Marksizm, Tarih ve Sosyalist Bilinç: 1-3

2007’de bir kitapçık olarak yayımlanan Marksizm, Tarih ve Sosyalist Bilinç, daha sonra 2015’te David North’un Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası adlı kitabının bir parçası olarak yeniden yayımlandı. İlk üç bölümünü aşağıda yayımladığımız kitapçığın Önsöz’ünü şurada okuyabilirsiniz.

1. Giriş

Sevgili Steiner ve Brenner yoldaşlar,

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), benden, “Nesnelcilik mi, Marksizm mi?”* başlıklı belgenize DEUK adına yanıt vermemi istedi. Bu, bir ölçüde pişmanlık duyarak üstlendiğim bir görev. Yaşamlarımızın geçtiğimiz otuz yıl boyunca farklı yollar izlemiş olmasına rağmen, hareket içinde yakın bir şekilde birlikte çalıştığımız günlerin sıcak anılarını koruyorum. Yine de, bunlar çok zaman önceydi ve sizin son dokümanınız, yalnızca, geçtiğimiz yıllar boyunca yazdıklarınızın giderek daha açık hale getirmiş olduğu bir durumu vurgulamaya yarıyor: Sizler, Marksizmden, Troçkist hareketin siyasi mirasından ve DEUK’tan çok uzak bir yere doğru yol aldınız. Bu yanıtın içeriğini ve tonunu, bu kaçınılmaz siyasi gerçeklik belirlemek durumunda.

Mektubunuz, DEUK’un sizin önceki dokümanlarınıza yanıt vermemiş olmasını protesto ederek başlıyor. Siz, buradan hareketle, şu son derece rahatsız edici sonuçları çıkartıyorsunuz: DEUK “eleştiriden hiç hoşlanmıyor” ki bu, “hareketin içinde, Uluslararası Komite’nin her üyesinin ve destekleyicisinin ilgilenmesi gereken daha derin sorunların belirtisi”dir. Hareketin önderliği “siyasi tartışmanın önünü kesmekte” ve “kendisini eleştiriden korumak için tartışmayı bastırmaya” çalışıyor. Sizin dokümanlarınıza sözde yanıt veremeyişimiz, “yalnızca, hareket içinde gerçekten eleştirel bir tartışmaya ne kadar yabancı hale gelindiğini vurguluyor.”

Sizin betimlediğiniz bu durum, gelişmelerden haberi olmayan bir gözlemcide, yalnızca, diktatörce yönetilen bir siyasi partide, bürokratik rejimin tabandaki üyeler tarafından duyulma demokratik hakkını ortadan kaldırmasına karşı mücadele eden, kuşatma altındaki bir muhalefet eğilimi görüntüsü uyandırabilir. Oysa ikinizin de bildiği gibi, gerçek tamamen farklı. Hiçbiriniz Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP) üyesi değilsiniz. Sizler, neredeyse 28 yıldır hareketin dışındasınız. [1] Bunun bir önemi var. Siz, “hareket ile olan uzun geçmişler”inizden bahsediyorsunuz ki bu, kendi içinde belirsiz bir tariftir. “İle” ve “içinde” arasında bir fark var. Sizler, yetişkin yaşamlarınızın büyük kısmında partinin üyesi değildiniz. Sadece hareket ile samimi ilişkilerinizi koruyor olmanız, bizi, SEP’in üyelerine ya da DEUK’un diğer şubelerine yapacak olduğumuz gibi, sizin dokümanlarınıza yanıt vermek zorunda bırakmaz.

DEUK içinde hiç kimse, sizi hareketimizin politikalarını ve programını eleştirmekten ve (bütünüyle meşru bir siyasi iletişim biçimi olarak interneti reddediyor görünen tavrınızı yumuşatmaya istekli olduğunuz ölçüde) herkesin okuması için kendi web sitenizde yazdıklarınızı göndermekten alıkoymuyor. Benzer düşüncedeki bireylerin desteğini almakta ve düşünceleriniz uğruna mücadele etmekte özgürsünüz. Buna karşılık, sizin dokümanlarınıza uygun gördüğü şekilde yanıt verip vermemek de, pekâlâ DEUK’un ve SEP’in siyasi hakları arasındadır. Size, Dördüncü Enternasyonal’in geleneklerine ve programına karşı çıkan perspektifleriniz için bir forum sağlamak bizim sorumluluğumuz değil. DEUK, sizin açık eleştirilerinize bu yanıtı verirken, “resmi” bir sorumluluğu yerine getirmiyor; Marksçı sosyalizm ile sizin, Steiner ve Brenner yoldaşlar, benimsediğiniz sahte ütopyacılık (orta sınıf ideolojisinin bir biçimi) arasındaki derin ve temel farklılıklara açıklık getiriyor.

