Yaptırımlar sertleşirken, Washington İran’ı “askeri güç” ile tehdit ediyor

ABD, ekonomisini çökertme ve despot Şah Rıza Pehlevi’ninkine benzer ABD yanlısı bir rejim dayatma amacıyla, İran’a karşı yasadışı ekonomik savaşını çarpıcı biçimde tırmandırıyor.

ABD, 5 Kasım Pazartesi gününden itibaren, İran’ın devlet bütçesinin üçte birinden fazlasını finanse eden enerji ihracatına ambargo uygulayacak.

Washington, ayrıca, İran’ın geri kalan ihracatını durdurmak ve onu makinelere, temel tüketim mallarına ve diğer temel gereksinimlere erişimden yoksun bırakmak için, ülkenin merkez bankasını ve diğer mali kurumlarını ABD’nin hakimiyetindeki küresel mali sistemden men edecek ve İran ile ticareti sigorta ettiren her şirketi hedef alacak.

ABD’nin İran’a karşı tek taraflı yaptırımları, cezalandırıcı nitelikteki ikincil yaptırımlar yoluyla zorla kabul ettirilecek. Washinton’a rağmen İran ile ticaret yapan şirketler ve ülkeler, ABD piyasasından dışlanmayla ve büyük mali ya da başka çeşitli cezalarla karşı karşıya kalacaklar.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Trump yönetiminin İran stratejisini, “azami baskı” ve “yıkıcı cesaret” olarak tanımladı ve “baskı yalnızca artacak” diye ekledi.

Pompeo, Foreign Affairs’ın Kasım-Aralık sayısı için yazdığı yazıda, “Trump, Ortadoğu’da ABD’nin uzun süreli başka bir askeri angajmanını [yani, ABD’nin başlattığı yeni bir savaşı] istemiyor” iddiasında bulundu. Ancak onun “İran’la yüzleşen” makalesi, savaş tehditleriyle doluydu. Pompeo, Pyongyang’ın ABD’nin taleplerine boyun eğmesine yol açan Trump’ın Kuzey Kore’yi yakıp kül etme tehditlerini övüyor ve Trump’ın, onun İran’a karşı savaş kışkırtıcısı ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın ve diğer üst düzey yetkililerin İran’ı askeri saldırıyla tehdit eden son açıklamalarını tekrarlıyordu.

Her saldırganın başlıca basmakalıp sözlerine başvuran Pompeo, “Biz, savaş istemiyoruz” diyor ve ekliyor: “Ama biz, bu tırmanmanın İran’ın zararına bir mesele olduğunu acı acı ortaya koymalıyız. İslam Cumhuriyeti, ABD’nin askeri hünerleriyle boy ölçüşemez ve İran önderlerinin bunu bilmesine izin vermekten korkmuyoruz.”

Pompeo, tabii ki, Trump’ın, İran’ın bir haydut rejim ve dünyadaki başlıca terör destekçisi olduğu sözlerini tekrarlıyor.

Oysa, Tahran’la anlaşmayı imzalamış olan tüm diğer devletlerin (Britanya, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin), Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve hatta ABD Dışişleri Bakanlığı ile birlikte, İran’ın anlaşmadaki tüm yükümlülüklerini harfiyen yerine getirdiğini kabul etmesine rağmen, BM destekli 2015 İran sivil nükleer anlaşmasını yırtan Washington’dır.

Son otuz yıldır, Afganistan’dan Libya’ya kadar geniş Ortadoğu genelinde tüm toplumları mahveden, milyonlarca insanı öldürüp, milyonlarcasını yerinden yurdundan eden bir dizi yağmacı savaş yürüten Amerikan emperyalizmidir.

Pompeo’nun dilini kullanırsak, İran’a boyun eğmek ile Amerika’nın “askeri gücü” ile karşılaşmak arasında “bir tercih” sunan bir “mafyayı andıran” da Washington’dır. Bu, İran’ı bir yeni sömürge haline getirecek olan ABD taleplerini (bu talepler, tam da ABD’nin onu tehdit ettiği ve İsrail ile Suudi Arabistan’ı tepeden tırnağa silahlandırdığı sırada balistik füze programını bırakmasını; Hizbullah, Hamas ve Suriye yönetimi gibi müttefiklerine tüm desteğini sona erdirmesini ve sivil nükleer programına başka herhangi bir ülkeye uygulanandan çok daha sert olan sürekli sınırlamalar uygulanmasını kapsamaktadır) kabul etmek ile ABD’nin durmadan tırmanan ekonomik ve askeri baskı harekatına tabi olmak arasında bir tercihtir.

