Bir sanatçının gözünden Rus Devrimi

1917: Gerçek Ekim – Katrin Rothe’nin animasyon belgeseli

20. yüzyılın en önemli olayı olan Rus Devrimi ile ilgili bir animasyon film çalışması ciddi bir başarısızlıkla sonuçlanabilirdi. Ancak Alman yazar ve film yapımcısı Katrin Rothe’nin 1917: Gerçek Ekim’i (1917: The Real October), ilgi çekici bir deneme.

Alman televizyonu için yaptığı çalışmalar sonucunda saygın Grimme Ödülü’nü iki kez (2014-2017) kazanmış olan Rothe, sanatçıların yüz yıl önce gerçekleşen fırtınalı olaylara nasıl bir tepki gösterdiğini öğrenmek istemiş.

St. Petersburg’daki (Rusya) Neva Nehri’ni geçen göstericiler

O, bu amaçla, çeşitli tarihsel araştırmalar okumuş, ama asıl olarak, çok sayıda görgü tanığının anlatımlarını içeren bir eserden etkilenmiş. Bu, film yapımcısına, Rusya’da, Şubat’tan Ekim 1917’ye kadar yaşanan gelişmeleri, birkaç sanatçının öznel bakış açısından, Herman Axelbank’ın Çar’dan Lenin’e(1937) adlı müthiş belgesel filminden alınan görüntülerin de desteğiyle sunma fikrini vermiş.

Devrimci gelişmeler, sanatçı tarafından (Inka Friedrich tarafından seslendiriliyor), stüdyosunda, kestiği figürleri duvardaki kırmızı renkli zaman çizelgesinin üzerine yerleştirir ve bunlara ilişkin yorumda bulunurken belgeleniyor. En önemli olaylar, Çar’dan Lenin’e filminden alınan kliplerle, fotoğraflarla ve karton işaretlerle sunuluyor. Örneğin, şair Vladimir Mayakovski’nin yüksek sosyeteyi suçlaması, Çar II. Nikolay ve ailesinin film görüntüleri ile vurgulanıyor.

Rothe, her biri film için özel olarak oluşturulmuş makas kesimi kolajları, hareketli figürleri ve ustaca düzenlenmiş çeşitli malzemeleri (baloncuklu naylon, oluklu karton, keçe vb.) kullanıyor. Arka plan ve iç mekanlar dikkatle çizilmiş ve bazen de renklerle desteklenmiş. Roth, ortaya çıkan sonucu, yerinde bir biçimde, “iki boyutlu hareketli çizim ile üç boyutlu kukla animasyonunun bir karışımı” olarak ifade ediyor.

Rothe, betimlemesinde, devrimin (ve devrim sonrası dönemin) özlü ve etkileyici ikonografisine defalarca başvuruyor. Filmde, onun Mayakovski’si, anarşist gazete Russkaya Volnya tarafından 18 Mart 1917’de yapılmış bir açıklamadan söz ediyor: “Eğer afişlerinizin ve pankartlarınızın daha fazla ilgi çekmesini istiyorsanız, sanatçılardan yardım isteyin.” Şair de dahil, onların bir çoğu bu yardımda bulunmaya hazırdı.

Büyük halk kitlelerinin göründüğü sahneler, özellikle de Şubat Devrimi sürecinde hayatını kaybedenler için gerçekleştirilen ve kızıl tabutların taşındığı kitlesel cenaze töreni son derece etkileyici. Filmin ana karakterlerinden biri olan Aleksandr Benois’in sözleriyle, “En saf Breughel.” [Pieter Brueghel, 16. yüzyılda yaşamış Hollandalı bir ressam].

Katrin Rothe (Fotoğraf: Krd)

 

Filmdeki beş ana karakter, yazar Maksim Gorki (seslendiren Martin Schneider); tam bir kuşkucu olan burjuva şair ve anı yazarı Zinaida Gippius (seslendiren Claudia Michelsen); ressam, sahne yönetmeni ve eleştirmen Benois (seslendiren Hans Zischler); süprematist ressam Kazimir Maleviç (seslendiren Arne Fuhrmann) ve coşkulu devrimci ve gelecekçi Mayakovski (seslendiren Maximillian Brauer).

Bu beş sanatçı, Şubat ayından Ekim’e uzanan süreçte, kitleler ile geçici hükümet arasında giderek yoğunlaşan iktidar mücadelesine ilişkin, birbirlerinden keskin biçimde ayrılan tavırlar benimsemektedirler.

Ünlü yazar Dmitriy Merejkovskiy’nin eşi olan ve hükümet merkezi Taurida Sarayı’nın karşısında refah içinde yaşayan Gippius, Rusya’da burjuva demokrasisinin gerçekleşeceğine ilişkin ilk umutlarının giderek azalmasının ardından, kitle hareketini artan bir düşmanlıkla izlemektedir.

