İran artan jeopolitik çalkantının ortasında cumhurbaşkanlığı seçimlerini düzenliyor

İranlılar, Ortadoğu’da ve ötesinde artan jeopolitik gerilim koşullarında, 19 Mayıs Cuma günü, dört yılda bir yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanacaklar.

Trump yönetimi, Pentagon ve ABD siyaset kurumunun geniş kesimleri, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirme ve petrol zengini Ortadoğu üzerinde dizginsiz ABD egemenliği kurma yönelimlerinin önündeki engel olarak gördükleri İran’a karşı düşmanlıkla dolu.

Washington’ın en yakın bölgesel müttefikleri ve Trump’ın yaklaşan dış ülkeler turunun ilk durakları olan İsrail ile Suudi Arabistan, İran’ı tehdit etmeyi sürdürüyor. İsrail Konut ve İnşaat Bakanı Yoav Galant, Salı günü, İsrail’i “Esad’a suikast yapma”ya ve ardından, “Tahran’da bulunabilecek olan iblis başı”na saldırmaya çağırdı. Bu ayın başında, Suudi Savunma Bakanı ve Veliaht Prens Vekili Muhammed bin Salman, Tahran’la diyalogu reddetti ve İran’la “savaş”ın, Suudi topraklarında değil, “İran’da” yürütülmesini sağlamaya çalıştığını söyledi.

İran cumhurbaşkanlığı yarışında, diğer iki adayın bu hafta çekilmesiyle birlikte, resmi olarak dört aday var. Ama yalnızca görevdeki Hasan Ruhani ile büyük bir dini vakfın başında bulunan eski başsavcı İbrahim Raisi’nin kazanma şansı bulunuyor. Raisi seçimle gelinen bir makama daha önce hiç aday olmamış olsa da -söylendiğine göre- Devrim Muhafızları önderliğinin ve Şii mollaların toplumsal olarak daha muhafazakar kesimlerinin desteğine sahip.

Ruhani, yönetiminin başlıca başarısı olarak, İran’ın 2015’te büyük güçler (ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa, Almanya ve Avrupa Birliği) ile yaptığı nükleer anlaşmanın çığırtkanlığını yapıyor.

Tahran, bu anlaşma doğrultusunda, İran ekonomisinin belini bükmüş olan ABD önderliğindeki ve Avrupa destekli cezalandırıcı ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında, sivil nükleer programının büyük kısmını kaldırmayı veya dondurmayı kabul etmişti.

Tüm adaylar, İran’ın nükleer anlaşmaya sürekli uymasını destekliyor. Bununla birlikte, Raisi ve geçtiğimiz Pazartesi günü cumhurbaşkanlığı yarışından Raisi lehine çekilen Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bagher Ghalibaf, Ruhani ile Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in anlaşmanın getireceğini iddia ettikleri ekonomik faydaların çok azının gerçekleştiğine dikkat çektiler.

İran’ın yaptırımlar eliyle yarıdan fazla gerilemiş olan petrol ihracatı yeniden yükseldiği ve Tahran dünya bankacılık sisteminde dondurulmuş olan on milyarlarca dolarlık parasına erişim elde ettiği için, ekonomik büyümede bir artış söz konusu.

Ancak dış yatırımlar azalmış ve resmi işsizlik oranı 2016’da yüzde 12,5’e yükselmiş durumda. Genç işsizliği ise bunun iki katından fazla.

Ruhani’nin ve Zarif’in umut ettiği gibi, Avrupa iş dünyası ve siyasi liderler, nükleer anlaşmanın resmen yürürlüğe girdiği Ocak 2016’da, hükümetin, enerji sektöründe daha yatırımcı dostu yönetim anlayışı ve Avrupalı enerji şirketleri için özel imtiyazlar dahil olmak üzere “iş dünyasına açık” bir İran vaatleri hakkında bilgi toplamak amacıyla İran’a akın etmişlerdi.

Ne var ki bunu, Avrupa’dan az sayıda yatırım izledi. Avrupa’nın durgun ekonomisi bunda bir faktör olsa da, asıl neden, Avrupalı şirketlerin, özellikle de bankaların, Washington’ın İran karşıtı “ikincil” yaptırımlar rejimine ters düşmekten korkmasıdır. ABD, insan hakları, terörle mücadele ve İran’ın balistik füze programını sona erdirme adına, İran ekonomisinin büyük kısmını hedef almaya devam ediyor. Financial Times’a göre, Amerika’nın “ikincil” yaptırımları o kadar güçlü ki, “Pratikte küresel bankacılık sistemiyle ilişkisi kesilmiş olan İran ekonomisi… yatırım, iş ve teknoloji transferi için her şeyi göze almış durumda.”