ABD’nin “baskısı”nın “yeni bir örneği”

Çarşamba günü konuşan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Washington’ın İran ekonomisini boğma planlarının “Amerika’nın baskısının yeni bir örneği”ni oluşturduğunu söyledi ve ulusal birlik çağrısı yaptı.

Ruhani, İran para birimindeki büyük değer kaybına ve yaklaşan ABD yaptırımlarından ürken Avrupalı ve diğer yatırımcıların ülkeden çekilmesi nedeniyle işsizlikte yaşanan yeni bir ani yükselişe yaptığı dolambaçlı bir atıfla, “geçtiğimiz son birkaç ayda, halk zor zamanlar geçirdi ve önümüzdeki birkaç ayın da zor olması olası” diye kabul etti.

Bununla birlikte, Ruhani, Washington “İran’ın petrolünü sıfıra indirme ya da azaltma konusundaki hedeflerinden hiçbirine ulaşamayacak” diye ısrar etti. O, bu iddiayı desteklemek için, Avrupalı emperyalist güçlerin Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesine yönelik muhalefetini ve Avrupa merkezli şirketlerin ve başka şirketlerin ABD yaptırımlarından kurtulması için bir Özel Araç geliştirme taahhütlerini vurguladı.

Gerçekte, İran’ın burjuva ulusalcı yönetimi krizlerle sarılıyor. O, İran kapitalizminin karlılığını arttırmayı amaçlayan neoliberal reformları geçirirken işçi sınıfına karşı elini güçlendirmek için Batılı emperyalist devletler ile uzlaşmaya ve yabancı yatırımlarda bunu izleyen ani bir artışa bel bağlamıştı. Ancak, Avrupa’nın 2016-17’deki yatırım artışı, beklentilerin çok gerisinde kaldı. Bu yıl ise, Avrupalı şirketler yaklaşan ABD yaptırımlarının korkusuyla ülkeden çıkış yolunu tuttukları için, yatırımlarda apaçık bir çöküş yaşandı.

2018’in başında, İran yönetimi, yıllardır devam eden kemer sıkmaya ve toplumsal eşitsizliğe yönelik kitlesel öfke patlamasıyla sarsılmıştı. O zaman beri, öğretmenlerin, kamyon sürücülerinin ve başka işçilerin dahil olduğu çok sayıda grev meydana geldi.

Giderek artan oranda militan bir işçi sınıfından ve küresel gücündeki aşınmayı tersine döndürmek için her şeyi göze almış olan yırtıcı ABD emperyalizminden gelen bu iki tehdit ile karşı karşıya bulunan Tahran, bir sağa bir sola yalpalıyor.

Ruhani ve İran’ın askeri önderleri, ABD’nin ve onun Suudi ve diğer Körfez müttefiklerinin İran’ın petrol ihracatını yasadışı bir şekilde engellemeye çalışması karşısında, Tahran’ın, Arap Yarımadası petrolünün başlıca güzergahı olan Hürmüz Boğazı’nı kapatma hakkı olacağını ileri sürmüş durumda.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, bu hafta CBS News ile röportajında, İran meclisi güvenlik komitesinin bir üyesinin Tahran ile Washington arasında gizli görüşmeler olduğu iddiasını reddetti. Zarif, “Ama görüşme olasılığını dışlamıyorum. Bunu geçmişte yaptık. Yine yapabiliriz.” dedi.

ABD emperyalizminin İran’a ve dünya jeopolitikasına karşı saldırganlığı

ABD’nin İran’ın petrol ihracatına yönelik ambargosunun başlayacağı 5 Kasım’ın yaklaşmasıyla birlikte, çeşitli ülkeler, Trump yönetimine, “muafiyetler”; yani ABD’nin en azından bir miktar İran petrolü ithal etmeyi sürdürmelerini izin vermesi için başvuru yaptı. Obama yönetiminin İran’a baskı yapıp tehdit ettiği 2011 ile 2015 arasında (Trump, Pompeo ve Bolton, bunu, yetersiz derecede saldırgan olarak kötülüyordu), ABD, geleneksel olarak İran petrolü ithal eden ülkelere, toplam ithalatlarını her 6 ayda bir yüzde 20 azaltmak şartıyla, muafiyetler tanımıştı.