Gippius, başından beri kuşkucudur. Aleksandr Kerenski’nin bir arkadaşı olan Gippius, onun siyasi başarısızlıklarından dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. O, otokrasinin ve eski toplum düzeninin çöküşünü başlangıçta memnuniyetle karşılayan ama aynı zamanda bu durumun sonuçlarından korkan burjuva ve küçük burjuva çevreleri temsil etmektedir.

Şair, savaşa karşı tutumunu şöyle açıklar: “Ben savaştan yanayım. Onun mümkün olan en hızlı ve şerefli sonundan yanayım.” Aylar geçtikçe, Gippius’un değerlendirmeleri, özellikle de Bolşevikler ile ilgi olanları, daha düşmanca bir hal alır.

Vladimir Mayakovski

 

Troçki, Edebiyat ve Devrim’de (1924), filmde oldukça olumlu biçimde canlandırılan şairin gerekli düzeltmeleri sunan alaycı bir portresini çizer. Troçki, onun dizelerinden birini (“Ve hızla, sopa ile eski ahırına sürükleneceksin, ey kutsal şeylere karşı gelen halk”) aktarır ve şu yorumda bulunur: “İtibarını yitirmiş gizemci şairin bu (bir kısa bir uzun hece ölçüsünde) sopa kullanma çabası ne eşsiz bir yaşam kesiti!”.

Troçki, Gippius’un kitleleri “kırbaçlar”ı ile tehdit ettiği bir başka pasaj ile ilgili olarak da şu yorumda bulunur: “Onun doğası açıkça görülebilir. O, daha dün, ağır, yeteneklerle donanmış, liberal, çağdaş bir Petrograd hanımefendisiydi. Kendine özgü inceliklerle dolu bu hanım, birdenbire, bugün, ‘çivili çizmeli’ ayak takımının ölçüyü aşan uğursuz nankörlüğünü görmekte ve yüceler yücesi varlığı rencide olmuş bir şekilde, güçsüz öfkesini (bir kısa bir uzun hece ölçüsünde) tiz bir kadın çığlığına dönüştürmektedir. Gerçekten de, onun çığlıkları, kalpleri parçalamasa bile ilgi uyandıracaktır. Bundan yüz yıl sonra, Rus Devrimi tarihçisi, belki de, bir çivili çizmenin, nasıl bir Petrograd hanımefendisinin şiirsel küçük ayak parmağının üzerine bastığına ve onun gözden düşmüş-gizemci-erotik Hristiyan örtüsünün altındaki gerçek mülk sahibi cadıyı hemen ortaya çıkardığına dikkat çekecektir.”

Daha sonra, Paris’te sürgünde olan bu nazik hanımın bütün umutlarını Hitler’in Üçüncü İmparatorluk’una bağlaması bir rastlantı değildi.

Rothe’nin iddia ettiği gibi asla Marksist olmadığı halde kendisini her zaman bir sosyalist olarak tanımlayan Gorki, 1917’deki kitle hareketinden gittikçe artan bir rahatsızlık duyar ve en kötü olasılığın gerçekleşmesinden korkar. Katılımcılarından biri olduğu ve yenilgiye uğrayan 1905 devrimi sırasında yaşadığı sarsıcı deneyimler, onu, “Sonu gelmeyen miktarda çok kan akacak” gibi karamsar düşüncelere iter.

Gorki, sanatın ve kültürün tehdit altında olduğunu gördüğünde duruma müdahale eder ve sanat eserlerinin korunması amacıyla bir çalışma grubu oluşturur. Sanatçılar kendi içlerinde bölünmüş durumdadırlar ama “kültürün korunması” çağrısı yapan bir karar konusunda anlaşırlar ve geçici hükümete, kibarca kabul ettiği bir mektup sunarlar. Bir kültür komisyonu kurulur. Durumdan rahatsız, hükümetten ve onun savaşı sürdürme çabasından hoşnutsuz olan Gorki, Novaya Şisn(Yeni Hayat) adlı bir gazete çıkarır ve yalnızca üç üyeye sahip olabileceğine inandığı kendi partisini kurmak ister.

Bir Bolşevik ve edebiyat eleştirmeni olan Aleksandr Voronski, daha sonraları, Gorki’yi şu şekilde karakterize etmişti: “Onun düşünceleri görkemli, özgür ve korkusuz, ama Rusya’da, bizimle birlikte, hayatın gerçek içgüdülerinden koptu ve ayrıştı. Yazar [Gorki] düşünce ile duygu arasında oluşan çatlağı bizim devrimimizin trajedisi olarak görüyor. Devrim sırasında, ‘akıl’ ilkesinin (aydınlar) ‘halk unsuru’nun dışına düştüğü ortaya çıktı.” Gorki, proleter kökenlerine rağmen, Rothe’nin 1917: Gerçek Ekim’de açıkça ortaya koyduğu üzere, aydınlar tabakasına aitti.

