Hükümetin pandemide “kontrollü normalleşme” politikası bir felaket yaratıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Mart ayı başından itibaren uygulamaya koyduğu “kontrollü normalleşme”, yani dizginsiz “sürü bağışıklığı” politikası bir halk sağlığı felaketine yol açıyor. Türkiye’de vaka sayıları patlama yaparak günde 30 bine ulaştı. Bu, Aralık ayı sonundan beri kaydedilen en yüksek seviyedir.

Hükümet, var olan sınırlı kısıtlamaları, şehirlerarası seyahat yasağı uygulamadan, il bazında yapılan ve bilimsel bir temeli olmayan dört risk kategorisine göre büyük ölçüde kaldırmıştı. Daha bulaşıcı ve öldürücü virüs varyantları ülke geneline yayılırken, hafta sonu sokağa çıkma yasağı büyük ölçüde gevşetildi; kafe ve restoranlar gün içinde yüzde 50 kapasiteyle açıldı. Üniversite öncesi okulların geniş ölçüde yüz yüze eğitime ve sınavlara açılması da ortaya çıkan feci duruma büyük bir katkı yaptı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Ankara’daki kongresi öncesinde dışarıda toplanan destekçilerine konuşma yapıyor, 24 Mart 2021. (AP aracılığıyla Cumhurbaşkanlığı)

Oysa bilim insanları ve halk sağlığı uzmanları, sınırlı önlemlerin dahi sonlandırılmasının Kasım-Aralık dönemindeki katliamı gölgede bırakabilecek bir halk sağlığı felaketine yol açacağı uyarısında bulunuyorlardı.

Eylül ayından itibaren okulların yüz yüze eğitime açılmasından sonra, Kasım-Aralık döneminde Türkiye’de günde 30 binden fazla vaka ve 250’yi aşkın ölüm bildirilmişti. Daha sonra okulların kapatılması ve alınan diğer sınırlı önlemlerle bile günlük vaka sayısı Şubat ayı başlarında 5 binlere kadar indirilmişti.

Mart başında hükümet egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda bu “açılma”yı gerçekleştirirken, bilim insanları ve halk sağlığı örgütleri 14-28 gün tam kapanma ve aşı seferberliği çağrısında bulunuyordu.

Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), bir felaket yaratacağı uyarısında bulunduğu bu “açılma”ya karşı çıkarak şunları yazmıştı: “Bu adımlar, dünya çapında, egemen seçkinlerin çıkarları doğrultusunda, işçilerin sağlığı ve hayatı pahasına uygulanan işe ve okula dönüş politikasının bir parçasıdır.” WSWS, aynı yazıda, işçileri “pandemi kontrol altına alınana kadar, tedbirlerden etkilenen bütün işçilere ve küçük işyeri sahiplerine tam gelir desteği sağlanarak, hayati olmayan tüm üretimin durdurulması ve okulların yüz yüze eğitime kapatılması” için mücadele etmeye çağırmıştı.

Ne var ki, hükümetin bu ölüm saçan “sürü bağışıklığı” politikası sonucunda, Çarşamba günü, Sağlık Bakanlığı, 29.762 vaka ve 146 ölüm olduğunu açıkladı. 1 Mart’ta açıklanan vaka sayısı yaklaşık 9 bin, ölü sayısı ise 69’du. Pandeminin başından beri açıklanan resmi vaka sayısı 3 milyon 100 bine yaklaşırken, hayatını kaybedenlerin sayısı, 391’i sağlık emekçileri olmak üzere 30.462 oldu.

Ancak resmi ölüm sayıları gerçek kayıpların oldukça altındadır. Yönetmen ve yazılımcı Güçlü Yaman’ın yaptığı hesaplamalara göre, Türkiye’de geçtiğimiz yıl pandeminin başlamasından Mart ayı başına kadar 98 bin fazla ölüm meydana geldi.

