Perspektif

Uluslararası Sınıf Mücadelesi Stratejisi ve 2019’da Kapitalist Gericiliğe Karşı Siyasi Mücadele

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bu açıklama tamamlanırken, Türkiye’deki sempatizan grubu Sosyalist Eşitlik’in kurucusu ve önderi olan Halil Çelik yoldaşın, 31 Aralık 2018’de, kanser nedeniyle zamansız ölümünü öğrendi. Bu açıklama, bu uzlaşmaz devrimcinin ve Troçkizm savaşçısının anısına adanmıştır.

1. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), geçtiğimiz yılın başında, şunu belirtmişti: “2018 yılı (Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü), her şeyden önce, tüm dünyada, toplumsal gerilimlerde devasa bir yoğunlaşma ve sınıf çatışmasında bir tırmanma eliyle karakterize edilecek.”

2. Gelişmeler, bu öngörüyü doğrulamıştır. Sınıf mücadelesi, özellikle Doğu Avrupa’daki Stalinist rejimlerin 1989’da çökmesinden, Çin yönetiminin Tiananmen Meydanı’ndaki işçileri ve öğrencileri katletmesinden ve en önemlisi, Kremlin bürokrasisinin Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından sonra onlarca yıl bastırılmasının ardından, dünyanın her yerinde yeniden ortaya çıkmış durumda. Büyük kısmı kapitalizm yanlısı düzen partilerine ve sendikalara muhalefet içinde ve onların denetiminin dışında meydana gelen bir grev ve gösteri dalgası, Amerika Birleşik Devletleri dahil olmak üzere tüm yerküreye yayıldı. Yıl, Fransa’da, “zenginlerin başkanı” Emmanuel Macron yönetimini sarsan kitlesel “Sarı Yelek” protestoları ve Tunus’taki çalkantı ile sona erdi. Dünya politikasının başlıca konusu, uluslararası işçi sınıfının toplumsal eşitlik arayışıdır. DEUK, daha 1995’te, ulusal şubeleri olarak Sosyalist Eşitlik Partilerinin kurulmasıyla, bu anlayışı somutlaştırmıştı.

3. Lev Troçki, 1938’de, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinde, I. Dünya Savaşı’nın yıkıcı bir şekilde patlamasıyla açılmış olan çağı, “Kapitalizmin Can Çekişmesi” olarak tanımlamıştı. Dünya durumunu özetleyen Troçki, şöyle yazıyordu:

İnsanlığın üretici güçleri durgunluk içinde. Şimdiden, yeni icatlar ve gelişmeler, maddi zenginliğin düzeyini arttırmakta başarısız oluyor. Tüm kapitalist sistemin toplumsal kriz koşullarındaki konjonktürel krizleri, kitlelere, gitgide daha ağır yoksunluklar ve acılar yüklüyor. Giderek artan işsizlik ise, devletin mali krizini derinleştiriyor ve istikrarsız parasal sistemlerin altını oyuyor. Hem demokratik hem faşist rejimler, bir iflastan diğerine yuvarlanıyor. [Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri, 1938]

4. Troçki’nin bu satırları yazdığı dönemde uluslararası işçi sınıfının karşı karşıya olduğu devasa sorunlar (küresel ekonomik istikrarsızlık, tüm ülkelerin emperyalist güçlere tabi kılınması, parlamenter demokrasinin çöküşü, faşist türde hareketlerin uğursuz yükselişi, devletler arası şiddetli anlaşmazlıklar ve yaklaşan dünya savaşı tehlikesi), bugün de mevcuttur. 1930’larda olduğu gibi, bütün ülkelerin kapitalist seçkinleri, bir yandan toplumsal gerilimleri başka yöne çevirmek ve egemenliklerini korumak için aşırı milliyetçiliği ve göçmen karşıtı yabancı düşmanlığını canlandırırken, diğer yandan, hummalı bir şekilde, ordularını ve polis devleti aygıtlarını güçlendiriyorlar. Şu ana kadar, mevcut kapitalist partilerin desteğine ve medyanın teşvikine bel bağlayan faşist hareketler, gerçek bir kitle tabanından yoksunlar. Yine de, tehlike açıktır.

5. Bununla birlikte, artık ikinci bir toplumsal güç siyaset sahnesine girmiş durumda. Uzun süredir bastırılmış ve önemsenmemiş olan işçi sınıfı, kendi bağımsız çıkarlarını ileri sürmeye başlıyor. Fransa’da, ABD’de ve uluslararası ölçekte, kitlesel toplumsal mücadelelerin patlak vermesi, yeni bir devrimci dönemin başlangıcına işaret etmektedir. 1980’lerin büyük mücadelelerinin yenilgiye uğramasının ve Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından gelen yönelimsizlik ve kafa karışıklığı, nihayet, yerini yeni bir militanlık ruhuna ve direnme eğilimine bırakmış durumda.

6. Hali vakti yerinde orta sınıfın entelektüel ve siyasi temsilcilerinin Marksizm karşıtı tüm çareleri, en az burjuva düzenin kendisi kadar, sadece teoride değil ama artık kitlesel toplumsal pratik içinde de, gözden düşmüştür. Kökten yanlış siyasi kehanetler çöp kutusuna gönderilen, yalnızca Francis Fukuyama’nın, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının “Tarihin Sonu”nu ve kapitalist piyasanın zaferini temsil ettiği ilanı değildir. Britanyalı Stalinist tarihçi Eric Hobsbawm’ın, 1991’in, “Kısa Yirminci Yüzyıl”ın ve işçi sınıfının sosyalist devrimine yönelik her türlü olasılığın sonunu gösterdiği iddiasının da, uzağı göremediği kanıtlanmıştır.