2. Uluslararası Komite ve Dünya Sosyalist Web Sitesi

Sizler, neredeyse otuz yıldır hareketimizin üyesi olmamanıza ve onun iç yaşamı ile ilgili hiçbir şey bilmemenize rağmen, Uluslararası Komite’ye karşı en şiddetli suçlamalarda bulunuyorsunuz. Sizler, “hareket içinde örgütlü teorik ya da siyasal tartışmanın rahatsız edici yokluğu” iddiasında bulunuyorsunuz. Bu iddia neye dayanıyor? Bu teorik ve siyasal bozulma, sizin dokümanlarınızı ele alış şeklimiz karşısında duyduğunuz hoşnutsuzluk dışında siyasi çizgimizde kendini nasıl gösteriyor? Bu, sizin sormadığınız bir soru. DEUK’un sizin dokümanlarınıza hak ettikleri özeni göstermeme olasılığı kabul edilse bile, bu hata kendiliğinden dünya-tarihsel bir olay düzeyine yükselmez. Şikâyetiniz ile dışınızdaki dünyadaki gelişmelerle ilgili daha ciddi siyasi sorunlar arasında bir bağlantı olduğunu göstermeniz gerekir. Bir bağlantının olduğunu ileri sürmek yetmez. Onu kanıtlamanız gerekir ve Marksist hareketin tarihinde bunu yapmanın yöntemi, eleştiriye konu olan örgütün siyasi çizgisinin dikkatli ve kapsamlı bir şekilde çözümlenmesidir.

Eğer sizler bu teorik olarak ilkeli yöntemle ilerlemeyi seçmiş olsaydınız, orada yararlanacağınız materyal eksikliği çekmezdiniz. Son 20 yılda, teknolojide, dünya kapitalizminin yapısında, ulus devlet ile küresel ekonomi arasında ve unutmayalım ki dünyanın siyasi coğrafyasında, çok büyük değişikliklere tanık olundu. 20 yıl önce basılmış olan haritalar artık işe yaramıyor. Karşılıklı olarak bağlantılı bu teknolojik, ekonomik ve siyasal süreçlerin hepsi, uluslararası sınıf mücadelesi üzerinde derin bir etkide bulunmuş durumda. Uluslararası Komite’nin bu tarihsel değişimlere yanıtı, onlarca cildi rahatlıkla doldurur.

Bununla birlikte, sizin dokümanınızın herhangi bir yerinde, Uluslararası Komite’nin siyasi çizgisine yönelik herhangi bir çözümleme, hatta bir gönderme bulunmuyor. İnsan, “Irak Savaşı”, “Bush yönetimi”, “11 Eylül”, “Çin”, “Afganistan”, “İran”, “terör” ya da “küreselleşme” sözcüklerini bile bulamıyor. Bunlar düşüncesizce ihmaller” değildir. Sizler, siyasi çözümlemelerle ve perspektiflerle, en azından Dördüncü Enternasyonal’de tarihsel olarak anlaşıldıkları gibi ilgilenmiyorsunuz. Tam tersine: Sizler, Uluslararası Komite’nin Marksist siyasal çözümleme ve yorumlar üzerinde yoğunlaşmasının bir başına önemli bir yanlış olduğuna inanıyorsunuz. Tarihsel maddeci yöntem üzerine kurulu böylesi çözümlemelerin ve yorumların sosyalist bilincin gelişmesi için gerekli, hatta yararlı olduğu düşüncesini şiddetle reddediyorsunuz. Sizin, Uluslararası Komite’de yanlış olduğuna inandığınız her şeyin başlıca ifadesi olduğunu düşündüğünüz Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne (WSWS) yönelik amansız düşmanlığınızın altında bu görüş yatmaktadır.

Siz, “Nereden bakılırsa bakılsın, Uluslararası Komite faaliyetine son vermiştir,” diye yazıyorsunuz. Bu sonuca nereden varıyorsunuz? “Uluslararası Komite’nin en son ne zaman kendi adına bir toplantı yaptığını anımsamak bile zor. Gerçekte, hareketin bütün yetkili açıklamaları, yıllardır, WSWS’nin açıklamaları olarak yayımlanıyor ve şimdi Avustralya’da gerçekleşen –açıkça, hareketin uluslararası konferansı olan– toplantı, devrimci bir partinin değil ama bir web sitesinin yayın kurulunun adına sunuluyor.”

Hepsi bu değil! Şu soruları soruyorsunuz: “Uluslararası Komite’nin WSWS’ye dönüşmesi bir parti konferansında hiç tartışıldı mı ya da oylandı mı?”; “Böylesi önemli bir yön değişikliğinin gerekçelerini işçi sınıfı geneline açıklayan doküman nerede? Sürekli yapılan enternasyonalizm açıklamaları ile devrimci enternasyonalizmin örgütsel ifadesinin rafa kaldırılmasını bağdaştırmak nasıl mümkün oluyor?”