Buna, bir de Ortadoğu’daki son derece dengesiz jeopolitik durum ekleniyor. ABD’nin ve Avrupalı güçlerin çoğunun İran’ın tek bölgesel müttefiki olan Suriye’deki Esad rejimini devirmeye çalışması nedeniyle, Avrupalı şirketler, Suriye’deki veya başka yerlerdeki olayların, kendi yatırımlarına zarar verecek şekilde, hızla Tahran ile Washington arasındaki gerilimleri tırmandırabileceğinden kaygılılar.

Ruhani, yeniden seçilme kampanyasının parçası olarak, ikinci döneminde tüm ABD yaptırımlarının kaldırılmasını müzakere edeceğine söz verdi. Ancak buna nasıl ulaşılacağı konusunda tek bir kelime söylemedi.

ABD siyaset kurumu, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, bunun, Tahran’ın ABD emperyalizminin taleplerine tamamen teslim olmasını gerektireceğini açıkça ortaya koydular. Bu arada, Trump yönetimi, ilgi odağında İran’ın olduğunu netleştirdi.

Ancak Trump ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, geçtiğimiz ay, istemeyerek de olsa, İran’ın nükleer anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini kabul ettiler. Onlar, bunu yaparlarken bile, İran’a baskıyı arttırmak için uygun jeopolitik şartlar aradıkları uyarısında bulundular.

Tillerson İran’ın nükleer bir devlet olma peşinde koştuğu yönündeki ABD iddialarını hortlatır ve onu “terör ve şiddet” ihraç etmekle suçlarken, Trump, Tahran’ı, “(nükleer) anlaşmanın ruhuna uygun davranmamak” ile suçladı.

Raisi, televizyonda yayınlanan son bir tartışmada, Ruhani’ye, “düşman karşısında zayıflık” gösterdiği için saldırdı. O, ayrıca, sosyo-ekonomik hoşnutsuzluğa başvurmaya çalıştı. Bu amaçla, zenginler üzerindeki vergileri arttırma ve İranlılara yakıt ve gıda fiyatlarındaki sübvansiyonlar gereğince verilen yetersiz nakit yardımlarını en düşük gelirli yüzde 30 için üçe katlama vaadinde bulundu. Bu yardımlar, Ruhani ve önceli Mahmud Ahmedinejad döneminde aşama aşama azaltılmıştı.

“Reform” (Ruhani yanlısı siyasi kamp) ile ilişkili bir ekonomist olan Saeed Leylaz, Reuters ile yaptığı röportajda, “(Raisi’nin) vaatleri, gerçekçi olmadıkları halde, kuşkusuz milyonlarca yoksulun oyunu çekecek.” dedi.

Ruhani’nin desteği, orantısız şekilde, İran toplumunun daha ayrıcalıklı kesimlerinden geliyor. Bu, “Yeşil hareket”i desteklemiş olan burjuva ve orta sınıf tabakaları kapsıyor. “Yeşil hareket”, İran’ın ABD karşısındaki tutumunu değiştirecek ve İran toplumunun yoksul kesimlerine yönelik devlet harcamalarını kesecek bir hükümeti iktidara getirme umuduyla, 2009’da, kanıtlanmamış seçim hilesi iddiaları temelinde Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesine meydan okumuştu.

Ruhani, 2013’te göreve gelmesinden kısa süre sonra, IMF’yi İran’a dönmeye davet etti, özelleştirmeleri arttırdı ve sosyal harcamaları daha da kesti.

Ruhani ve destekçileri, Raisi’nin, 1988’de binlerce Tudeh (Komünist Parti) üyesini ve diğer solcuları içeren siyasi tutukluların toplu infazındaki rolü üzerinde fazlasıyla duruyorlar. Raisi, katliamı onaylayıp nezaret etmiş olan dört İslam Cumhuriyeti yargıcından biriydi.

Ancak Raisi, elleri kana bulanmış tek kişi değildir. Ruhani’nin akıl hocası, kısa süre önce ölen eski cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, Yeşil hareketin önderi Mir Hüseyin Musavi ve bizzat Ruhani dahil olmak üzere, tüm molla siyaset kurumu bu suçun ortağıydı.

Ruhani yanlısı Batı medyasında yer alan haberlere göre, seçim yarışı son günlerde daha da sıkılaştı. Bu, rakip kampların kampanyanın son günlerindeki mitinglere on binlerce destekçisini seferber etmesiyle birlikte, sokaklara da yansıyor.