7. Dahası, Frankfurt Okulu’nun morali bozuk küçük burjuva teorisyenlerinin işçi sınıfının devrimci rolünü reddetmesi; onların, tarihsel olayların nesnel olarak doğrulanabilirliğine yönelik sinik postmodernist inkarları; işçi sınıfının kapitalizme karşı devrimci mücadelesinin tarihsel merkeziliğine ilişkin Marksist “büyük anlatı”ya karşı akıldışıcı ve kuşkucu savları ve bencil, hali vakti yerinde profesörlerin toplumsal cinsiyetin, ırkın ya da cinsel kimliğin “önceliği” üzerine bayağı, siyasi olarak gerici ve bilimsel açıdan değersiz vaazları; bunların tamamı, burjuva egemenliğinin hüküm sürmesinin ideolojik gerekçeleri olarak ifşa olmuştur.

8. DEUK’un çözümlemesi ve perspektifi doğrulanmıştır. Günümüz dünyası, hala, “Tamamlanmamış Yirminci Yüzyıl”ın başlıca tarihsel meydan okumasıyla; işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist bir topluma geçiş ile boğuşuyor.

Küresel kapitalist egemenlik krizi

9. 2019 yılı, jeopolitik, ekonomik ve toplumsal krizlerin patlayıcı etkileşiminin ortasında başlıyor. Sovyetler Birliği’nin ölümünün ardından egemen çevrelerde hüküm süren sersemce iyimserlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Doğrusu, uluslararası kapitalist sınıf içindeki ruh hali, muazzam bir kaygıdan oluşmaktadır. 2018 sona ererken uluslararası borsaları harap eden aşırı türbülans, 2008 çöküşünün ardından piyasaları canlandırmak için alınan umutsuz önlemlerin kendi kendilerini tükettiğinin bir işareti olarak görülüyor. Yaygın karamsarlık, İsviçreli bankerlerin sesi ve tüm burjuva gazetelerinin en keskin zekalısı olan Neue Zürcher Zeitung’un yıl sonu sayısının baş sayfa manşetinde özetlenmektedir: “Koşulların önce kötüleşmesi gerekiyor.” Baş sayfa açıklamasının mesajı açıktır: uluslararası egemen sınıf, kötüleşen ekonomik krize, işçi sınıfını hedef alan çok sert önlemlerle yanıt verecektir.

10. Uluslararası kapitalizmin karşı karşıya olduğu kriz, tarihi ve sistemsel bir karakter taşımaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasını ve egemen seçkinlerin kendi kendini haklı çıkaran yoğun propagandasını izleyen tüm zafer gösterilerinin ortasında, 1989-91 olaylarının, kapitalizmin en uç ekonomik, toplumsal ve siyasi istikrarsızlıkla harap olduğu koşullarda meydana geldiği, büyük ölçüde unutulmuştur. 1980’lerin ortalarında, ABD’deki Reagan ve Sovyetler Birliği’ndeki Gorbaçov, kendi yönetimlerinin artan krizi ile boğuşurken, DEUK’un yaptığı gibi, hangi sistemin önce çökeceğini sormak, yerinde bir soruydu. ABD emperyalizminin II. Dünya Savaşı sonrası baskın küresel konumundaki aşınma, daha o zaman çok fazla ilerlemişti. Dahası, bilgisayarlaşma ile ilişkili olağanüstü teknolojik gelişmeler, ABD’nin hakimiyetindeki emperyalist sistemin siyasi ulus devlet birimine dayanan tüm temelinin altını durmadan oyuyordu.

11. Soğuk Savaş “zaferinin” ABD emperyalizmine sağladığı siyasi avantajlara ve eski önderliklerinin işçi sınıfına ihanetine rağmen, dünya kapitalizminin temel krizi devam ediyordu. O dönemde yalnızca DEUK’un anlamış olduğu üzere, Çin’deki, Doğu Avrupa’daki ve SSCB’deki, hepsi de umutsuzca çağdışı otarşik ve Marksizm karşıtı politikalar izlemiş olan Stalinist bürokrasilerin kapitalizmi yeniden kurması, II. Dünya Savaşı sonrası tüm ulusal ekonomik ve toplumsal düzenleme programlarının çöküşünün en keskin dışavurumuydu.

12. ABD egemen seçkinlerinin, küresel egemenliklerini sürdürmek için son otuz yıldır başvurdukları temel araç, pervasız askeri güç kullanımı olmuştur. Bu, küresel sistemin krizini yalnızca ağırlaştırmaya hizmet eden başarısızlıklarla sonuçlanmış durumda. Afganistan’ın ve Irak’ın yasadışı işgalini ve demokratik haklara yönelik cepheden saldırıyı gerekçelendirmek için kullanılmış olan “Terörle Mücadele”, Amerikan askeri gücünün sınırlarını sergilemekle kalmadı. Bitmek bilmeyen yeni sömürgeci harekatlar, ABD’de kitlesel hoşnutsuzluğa yol açtı ve büyük emperyalist devletler arasında ve bizzat Amerikan egemen seçkinleri içinde derin bölünmelere neden oldu.

13. Büyük kapitalist devletler arasında var olan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya jeopolitikasının temeli işlevini görmüş olan uluslararası ittifaklar sona eriyor. Eski müttefikler düşman oluyor ve kendi silahlı kuvvetlerini güçlendiriyorlar. 2008’deki mali çöküşten on yılı aşkın bir süre sonra, küresel ekonomi, giderek artan ulusal gerilimler ve ticaret savaşı eliyle parçalanıyor. Son on yılda hisse senedi piyasasında yaşanan toparlanmaya rağmen (ki bu da, artık tersine dönüyor), egemen seçkinlerin çöküşe yanıt olarak izlediği politikalar, temelde yatan çelişkilerin hiçbirini çözmemiştir. Mali oligarşinin krizi kontrol altına almak ve kendisini zenginleştirmek için başvurduğu yöntemler, hesap gününü yalnızca ertelemiştir.