Türkiye şimdi günlük vaka sayılarıyla birkaç gündür dünya sıralamasında ilk beşte, Avrupa’da ise ilk sıralarda yer alıyor. Üstelik Türkiye’deki test pozitiflik oranı yüzde 13’ü geride bırakmış durumda (221 bin test 29.700 vaka). Oysa aynı gün, egemen seçkinlerin “sürü bağışıklığı” politikasının yaklaşık 560 bin ölüme yol açtığı Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan test sayısı yaklaşık 1,6 milyon, vaka sayısı ise 66 bindi (pozitiflik oranı yüzde 4). Prof. Dr. Fatih Tank’ın hesaplamalarına göre, 24 Mart’taki virüs bulaştırma katsayısı (Rt değeri) yüzde 1,22’ye yükseldi.

Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre ağır hasta sayısı 1.720’ye çıkarken, erişkin yoğun bakım doluluk oranı yüzde 65 oldu. Prof. Dr. Bengi Başer, 24 Mart’ta, ağır hastalar arasındaki ölüm oranının bugüne kadarki en yüksek seviyesine (yüzde 7,68) ulaştığına dikkat çekerek, “Durum ciddi; İngiltere varyantı kasıp kavuruyor” uyarısında bulundu.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 10 Mart’ta konuyla ilgili şu bilgiyi vermişti: “Bugüne kadar 76 ilimizde toplam 41.488 B.1.1.7 (İngiltere) mutantı, 9 ilimizde toplam 61 B.1.351 (Güney Afrika) mutantı, 1 ilimizde 2 B.1.427 (California-New York) mutantı ve 1 adet de P.1 (Brezilya) mutantı tespit edilmiştir.”

Sağlık Bakanlığı’nın illere göre haftalık 100 binde vaka sayılarına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 87’si, yani yaklaşık 72 milyon kişi “yüksek” ve “çok yüksek” riskli denilen illerde yaşıyor. 100 binde 50 ila 100 vaka arası “yüksek risk”, 100 binde 100’den fazla vaka “çok yüksek risk” kategorisinde yer alıyor. İstanbul’da bu sayı 251 iken, en yüksek oranın olduğu Samsun’da 508’dir.

Erdoğan, kısıtlamaları gevşetirken il bazında risklerin artması halinde önlemlerin sıkılaştırılacağını söylemiş olmasına rağmen bu yönde hiçbir adım atılmadı. Aksine, bizzat iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), var olan kısıtlamaları bile hiçe sayıyor.

Partinin Pazar günü Ankara’da düzenlenen kongresine şehir dışından hiçbir önlem alınmayan otobüslerle binden fazla delegenin getirilmesi, kongre salonunun dışında Erdoğan’ın miting düzenlemesi ve salon içinde 1.500 delegenin hazır bulunması, halk içinde büyük öfkeye yol açtı. Erdoğan, yaptığı konuşmada, “Kar yağışının tüm mikropları yok ettiği bir buluşmada sizleri selamlıyorum,” diyordu.

Egemen sınıfın, on binlerce ölüme, milyonlarca insanın hastalanmasına yol açan canice politikasının başlıca sorumluluğu Erdoğan hükümetine ait olmakla birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva muhalefet partileri de pandeminin başından beri bu politikaya suç ortaklığı yapıyorlar. Mecliste bu politikaya karşı hiçbir ciddi itirazda bulunulmazken, yönetimde oldukları belediyelerde de aynı politika izleniyor.

Sendikaların ve sahte sol grupların da COVID-19 pandemisi karşısında izlenen “sürü bağışıklığı” politikasına tamamen uyarlandıklarının altı çizilmelidir. Emekçiler arasında okulların açılmasına karşı öfke büyürken, eğitim sendikaları hükümete önerilerde bulunmakla yetiniyorlar. CHP önderliğindeki burjuva muhalefetin arkasına dizilen sahte sol partiler ise, ölüm saçan bu politika karşısında tamamen sessiz kalarak suç ortaklığı yapıyorlar.

Bununla birlikte, pandeminin şiddetlenmesi ve okulların bundaki rolünün apaçık görülmesine karşı artan toplumsal muhalefet, hükümetin kimi geri adımlar atması sonucunu doğuruyor. Lise öğrencilerinin sosyal medyada yürüttüğü kampanya sonucunda, Milli Eğitim Bakanlığı liselerde son sınıflar haricinde sınavların 3 Mayıs’a ertelendiğini duyurdu. Daha sonra buna, yüksek riskli ve çok yüksek illerde ortaokul 5, 6 ve 7. sınıfların sınavları da eklendi. Buna karşın hükümet yüz yüze eğitimde ısrar etmeyi sürdürüyor.

