Katalonya’da on binlerce kişi İspanya’daki otoriter yönelimi protesto etti

Dün, Katalonya’da on binlerce kişi, 1 Ekim’deki Katalan bağımsızlık referandumunun ardından Katalan milliyetçilerinin İspanya merkezi hükümeti tarafından tutuklanmasını protesto etti.

Katalan ayrılıkçısı küçük bir örgüt olan Sendikalararası-CSC sendikası tarafından bir grev olarak çağrısı yapılan protesto, Katalonya’nın seçilmiş hükümetinin İspanya Başbakanı Mariano Rajoy tarafından görevden alınmasına ve Rajoy’un otoriter yönetim yönündeki hamlelerine olan yaygın muhalefeti gösteriyordu. Protesto, merkezi hükümetin keyfi emirle daha fazla kemer sıkma uygulamak için başkent Madrid’in maliyesinin yönetimine el koyma yönünde attığı görülmemiş adımdan bir gün sonra gerçekleşti.

Protestocular Barselona kent merkezinde barikatlar kurdular, otoyolları ve yüksek hızlı tren hatlarını bloke ettiler ve Katalan milliyetçileri Jordi Sanchez ile Jordi Cuixart’un serbest bırakılması için büyük bir yürüyüşe katıldılar. Rajoy’un Halk Partisi (PP) hükümeti İspanya Anayasası’nın 155. maddesine başvurarak Katalonya’da doğrudan yönetim uyguladığı için binlerce takviye güç alan İspanyol polisi, kentteki barikatlarda ve grev çadırlarında bulunan protestoculara saldırdı.

Protesto, politikacılardan, Katalan iş dünyasından ve İspanyol sendika bürokrasisinden gelen bir saldırı yağmuruna ve Katalonya genelinde arttırılan polis varlığına rağmen gerçekleşti. Katalan Foment del Traball iş federasyonu, grevi yasaklayan bir mahkeme emri almak için yasal yollara başvurdu. Yine de, La Vanguardia, Barselona’da, üniversite öğrencilerinin önemli bir kısmı ile birlikte, kamu çalışanlarının yüzde 40’ının greve katıldığını bildirdi.

Madrid’deki İspanya Kongresi’nde, Yurttaşlar Partisi’nin önderi Albert Rivera, “şantaj” eylemi diye suçladığı grevi bastırmadığı için PP’ye saldırdı. O, bir soru oturumunda, Maliye Bakanı Cristóbal Montoro’ya, “Katalonya’nın kanunsuz topraklar haline gelmemesi için ne yapıyorsunuz?” diye sordu ve ekledi: “Katalan yurttaşların bugün işe gidebilmeleri için ne yapıyorsunuz?”

Başlıca İspanyol sendikaları greve karşı çıktılar ve PP hükümetinin otoriter yönetim yönelimine pek de gizli olmayan bir destek verdiler. Stalinist İşçi Komisyonları (CCOO) ve sosyal demokrat Genel İşçi Sendikası (UGT), 8 Kasım için yapılan grev çağrısını kınadı. Onlar, greve destek vermeyi reddetmelerini, kendilerinin “herhangi bir siyasi güçten bağımsız siyasi olarak çoğul alanlar” olmalarıyla övünerek açıklayan ortak bir bildiri yayınladılar.

CCOO Genel Sekreteri Unai Sordo, bu tür konuların “emeğin alanına getirilemeyeceği”ni iddia ederek, işçi sınıfının İspanya’daki siyasi krize her türlü müdahalesine karşı çıktı. Sordo, grevin “son derece sınırlı” desteğe sahip olduğunu ilan etti.

Rajoy’un dilinden konuşan CCOO’unun Katalonya Genel Sekreteri Javier Pacheco, “bölücü ve birlikte yaşama becerimize her zamankinden daha çok karşı çıkan” greve saldırdı. Pacheco, grev çağrısı yapmak için yalnızca CCOO ile UGT’nin “meşruiyet”e sahip olduğunu ekledi.

Barselona’da yürüyüş yapan protestocular, kalabalığa hitap etmeye çalışan UGT’nin Katalonya Genel Sekreteri Camil Ros’u yuhaladılar.

