Katalan bağımsızlık referandumuna yönelik devlet baskısına karşı çıkın!

İşçi sınıfının birliği için! İspanya’da ayrılıkçılığa hayır!

Katalonya’da 1 Ekim’de yapılacak bağımsızlık referandumunun öngününde, İspanya, General Francisco Franco’nun faşist rejiminin 1970’lerin ortasındaki kitlesel işçi sınıfı mücadelelerinin ortasında çöküşünden bu yana en derin siyasi krizinin sancıları içinde. Avrupa genelindeki derin ekonomik krizin, toplumsal kemer sıkmanın ve kitlesel işsizliğin on yılının ardından, İspanya kırılma noktasında. Madrid Avrupa genelindeki hükümetlerin ve Amerika’nın desteğiyle referandumu engellemek için amansız bir polis baskısını dizginlerinden boşaltırken, İspanya, diktatörlüğe ve iç savaşa gidiyor.

İspanya’nın, Sosyalist Parti’den (PSOE) ve sağcı Yurttaşlar’dan gelen desteğe yaslanan Halk Partisi (PP) azınlık hükümeti, referandumu engelleme ve oy kullanma merkezlerine askeri polisi seferber etme sözü verdi. 16.000 polis ve yarı askeri sivil muhafız seferber eden ve Katalonya’nın maliyesini ve polisini ele geçirmeye çalışan hükümet, Katalonya’da fiili bir olağanüstü hal ilan etmiş durumda. “Yaşasın İspanya” ve “Göreyim sizi” sloganları atan aşırı sağcı protestocular polis merkezlerinde toplandılar ve yola çıkan polisleri İspanya bayrakları sallayıp alkışlayarak uğurladılar.

Katalan yönetiminden 14 yetkili tutuklandı, 144 web sitesi kapatıldı, milyonlarca afişe ve bildiriye el konuldu, matbaalar ve gazeteler arandı, mitingler yasaklandı ve 700’den fazla belediye başkanı referandumu destekleme gerekçesiyle kovuşturmaya uğramakla tehdit edildi. Ayrılıkçı Halk Birliği Adaylığı’nın (CUP) genel merkezi arama izni olmaksızın basıldı ve polis tarafından kuşatıldı.

Franco yönetimi altında “siyasi suçlar”ı cezalandırmak için kurulan Kamu Düzeni Mahkemesi’nden arta kalan Ulusal Mahkeme, ayrılıkçı önderlere karşı 15 yıla kadar hapis cezası getiren isyana teşvik suçlamalarını kayda geçirdi. Ordu içinde, sıkıyönetim düşüncesi yükseliyor. Emekli General Manuel Altolaguirre, referandumu, “bir savaş durumu uygulamayı gerektiren ileri bir vatan hainliği eylemi” olarak adlandırdı.

PP’nin baskısı, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’un önlemlerinin ayrılıkçı duyguları kışkırttığı yönündeki kaygılara rağmen, bir Avrupa Birliği ve NATO üyesinin parçalanmasından korkan büyük Avrupa devletlerinin ve ABD’nin desteğine sahip. Fransa Başkanı Emmanuel Macron, Rajoy’un yanında, “Ben İspanya, bir bütün olarak İspanya olan bir ortak ve bir dost tanırım… Gerisi beni ilgilendirmiyor.” dedi. ABD Başkanı Donald Trump, Rajoy’un bu haftaki Washington ziyareti sırasında, “İspanya büyük bir ülke ve birleşik kalmalı.” diye konuştu.

1936 faşist darbesinin ve Franco’yu iktidara getiren üç yıllık İç Savaş’ın kanlı deneyiminin ardından, işçi sınıfı içinde savaşa ve otoriter egemenliğe dönmeye yönelik derin, tarihsel kökleri bulunan bir muhalefet var. Liman işçileri Katalan ayrılıkçı politikalarını ve seçmenlerini tutuklamaya gelen İspanyol polislerini taşıyan gemileri boşaltmayı reddetti; Barselona itfaiyecileri seçim yerlerini polisten korumaya yemin etti. Ancak, muhalefet, işçi sınıfına amansızca düşman olan Madrid’deki özerk yönetim partileri ya da Katalan milliyetçileri önderliğinde yükseltilemez.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), savaş ve diktatörlük tehlikesine karşı tek uygulanabilir politikanın, İspanya ve Avrupa işçi sınıfını kapitalizme karşı ve toplumun sosyalist yeniden örgütlenmesi uğruna bir mücadelede birleştirme kavgası olduğunda ısrar eder. Bu, yalnızca, İspanya’nın bütün burjuva hiziplerine karşı devrimci mücadeleyle gerçekleştirilebilir.