14. Küresel çöküşün merkezinde, İç Savaş’ın 1865’te sona ermesinden bu yana en büyük siyasi krizinin ortasında bulunan Amerika Birleşik Devletleri var. Trump, bir cehennem zebanisi değil; Amerikan demokrasisinin çürümesinin siyasi olarak kötücül bir dışavurumudur. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) defalarca vurguladığı gibi, Trump ile siyasi muhalifleri arasındaki anlaşmazlık, egemen seçkinlerin çeşitli gerici hizipleri arasındadır ve ABD’nin küresel egemenliğini güvenceye almanın en iyi yolu konusundaki farklılıklara odaklanmaktadır. Bu çatışmada, demokratik ya da ilerici bir taraf söz konusu değildir. Trump’ın askerleri Suriye’den ve Afganistan’dan çekme yönündeki (henüz uygulanmamış) teklifi üzerine hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin kapıldığı öfke nöbeti, Washington’daki çatışmanın karakterini ortaya koymaktadır.

15. Demokratik Parti, mali sektör ve büyük şirket çıkarlarının, ordu ve istihbarat aygıtlarının ve dış politika kurumunun baskın kesimlerinin bir ittifakını temsil etmektedir. Onlar, Çin ile kaçınılmaz olan çatışmaya, önce, ABD’nin Avrupa, Avrasya ve Ortadoğu üzerindeki denetiminin önündeki Rusya engelinin giderilmesi yoluyla hazırlanılması gerektiğine inanıyorlar. Son iki yıldır, Demokratlar, Trump’a yönelik muhalefetlerini, Rusya’nın “nifak sokmak” için ABD politikasına “müdahale ettiğini” iddia eden histerik bir neo-McCarthyci kampanyaya odakladılar. Amaç, sadece Rusya’daki Putin hükümetine karşı daha saldırgan bir tutum talep etmek değil ama aynı zamanda ABD içindeki muhalefete suçlu muamelesi yapmanın çerçevesini oluşturmaktır. Trump’ın egemen sınıf içindeki muhaliflerinin yöntemleri, saray darbesi entrikası yöntemleridir. Onlar, Trump yönetimine yönelik kitlesel muhalefeti harekete geçirebilecek her şeyden dehşete düşüyor ve buna karşı çıkıyorlar.

16. Trump yönetimi ise, Çin ile çatışma kışkırtmaya odaklanmış olan kendi “Önce Amerika” emperyalist stratejisini izliyor. Trump’ın Beyaz Saray’daki eski baş stratejisti Steve Bannon’un sözlerini aktaran New York Times, Trump “[Suriye’deki ve Afganistan’daki] bu askeri harekatların sona ermesini, Amerika’nın en büyük dış tehdidi olarak gördüğü Çin ile ekonomik ve jeopolitik yarışa odaklanabilmek için istedi. Bay Bannon, ‘Bu, bir soyutlanma politikasına dönüş meselesi değil,’ dedi. ‘Bu, enternasyonalistlerin insani sefer zihniyetinden çark etme meselesi,’” diye açıkladı.

17. Amerikan egemen sınıfının başlıca tüm siyasi hizipleri, Amerikan kapitalizminin uzun süreli gerilemesini dengelemek için askeri güç kullanacak şekilde, bir dünya egemenliği politikasına bağlıdır. Merkezinde Ortadoğu’nun ve Orta Asya’nın olduğu çeyrek yüzyıldır sonu gelmeyen bölgesel çatışmaların ve müdahalelerin yerini, yalnızca ABD ile Çin ve Rusya arasında değil; ABD ile Avrupa arasında da, “büyük güç” rekabeti alıyor. Bu süreçte, savaşın daha önceki tüm gerekçeleri (insan hakları ve “terörle mücadele” dahil), açık emperyalist emellerin ileri sürülmesi adına terk ediliyor.

18. Avrupalı emperyalist güçler, zaman zaman, kendilerini, Amerikan emperyalizminin tek yanlılığına ve istikrarsızlaştırıcı eylemlerine karşı küresel istikrarın kaleleri olarak sunmaya kalkışıyorlar. Fakat onlar da en az ABD kadar acımasızlar ve yağmacı ekonomik ve jeopolitik emellerinin peşinde, savaş da dahil tüm araçları kullanmaya, en az onun kadar istekliler. Alman egemen sınıfı yeniden askerileşiyor. Başbakan Angela Merkel, yıl sonu konuşmasında, Almanya’nın, küresel çıkarlarının peşinde, daha aktif (yani, askeri olarak saldırgan) bir rol üstleneceğini duyurdu. Fransa’da, Macron’un, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası ile ittifak kurmuş olan faşist Vichy rejimine önderlik eden Mareşal Petain’i yeniden saygınlığa kavuşturma çabaları, onun Fransız emperyalizmini ve içeride otoriter yönetimi teşvik etmesi ile ayrılmaz şekilde bağlantılıdır.