Sizler, sanki ortada meşru olmayan ve WSWS’nin kurulmasında el altından yapılmış bir şey varmış gibi, “Uluslararası Komite’nin WSWS’ye dönüşmesi”nden söz ediyorsunuz. Sizin saldırınız, bu bağlamda, Spartakist Birlik’in Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kurulmasına verdiği tepkiye çok benziyor [2]. Bununla birlikte, sizler, hiçbir yerde WSWS’nin kurulmasının Uluslararası Komite’nin siyasi çizgisinde bir değişiklik içerdiğini iddia etmiyorsunuz. Dünya Sosyalist Web Sitesi, künyesinin açıkça belirttiği gibi, Uluslararası Komite tarafından yayımlanmaktadır. Sizler, DEUK’un Dünya Sosyalist Web Sitesi ile siyasi bağlantısı hakkında kuşkulu olabilirsiniz ama bu, onun binlerce günlük okuru için bir sır değil. Dahası, Marx’ın Neue Rheinische Zeitung’unun yayımlandığı günlerden bu yana, devrimci bir eğilimin teorik ve programatik kimliği, onun yayınının adıyla eşanlamlı olmuştur. Listemize, devrimci Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Neue Zeit’ını; Leninistlerin Iskra, Vperyod ve Pravda’sını; SSCB’deki Stalinizm karşıtı muhalefetin Bülten’ini; 1920’lerin sonlarında ve 1930’larda ABD’deki Troçkistlerin The Militant’ını ve ardından The Socialist Appeal’ını; İşçi Partisi içinde çalışan Britanyalı Troçkistler tarafından çıkarılan The Newsletter’ı ve hatta İşçiler Birliği’nin Bülten’ini (Bulletin) ekleyebiliriz. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin, binlerce okuruna sosyalist enternasyonalizmin özgün sesi olarak görünmesi olgusundan rahatsız olmamız için herhangi bir neden bulunmuyor.

Sizin, WSWS’nin bir şekilde DEUK’un arkasından kurulmuş olduğu iddianız saçmadır. Evet, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kurulması üzerine, eğer ilgileniyorsanız hâlâ ulaşabileceğiniz bir basın açıklaması var. [3] Sorduğunuz için söyleyelim; WSWS’nin kurulması öncesinde, DEUK’un bütün şubelerinde neredeyse bir yıl süren yoğun bir tartışma yaşandı. Üst düzeyde aktif bir desteği harekete geçirmek ve WSWS’nin son sekiz buçuk yıl boyunca günlük olarak yayımlanmasını sürdüren kadroların katılımını sağlamak başka türlü nasıl mümkün olabilirdi ki? WSWS’nin Şubat 1998’de kurulmasından bugüne kadar, Uluslararası Komite’nin ilkeleri, tarihi, teorik yaklaşımı ve perspektifi temelinde bir araya gelmiş, sürekli genişleyen bir Marksist yazarlar kadrosunun kolektif faaliyetini yöneten uluslararası yayın kurulu tarafından 18 binden fazla makale yayımlandı. WSWS, hem teoride hem de pratikte, devrimci enternasyonalizmin gelişmesinde tarihsel bir dönüm noktasını temsil etmektedir. Sizin, kişisel öznellik eliyle ağırlaşmış siyasi körlüğünüz, DEUK 13 dilde (İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rusça, Lehçe, Sırp-Hırvat dilinde, Türkçe, Singalaca, Tamilce ve Endonezya dilinde) yorumlar sunan bir web sitesinin günlük yayınını yönetirken, “devrimci enternasyonalizmin örgütsel ifadesinin rafa kaldırılması”ndan bahsetmenize yol açmaktadır. Eğer bu sizin kafanızda Uluslararası Komite’nin “nereden bakılırsa bakılsın” sonunu ifade ediyorsa, insan, size göre gerçek uluslararası faaliyeti neyin oluşturduğunu merak etmekten başka bir şey yapamaz. Otuz yıl önce, sizler hâlâ hareketin üyeleri iken, DEUK’un iç yaşamı, üye ya da sempatizan örgütlerin temsilcilerinin İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) Londra’daki bürolarına yaptığı rastgele ziyaretlerden biraz fazlasından ibaretti. DEUK’un göstermelik sekreteri Cliff Slaughter, uluslararası kadrolarla düzenli bir ilişki sürdürmüyordu. Uluslararası Komite’nin perspektifleri üzerine, birlikte çalışma şöyle dursun, herhangi bir sistematik tartışma yoktu. Sizin enternasyonalizm kavrayışınız Healy’nin örgütünün aşırı yozlaşması döneminde biçimlenmiş olduğu için, günlük siyasi faaliyeti en yoğun uluslararası işbirliğini gerektiren bir harekette çalışmanın ne olduğunu kavramak, her ikiniz için de olanaksız.