Perşembe günü, ilk kez, Trump yönetiminin, bu tür muafiyetler tanımak üzere olduğuna ilişkin belirtiler vardı. Söylendiğine göre, bunun yapılması durumunda, muafiyetler, yalnızca kısa süreli ve toplam ithalatı yüzde 30 ya da daha fazla azaltma şartıyla olacak.

Washington’ın Çin’e karşı stratejik saldırısındaki önemli müttefikleri olarak gördüğü Hindistan ile Güney Kore’nin muafiyetler elde etmek üzere olduğunun söylenmesi anlamlıdır.

Pekin ise, Washington’ın İran’a karşı ABD yaptırımlarına uyma çağrılarını reddederken, son aylarda İran’dan yaptığı petrol ithalatını azalttı.

Bazı haberlere göre, Trump, yönetiminin sözcüsünün Amerikan emperyalizminin en önemli stratejik rakibi olarak tanımladığı Çin’e karşı süregiden askeri ve ekonomik baskı harekatının parçası olarak, 5 Kasım’da İran’da aktif olan bazı Çinli şirketlere yaptırım uygulayabilir.

New York Times, Perşembe günü, “Yeni Yaptırımlar Yaklaşırken, ABD’nin İran’a Karşı Baskısı Büyük Engellerle Karşılaşıyor” başlıklı bir makale yayınladı.

Makalede, Washington’ın İran’a karşı saldırganlığındaki asli bir müttefiki olan Suudi rejiminin, gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı vahşice öldürmesinin ardından kriz içinde olduğu belirtiliyor ve Çin’in, Avrupalı güçlerin ve dünya genelindeki çoğu devletin, Trump yönetiminin nükleer anlaşmayı çöpe atmasına ve tek taraflı yaptırımlarına muhalefetine dikkat çekiliyordu.

Ortadoğu’daki ve büyük güçler arasındaki gerilimler, bugün, kuşkusuz, on yılın başında olduğundan çok daha patlayıcıdır. O zaman, Obama yönetimi, Washington’ın geleneksel Avrupalı müttefiklerinin desteğiyle, Tahran’ın sivil bir nükleer program örtüsü altında nükleer silahlar geliştirebileceği gerekçesiyle, Rusya’yı ve Çin’i İran’a karşı ekonomik yaptırımlara ikna etmişti.

Aradaki zamanda, Washington, nükleer silahlı Rusya’ya ve Çin’e karşı aktif bir şekilde savaşa hazırlandığını açıkça ortaya koymuş ve ABD ile Avrupa arasındaki Atlantik ötesi ortaklık bozulmuş durumda. Almanya ile Fransa’nın önderlik ettiği Avrupa, kendi emperyalist çıkarlarını Washington’dan bağımsız bir şekilde ve gerektiğinde, ona karşı ileri sürebilmek amacıyla, telaş içinde silahlanıyor. Belirtmek gerekir ki, Avrupalı önderler, AB’nin şu anda İran ile ticareti sürdürmek için oluşturmaya çalıştığı Özel Araç’ı, ABD’nin ve ABD dolarının egemenliğine tabi olmayan bir mali sistemin potansiyel bir yapı taşı olarak pazarlıyorlar.

Ancak bütün bunlar, Washington ile Tahran arasında gelişen cepheleşmeyi daha dengesiz ve daha patlayıcı hale getiriyor. Tahran’ı aşağılama ve ona boyun eğdirme amacıyla ABD emperyalizminin gücü ve saygınlığı hakkında atıp tutan Trump ve Amerikan oligarşisi, rakiplerinin İran karşıtı saldırının altını oymasını ya da savuşturmasını görmekten hiç hoşlanmayacak ve bu, ABD’yi, daha da büyük bir pervasızlığa ve saldırganlığa yöneltecektir.

Loading