DEUK’un AB’ye, sosyal demokratlara ve Franco sonrası PP’ye muhalefeti, Katalan milliyetçilerine (Katalan Avrupa Demokratik Partisi, Katalonya Cumhuriyetçi Solu ve küçük-burjuva CUP) yönelik muhalefetini hiçbir şekilde azaltmaz. İspanya işçi sınıfının, Katalonya’da, savaşı destekleme ve kemer sıkma uygulama konusunda uzun bir sicile sahip partiler tarafından yönetilen yeni bir kapitalist devletin kurulması yoluyla bölünmesi, işçilere hiçbir şey sunmamaktadır. Bu, Katalan işçilerini, Madrid’in saldırısına karşı en büyük müttefiklerinden, tüm İspanya ve Avrupa işçi sınıfından ayıracaktır.

Birçok işçi bunun farkında ve referanduma katılmayacak. Birçoğu da, oy vermeyi ve öfkesini dışavurmayı seçecek. DEUK, onları, yıkıcı sonuçlar tehdidi yaratan bir adıma karşı “Hayır” oyu vermeye çağırır.

Katalonya’daki işçilerin karşı karşıya olduğu sorunlar, özünde ulusal değil, sınıfsal baskıdan kaynaklanmaktadır. Katalan işçi sınıfı, polis-ordu egemenliği tehdidine, yalnızca sınıf kardeşleriyle bir mücadele birliği kurarak karşılık verebilir.

En son referandum çağrısının yapılması ve bir “Evet” sonucunun ayılmaya yol açacağının ilan edilmesi, kokuşmuş bir manevradır. Geçtiğimiz yıl, Madrid, iki genel seçimde mecliste çoğunluk sağlanamamasının ardından, sekiz ay hükümetsiz kalmıştı. Barselona’da, CUP, Katalonya’nın 2016 ve 2017 kemer sıkma bütçelerine destek verdi. CUP, ardından, işçi sınıfı karşıtı politikalarına sahte, “radikal” bir görünüm vermek için, kendi geri rolünün sorumluluğunu Madrid’in üzerine atmaya çalışarak, ayrılıp talebini ileri sürdü.

CUP tarafın ileri sürülen ayrılma talebi, çok geçmeden diğer Katalan milliyetçisi partiler tarafından sürdürüldü. Bu talebin amacı, İspanya kapitalist sınıfı görüşmemiş bir egemenlik kriziyle karşı karşıya iken, işsizliğe ve kemer sıkmaya yönelik artan toplumsal huzursuzluğu milliyetçi kanallara saptırmaktı.

Referandum, egemen sınıfın, hem İspanyol hem Katalan işçilerinin ve gençlerinin sosyo-ekonomik kaygılarını milliyetçi bir söylem sağanağının altına gizlemesine yardımcı oldu. Bu, bilinçli ve planlanmış bir strateji olarak yürütüldü. Ticari faaliyetten sorumlu Katalan meclis üyesi Santi Vila, politikacılar ile iş adamlarının/kadınlarının bir toplantısında, eğer Katalonya “milliyetçiliğe dayanan bir söylem ileri sürmemiş olsaydı, 6 milyar avroluk düzenlemeleri nasıl atlatacaktı?” diye belirtmişti.

Katalan krizi, Podemos partisinin gerici rolünü bir kez daha ifşa etmiştir. Podemos, Syriza’yı, 2015’te Yunanistan’da iktidara gelip Avrupa Birliği’nin (AB) kemer sıkma programını uyguladığında desteklemesinden sonra, PSOE PP’nin Katalonya’daki saldırısını desteklerken bile, hala onunla ittifak kurma çağrısı yapıyor. Bununla birlikte, Podemos, PP’ye, Katalonya’ya çok fazla polis göndererek İspanya’yı savunmasız bıraktığı yönünde “yasa ve düzen” eleştirileri getirerek, egemen sınıfa, krizi yatıştırmaya çalışmak ve Katalan milliyetçilileri ile bir anlaşmaya varmak için alternatif bir hükümet kurmaya da hazır olduğu sinyali veriyor.