İran’ın egemen seçkinleri derin bir şekilde bölünmüş durumda. Ruhani, başta Almanya, Fransa, İtalya ve diğer Avrupa Birliği devletleri olmak üzere, Batılı emperyalist güçlerle yakın bağlar kurmaya istekli kesimleri temsil ediyor. Onların umudu, kitlesel muhalefeti kışkırtma korkusuyla nadiren açıkça dile getirseler de, nihayetinde, Tahran’ın, Washington’ın başlıca bölgesel müttefiki işlevi gördüğü kanlı Şah diktatörlüğü altında oynamış olduğu rolü sürdürecek şekilde, ABD emperyalizminin küçük bir ortağı haline gelmesidir.

Diğer kesimler ise Washington ile daha cepheleşmece bir duruştan yanalar. Onlar, hesaplarını, ABD’nin İran burjuvazisinin bölgesel güç özlemlerine uyum sağlamayacağı; çünkü bunun, özellikle Washington’ın başlıca yerel vekillerinin, İsrail’in, Suudi Arabistan’ın ve potansiyel olarak Türkiye’nin konumunu geriletmesini gerektireceği üzerine kuruyorlar.

İran’ın stratejik yönelimi üzerine anlaşmazlıklar, belirli ekonomik çıkarlara bağlıdır. Ruhani’yi destekleyenler, burjuvazinin, Tahran’ın IMF’ye kucak açtığı ve Şah’ı deviren 1979 devriminin ardından emekçilere verilen tavizlerin çoğunu geri aldığı 1990’larda Avrupa ile yakın bağlar geliştirmiş olanlar dahil, daha geleneksel kesimlerine meyillidir.

Onların muhaliflerinin hatırı sayılır bir kesiminin, Devrim Muhafızları ile ilişkili, çoğu özel mülkiyette olan şirketler ağıyla ya da Rusya ve Çin ile “yaptırımı bozma”dan yarar sağlamalarına olanak sağlayan ticari bağları var.

1989’dan beri İslam Cumhuriyeti’nin dini lideri olan Ayetullah Hamaney, uzun süredir Bonapartist bir rol oynuyor. O, 1990’larda ve Bush yönetiminin ilk yıllarında, ABD’ye defalarca önerilerde bulundu. Hamaney, daha sonra, yaygın toplumsal eşitsizliğe yönelik halk öfkesine başvuran ve İran’ın sivil nükleer programını genişletme yoluyla Washington’a karşı oldukça açık bir kafa tutma şovu yapan Ahmedinejad’ı destekledi.

İran’ın kötüleşen ekonomisinin patlayıcı toplumsal sonuçlarından korkan Hamaney, sonradan, Ahmedinejad’ın ikinci döneminin sonunda yeniden tavır değiştirdi. O, Ruhani’nin Washington ile bir nükleer anlaşma arayışını destekledi ve anlaşmaya varılır varılmaz, yönetime, özellikle de Devrim Muhafızları’na, anlaşmanın arkasında kenetlenme çağrısı yaptı.

Ancak Hamaney –Obama gibi, sadece rollerin yer değiştirmiş haliyle– nükleer anlaşmayı ABD’nin iyi niyet testi olarak tanımlama konusunda dikkatliydi. O, son dönemde, ABD’nin İran’a devam eden yaptırımları konusunda son derece eleştirel hale geldi.

İslam hukuku uzmanlarından oluşan ve seçim adaylarını incelemekle görevli bir kurul olan Koruyucular Konseyi, görünüşe göre Hamaney’in -eğer isteğiyle değilse- onayıyla, Ahmedinejad’ın Cuma günkü seçimlerde Ruhani’ye meydan okumasını engelledi.

İran’ın ruhani lideri, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi, hiçbir tercih belirtmedi. Ama o, İslam Cumhuriyeti’nin gücünün bir kanıtı olacağını söylediği, yüksek bir katılım çağrısı yaptı.

Avrupa’daki hükümetler ve şirket medyası, en az ABD siyaset kurumunun büyük kesimi kadar, Ruhani’nin yeniden seçilmesini görmeye istekli. Bununla birlikte, bunu nükleer anlaşmadan vazgeçmek ve İran ile gerilimleri arttırmak için kullanabileceklerini hesap ettikleri için, Ruhani’nin yenilgisini memnuniyetle karşılayacak bir azınlık hizbi de var. Dün, Wall Street Journal, CIA’in eski İran uzmanlarından Reuel Marc Gercht’ın, “İran seçimlerinde, Amerikalılar ‘taviz vermeyen’i desteklemeli” başlıklı bir yazısını yayınladı.

Loading