19. Almanya’da, Almanya İçin Alternatif (AfD) içindeki neo-Naziler, devlet ve akademik çevre içinden gelen üst düzey destek sayesinde, önemli bir siyasi güç olarak ortaya çıktılar. Geçtiğimiz yılda, Almanya’nın Chemnitz ve Polonya’nın Varşova kentlerinde faşist gösterilere tanık olundu. İtalya’da, neo-faşist Lega partisi, koalisyon hükümetinin bir parçası. Brezilya’da, faşizan Jair Bolsonaro, askeri diktatörlüğün sona ermesinden bu yana en sağcı hükümete başkanlık ediyor. İsrail’de, Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümeti, dünyanın her yerinde sağcı yönetimler ve partiler ile sıkı ilişkiler kuruyor. Bu ittifaklar, faşist güçlerin bizzat İsrail içinde artan gücünü yansıtmaktadır. Köşe yazarı Michael Sfard, 31 Aralık’ta, İsrail’deki Ha’aretz gazetesinde yayınlanan köşe yazısında, şu uyarıda bulunuyordu:

Gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Musevi bir Ku Klux Klan hareketinin gelişmesine tanık oluyoruz. Musevi versiyonu da, Amerikalı benzeri gibi, dinsel fanatizmin ve bölücülüğün kirli baharından besleniyor; Hıristiyan ikonografisinin yerini sadece onun Musevi karşılığı almış. Bu Musevi ırkçılığı da, beyaz ırkçılığının hareket tarzında olduğu gibi, Siyahlara karşılık gelen Filistinlilere karşı korku tellallığına ve şiddete dayanıyor.

20. Aşırı sağcı ve faşist hareketlerin, Musevi karşıtlığının canlanmasını da kapsayan yükselişi, işçi sınıfı için devasa bir tehlike oluşturmaktadır. Derinleşen kapitalist kriz, görülmemiş toplumsal eşitsizlik düzeyleri ve dünya savaşı hazırlıkları koşulları altında, egemen seçkinler, 20. yüzyılın en kötü suçlarından sorumlu olan tüm siyasi pisliği hortlatıyorlar. Faşizmin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) içinde en yüksek yoksulluk oranına sahip ülke olan İsrail’de hızla gelişiyor olması, bu siyasi hastalığın aşırı eşitsizlik ortamında ve özellikle de, kapitalizme karşı sosyalist bir alternatif uğruna mücadele eden siyasi bir hareketin yokluğunda geliştiğinin açık bir kanıtıdır.

21. Faşizm, 1930’lardakinin tersine, henüz bir kitle hareketi değil. Ancak büyüyen tehlikeyi görmezden gelmek, siyasi olarak sorumsuzluk olacaktır. Egemen sınıf ve devlet kesimlerinin desteğiyle, sağcı hareketler, geniş halk kitlelerinin hissettiği hayal kırıklığını ve öfkeyi demagojik bir şekilde kendi çıkarlarına kullanabiliyorlar. Bu durumda, aşırı sağcı ve faşist hareketlerin canlanmasına karşı mücadele, acil bir siyasi görevdir.

Faşizme karşı mücadele ve tarihin dersleri

22. Tüm tarihsel deneyim (ve özellikle de, 1930’ların olayları), faşizme karşı mücadelenin ancak işçi sınıfının kapitalizme karşı bağımsız seferberliği temelinde geliştirilebileceğini göstermektedir. Hitler’in Nazilerinin 1933’te iktidara gelmesi, yalnızca, Alman işçi sınıfının iki kitlesel partisinin; Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) ve Komünist Parti’nin (KPD) ihanetleri yüzünden mümkün olmuştu.

23. Hitler’in zaferi, Avrupa işçi sınıfı içinde şok etkisi yaratmış; kapitalizm ve faşizm karşıtı militanlıkta muazzam bir yükselişe neden olmuştu. Fakat işçi sınıfının Fransa’daki ve İspanya’daki ilk ilerlemeleri, moral bozukluğu ve yenilgi ile sonuçlandı. Bu yenilgilerin siyasi aracı, Stalinist ve sosyal demokrat partiler ve sendikalar ile kapitalistlerin ittifakı olan “Halk Cephesi” idi. Bu ittifakın apaçık temeli, faşizme karşı demokrasiyi savunma sahte iddiasıyla, işçi sınıfının devrimci özlemlerine karşı kapitalist çıkarları savunmaktı.

24. Bugün, “sol popülizm” adı altında, Halk Cephesi’nin yeni bir sürümü canlandırılıyor. Bu “sol popülizm”in önde gelen teorisyeni, Yunanistan’daki Syriza’nın, İspanya’daki Podemos’un ve Fransa’daki Jean-Luc Melenchon’un akıl hocası olan Chantal Mouffe’dir. Mouffe, Bir Sol Popülizm İçin adlı kitabında, şöyle yazıyor: “Acilen gerekli olan şey, daha demokratik hegemonik bir oluşum kurmak için demokrasi sonrasına (post-demokrasiye) karşı çeşitli demokratik direnişleri birleştiren bir ‘halk’ inşa etmeyi amaçlayan sol popülist bir stratejidir... Ben, bunun, liberal demokratik düzenden ‘devrimci’ bir kopuşu gerektirmediğini iddia ediyorum.”

25. Troçki, 1936’da, işçi sınıfının kapitalist sınıfa ve onun devlet makinesine tabi kılınmasının anlamını şöyle açıklamıştı:

İşçi sınıfı önderlerinin burjuvazi ile siyasi ittifakı, “cumhuriyet”i savunma kılığına giriyor. İspanya’nın deneyimleri, bu savunmanın gerçekte ne olduğunu göstermektedir. “Cumhuriyetçi” sözcüğü, tıpkı “demokrat” gibi, sınıfsal çelişkileri gizlemeye hizmet eden kasıtlı bir şarlatanlıktır. Burjuvazi, cumhuriyet özel mülkiyeti savunduğu sürece cumhuriyetçidir. [İspanya Dersleri, 1936]

26. Sol popülizm, 1930’ların Halk Cephesi politikasının basit bir tekrarı değildir. Bu akım, özellikle kapitalistlere hizmet etme noktasında, halk cepheciliği politikası ile belirli benzerlikler taşımakla beraber, işçi sınıfı ile tarihsel ya da siyasi bir ilişkiye sahip değildir. Sol popülizm, Mouffe’nin sözleriyle, “politikayı sermaye/emek çelişkisine indirgemeyi sürdürenlere ve sosyalist devrimin aracı olarak sunulan işçi sınıfına varoluşsal bir ayrıcalık atfedenlere” özellikle karşıdır. Yani, Marksist politikanın tüm temelini reddetmektedir.

