Washington İran’a karşı “azami baskı” kampanyasını tırmandırıyor

Washington’ın İran’a karşı bir savaş durumuna eşdeğer ekonomik yaptırımları yeniden uygulamaya koymasından bu yana hemen hemen bir yıl geçti. Söz konusu cezalandırıcı önlemler, daha önce, 2015 yılında Tahran ile büyük güçler arasında yapılan ve resmi adıyla Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen İran nükleer anlaşmasının imzalanmasıyla kaldırılmıştı.

Trump yönetimi, uluslararası hukuku açıkça ihlal edip, ABD’nin anlaşmaya bağlılığını iptal ederek, İran’da saldırganlık ve rejim değişikliği yönünde bir stratejiye girişti. Bu, İran halkını aç bırakarak boyun eğdirmeyi amaçlayan bir “azami baskı” kampanyasının durmadan tırmandırılmasını ve silahlı müdahale hazırlığı olarak ABD ordusunun Basra Körfezi’nde takviye edilmesini kapsıyordu.

“Azami baskı” kampanyasının ilan edilen hedefi, İran’ın gelirlerinin ezici bir kısmını oluşturan petrol ihracatını sıfıra indirmektir. Çoğu tahmine göre, İran’ın ham petrol ihracatı aşağı yukarı yüzde 80 oranında düşmüş durumda.

Trump, Çarşamba günü Beyaz Saray’da düzenlenen bir basın toplantısında, yaptırımların etkisinden şeytanca bir zevkle bahsediyordu: “Büyük bir problemleri var. Mali açıdan ölüyorlar. Enflasyonları şimdiye kadar az sayıda insan tarafından görülmüş bir oranda.”

Amerika Birleşik Devletleri tarafından alınan önlemler, İran’ın 83 milyon kişilik nüfusuna karşı suç oluşturan bir toplu cezalandırma eylemidir. ABD’nin yaptırım rejimi, ülkenin ihracat gelirini kesmeye ek olarak, İran’ı ABD hakimiyetindeki dünya mali sisteminden de dışladı. Bu durum, ülkenin zorunlu gereksinim maddelerini ithal etmesini ciddi ölçüde engelliyor. Buna, teknik olarak ABD ablukasından muaf olan gıda ve ilaç malzemeleri dahildir.

Bunun sonucunda, kanser gözetimi altında bulunan ve hastalıkla mücadele etmek için gereken ilaçlardan mahrum bırakıldıkları için ölen çocuk sayısı giderek artıyor. İthal edilebilen ilaçlar yetersiz miktarda ve fiyatları fırlamış durumda. Mali yaptırımlar, İran’ın kendi kapsamlı ilaç sektörünün tedarik zincirinin kesilmesine yol açtı. Bu da ilaçlara ulaşılabilirliği azaltıyor ve çok daha fazla kişiyi erkenden ölüme mahkum ediyor. Yaptırımlar eliyle bir defada öldürülmeyen emekçiler ise gıda, konut ve benzeri temel gereksinimlerin maliyeti hızla yükseldiği için, gitgide yoksulluğa ve açlığa sürükleniyorlar.

Bununla birlikte, yaptırımların İran hükümetini istikrarsızlaştırdığına ilişkin bir kanıt bulunmuyor. Tam da işçi kitlelerinin giderek artan oranda umutsuz koşullarla karşı karşıya olduğu sırada, hükümetin esas tabanı olan kapitalist egemen sınıf karlarına kar katıyor.

Washington, İran’a karşı bir askeri kuşatmayı istikrarlı bir şekilde arttırıyor. Beyaz Saray, geçtiğimiz ayın sonunda, Basra Körfezi’nde sözde ortak denizcilik güvenliği girişimini başlattı. Bu, görünüşte, dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün üçte birinin geçtiği Hürmüz Boğazı çevresindeki petrol tankerlerini ve ticari gemileri korumayı amaçlıyor. Pentagon’un operasyonlarına –asgari konuşlanma ile– katılan ülkeler yalnızca Britanya, Avustralya ve Bahreyn oldu.