3. Uluslararası Yayın Kurulu ve DEUK’un perspektifleri

Uluslararası Komite, geçtiğimiz yıl içinde iki önemli teorik ve siyasi projeye destek sundu. Bunlardan birincisi, 14-20 Ağustos 2005 tarihleri arasında Ann Arbor, Michigan’da yapılan “Marksizm, Ekim Devrimi ve Dördüncü Enternasyonal’in Tarihsel temelleri” üzerine dokuz konferanslık bir dizi; ikincisi ise Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Uluslararası Yayın Kurulu’nun 22-27 Ocak 2006 tarihleri arasında Avustralya’nın Sidney kentinde yapılan toplantısıydı. Sizin bu olaylara yönelik tepkiniz, Marksizmden vazgeçmenizi ve Troçkist hareketin siyasi yaklaşımına ve geleneklerine olan düşmanlığınızı yıkıcı bir şekilde teşhir etmektedir.

Bu toplantılarda sunulmuş olan raporlara ve verilen konferanslara yönelik öfkeli tepkiniz bizi şaşırtmıyor. DEUK’un dokümanlarınızı sözde yanıtlayamaması ile ilgili resmi “protestonuza” karşın sizler, bu sunumlarda ayrıntılı bir şekilde hazırlanmış olan teorik değerlendirmelerin ve perspektiflerin, Willhelm Reich, Ernst Bloch ve Herbert Marcuse’un kafası karışık anti-Marksist sahte ütopyacılığını Dördüncü Enternasyonal’e sızdırma; yani Troçkist hareketin teorik ve programatik temellerini ve sınıfsal yönelimini kökten değiştirme uğraşınızın kesin bir reddini temsil ettiğinin bütünüyle farkındaydınız. Sizin, “bu toplantılarda verilen konferansların ve raporların özü herhangi bir ciddi tartışmaya açıklık getirmiyor,” diye yazarken gönderme yaptığınız şey, gerçekte budur.

Yayın kurulunun raporları, “bir perspektif dokümanından çok onun taklidi,” diyor ve şöyle devam ediyorsunuz: “Bunlar, devrimci pratiğe, Foreign Affairs’ın Marksist renklere boyanmış bir biçiminden daha az yol gösteriyor. Bunlar sahiden yayın kurulu raporları; yani daha fazla gazetecilik yapmaya yönelik perspektifler. Devrimci partinin inşasının gerektiğine ilişkin sonda yapılan ritüel açıklamalar dışında, bunlarda ne yapılması gerektiği sorusunun yanıtı hiçbir şekilde yer almıyor. Başka sözcüklerle ifade edersek, bu raporlarda eksik olan, devrimci perspektifin özüdür ama Uluslararası Komite’nin tartışmayı reddettiği şey tam da budur.”

Sizin yayın kurulu toplantılarında sunulan raporlar hakkında söylediklerinizin tamamı bu kadar. Aslında yapılan sunumlara dair herhangi bir çözümleme söz konusu değil. Uluslararası Komite’nin 1953’te kurulmasından bu yana gerçekleştirdiği toplantılarda bugüne kadar sunulmuş en kapsamlı incelemeyi topluca temsil eden, dünyadaki siyasi duruma ilişkin bu raporların içeriğine yönelik ilgisizliğiniz, sizin siyasi görüşünüzün ve sınıfsal bakış açınızın anlaşılması için bir anahtar sunmaktadır.

Gelin, Uluslararası Yayın Kurulu (UYK) toplantılarının, sizin “bir perspektif dokümanından çok onun taklidi” olarak kibirle reddettiğiniz içeriğini gözden geçirelim. Sizin reddettiğiniz şey, Uluslararası Komite’nin, sosyalist devrim olasılıklarının nesnel temellerini tespit etme gayretidir. Bu, dünya siyasi ve ekonomik durumunun kapsamlı ve bütünsel bir çözümlemesine dayanmaktadır. UYK’nin dünya devrimi perspektiflerinin geliştirilmesinde benimsediği yaklaşımı, en iyi şekilde, açılış raporumdan yapacağım uzun bir alıntıyla açıklayabilirim:

Herhangi bir politik öngörüde bulunmaya, var olan siyasi durum çerçevesinde olasılıkları kestirmeye yönelik herhangi bir ciddi girişim, dünya kapitalist sisteminin tarihsel gelişiminin kesin ve tam olarak kavranmasına dayanmalıdır.