27. Mouffe’nin ve sahte solun politikası, Marksizmin ve sosyalizmin tersine, biçimsiz, programatik olarak muğlak, sınıflar üstü ve milliyetçi bir hareketin kurulmasını savunmaktadır. Mouffe’nin açık bir şekilde belirttiği gibi, sol popülist hareket, ne kendisini sosyalist olarak tanımlamakta ne de kapitalist devlete karşı mücadele çağrısı yapmaktadır. Onlar, Syriza’nın Yunanistan’da ve Podemos’un İspanya’da yaptığı gibi, aşırı sağ ile uzlaşma ve işbirliği noktaları bulma olanağı üzerine kafa yormaktadır. İşçi sınıfını sosyalist bir programa kazanma mücadelesine karşı çıkan sahte solun sol popülizmi, efsanelerden ve diğer akıldışıcı politika biçimlerinden yararlanmayı savunur.

28. Sol popülizm, sahte sol politikanın bir ifadesidir. Bu politikanın teorik kökenleri, morali bozuk Frankfurt Okulu teorisyenlerinin işçi sınıfının devrimci rolünü reddetmesinde ve postmodernistlerin, nesnel gerçeği ve devrimci sınıf mücadelesine ilişkin Marksist-Troçkist “büyük anlatı”yı inkar etmesinde yatmaktadır. Irkın, toplumsal cinsiyetin, cinsel kimliğin ve “halk”ın yüceltilmesine dayanan sahte sol politika, nüfusun tepedeki yüzde 10’unu oluşturan ayrıcalıklı bir üst orta sınıf tabakanın politikasıdır ve bu, “Yüzde 99’un Partisi” gibi sol söylem ve sloganlar ile gizlenmektedir.

29. Hisse senedi piyasalarındaki yükseliş ve servetin en zengin yüzde 10 içinde çarpıcı biçimde yoğunlaşması ile bağlantılı olarak, bu tabakanın çıkarları ve yaşam biçimi, büyük emekçi kitlenin kaygılarından tümüyle ayrılmıştır. Akademik çevrelerin azımsanmayacak bir bölümü, Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemi hatırlatır tarzda, emperyalizme ve sansüre destek vererek, keskin bir şekilde sağa kaymıştır. Bu, kesin ve apaçık ifadesini, sahte sol örgütlerin emperyalist militarizme desteğinde bulmaktadır (yani, Suriye ile Libya’daki müdahalere, “insan hakları” müdahalelerine, Rusya karşıtı histeriye vb. verilen destek).

30. Sahte sol örgütler tarafından yükseltilen ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik politikası, servetin bölüşümü ve şirketler, üniversiteler, sendikalar ve devlet aygıtı içinde konumlar edinme üzerine nüfusun tepedeki yüzde 10’u içinde yaşanan çatışmalarla bağlantılıdır. Kimlik politikasının silah haline getirilmesi (bu, özellikle kirli ifadesini, antidemokratik #MeToo hareketinde ve örneğin, Julian Assange’a yönelik zulme verilen destekte buluyor), sadece servetin ve sosyal konumun korunmasının bir aracı değildir. Bu, çok varlıklı bir orta sınıf tabakanın (tepedeki yüzde 9) egemen seçkinler [en tepedeki yüzde 1] ile işbirliğini yansıtan, burjuva-emperyalist politikanın özel bir bileşenidir. Kuşkusuz, bu kuralın istisnaları her zaman bulunur. Şiddetlenen toplumsal çatışma dönemlerinde, kendi sınıfsal çevrelerinden kopan ve hatırı sayılır bir kişisel özveri ve cesaret ile devrimci sosyalist davaya destek veren kişiler olur. Fakat siyasi strateji, istisnai bireylerin, başka bir ifadeyle “kendi sınıflarına ihanet edenler”in faaliyetlerine dayandırılamaz. Dolayısıyla, sahte sol, tepedeki yüzde 9’luk varlıklı gelir grubu ile alttaki yüzde 90 arasında sınıfsal ve ekonomik bir çıkar özdeşliğini ileri süren “Yüzde 99’un Partisi” çağırısı yaparak, siyasi bir sahtekarlık gerçekleştiriyor. “Yüzde 99’un Partisi”, nüfusun ezici işçi sınıfı çoğunluğunun çıkarlarını kapitalist seçkinlerin ekonomik ve toplumsal çıkarlarına tabi kılan bir siyasi örgütten başka bir şey olamaz.

31. Varlıklı orta sınıf kesimleri sağa giderken, daha alt tabaka sola yöneliyor. Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketi, yalnızca işçi sınıfından değil ama küçük iş sahiplerinden ve çiftçilerden de güçleri kendine çekti. Tahmin edildiği gibi, Fransa’daki sendika bürokrasisi ve hali vakti yerinde sahte solun temsilcileri (yani, Yeni Anti-Kapitalist Parti’den Alain Krivine ve Boyun Eğmeyen Fransa’dan Jean-Luc Melénchon), orta sınıf kesimlerin Sarı Yelek protestolarındaki varlığını, harekete “faşist” diyerek iftira atmak için değerlendirdiler. Ama gerçek şu ki, orta sınıf kesimler işçi sınıfına doğru çekilmiştir ve onların toplumsal eşitsizlik sorunlarını protesto etmesi, muazzam öneme sahip olumlu bir gelişmedir. Bu durum, gelişen toplumsal hareketin bu aşamasında, orta sınıfın önemli unsurlarının, kapitalizme karşı işçi sınıfı ile birlik oluşturmaya hazır olduğunu göstermektedir.