Protesto, işçilerin İspanya genelinde giderek artan radikalleşmesine ilişkin işaretlerin ortasında gerçekleşti. Sendikaların bu yıl İspanya ulusal liman sistemindeki büyük grevleri ve Barselona havaalanı güvenlik çalışanlarının grevinin gelişmesini engellemesine ve hızlı bir şekilde geriletmesine rağmen, İspanya’daki grevler hızla artıyor. İspanya İşveren Örgütleri Konfederasyonu’na (CEOE) göre, bu yıl grevlerden kaynaklanan çalışma saati kaybı, 2016’nın aynı dönemine göre yüzde 70 artarak 6.479.156’ya yükselmiş durumda. Grevci işçi sayısı ise, yüzde 124 artarak 199.759’a çıktı.

İspanyol sendika bürokrasisi ve onun siyasi müttefikleri, İspanya Sosyalist Partisi (PSOE) ve Podemos’un içinde ya da çevresinde bulunan çeşitli Stalinist ve küçük burjuva eğilimler, bu duruma, 155. maddeye başvururken bile hükümeti örtülü biçimde destekleyerek karşılık veriyorlar. Onlar, Genelkurmay Başkanı General Fernando Alejandre’nini geçtiğimiz hafta ordunun Katalonya’ya karşı olası bir askeri müdahale planlıyor olduğunu ilan etmesinden sonra bile, Madrid’in politikasının diktatörce sonuçları karşısında sessiz kalıyorlar.

İspanya’daki ve Avrupa genelindeki otoriter yönetim yönelimine karşı mücadelede ileriye giden tek yol, işçi sınıfının bağımsız siyasi seferberliğidir. Avrupa Birliği’nin (AB) 2008’deki Wall Street çöküşünden başlayarak kemer sıkma politikalarını uygulamaya koyduğu on yılın ardından, Avrupa genelindeki on milyonlarca işsizle birlikte, patlamaya hazır bir toplumsal ve siyasi öfke söz konusu. Avrupa genelinde polisi takviyeleri ve olağanüstü haller ile tepki veren egemen sınıfın stratejisine karşı koymanın tek yolu, işçi sınıfının sosyalist, enternasyonalist bir program temelinde iktidar uğruna devrimci mücadelesidir.

İşçiler, böylesi bir mücadeleyi, yalnızca, sosyal demokrat, Stalinist ve küçük burjuva güçlere devrimci muhalefet temelinde verebilirler. Bu, sadece Rajoy’un politikalarını benimseyen PSOE ve Podemos çevresindeki güçleri değil; AB yönelimli bağımsız bir Katalan kapitalist devleti kurma perspektifleri iflas etmiş olan Katalan ayrılıkçılarını da kapsamaktadır. Katalan burjuvazisi ve küçük burjuvazisi içindeki tabakaların çıkarlarını yansıtan bu perspektif, İber yarımadası işçilerini yalnızca bölmeye hizmet etmektedir.

Katalonya’daki dünkü protesto, elde ettiği önemli desteğe rağmen, Sendikalararası-CSC’nin Rajoy’a karşı bir “genel grev” çağrısının iflasını gösterdi. Sendikanın Katalan milliyetçisi çağrısı, İspanya’nın geri kalanında, Fransa’nın güneyinde ve Avrupa genelinde Rajoy’un saldırısına karşı çıkan işçilere hiçbir şey sunmamakla kalmamış, Katalonya’da da sınırlı bir destek elde etmiştir. Aralarında ayrılıkçılığa desteğin çok az olduğu Katalonya’daki sanayi işçileri, Sendikalararası-CSC’nin grev çağrısına karşılık vermediler.

Madrid’deki kırılgan ve tutulmayan bir azınlık hükümetinin başında bulunan PP, devlet aygıtının denetimini sağlamlaştırma yönünde ilerlemek için muhaliflerinin iflasından faydalanıyor ve avantajından olabildiğince yararlanıyor. PP, Salı günü, görülmemiş bir hamleyle, Podemos destekli Madrid Belediye Başkanı Manuela Carmena’nın maliyesine haftalık denetim uygulayacağını açıkladı.