Kapitalizmin tarihsel gelişiminin çözümlemesi, şu temel soruya yanıt vermek zorundadır: Bir dünya ekonomik sistemi olarak kapitalizm yükselen bir çizgi mi izliyor ve hâlâ en yüksek noktasına doğru tırmanmaya devam mı ediyor; yoksa gerileme içinde ve hatta bir uçuruma mı yuvarlanıyor?

Bu soruya vereceğimiz yanıt, kaçınılmaz olarak, yalnızca pratik görevlerimizi belirleme alanında değil, hareketimizin bütün bir teorik ve programatik yönelişi üzerinde de son derece kapsamlı sonuçlar yaratacaktır. Bizim dünya kapitalist sisteminin tarihsel durumuna ilişkin tahlilimizi belirleyen şey, toplumsal devrime duyulan öznel bir arzu değildir. Tersine, devrimci perspektif, böyle bir öznel arzunun değil, sosyoekonomik gelişmenin nesnel eğilimlerine ilişkin bilimsel bir değerlendirmenin üzerinde yükselmek zorundadır. Gerekli nesnel sosyoekonomik önkoşullardan kopuk bir devrimci perspektif, ütopik bir yorumlamadan başka bir şey olamaz.

Peki, o zaman kapitalizmin bugün içinde bulunduğu tarihsel gelişim aşamasını nasıl anlayacağız? Gelin, birbiriyle uzlaşmaz biçimde karşıt olan iki kavrayışı göz önünde bulunduralım. Bildiğimiz gibi, Marksist görüşe göre dünya kapitalist sistemi ileri bir kriz aşamasındadır – doğrusu, 1914 yılında dünya savaşının patlak vermiş olması ve onu izleyen 1917 Rus Devrimi, dünya tarihinde köklü bir dönüm noktası oluşturmuştur. I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, II. Dünya Savaşı’nın 1945’te sona ermesi arasında geçen otuz yılı aşkın sürede yaşanan büyük çalkantılar, kapitalizmin ilerici tarihsel misyonunu tamamlamış olduğunu ve dünya ekonomisinin sosyalist dönüşümü için nesnel önkoşulların ortaya çıktığını gösterdi. Kapitalizm, on yıllarca süren bu kriz dönemini, çok büyük ölçüde, işçi sınıfının kitlesel partilerinin ve örgütlerinin; en başta da sosyal demokrat ve komünist partilerle sendikaların hataları ve ihanetleri sayesinde atlatıp hayatta kalmayı başardı. Onların ihanetleri olmaksızın, dünya kapitalizminin II. Dünya Savaşı sonrasında –ABD’nin elinde var olan büyük kaynaklardan yararlanmasına rağmen– yeniden istikrara kavuşması mümkün olmayacaktı. Aslında, savaş sonrasında istikrarın sağlanmış olmasına karşın, işçi sınıfı ile eski sömürgelerdeki ezilen kitlelerin kapitalizme ve emperyalizme karşı küresel karşı koyuşu sürdü. Ancak bu karşı koyuşun devrimci potansiyeli eski bürokratik örgütler tarafından bastırıldı.

En sonunda, 1960’ların ve 1970’lerin kitlesel mücadelelerinin ihanete uğraması ve yenilgileri, kapitalist bir karşı taarruzun önünü açtı. Kapitalist sistemin eşi görülmemiş düzeyde küresel bütünleşmesini mümkün kılan ekonomik süreçler ve teknolojik değişim, ulusal perspektifler ve politikalar üzerine kurulmuş eski işçi sınıfı örgütlerini tuzla buz etti. Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da –iflas etmiş anti-Marksist ulusalcı bir sahte sosyalizm programını temel alan- Stalinist rejimlerin çökmesi, bu sürecin ürünüydü.

Kapitalizmin 1990’lı yıllarda egemenlik alanını hızla genişletmiş olmasına karşın, bu tarihsel kriz sürdü ve derinleşti. Eski işçi hareketleri için ölümcül sonuçlar yaratan küreselleşme süreci, bir dünya ekonomik sistemi olarak kapitalizmin küresel ölçekte bütünleşmiş karakteri ile onun tarihsel olarak üzerinde kökleştiği ve kurtulmasının mümkün olmadığı ulus devlet yapısı arasındaki çelişkiyi eşi görülmedik bir gerilim düzeyine yükseltti. Bu çelişkinin asıl olarak çözülemez karakterde olması –ya da en azından herhangi bir ilerici temelde “çözülemez” olması– günlük ifadesini, günümüzün dünya durumuna damgasını vuran artan düzensizlikte ve şiddette bulmaktadır. Yeni bir devrimci altüst oluş dönemi başlamıştır. Marksist tahlil, çok kısa bir biçimde, bu şekilde özetlenebilir.