32. Dolayısıyla, işçi sınıfının acil görevi, bu mücadelede önderliği sağlama becerisini göstermektir. Çalışan nüfusun geniş bir gelir grupları yelpazesini kapsayan çeşitli tabakalardan oluştuğu karmaşık ve toplumsal olarak çok unsurlu bir toplumda, bu muazzam toplumsal gücü birleştirme gerekliliği, çok büyük bir siyasi görevdir. Bu görev, ancak, işçi sınıfı kapitalizm karşıtı net ve uzlaşmaz bir programla donatıldığı ölçüde başarıyla yerine getirilebilir. İşçi sınıfı, bu temelde, sadece tüm gelişmiş kapitalist toplumlarda işçi sınıfı nüfusunun önemli bir kesimini oluşturan daha varlıklı uzmanlar tabakasını değil ama oligarşik kapitalizm tarafından ezilen orta sınıf tabakaları da kendi safına kazanabilir. Troçki’nin, orta sınıfın toplumsal psikolojisi hakkında, bu tabakanın toplumda bugün olduğundan daha belirgin şekilde “işçi sınıfı olmayan” bir unsur oluşturduğu 80 yıl önce yazılmış olan çözümlemesi, muazzam bir geçerlilik taşımaktadır:

Önümüzdeki dönemde siyasi gelişmeler ateşli bir ritimde ilerleyecek. Küçük burjuvazi, ancak öteki yolun gerçekliğine inanırsa faşizmin demagojisini reddeder. Bu diğer yol, proleter devrim yoludur...

Proletarya, küçük burjuvaziyi kendi safına getirmek için, onun güvenini kazanmalıdır. Ve bunun için de, kendi gücüne güven duymalıdır.

Açık bir mücadele programına sahip olmalı ve mümkün olan her araçla iktidar mücadelesine hazır olmalıdır. [Fransa Nereye?, 1934]

DEUK ve dünya sosyalist devrimi stratejisi

33. İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu alternatifler, “Reform ya da Devrim” değil; “Devrim ya da Karşıdevrim” biçimindedir. Kapitalist sistemin can çekişmesinin nasıl giderileceğine (diktatörlük, faşizm, emperyalist savaş ve barbarlığa batış biçimindeki kapitalist yöntemlerle mi yoksa uluslararası işçi sınıfının devrimci yollarla iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist bir topluma geçiş yoluyla mı?), dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin sonucu eliyle karar verilecek. Marx ile Engels’in ilk kez Komünist Manifesto’da ayrıntılı biçimde sundukları tarihsel perspektif, yoğun bir güncellik kazanmıştır. Kapitalist seçkinler ile işçi sınıfı arasındaki artan çatışma, “ya toplumun bütünüyle devrimci bir yeniden inşası ya da çatışan sınıfların ortak yıkımı” ile sonuçlanacak.

34. Geçtiğimiz 40 yıl, işçi sınıfının sosyal ve demokratik haklarına yönelik aralıksız bir saldırıyla damgalanmıştır. Bu saldırıya, tam da işçilerin bir zamanlar destek verdiği örgütler, özellikle de sendikalar yardım ve yataklık etmiştir.

35. Bununla birlikte, onlarca yıllık toplumsal karşıdevrim dönemi, artık kitlesel muhalefet ile karşılaşıyor. Geçtiğimiz yıl gelişen mücadeleler, işçi sınıfının toplumsal ve siyasi yöneliminde yaşanan önemli bir değişimin nesnel belirtileriydi. Uzlaşmaz mücadeleye olanak sağlayan bir militanlık ruhu, henüz ilk aşamalarında olmakla birlikte, hızla yayılıyor. Kuşkusuz, bu ruh halinin kapitalizme karşı ve sosyalizm uğruna açık bir mücadele biçimini alması için hala üstesinden gelinmesi gereken çok sayıda ideolojik ve siyasi sorun var. Fakat işçi sınıfının geniş kesimleri, doğrudan mücadelenin kaçınılmaz olduğunu kavramaya başlıyor. Dahası, 2018’deki mücadelelerin devlet destekli resmi sendikaların kontrolünün dışında gerçekleşmiş olması, işçiler arasında, bu gerici örgütlere yönelik son derece önemli bir güven kaybı yaşandığını göstermektedir. DEUK’un beklediği gibi, toplumsal eşitlik ve dünya sosyalizmi uğruna mücadele, başlangıçta, bu gözden düşmüş, kapitalizm yanlısı aygıtlara karşı küresel bir başkaldırı biçimini alacaktır.

36. Çok büyük miktarda ve karşılıklı etkileşen ulusal ve özellikle de küresel karmaşık etmenlerden etkilenen olayların tam temposunu öngörmek mümkün değil. Bununla birlikte, kesin olarak öngörülebilecek olan şey, işçi sınıfının militan mücadelelerindeki artışın 2019’da devam edeceğidir. Ancak yoğunlaşan toplumsal militanlığın uluslararası işçi sınıfının sosyalizm uğruna bilinçli bir hareketine dönüştürülmesi, işçi sınıfı içinde Marksist-Troçkist partilerin; yani, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ulusal şubelerinin inşa edilmesine bağlıdır.