Bu tür bir hükümet, kurulması durumunda, şu anda PP tarafından sürdürülen diktatörlük ve kemer sıkma yönelimine hiçbir alternatif sunmayacaktır.

Doğrusu, onların kendi sicilleri, işçilere yönelik saldırıyı tırmandırmak için orduyu ve güvenlik güçlerini kullanacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. PSOE hükümeti, hava trafik denetçilerinin 2010’daki grevini ezmek için orduyu harekete geçirmişti. Katalonya’nın başkenti Barselona’nın Podemos destekli belediye başkanı Ada Colau, bir ulaşım grevini bastırdı ve geçtiğimiz ay Sivil Muhafızlar’ın havaalanı güvenlik çalışanları grevini ezmek üzere seferber edilmesini destekledi. Podemos, iktidara gelmesi halinde, tıpkı Yunanistan’daki Syriza gibi, grevlere ve halk muhalefetine polis devleti önlemleriyle karşılık verecektir.

Katalan referandumu ve kapitalizmin krizi

İspanya’daki işçi sınıfına yönelik saldırının arkasında, Avrupa ve dünya kapitalizminin krizi yatmaktadır. Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana geçen çeyrek yüzyıllık sosyal kesintilerin ve Ortadoğu genelinde tırmanan emperyalist savaşların ardından, Avrupa kapitalizmi, ilerlemiş bir çöküş durumu içinde. Avrupa’daki ve Amerika’daki egemen seçkinlerin tamamı, özellikle 2008 Wall Street çöküşünden ve küresel ekonomik krizden beri, işçilere yönelik yıkıcı kemer sıkma programları uygularken, orduyu ve polisi güçlendirme peşinde koştu.

Bu, İspanya’yı, Yunanistan, Portekiz, İtalya ve Doğu Avrupa’nın büyük kısmı gibi, mahvetmiş durumda. İspanyol kapitalizmi, ekonomik olarak can çekişiyor. İspanya’daki işsizlik oranı, yüzde 17,8; 25 yaş altında bu oran yüzde 38,6. Dört işsizden biri, en az dört yıldır işsiz. 2,5 milyon işçi, İspanya’da iş buldukları için değil, ama başka yerlerde iş aramak üzere göç etmiş oldukları için işsizlik kayıtlarından çıkarıldı.

Sonuçta, toplumsal eşitsizlik hızla yükseldi. Şu anda tüm hanehalklarının yarısı ya resmi yoksulluk düzeyinin (tek kişilik hanehalkları için sadece 8.010 avro; iki yetişkin, iki çocuktan oluşanlar içinse 16.823 avro) altında gelirlere sahip ya da yoksulluk riski altında. Buna karşılık, en az 700.000 avroluk mal varlığına sahip olan ülkenin zenginleri, servetlerini yüzde 44’ten fazla arttırdılar; halkın yaklaşık yüzde 0,4’ü, İspanya’daki servetin yarısına sahip. Bu, İspanya’nın, Madrid’deki 25 milyardere karşılık, ya Katalan olan ya da servetlerini Katalonya’da elde eden en zengin 100 kişisinden 28’ini kapsamaktadır.

Avrupa ve Amerika genelinde, toplumsal eşitsizlik, demokratik yönetim biçimleriyle bağdaşmayan seviyelere ulaşıyor. Toplumsal hoşnutsuzlukla karşı karşıya bulunan egemen seçkinler, savaşa ve polis devletine başvuruyorlar. Trump Kuzey Kore’ye karşı “topyekün imha” biçiminde soykırım savaşı tehdidinde bulunurken, onun yönetimi, Virginia eyaletinin Charlottesville kentinde Heather Heyer adlı bir solcu protestocunun öldürülmesinden sorumlu neo-Nazileri takdir ederek, faşizan düşünceleri onaylayıp teşvik ediyor.

Madrid’in otoriter politikalarının nereye gittiğini anlamak için, komşu Fransa’ya bakmak yeterlidir. Olağanüstü hal altında temel demokratik hakların süresiz askıya alınması, ezici halk muhalefetine karşın, işçilerin yasal haklarının ve güvencelerinin ortadan kaldırılmasını dayatmak ve sağlıkta, eğitimde ve işsizlik ödemelerinde kesinti yapmak için kullanılıyor.