Bunun karşısında yer alan perspektif nedir? Gelin, şimdi de bu karşı varsayımları ele alalım:

Marksistlerin, Lev Troçki’nin tumturaklı ifadesini kullanırsak, “kapitalizmin can çekişmesi” olarak tanımladıkları şey, aslında kapitalizmin zorlu ve uzun zamana yayılmış olan doğum sancılarıdır. Yirminci yüzyılda yaşanmış olan çeşitli sosyalist ve devrimci deneyimler, yalnızca zamanından önce meydana gelmiş değil, fakat özleri itibariyle ütopik girişimlerdi. Yirminci yüzyılın tarihi, en üstün ekonomik örgütlenme sistemi olarak pazarın kaçınılmaz zaferini sağlamak yolunda önüne çıkan bütün engellerin üstesinden gelen kapitalizmin hikayesi olarak okunmalıdır. Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Çin’in pazar ekonomisine dönmesi, bu sürecin doruk noktasını ifade etmektedir. İçinde bulunduğumuz on yıl ve büyük olasılıkla onu izleyecek olan on yıl, bütün Asya’da kapitalizmin hızla genişlemesine tanık olmaya devam edecektir. Bu sürecin en dikkate değer unsuru, Çin ile Hindistan’ın olgun ve istikrarlı dünya kapitalist güçleri olarak ortaya çıkmaları olacaktır.

Üstelik, eğer bu hipotez doğru ise, kapitalizmin, 20 yıl ya da ona yakın bir süre içinde –W.W. Rostow’un paradigmasına uygun olarak– Afrika ve Ortadoğu’da da “hızla yükselme” aşamasına gireceğini varsayabiliriz. Nijerya, Angola, Güney Afrika, Mısır, Fas ve Cezayir gibi ülkeler (ve/veya belki de diğerleri) çok hızlı bir ekonomik büyüme yaşayacaklar. Böylece, yüzyılın ikinci yarısında –belki de 2047’de (günümüzden sadece 41 yıl sonra) Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in Komünist Manifesto’sunun yayınlanmasının 200. yıldönümüne ilişkin akademik kutlamalar sırasında– dünya kapitalizminin küresel zaferi tamamlanmış ve güvence altına alınmış olacak.

Bu hipotez, günümüzün küresel süreçlerinin kavranması için gerçekçi bir zemin sunuyor mu? Eğer bunu yapabiliyorsa, o zaman Marksist devrimci yaklaşımdan geriye pek az şey kalmış demektir. Yine de bu durumda bile işçi sınıfının içinde bulunduğu koşullarla ilgilenmekten vazgeçmek zorunda kalmayacaktık. Aslına bakarsanız bu durumda dahi ilgilenilmesi ve kaygı duyulması gereken koşullar eksik olmayacaktır. Bu koşullar altında bizler, dünya üzerindeki yoksulların ve sömürülenlerin durumunu iyileştirmek için bir asgari talepler programı formüle etmeye girişebiliriz. Bununla birlikte, bu, belli bir ölçüde, bir tür sosyal hayırseverlik faaliyeti olacaktır. Daha önceleri Marksist olanların, devrimci projenin –en azından tarihsel olarak görülebilir gelecekte– ütopik karakterde bir proje olduğunu görmeleri gerekecektir. Ve bu kişiler geçmişe ilişkin kavrayışlarını köklü bir biçimde revize etmek zorunda kalacaklardır.

Fakat bu hipotez –kapitalizmin küresel olarak muzaffer olacağı hipotezi– gerçekçi mi? Daha önceki tarihsel deneyimin ışığında, dünya kapitalist sisteminin, ekonomik ve politik ufkunda çoktan gözle görülür hale gelmiş olan birçok potansiyel, patlayıcı sorunu, bu sorunlar var olan dünya düzeninin varlığını tehdit etmeden önce çözeceğini ya da kontrol altına alacağını düşünmek mantıklı mı?

Büyük dünya güçleri arasındaki jeopolitik ve ekonomik çelişkilerin, emperyalist sistem çerçevesinde, bu anlaşmazlıklar uluslararası siyaseti bütünüyle istikrarsızlaşma noktasına ulaşmadan ve hatta bunun ötesine geçmeden, müzakereler ve çok taraflı anlaşmalar temelinde çözülebileceğini düşünüyor muyuz?

Ekonomik gelişme için kritik öneme sahip olan hammaddelere –özellikle, sadece bu ikisiyle sınırlı olmamak üzere, petrole ve doğalgaza– erişim sağlamak ve onları kontrol altında tutmak konusundaki anlaşmazlıkların şiddet içeren çatışmalar yaşanmadan çözülmesi olası mı?

