bir desteğe sahip önde gelen bir politikacıdır. Onun politika yapma ve genel merkezini koruma hakkı, temel öneme sahiptir.

İçişleri bakanlığının, sanki o polisle çatışmaya girmeye hazır bombalı bir teröristmiş gibi, ağır silahlı polisleri Mélenchon’un dairesine gönderme kararı, Fransa’daki, Avrupa’daki ve dünya genelindeki halk kitlelerine yönelik açık bir tehdittir. 2008’deki Wall Street çöküşünden on yıl sonra, egemen seçkinler, çarpıcı servetlerinin ve kemer sıkma/savaş politikalarının, halkın ezici çoğunluğu tarafından desteklenmediğinin farkındalar. Zayıf hükümetler, çaresiz önlemler alıyor ve “terörle mücadele” sırasında oluşturulan polis devleti yetkilerini siyasi muhalefete karşı acımasızca kullanmayı amaçlıyorlar.

Devasa halk muhalefeti karşısında her şeyi göze almış olan Macron hükümeti ve Avrupa genelindeki hükümetler, Suudi rejimi gibi, sert tepki gösteriyorlar. Geçtiğimiz yıl, İspanyol hükümeti, Ekim 2017’deki Katalan bağımsızlık referandumunda binlerce barışçıl seçmene saldırmak için Katalonya’ya binlerce polis göndermişti. Madrid, seçilmiş Katalan bölgesel yönetiminin görevden alınmasının ardından, referandum düzenleme ya da Madrid’in baskısına karşı barışçıl protesto çağrısı yapma gerekçesiyle, üst düzey Katalan politikacıları hapse attı ve onları siyasi tutuklular olarak tutuyor.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Mélenchon’a yönelik polis baskınının ve Berlin’de hükümetine karşı kitlesel anti-faşist gösterilerin hemen ardından, hükümetinin, Avrupa seçimlerine doğru, muhalefet partilerini gözetlemeyi arttıracağını açıkladı. Merkel, “iç güvenliği” sağlamlaştırmak için, “kampanyalarında etkin şekilde yanlış bilgi yayan partilere yönelik kurallar” oluşturacağını söyledi.

Bu sansürün ve polis devleti baskısının başlıca hedefi, uluslararası işçi sınıfı içinde kapitalizme yönelik gelişmeye başlayan siyasi muhalefettir. Bir diplomat, Washington Post’a, eleştirmenlerini öldürmeye başlayan Suudi rejiminin, “Suudi Arabistan’ın genç ve yüksek eğitimli nüfusu için anlamlı işler bulunmaması ve petrolün hakimiyetindeki ekonominin çeşitlendirilmemesi durumunda, ‘hapı yuttuklarını’” bildiğini söylüyordu.

Üstelik en gelişmiş kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının radikalleşmesi hızla ilerliyor. Avrupa Birliği, geçtiğimiz yıl, 2008 çöküşünden bu yana devam eden derin kemer sıkmanın ve kitlesel işsizliğin ortasında, 35 yaş altı Avrupa gençliğinin çoğunluğunun toplumsal düzene karşı kitlesel bir ayaklanmaya katılmak istediğini gösteren bir anket düzenletti. Amerika’da, benzer anketler, genç işçilerin sosyalizmi ve komünizmi kapitalizme tercih ettiğini tespit etti.

LFI’ya yönelik baskınlar bir uyarıdır: eğer dünya çapındaki egemen seçkinler, eski bir bakan ve resmi politikada tanınmış bir kişilik olan Mélenchon’a karşı bu tür sert yöntemlere başvurmayı kabul ediyorlarsa, işçilere ve gençlere karşı acımasızca hareket etmeye girişeceklerdir.

Bugün ortaya çıkan merkezi görev, işçi sınıfı içinde, militarizme ve polis devleti baskısına karşı uluslararası bir hareketin inşa edilmesidir. Kendi ayrıcalıklarını korumak için her şeyi göze almış olan kapitalist oligarşilerin dünya genelinde toplu gözetlemeye ve polis baskısına yönelmesi karşısında, işçi sınıfının demokratik hakları savunma mücadelesinde ileriye giden yol, sosyalizm uğruna mücadeleden geçmektedir.

Kendisini bir zamanlar sosyalist diye adlandıranlar da dahil Fransız medyasının, hep birlikte Mélenchon’un aleyhine dönmesi bir uyarıdır. 1968 öğrenci hareketinden çıkan ve “sol” politikaya hakim olan hali vakti yerinde orta sınıf tabakalar, fazlasıyla sağa kaymış ve polis devleti ile kader birliği yapmış durumdadır. Demokratik hakları savunma mücadelesi, her şeyden önce, işçi sınıfının diğer sınıfsal güçlerden siyasi bağımsızlığı uğruna mücadeleyi gerektirmektedir.

WSWS, Mélenchon’u Macron’un baskısına karşı koşulsuz ve tartışmasız bir şekilde savunurken, özellikle, onun, polis devleti rejiminin oluşturulmasında azımsanmayacak bir rol oynayan politikalarını eleştirmeyi sürdürmektedir. Mélenchon’un, Fransız milliyetçiliğinin amansız bir destekçisi olan partisi, 2015’teki terör saldırılarının ardından, demokratik hakları askıya alan ve polis yetkilerini büyük ölçüde arttıran olağanüstü hal lehine oy vermişti. Onun Fransa Cumhuriyeti’ni Macron’a karşı savunmak için sağ ile ittifak kurma yönündeki son taahhüdü, yalnızca, şimdi onun başını isteyen polis güçlerini kuvvetlendirmiştir.

Buna karşılık, polis devleti diktatörlüğüne karşı mücadeledeki temel ilkeler, şunları içerir:

* Polis devleti diktatörlüğüne karşı mücadele, nüfusun bütün ilerici unsurlarını kendi arkasında birleştiren, toplumdaki büyük devrimci güç işçi sınıfı üzerinde yükselmelidir.

* Mali sermayenin diktatörlüğüne ve militarizm ile polis devleti egemenliğinin temel nedeni olan ekonomik sisteme son verme uğruna mücadele etmeksizin demokrasinin ciddi bir şekilde savunusu söz konusu olamayacağı için, bu mücadele, kapitalizm karşıtı ve sosyalist olmalıdır.

* Bu mücadele, zorunlu olarak, kapitalist sınıfın bütün siyasi partilerinden ve örgütlerinden bütünüyle ve tartışmasız biçimde bağımsız ve onlara düşman olmalıdır.

* Bu mücadele, her şeyden önce uluslararası olmalı, işçi sınıfının muazzam gücünü emperyalizme karşı birleşik küresel bir mücadelede harekete geçirmelidir.

Loading