İspanya’da, toplumsal kriz, Franco’nun ölümünün ardından 1978’de kurulan siyasi düzeni gerektirmiştir. PSOE ve Stalinist İspanya Komünist Partisi (PCE), “Geçiş”i, parlamenter demokrasiye barışçıl bir dönüş olarak selamlamıştı. Bir “unutma anlaşması”nın ve faşist suçlar için 1977’deki bir Af Yasası’nın eşlik ettiği bu “Geçiş”, PSOE’nin ve PCE’nin egemen düzene dahil edilmesi yoluyla, Franco rejiminin suçlarının herhangi bir şekilde hesabının sorulmasını engellemeyi kabul etmişti.

Geçiş sürecinde, eski Franco rejimi, devlet aygıtına sadakatlerini güvence altına almak üzere bölgesel burjuvazilere azımsanmayacak tavizler verdi. Katalan dilinin yaygın ve açık bir şekilde kullanımına izin verildi. Bu dil, o zamandan beri, AB’de en yaygın konuşulan dokuzuncu dil haline geldi. 80’den fazla televizyon ve 100 radyo kanalı Katalanca yayın yapıyor; dünyada 150’den fazla üniversite Katalanca ders veriyor ve bu dilde 400’den fazla gazete yayınlanıyor.

Barselona’daki Katalan burjuvazisi Franco sonrası dönem boyunca özerklik ve ayrılma talepleriyle içli dışlı olsa da, Katalan burjuvazisinin ayrılma peşinde koşmayacağı ve Madrid’in Katalan milliyetçisi düşüncelere hırçın bir şekilde saldırmayacağı konusunda üstü kapalı olarak anlaşılmıştı.

Bu Geçiş sonrası rejim parçalanmış durumda ve İspanya egemen sınıfı içinde sert ve şiddetli bir hizip kavgası gözler önüne seriliyor. Birçok işçinin yaklaşık 40 yıl önceki Franco rejimini hala hatırlayabildiği bir ülkede, Madrid’in amansız baskısı sert bir uyarı işlevi görmelidir. Kapitalizmin 1930’lardan beri en derin krizinin ortasında, Geçiş sonrası rejim, gitgide, içinden çıkmış olduğu Franco rejiminin otoriter politikalarına geri dönüyor.

Madrid’in Katalonya’ya yönelik baskısına karşı çıkan işçiler, kendilerini sadece PP’nin şu ya da bu baskıcı önlemine karşı çıkmakla sınırlayamazlar. İşçilerin karşı karşı olduğu şey, İspanya’nın azınlık hükümetinin başarısızlığı değil, kapitalizmin başarısızlığıdır. Onlar, bu hükümetin, işçi sınıfının İspanya’da ve Avrupa genelinde sosyalizm uğruna devrimci seferberliği yoluyla devrilmesi amaçlamalıdır.

Katalan ayrılıkçılığının ve onun sahte solcu destekçilerinin gerici rolü

Katalan ayrılıkçıları, İspanya’daki mali aristokrasiye karşı mücadele eden sol güçleri değil, ama hem işçi sınıfına hem de Madrid’deki merkezi hükümete karşı çıkarlarını ileri süren egemen sınıf hiziplerinin çıkarını temsil etmektedir.

Sayısız küçük-burjuva “sol” grup olmasaydı, onlar, büyük kısmı kendi politikaları eliyle yaratılmış olan toplumsal hoşnutsuzluktan yararlanamaz; AB’ye ve Madrid’e yönelik düşmanlıktan çıkar sağlayamazlardı. Geçiş sonrası İspanya’da PSOE’ye ve PCE ile Podemos’taki Stalinist güçlere uyarlanan bu partiler, onlarca yıldır milliyetçiliği sınıf mücadelesine bir alternatif olarak yükseltmiştir.

Bu sahte sol gruplar, tekrar tekrar, sağcı burjuva hareketlerle ittifakları haklı göstermek ve işçi sınıfının bağımsız mücadelesini bastırmak için, Libya’daki ve Suriye’deki emperyalist vekil savaşlarını desteklemeyi meşrulaştırmak için kullanıldığında bile, “kendi kaderini tayin hakkı”na destek ilan etmişlerdir.

Onlar, yine, ayrılıkçılığı desteklemek ve işçileri bölmek için müdahale ediyorlar. Pablocu Birleşik Sekreterlik’in merkezi yayın organı International Viewpoint, “Katalonya’daki bir zafer, Avrupa’nın ve dünyanın tüm halkçı, devrimci ve demokratik güçlerinin bir zaferi olacaktır.” iddiasında bulunuyor.