Bölgesel nüfuz için verilen çok sayıdaki mücadele –örneğin Çin ile Japonya ya da Çin ile Hindistan arasında, Asya’da egemen bir konum elde etmek için yaşanan mücadeleler– silahlara başvurulmadan çözülebilecek mi?

Amerika Birleşik Devletleri’nin gittikçe büyüyen cari işlemler açığını, küresel ekonomiyi temelinden sarsmadan, trilyonlarla ölçülen büyüklükte tutması mümkün mü? Ve dünya ekonomisi, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanacak büyük bir ekonomik krizin yaratacağı etkiyi, önemli bir mali çalkantı yaşamaksızın soğurabilir mi?

Amerika Birleşik Devletleri, egemenlik amaçlarından geri adım atmaya hazır olacak ve küresel gücün devletler arasında daha eşitlikçi bir biçimde dağılmasını kabul edecek mi? İster Avrupa’daki isterse de Asya’daki ekonomik ve potansiyel askeri rakiplerine, uzlaşma ve ödünler verme temelinde yer açmaya hazır olacak mı?

Amerika Birleşik Devletleri, Çin’in artan etkisini kibarlıkla ve barışçı bir biçimde karşılayacak mı?

Toplumsal cephede, Kuzey Amerika’nın, Avrupa’nın ve Asya’nın her tarafında toplumsal eşitsizlik önemli ve hatta şiddet içeren düzeylerde toplumsal çatışmalara yol açmadan artmaya devam edebilecek mi? Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve sosyal tarihi, Amerikan işçi sınıfının önümüzdeki yıllarda ve onu takip eden on yıllarda, yaşam koşullarının sürekli kötüleşmesini büyük ve şiddetli protestolar olmaksızın kabulleneceği düşüncesini destekliyor mu?

Dünya kapitalizminin yeni bir büyüme ve istikrar Altın Çağı’na girdiği sonucuna varmadan önce yanıtlanması gereken sorular bu tür sorulardır.

Yukarıdaki soruların tümüne birden olumlu yanıt verenler, tarihin derslerine karşı çok büyük bahse giriyorlar.

Önümüzdeki hafta boyunca, bu sorular ele alınacak.

Son olarak, kısaca, Uluslararası Yayın Kurulu’na yol gösteren çözümleme yöntemini açıkladım:

Bizim bu hafta kendimizi vereceğimiz başlıca görev, dünya kapitalist sisteminin hızla gelişen krizinin başlıca özelliklerinin ana hatlarını ortaya koymaktır.

Lenin, 1914’te şunları yazmıştı: “Tek bir bütünün parçalanması ve onun çelişkili parçalarının kavranması... diyalektiğin özünü oluşturur (bu, diyalektiğin ‘temellerinden’ biri, eğer temelinin kendisi değilse, başta gelen özelliklerinden ya da niteliklerinden biridir).”

Dinleyeceğimiz raporlar, bu teorik yaklaşıma uygun olarak, küresel krizin gelişiminin çeşitli yanlarını ve boyutlarını irdeleyecekler.

Açılış konuşmamı şunlar izledi:

1) Nick Beams’in, mevcut konjonktürü, ABD’nin 20. yüzyıl boyunca küresel sistem içindeki belirleyici ve karmaşık rolü bağlamında ele alan dünya kapitalist ekonomisinin durumu ile ilgili raporu;

2) James Cogan’ın “Irak’a karşı ABD önderliğinde gerçekleştirilen savaşın sonuçları” başlıklı çözümlemesi;

3) Barry Grey’in “Bush yönetimi ve Amerikan kapitalizminin dünyadaki gerilemesi” üzerine raporu;

4) Patrick Martin’in “ABD’nin toplumsal ve siyasal krizi ve SEP’in 2006 seçim kampanyası” başlıklı incelemesi;

5) John Chan’in “Çin’in dünya sosyalizmi üzerindeki etkileri” adlı çalışması;

6) Ulrich Rippert’ın “Avrupa kapitalizminin içinde bulunduğu çıkmaz ve işçi sınıfının görevleri” üzerine raporu;

7) Julie Hyland’ın “Yeni İşçi Partisi ve Britanya’da demokrasinin çürümesi” konulu sunumu;

8) Bill Van Auken’in “Latin Amerika perspektifleri” raporu;

9) David Walsh’ın “Mevcut durumda sanatsal ve kültürel sorunlar” üzerine değerlendirmesi;

10) Richard Hoffman’ın “Demokratik haklar ve anayasacılığa yönelik saldırı”ya ilişkin çözümlemesi;

11) Wije Dias’ın “Güney Asya ve burjuva milliyetçiliği ile Stalinizmin siyasi iflası” üzerine raporu;

12) Richard Tyler’ın “Afrika ve uluslararası sosyalizm perspektifi” incelemesi;

13) Jean Shaoul’un “Siyonist projenin yol açtığı ekonomik, toplumsal ve siyasal felaket” adlı çözümlemesi.