Carmena ve Podemos kentin bankalara olan borcunu geri ödemek için 2 milyar avroluk sosyal kesintiler uygulayarak gerici bir kemer sıkma politikası izliyor olmasına rağmen, PP daha fazlası kesinti talep ediyor. İspanya bütçe bakanlığı yetkilileri, bütçe aşımlarının, bakanlığa “bu yönetim üzerinde zorlayıcı önlemler uygulama” izni verdiğini vurguladılar. PP’den ve Yurttaşlar partisinden, Katalonya bölgesel başkanı Carles Puigdemont’a karşı yapıldığı gibi, belediye başkanı olarak Carmona’a karşı soruşturma açılması ve onun da görevden alınması yönünde çağrılar geliyor.

Podemos Genel Sekreteri Pablo Iglesias, Salı günü, buna, partisinin Madrid’deki işçi sınıfı karşıtı sicilini gerici bir şekilde aklayarak tepki gösterdi ve bu karardan, PP’nin “para tasarrufu yapan ve sosyal politika uygulayan” partilere sözde muhalefetini sorumlu tuttu.

Dün, Madrid, görünüşe göre 1 Ekim referandumu ile bağlantılı isyana teşvik suçlamaları üzerinden Barselona’nın Podemos destekli belediye başkanı Ada Colau’ya karşı da suçlamalar hazırladığını duyurarak, saldırısını tırmandırdı. Bu tür suçlamalar 10 yıla kadar hapis cezası getiriyor.

Suçlamalar, Madrid’in 155. madde doğrultusunda 21 Aralık’ta düzenleneceğini ilan ettiği Katalonya’daki seçimlerin gerici bir sahtekarlık olduğunun altını çizmektedir. Geniş çaplı bir polis varlığının ortasında ve birçok adayın barışçıl siyasi faaliyet nedeniyle hapis cezalarıyla tehdit edildiği, silah zoruyla düzenlenecek olan bu seçimler, PP’nin ve AB’nin dayattığı diktatörlüğe ve kemer sıkma politikalarına bir kılıf sağlamak için tasarlanmıştır.

Bu seçimlere sürgünde bulunduğu Belçika’dan katılmasına yardımcı olması için dün AB’ye başvuran Puigdemont, sadece, bu siyasi sahtekarlığa “demokratik” yeterlilik vermek için kendi üstüne düşeni yapıyor. O, Brüksel’de, Belçika’nın aşırı sağcı ayrılıkçı Vlaams Belang ve İtalya’nın Kuzey Birliği partileri ile birlikte, seçimin sonucuna “saygı göstereceği” sözü verdi. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’e ve AB Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani’ye seslenen Puigdemont, şu soruyu sordu: “Katalanların oyunu mu kabul edeceksiniz yoksa Rajoy’u ve onun hükümet darbesini desteklemeye devam mı edeceksiniz?”

Doğrusu, PP’nin sözcüsü Rafael Hernando, bir gün önce, Madrid’in, ayrılıkçılar adına bir yenilgiye yol açmazsa, 21 Aralık oylamasının sonucuna saygı duyma niyetinde olmadığını açıkça ortaya koymuştu. Hernando, “Eğer bağımsızlık hareketi eski alışkanlıklarına dönerse, yeni bir 155. madde söz konusu olacak.” dedi.

Avrupa burjuvazisi içinde, Madrid ile cepheleşirken Puigdemont’a arka çıkmaya destek yok. Berlin, Londra ve Paris, defalarca, İspanya’da yalnızca Rajoy ile görüşeceklerini vurgulayan açıklamalar yaptılar. Dün, Belçika’daki Flaman bölgesel meclisi, Vlaams Belang partisinin, “İspanyol baskısını açıkça kınama” ve “federal hükümetten Katalonya’yı bağımsız egemen bir devlet olarak tanımasını isteme” yönündeki bir önergesini kesin bir şekilde reddetti. Önergeye, Vlaams Belang’ın dışında hiçbir partiden destek gelmedi.

Loading