Morenocu İşçilerin Devrimci Akımı, referandumda, “Rejime büyük bir darbe vuracak” bir kitle seferberliği; dolayısıyla, “Katalonya’da ve İspanya’nın geriye kalanında kalıntılar üzerinde kurucu bir süreç başlatmak” çağrısında bulunuyor. O, bunun, sözde “büyük demokratik ve toplumsal talepleri gidereceği”ni ekliyor.

İspanya’nın, küresel sermayenin işçileri işler, ücretler ve koşullar üzerinden birbirleriyle dibe doğru bir yarışa sokmasına imkan sağlayacak şekilde bölünmesi, işçi sınıfı için bir “zafer” olmayacaktır.

Büyük bir devletin “kalıntılar”ından doğan ayrı devletlerin en çarpıcı örneği, sahte sol grupların emperyalistlerin bir toplu kıyımla son bulan parçalama ve kapitalist restorasyon yönelimini desteklemek için “kendi kaderini tayin hakkı” sloganını aldatıcı bir şekilde kullanmış olduğu eski Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’dir. 1991’den 2001’e kadar on yıl süren bir dizi etnik savaşta, tahminen 140.000 insan katledilmiş, dört milyon kişi yerinden yurdundan edilmişti. Bu, Sırbistan’a karşı 1999’daki NATO savaşına sebep oldu. Yaklaşık yirmi yıl sonra, tüm bölge kırıp geçirilmiş halde kalmayı sürdürüyor.

Katalan milliyetçilerinin gerici, işçi sınıfı karşıtı politikası, DEUK’un Yugoslavya’daki savaşlar sırasında açık ve kesin bir biçimde ifade ettiği burjuva milliyetçiliği değerlendirmesinin bir başka doğrulamasıdır.

İşçi sınıfının uluslararası birliğini nesnel olarak güçlendiren ve sosyalist bir dünya ekonomisinin temelini yaratan, üretim süreçlerinin daha önce görülmemiş küresel bütünleşmesinin sonuçlarını inceleyen DEUK, yaklaşık yirmi yıl önce, aynı gelişmelerin, “mevcut devletleri parçalamayı amaçlayan yeni bir milliyetçi hareketi tipine nesnel itki” sağladığı uyarısında bulunmuştu: “Küresel ölçekte hareket eden sermaye, küçük bölgelere kendilerini dünya piyasasına doğrudan bağlama becerisi verdi. [...] Yeterli ulaşım bağlantılarına, altyapıya ve ucuz emek arzına sahip küçük bir sahil bölgesi, çok uluslu sermaye için, daha az üretken bir iç bölgeye sahip daha büyük bir ülkeden daha çekici bir üs sağlayabilir.”

Ülkenin GSYİH’sinin beşte birini temsil eden Katalonya, İspanya’nın en zengin bölgesidir. Ayrılıkçı partiler, küresel bankalarla, ulusötesi şirketlerle ve Avrupa Birliği’yle doğrudan ilişkiler kurarken, şu anda merkezi hükümete ödedikleri vergileri geri alabilecekleri yeni bir küçük devlet kurmayı amaçlıyorlar. Onlar, Katalonya’yı, işçi sınıfının arttırılmış sömürüsü temelinde, bir düşük vergili serbest ticaret bölgesine dönüştürmeyi umuyorlar.

Katalan milliyetçileri ve onların sahte sol destekçileri, kendilerini ilericiymiş gibi resmediyorlar. Ne var ki, Katalan ayrılıkçılığını Avrupa genelindeki benzer ayrılıkçı oluşumlardan (Britanya’daki İskoç Milliyetçi Partisi’nden veya İtalya’daki Kuzey Birliği ve Belçika’daki Vlaams Belang gibi açık sağcılardan) kökten ayırt eden hiçbir şey yoktur. Tüm bu örneklerde, ayrılıkçılık, yerel burjuvazinin kendi çıkarına sömürme peşinde koştuğu, ülkenin geri kalanı üzerinde kimi ekonomik avantajlara sahip olduğu bölgelerde ortaya çıkmıştır.