ABD’nin denizcilik operasyonu, Donald Trump’ın, İran’ın kendi toprakları üzerinde uçan ABD’ye ait insansız bir casus uçağı vurup düşürmesine misilleme olarak İran’da bulunan hedeflere füze saldırıları düzenletmeye 10 dakika yaklaşmış olduğunu kamuoyu önünde itiraf etmesinden sadece birkaç gün sonra duyuruldu. Trump, söz konusu saldırıyı, iddia ettiği gibi İranlıların yaşamlarından duyduğu kaygı nedeniyle değil; generallerinin onu böyle bir saldırının Basra Körfezi’nde bulunan çok sayıda Amerikan askerini öldürebilecek ve Amerikan savaş gemilerini zor durumda bırakacak bir misillemeye yol açacağı konusunda uyardıkları için iptal etmişti.

Washington, o zamandan beri, İran’da rejim değişikliği yönelimini tırmandırmanın bir yolunu arıyordu. Çarşamba günü, Trump yönetimi, İran’ın petrol ihracatı sevkiyatını felce uğratmayı amaçlayan yeni kapsamlı yaptırımları ilan etti. Washington’ın tek taraflı yaptırımlardan kurtulmak için kullanılan nakliye ağının İran’ın İslami Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü tarafından işletildiğini iddia eden yönetim, İran’ın petrol sevkiyatına “bile bile önemli mal ve hizmet sağlayan ya da destek olan ABD yurttaşı olmayan kişiler”i cezalandırıcı yaptırımlarla hedef alma tehdidinde bulundu. Yönetimden bir yetkili, Washington Post’a, buna “Kulak asılmaması … ağır sonuçlar doğurur,” diyordu.

Tam da Trump yönetiminin söz konusu nakliye ağını aksatmaya hizmet edecek bilgi sağlayanlara 15 milyon dolar ödül vaat ettiği sırada, yönetimin İran özel temsilcisi Brian Hook’un Adrian Darya gemisinin kaptanı ile şahsen bağlantı kurmuş olduğu açığa çıktı. Britanya Kraliyet Deniz Piyadeleri, İran’a ait söz konusu petrol tankerine 4 Temmuz’da Cebelitarık açıklarında el koymuş ve gemiyi serbest bırakmadan önce altı hafta kadar alıkoymuştu.

Hook, bir Hindistan yurttaşı olan kaptana e-posta göndermiş; kendisini “ABD’nin İran Temsilcisi” olarak tanıtmış ve kaptana, gemiyi Washington’ın kendi sınırları dışında yaptırımları uygulama bahanesiyle ABD kuvvetleri tarafından el konulabilecek bir limana götürmesi halinde birkaç milyon dolar rüşvet teklif etmişti.

Hook, Kumar’a yazdığı e-postada, “Bu parayla dilediğin yaşama sahip olabilir ve yaşlılığında iyi durumda olabilirsin. Eğer bu kolay yolu seçmezsen, hayat senin için çok daha zor olacak,” diye yazıyordu.

Kaptan bu “kolay yolu” seçmedi ve ABD Hazine Bakanlığı’nın yaptırımlarının hedefi oldu.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Çarşamba günü Twitter’da yaptığı açıklamada konuyla ilgili şunları belirtti: “Korsanlığı başarısızlığa uğrayan ABD, apaçık şantaja başvuruyor: Bize İran’ın petrolünü teslim et, birkaç milyon dolar al; yoksa sana yaptırım uygularız, diyor.”

Bunların hepsi, bir mafya infazcısına yakışır yöntemlerdir. Bu yöntemlere, ABD emperyalizminin küresel egemenliğinde yaşanan gerilemeyi askeri yollarla tersine çevirmek için her şeyi göze alarak son otuz yıldır bitmek bilmeyen saldırı savaşları yürüten suçlu bir egemen sınıf tarafından başvurulmaktadır.