Kazimir Maleviç

 

Filmdeki en coşkulu kişilik, Birinci Dünya Savaşı sırasında cepheye gitmekten Gorki’nin aracılığı sayesinde kurtulan ve Petrograd’da kalan, Mayakovski’dir.

O, yalnızca silahların patladığı her yerde bulunmakla kalmamakta; Şubat Devrimi’nin ilk günlerinde, yaşananların “şiirsel zaman çizelgesi”nin yazarı olarak sahneye çıkmaktadır. Mayakovski, tutkuyla, iktidarın Bolşevikler tarafından ele geçirilmesini ummakta, işçileri ziyaret etmekte ve onlara kendi şiirlerini okumaktadır. O, tüm Rusya sanatçıları konseyini kurar ve gazeteler için çizimler yaparak para kazanır. Mayakovski, aynı zamanda filmin sonunda da yer alan iki dizeli taşlamasından alıntı yapar: “Ananaslarını ye, bıldırcın yumurtalarını çiğne / Uyarıyorum, burjuva, bir ayağın çukurda.”

Buna karşın, tam anlamıyla bir burjuva olan Benois, devrimci altüst oluştan yalnızca kısa süreliğine etkilenir. O, gelişmeleri uzaktan izlemekte; Kışlık Saray’ın ve Hermitage’in (St. Petersburg’daki başlıca sanat müzelerinden biri) sanatsal hazinelerinin yazgısı ile ilgilenmektedir. İşçilerin ve köylülerin iktidarı ele geçirmesinden sonra, ayaklanmanın herhangi bir hasara yol açmamış olması onu şaşkınlığa sürükler.

Benois’in (1927’de sürgün edildi ve 1960’ta Paris’te öldü) devrime karışmış olmaktan duyduğu pişmanlık giderek artar. İnzivaya çekilir. İşçi sınıfının ihtiyaçları konusunda tam bir anlayışsızlık ve ilgisizlik sergiler. Ona göre, saatlerce yiyecek kuyruğunda beklemek zorunda kalan ve masaya güç bela bir yemek koyabilen aşçısı “gerçekten çok salak”tır; “tekrar tekrar, Pazar günlerinin serbest olması ve benzeri talepler”de bulunmaktadır.

“Siyah Kare”nin (1915) yaratıcısı Maleviç, devrimin coşkulu bir destekçisidir; çünkü onda, sanatın yeniden doğuşunu görmektedir. Sanatçılara, işçiler için müze ziyaretleri düzenlemelerini ve “kent sanat merkezleri” kurmalarını önerir. O, sanatla, “yeninin kıvılcımı”nı ülkenin bir ucundan diğerine taşıyan genç kuşağın yardımına koşmak istemektedir.

Katrin Rothe, verdiği bir röportajda film ile ilgili görüşlerini şöyle açıkladı: “Bu, bugünden geçmişe bakan bir film. Sanatçılar devrim yapmaz. Onların silahları yoktur, onlar politikacı değildirler. Fakat onlar, ‘genel ruh hali’ olarak betimlenebilecek şeyin önemli bir parçasıdırlar. Onlar bu ‘ruh hali’nden ortaya çıkan şeyi belirleyemezler, ama sorumluluk üstenebilirler ya da üstlenmezler.”

Rothe, şöyle özetliyor: “Sanat, 1917’den sonra bir uyanış yaşadı fakat özgürlük peşinde olmak yalnızca kısa süren bir yanılsamaydı.” Bu, birçok tekil sanatçının kişisel yazgısı için geçerli olabilir ama Sovyet ve Rus sanatçıların, Stalinist bürokrasi tarafından sindirilmeden önceki birkaç yıl içinde yaratmış ve denemiş oldukları şeylerin etkileri günümüze dek sürüyor ve günümüz sanatçılarına, çalışmalarını geliştirmeye yönelik bir dürtü sağlamaya devam ediyor.

Yönetmen, çalışmasını, “1989’da sosyalizmin sonunu yaşadım. Gerçek Ekim’i bulmak istedim, yüzlerce gerçek buldum. Geriye ne kaldı? Sözcükler ve eserler.” şeklinde kötümser bir sonuca bağlıyor.

1972 doğumlu yönetmen, sosyalizmi değil, devrimin mezar kazıcısı Stalinizmin çöküşünü yaşamıştı. Bizzat onun filmi, onun bu konuyu ele almış olması, Rus Devrimi’nin düşüncelerinin ve meydan okumalarının, savaşa ve sömürüye karşı verdiği yanıtın bugün bir kez daha ortaya çıktığının kanıtıdır.

Loading