“Bağımsız” bir Katalan cumhuriyeti, kurulması durumunda, bundan farklı olmayacaktır. O, Avrupa’daki ve dünyadaki büyük devletlere daha da bağımlı olacaktır. Yeni devlet, AB ile ittifak içinde, Katalan ayrılıkçı partilerinin Madrid’le işbirliği içinde yürütmüş olduğu politikaları sürdürecektir: acımasız kemer sıkma, eğitime, sağlık hizmetlerine ve diğer toplumsal gereksinimlere yönelik fonların kesilmesi ve grevleri ve protestoları ezmek için polisin kullanılması. O, işçiler için bir çıkmaz sokak olacaktır.

Savaşa ve diktatörlüğe karşı, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için

Madrid’in polis baskısı da, Katalan milliyetçilerinin ayrılma yönelimi de, egemen sınıf hiziplerinin kapitalizmin ölümcül krizine yanıtlardır. Egemen seçkinler, halk içinde yükselen devrimci düşünceden dehşete kapılıyorlar. AB’nin 2017’de kendi yaptığı “Hangi Nesil” anketi, 34 yaş altı Avrupa gençliğinin yarısından fazlasının (İspanya’da, İtalya’da, Fransa’da ve Britanya’da yüzde 60’tan fazlasının), mevcut düzene karşı bir “kitlesel ayaklanma”ya katılacağını göstermişti.

1917 Ekim Devrimi’nin ve Rusya’da kapitalizmin Vladimir Lenin ve Lev Troçki önderliğindeki Bolşevik Parti tarafından yıkılmasının yüzüncü yıldönümünde, AB, Avrupa genelinde büyük bir işçi sınıfı mücadeleleri dalgasına doğru ilerliyor. Ancak bu nesnel gelişim eğilimine, bilinçli bir siyasi strateji kazandırılması gerekiyor.

Madrid ile Barselona’nın birbirlerine yönelik tehditleri, şiddetli bir uyarıdır. İşçi sınıfı, daha kitlesel mücadeleler içine girmeden, Avrupa’nın kalbinde patlak verecek bir iç çatışma ve savaş tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. İşçiler şiddet tehditlerine ve milliyetçi çatışmalar kışkırtma yönünde artan girişimlere karşı çıkmalıdır; ancak kendiliğinden bireysel eylemler İspanya’daki krizi çözüme kavuşturmaya yeterli olamaz.

Katalonya’daki anlaşmazlık, DEUK’un, temel sosyal ve demokratik hakları savunmanın, işçi sınıfının savaşa ve diktatörlüğe karşı, sosyalizm uğruna bilinçli bir uluslararası ve devrimci hareketin inşa edilmesi anlamına geldiği konusundaki ısrarını doğrulamaktadır.

Bu, her şeyden önce, işçi sınıfı mücadelelerine önderlik sağlayacak yeni bir sosyalist siyasi partinin inşasını gerektirmektedir. Gerekli olan şey, Bolşevik Parti’nin ve DEUK tarafından temsil edilen Troçkist hareketin uzlaşmaz mücadele geleneğine yönelmektir.

Kapitalizm altındaki toplumsal yaşamın tüm sorunlarına karşı mücadelelerin, kemer sıkmaya, savaşa ve kapitalizme karşı siyasi mücadele ile birleştirilmesi, İspanya ve Avrupa genelinde fabrikalarda, işyerlerinde, işçi sınıfı mahallelerinde ve okullarda/üniversitelerde tartışılmalıdır. Bu, kapitalizm yanlısı partilerden ve sendikalardan bağımsız ve onlara karşı çıkan yaygın bir işyeri ve mahalle komiteleri ağının kurulmasının ve devlet iktidarını almak ve ekonomik yaşamı özel kar değil, toplumsal gereksinimler temelinde yeniden örgütlemek üzere sosyalist bir hareketin gelişmesinin temelini atacaktır.

Kapitalist İspanya’ya ve kapitalist bir Katalonya’nın yaratılmasına karşı çıkan DEUK, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin inşa edilmesi çağrısı yapar. Toplumsal gericiliğe ve savaşa sürüklenmeyi önlemenin ve Avrupa ekonomisinin halkın gereksinimlerini karşılamak üzere uyumlu gelişimine olanak sağlamanın tek yolu, bütün ülkelerde işçi hükümetlerinin kurulması ve Avrupa’nın sosyalist bir temelde birleşmesidir. DEUK, bu açıklamayla hemfikir olan bütün işçileri ve gençleri, yayınlarını okuyup dağıtmaya, WSWS ile bağlantı kurmaya ve DEUK’un İspanya şubesinin inşası mücadelesine katılmaya çağırır.

Loading