Dahası, pandeminin kontrolsüz bir şekilde yayılmaya devam etmesi, sağlık sistemini çöküşe götürebilir. İzmir Tabip Odası Başkanı Lüfti Çamlı, BirGün gazetesine yaptığı açıklamada şunları söyledi: “İzmir’deki hastaneler şu anda tamamen dolmuş durumda. Özellikle hafta başından beri gerek pandemi servislerinin, gerek yoğun bakım yataklarının tamamına yakını dolmuş durumda.”

Okulların açılmasının yarattığı etkiyi vurgulayacak şekilde, gençler ve çocuklar arasında vaka artışına dikkat çeken Çamlı, “Vaka artışını durdurmak için acilen tedbirler alınmazsa ve vaka sayıları azaltılamazsa sağlık sisteminin bu talebi karşılayabilmesi mümkün gözükmüyor” uyarısında bulundu.

İzmir’de insidans değerinin 111 olduğu dikkate alındığında, ülke genelinde durumun bir felakete doğru gittiği ortadadır. İstanbul Tabip Odası, 23 Mart’ta İstanbul’a dair yaptığı bir yıllık değerlendirmede, hükümetin “Çarklar dönecek, üretim sürecek” politikası sonucunda COVID-19’un bir “işçi sınıfı hastalığı” olduğuna dikkat çekti. Aynı açıklamada, pandeminin, “sağlığın özelleştirme politikalarıyla piyasanın vahşi koşullarına terk edilmesinin toplum sağlığı için ne kadar zararlı olduğunu” gösterdiği vurgulanıyordu.

Üstelik dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de aşılama oldukça yavaş ilerliyor. Tamamen aşılanan kişi sayısı Perşembe günü itibarıyla 6,1 milyon (nüfusun yüzde 7,2’si) olarak açıklanırken, birinci doz aşılama durma noktasına gelmiş durumda.

Son bir haftadır günde ortalama sadece 20 bin kişiye birinci doz aşı yapılıyor. Yeni aşı tedariki konusundaki belirsizlik sürerken, sağlık emekçileri sosyal medyada “aşı nerede” diye soruyor. Dahası, hükümetin öğretmenleri aşılama sözüne rağmen, Milli Eğitim Bakanı bugüne kadar öğretmenlerin sadece yüzde 10’unun aşılandığını söyledi.

COVID-19 pandemisi, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu toplumsal felaketi de ağırlaştırıyor. 1,3 milyon işçinin kısa çalışma ödeneği bu ay sona erecek. DİSK-AR’ın son raporuna göre, geniş tanımlı işsiz sayısı 9 milyon 638 bine (yüzde 27,4) yükselmiş durumda. 2020 yılında haftada 40 saatten az “esnek” çalıştırılanların sayısı 900 bin artarak 1 milyon 251 bine yükseldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz Cuma günü Merkez Bankası başkanını görevden alması üzerine, Türk Lirası, ABD Doları karşısında yaklaşık yüzde 10 değer kaybetti. Hayat pahalılığının artması anlamına gelen bu durum, işçi sınıfının yaşam standartlarının daha da gerilemesine yol açıyor.

Büyüyen ekonomik, toplumsal ve siyasi kriz koşullarında, işçi sınıfı içinde bir toplumsal patlama olmasından korkan Erdoğan hükümeti, işçi sınıfını bölmek ve toplumsal muhalefeti saptırmak için giderek artan şekilde antidemokratik önlemlere başvuruyor. Geçtiğimiz hafta Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) kapatma davası açılması, bu adımların bir parçasını oluşturuyor.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kısa süre önce vurguladığı gibi bu durum, demokratik hakları, sağlığı ve hayatları savunmanın, egemen sınıfın “sürü bağışıklığı” politikasına karşı uluslararası işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde seferberliğini gerektirdiğini açıkça ortaya koyuyor.

Loading