Sizin, Uluslararası Yayın Kurulu’nun toplantısında sunulan raporlardan herhangi biri üzerine diyeceğiniz bir şey yok. UYK’nin konferansının açılışında gündeme getirdiğim sorulara herhangi bir yanıt vermiyorsunuz. Raporlarda ifade edilen çözümlemelere katılıp katılmadığınızı belirtmiyorsunuz. Nick Beams yoldaş, dünya kapitalizminin gelişimine ilişkin, dünya sistemi içindeki dengesizliği ve onların hem emperyalistler arası ilişkiler hem de işçi sınıfının mücadelesi üzerindeki kapsamlı etkilerini özellikle vurguladığı kapsamlı bir inceleme sundu. Bu çözümleme, DEUK’un perspektifi için önemli bir temel oluşturuyor. Bu rapora ilişkin sessizliğinizin nedeni ne?

Cogan yoldaşın raporu, büyük uluslararası öneme sahip tek bir konuya ayrılmıştı: Irak’ın ABD tarafından işgali. Sizin dokümanınız, ne bu rapordan bahsediyor ne de savaş sorununu ortaya koyuyor. Cogan’ın çözümlemesine katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz?

Raporların listesini sıralamaya devam etsem, aynı soru tekrar tekrar yinelenir. Neden, DEUK’un kapsamlı raporlarında sunulan siyasi çözümlemelerin herhangi bir yanına somut olarak değinemiyorsunuz? Onlara yanıt vermeyişiniz, basitçe ilgisizlik olarak açıklanamaz. Burada söz konusu olan şey, devrimci pratiği, nesnel dünyanın olabildiğince somut ve doğru bir çözümlemesinin içine yerleştirmeye uğraşan Marksist perspektif kavrayışının açıkça inkârıdır. Size göre, bu, yalnızca zaman kaybıdır. Sizler, yayın kurulunda sunulan bu tür raporların, “sosyalist bilinç” olduğunu düşündüğünüz şeyin gelişmesiyle herhangi bir şekilde ilişkili olduğunu düşünmüyorsunuz. Sizin bu kavramdan anladığınız şey, ileride daha ayrıntılı şekilde açıklayacağımız üzere, Marksizmin en iyi temsilcilerinin eserlerine ilham veren devrimci sınıf bilinci kavrayışından ciddi bir şekilde farklıdır.

Sizler, Uluslararası Komite’nin asıl olarak siyaset ve tarih ile değil ama psikoloji ve –özellikle Wilhelm Reich’ın ve Herbert Marcuse’un eserlerinde sunulduğu biçimiyle– cinsellik ile ilgilenmesini istiyorsunuz. Size göre bunlar, “sosyalist bilinç”in ve “sosyalist idealizm”in üzerine inşa edilmesi gereken konulardır. Bu yüzden sizler, Uluslararası Yayın Kurulu tarafından sürdürülen faaliyete soğuk bir ilgisizlikle tepki gösteriyorsunuz. UYK’nin, küresel bir sistem olan kapitalizmin tarihsel olarak gelişmiş sosyoekonomik ve siyasal çelişkilerinin incelenmesi üzerine kurulu bir dünya devrimi perspektifi geliştirme girişimi, kaynağını sizin bütünüyle yabancı olduğunuz Marksist siyasal gelenekten almaktadır.

Sürecek

Dipnotlar:

* Belgeye, http://www.permanent-revolution.org adresinden erişilebilir.

[1] Steiner yoldaş, sen İşçiler Birliği’ni Eylül 1978’de terk ettin; Brenner yoldaş, sen de Ocak 1979’da ayrıldın.

[2] Robertson’ın grubu, Mart 1998’de şunları yazmıştı: “SEP’in, David North’un boş ‘büyük düşünceleri’ üzerinden hızla genişleyen yeni web sitesi, devasa egoları ve şüpheli politikaları olan, kasım kasım kasılan küçük kır saçlı adamların devrimcilik oynayabileceği, sanal fantezi dünyalarının giderek büyüyen ıvır zıvır kuşağının en sonuncusudur... Bazı dokümanları siber uzaya atıyormuş gibi yapmak, bu, gerçek dünyada, gerçek insanlar arasında devrimci bir işçi partisi inşa etmek için verilen zorlu mücadelenin herhangi bir ikamesiymiş gibi davranmak, yalnızca, Northcuların adı kötüye çıkmış sinikliğinin ve sahtekârlığının ulaştığı derinliği teyit etmektedir.”

[3] https://www9.wsws.org/en/special/about.html

Loading