ABD’nin İran politikasının pervasızlığı, yalnızca, Amerikan kapitalizmini hem ülke içinde hem de dünya ölçeğinde saran derin kriz ile açıklanabilir.

Bizzat Trump, görüşme teklifleri ile topyekün savaş tehditleri arasında çılgınca gidip gelmektedir.

Geçtiğimiz ay düzenlenen G7 zirvesinde, Trump, Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un, JCPOA şartlarına uymayı sürdürmeye ikna etmek üzere İran’a 15 milyar dolarlık bir kredi limiti sunma teklifini kabul ediyor gibi görünmüştü. Anlaşma, Washington tarafından yeniden uygulamaya konan yaptırımların kaldırılması için İran’ın nükleer programında ciddi bir kısıntı yapılmasını gerektiriyordu. Macron’un İran Dışişleri Bakanı Zarif’i G7 görüşmelerine davet etmesi, ABD ile İran arasında doğrudan görüşmelere yönelik bir hazırlık olarak görülmüştü.

Ne var ki Çarşamba günü Washington, Fransa’nın anlaşmayı gerçekleştirmesine izin vermeye niyetinin olmadığını gösterdi. Trump, gazetecilere, İran ile görüşmek için Macron’a ihtiyacı olmadığını söyledi. Medyaya konuşan yönetim yetkilileri, İran sorunu konusunda Avrupa ile Amerika arasında var olan şiddetli anlaşmazlıkları açığa vuracak şekilde, “Fransız planı”nı bir kenara attılar.

ABD emperyalizminin “azami baskı” kampanyasının neden olduğu tırmanan gerilimlerin topyekün bir savaş biçiminde patlak verme tehlikesi, Çarşamba günü New York Times (NYT) tarafından yayımlanan ve Washington ile İsrail’in İran konusundaki uzun süreli işbirliğini değerlendiren uzun bir makalede vurgulandı.

ABD’li ve İsrailli yetkililerin sözlerini aktaran makale, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, aktif biçimde, İran’ın nükleer tesislerine karşı tek taraflı bir askeri saldırı –Trump’ın Beyaz Saray’ından yeşil ışık alacak bir eylem– düzenlemeyi düşündüğünü açıkça ortaya koydu. Büyüyen bir siyasi kriz ve ceza davası tehdidi ile karşı karşıya bulunan Netanyahu, son haftalarda, Suriye’de, Irak’ta ve Lübnan’da İran’la bağlantılı olduğunu iddia ettiği hedeflere askeri saldırılar düzenleme emri vermişti.

Makale, ayrıca, ABD’nin İran’da uzun süredir yürüttüğü rejim değişikliği kampanyasının iki parti destekli karakterinin altını çiziyordu. Makale, Trump, “Dolu bir silahı miras olarak aldı. Bu, bir İran saldırısı için Obama yıllarında özenle geliştirilmiş askeri planlardır.” NYT’deki yazı, Pentagon’un, Obama yönetimi döneminde, Amerika’nın güneybatısındaki bir çölde İran’ın Fordow nükleer tesisinin bir kopyasının nasıl inşa edildiğini ve tesisin ABD Hava Kuvvetleri tarafından tasarlanmış 14.000 kilogramlık bir sığınak delici bombayla imha edildiğini aktarıyor.

Demokratlar ile Trump yönetimi arasında var olan taktiksel farklılıklar ne olursa olsun, ABD egemen çevreleri içinde, bir Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru amansız gidişe karşı çıkan hiçbir hizip söz konusu değildir.

Halk içinde savaşa yönelik derin bir düşmanlık –ve hükümetin ve şirket medyasının savaşı teşvik etmek için kullandığı yalanlara yönelik derin bir güvensizlik– var ancak bu mevcut siyasi yapı içinde hiçbir ifade bulamıyor. Bununla birlikte, sınıf mücadelesinin hem ABD’de hem de uluslararası ölçekte canlanması, işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadelede bağımsız siyasi seferberliğine dayanan savaş karşıtı kitlesel bir hareketin ortaya çıkmasının temellerini oluşturuyor.

Loading