37. 2018’de, DEUK, Lev Troçki’nin, Rus Devrimi’ne ve sosyalist enternasyonalizme yönelik Stalinist ihanete karşı Marksizm uğruna mücadeleyi sürdürmek için Dördüncü Enternasyonal’i kurmasının 80. yıldönümünü kutladı. Sri Lanka’da, ABD genelinde, Avrupa’da, Avustralya’da ve Yeni Zelanda’da düzenlenen konferanslarda ve toplantılarda, şu soru yanıtlandı: Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel sürekliliği ne anlama geliyor? Bu süreklilik, her şeyden önce, Dördüncü Enternasyonal’in enternasyonalist perspektifinin çağın nesnel karakteri ile uyuştuğunu ifade etmektedir.

38. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde siyasi etki sahibi olmuş (Stalinizmden onun Maocu türüne, sosyal demokrat ve sendikal reformizme, Castroculuk gibi küçük burjuva hareketlere kadar) tüm ulusalcı örgütler ve partiler, ya çökmüş ya da kapitalist egemenliğin başlıca araçları haline gelmiş durumdalar. Çin rejimi, Çin’de son kırk yılda yaşanan çok büyük ekonomik gelişmeye rağmen, gecikmiş bir gelişmeye sahip ülkelerin tarihsel sorunlarını çözmekte başarısız olmuştur. Çin işçi sınıfı ve köylü kitleleri, hala, emperyalist kuşatma gerçeğiyle ve ABD’nin ve müttefiklerinin yıkıcı bir saldırı tehdidiyle karşı karşıyalar. Maocu Komünist Parti aygıtı, dünya kapitalizminin çok önemli bir savunma duvarıdır ve emperyalist güçlerin savaş gündemine karşı çıkmak için uluslararası işçi sınıfına herhangi bir inandırıcı çağrı yapmaktan acizdir.

39. Çin işçi sınıfı, geçtiğimiz yıl boyunca, kapitalist restorasyonun sonuçlarına karşı protestosunu dışavurmak için grev yoluna gitti. Bu mücadeleler, öğrenci gençlik kesimlerinin desteğini kazandı. Çin’de ve hatta son kırk yılda işçi sınıfının devasa bir şekilde büyüdüğü Asya, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri genelinde toplumsal mücadelelerin genişlemesinin, Troçkizme yönelik ilginin ve desteğin canlanmasına yol açacağı kesindir. Günümüz dünyasında var olan koşullar, Lev Troçki tarafından geliştirilmiş olan sürekli devrim teorisinin temel ilkelerini, en az geçtiğimiz yüzyılın tarihsel deneyimleri kadar doğrulamıştır.

Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanması düşünülemez. Burjuva toplumundaki krizin temel nedenlerinden biri, onun tarafından yaratılmış üretici güçlerin, artık ulus devlet çerçevesiyle uzlaşamıyor olması gerçeğidir. Buradan, bir yandan emperyalist savaşlar, diğer yandan da burjuva bir Avrupa Birleşik Devletleri ütopyası çıkar. Sosyalist devrim ulusal alanda başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya sahnesinde tamamlanır. Böylece, sosyalist devrim, kelimenin yeni ve daha geniş bir anlamında, bir sürekli devrim haline gelir; o, yalnızca, yeni toplumun gezegenimizin tamamında nihai zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır. [Sürekli Devrim Nedir?, 1931]

40. ABD’deki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) önderi James P. Cannon’un, 1953’te, Troçkist hareketi ortadan kaldırma ve Dördüncü Enternasyonal’i Stalinizm ve burjuva milliyetçiliği içinde tasfiye etme peşinde koşan Pablocu revizyonist eğilime karşı yayınladığı “Açık Mektup”tan sonra Uluslararası Komite’nin kurulması, bu perspektifi savunmak içindi. Troçki’nin siyasi mirasının savunusu için, pragmatizme ve onun çeşitli idealist ve akıldışıcı uzantılarına (yani, Frankfurt Okulu’na ve Postmodernizme) karşı diyalektik ve tarihsel maddeciliğin savunusunu ve Stalinizme, Pablocu revizyonizme (ve onun Morenocu çeşidine) ve burjuva milliyetçiliğinin bütün biçimlerine karşı uzlaşmaz muhalefeti kapsayan çok geniş bir alanda mücadele yürütüldü. DEUK’un tarihinde kritik öneme sahip kilometre taşı, onun, Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) ulusal oportünizmine karşı 1982 ile 1986 arasında verdiği mücadeleydi ve bu mücadele, Uluslararası Komite şubelerinin Troçkizm temelinde birleşmesini güvence altına aldı.

41. DEUK’un mücadelesi, yalnızca teori ve program alanında yürütülmedi. Emperyalizmin ve Stalinist Sovyet bürokrasisinin yerleştirdiği ajanlara yönelik, 1975 ile 1983 arasında yürütülen ve Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal olarak bilinen soruşturma, Uluslararası Komite’nin devrimci uzlaşmazlığını pratikte gösteriyordu. Bu soruşturma, Troçki’nin öldürülmesine yönelik hazırlıkta kritik roller oynamış olan Mark Zborowski, Sylvia Caldwell ve Joseph Hansen gibi ajanları açıkça savunmuş olan Pablocu örgütlerin sert muhalefetine rağmen yürütüldü. Bugün bile, Pablocular ve onların sahte sol müttefikleri, bu ajanları savunmaya ve Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal soruşturmasının bulgularını en sert ifadelerle kınamaya devam ediyorlar. Ama onlar, bu soruşturma sırasında saptanmış olan tek bir olguyu bile çürütemiyor. Geçtiğimiz beş yılda, Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal’in bulgularının doğruluğunu daha fazla kanıtlayan belgeler ortaya çıktı. Uluslararası Komite, bu yeni bilgileri, önceki bulgularına dahil etti. Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal’in bulguları, devletin işçi sınıfına ve onun demokratik haklarına yönelik saldırılarını arttırdığı koşullarda, yenilenmiş bir tarihsel ve güncel siyasi önem kazanmaktadır.

42. Olaylar, artık, DEUK’un Troçkizmin savunusu uğruna verdiği mücadelenin tarihsel ve siyasi önemini gösteriyor. DEUK, teorik olarak ve pratikte, uluslararası işçi sınıfının tek devrimci siyasi partisi ve Marksizmin tek gerçek temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. Dünyada, DEUK dışında, Troçki’nin 1938’de kurmuş olduğu uluslararası partinin sürekliliğini temsil ettiğini akla yatkın bir şekilde iddia edebilecek başka bir siyasi eğilim söz konusu değildir.

43. DEUK, Rus Devrimi’nin tarihini çarpıtma yönündeki tüm girişimlere karşı ve Lev Troçki’nin entelektüel ve siyasi mirasını sayısız iftiraya ve saldırıya karşı savunmak için aralıksız bir kampanya yürütmektedir. 2017’de, DEUK, Rus Devrimi’nin 100. yıldönümünü kutlamak için, onun muazzam stratejik derslerine yönelik kapsamlı bir çalışma yürüttü. Bu dersler, bugünkü siyasi durumda hayata geçiriliyor.

44. İşçi mücadelelerinin mantığının kapitalizm yanlısı bürokratik aygıtlara karşı bir başkaldırı olduğunu ve işçilerin çıkarlarını savunmak için, şirket yanlısı sendikalardan bağımsız bir şekilde, sorumluluğu üstlenen, demokratik olarak denetlenen, yeni fabrika ve işyeri örgütlenmeleri kurma gerekliliğini tespit eden DEUK, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı uğruna mücadeleye önderlik ediyor. 2018’in son haftalarında, ABD’deki otomotiv işçileri ve Sri Lanka’daki çay plantasyonu işçileri, DEUK’un etkisi altında, işleri, ücretleri ve koşulları savunmak için eylem planlamak üzere taban komiteleri kurarak, öncü niteliğinde adımlar attılar. Bu çalışma, 2019 boyunca sürdürülüp genişletilecektir. İşçi sınıfının bağımsız ve uzlaşmaz mücadeleleri, tersi durumda aşırı sağın demagojisinin arkasında sürüklenebilecek olan yıkıma uğramış orta sınıf kesimlerinin güvenini ve desteğini kazanacaktır. Ekonomik ve siyasi krizlerin etkileri işçi sınıfının gitgide daha geniş kesimlerini mücadeleye sokarken, ABD’deki, Sri Lanka’daki ve etkin oldukları bütün ülkelerdeki Sosyalist Eşitlik Partilerinin görevi, kitle hareketine örgütlenme ve siyasi yön sağlamaktır. İşçi sınıfının bütün kesimlerini iktidar uğruna mücadelede bir araya getirecek siyasi bir genel grev yönündeki nesnel dürtünün, Uluslararası Komite ve şubeleri tarafından bilinçli bir şekilde tanımlanıp açıklanması gerekmektedir.

45. 9 Aralık’ta Detroit’te düzenlenen işçi konferansında, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin temsilcilerine iki kritik soru soruldu: 1) Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), mücadeleye giren bütün işçi kesimleri arasında bağlantı kurmaya olanak sağlamanın bir aracı işlevini görecek mi? 2) WSWS, işçilere, mücadelelerinin uluslararası koordinasyonunda yardımcı olacak mı? Her iki soruya da verilen yanıt, tartışmasız bir “Evet”ti. DEUK’un internet yayını olan Dünya Sosyalist Web Sitesi, uluslararası işçi sınıfının artan biçimde isyankar ve militan haraketine, tarihsel eğitim, siyasi çözümleme, ses ve bir tartışma forumu sağlayacaktır. WSWS, internet sansürüne karşı ve WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ı ve zulme uğrayan tüm gazetecileri, ifşaatçıları, sanatçıları ve egemen sınıfa karşı ilkeli muhalifleri savunma uğruna mücadelenin en ön safında olmayı sürdürecektir.

46. 2019’daki en önemli görev, Uluslararası Komite’nin belirgin bir biçimde büyümesi için sistematik bir şekilde çalışmaktır. Uluslararası Komite’nin teorik ve siyasi çalışması, her zamankinden daha dolaysız bir şekilde, işçi sınıfının nesnel hareketi ile kesişiyor. DEUK’un son derece önemli pratik devrimci faaliyeti, devrimci sınıf mücadelesinin gelişmesinde ve sonuçlanmasında asli bir etmen haline geliyor. DEUK’un teorik ve tarihsel olarak bilinçli çözümlemesi, muazzam bir politik ve pratik önem kazanıyor. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin, bu yeni dönemin zorlu görevini yerine getirmesi gerekiyor. DEUK, dünya gelişmelerine ilişkin çözümlemesiyle ve Sosyalist Eşitlik Partilerinde ve onların gençlik hareketleri olan Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’de (IYSSE) aktif olan destekleyicilerinin siyasi çalışması yoluyla, uluslararası işçi sınıfının mücadelelerine, hedeflerine ilişkin gerekli bilinci katmalı ve sosyalizm uğruna mücadeleyi ilerletmek için gerekli pratik inisiyatiflerin geliştirilmesine yardımcı olmalıdır.

47. İşçi sınıfı ömrünü dolduran ve gerici ulusalcı örgütlerden, sendikalardan ve onların sahte solcu suç ortaklarından koparken, enternasyonalist devrimci Marksist bilincin ve pratiğin hızla gelişmesinin potansiyeli mevcuttur. DEUK, 2019’a, 21. yüzyılın Marksizmi olan Troçkizmin mirasına ve programına ve uluslararası işçi sınıfının devrimci kapasitesine duyulan bilimsel güvene dayanan azami iyimserlikle girmektedir.

Loading