Macron, “sarı yelek” protestolarına karşı orduyu devreye sokuyor

Çarşamba günü, Fransız hükümeti sözcüsü Benjamin Griveaux, Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un, kemer sıkmaya ve eşitsizliğe karşı düzenlenen bu haftaki “sarı yelek” protestoları sırasında ordu birliklerini seferber edeceğini açıkladı.

Fransız ordusunun göstericilere karşı seferber edilmesi, tarihi bir dönüm noktasıdır ve bütün dünyadaki işçilere yönelik bir uyarıdır. Bu, Fransız ordusunun, 60 yılı aşkın süre önce, toplu işkence ve cinayetler gerçekleştirdiği 1954-1962 Cezayir bağımsızlık savaşından beri ilk kez yaşanıyor. Giderek artan oranda militan bir muhalefet ile karşı karşıya bulunan mali aristokrasi, hızla ordu-polis yönetimine doğru ilerliyor.

Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un bu konuşlanma için gösterdiği resmi bahane, polis provokasyonu kokmaktadır. Hükümet, Paris’te Cumartesi günkü “sarı yelek” protestosu sırasında Champs-Elysees’deki mağazaların yağmalanmasının ardından, yalnızca Gözcü Harekatı’nın terörle mücadele gücü askerlerinin, binaları korumak ve polisin şiddet yanlısı “sarı yelek” protestocularının üzerine gitmesini sağlamak için yeterli sayıya sahip olduğunu iddia ediyor.

Cumartesi günü Paris’te yaşananlar, tümüyle belirsiz kalmayı sürdürüyor. Farklı yetkililer, yüzlerce deneyimli yağmacının Champs-Elysées’ye saldırdığını iddia ettiler ama onları aşırı solcu, “kara blok” ve hatta neo-faşist olarak çeşitli biçimlerde tanımladılar. Hiçbir örgüt sorumlu tutulmadığı gibi, polis, 250 protestocu arasındaki yağmacılardan hiçbirini tutuklamadı. L’Express, onlar arasında, yalnızca üçünün güvenlik kurumlarınca bilindiğini ve büyük kısmının, “daha önceki protestolara, şiddet eylemi gerçekleştirmeden katılmış” olduklarını bildirdi.

Bir mağazayı yağmalarken kimliği gerçekten tespit edilen birkaç kişiden biri, bir Paris Saint Germain futbol kulübü ürünlerini çaldığı sırada bir gazeteci tarafından kameraya alınan bir çevik kuvvet polisiydi. Gazeteci, daha sonra polisin saldırısına uğruyordu.

Bu son derece kuşkulu olaylara dayanan Macron hükümeti, orduyu yardıma çağırıyor ve bu Cumartesi günkü “sarı yelek” protestosuna karşı panik yaratan tehditler savuruyor. Macron, “sarı yelek” protestolarına katılan ya da destek veren herkesi ki bu Fransa halkının yüzde 70’ini kapsıyor, Cumartesi dünkü şiddetin “suç ortağı” olmakla suçluyor. İçişleri Bakanlığı kaynakları, Le Parisien’e, herkesin, “bazılarının tamamen felç kalmasıyla sonuçlansa” bile, “güvenlik güçlerinin insanları yaraladığı fikrine alışması” gerektiğini söylediler.

Bu tür açıklamalar, Macron’un faşist diktatör Philippe Pétain’e ve Georges Clemenceau’ye hayranlığını ilan etmesini hatırlatmaktadır. Clemenceau, ordunun grevlerde ve 1 Mayıs gösterilerinde işçileri düzenli olarak vurup öldürdüğü bir dönemde, orduyu Fransa içinde görevlendiren son bakanlardan biriydi. Bu uygulama, Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’nden sonra sona erdirildi.

Fransa’daki “zenginlerin başkanı”na yönelik muhalefetle ve geçtiğimiz ay Cezayir’deki askeri rejimin düşmesini talep eden kitlesel protestoların patlak vermesiyle sersemleyen Fransız hükümeti, halkı terörize etme ve gerekirse, protestoları kanda boğmaya çalıştığı koşullara geri dönme peşinde koşuyor. Bununla birlikte, Fransa’ya özgü olmayan bu durum, mali aristokrasinin, uluslararası ölçekte, yükselen halk muhalefetine karşı giderek daha çok orduya başvurmasının ve otoriter rejimleri teşvik etmesinin yoğunlaşmış ifadesidir.

Macron orduyu Fransa içinde konuşlandırırken, Trump yönetimi, ABD’de olağanüstü hal ilan ediyor ve ABD-Meksika sınırındaki göçmenlerin üzerine asker gönderiyor. Benzer süreçler tüm Avrupa’da yaşanıyor. Almanya’daki aşırı sağcı profesörler Hitler’in suçlarını aklar ve İspanya’daki faşist Vox partisi üyeleri ülkede Marksizmin yasaklanmasını talep ederken, Britanyalı yetkililer, Brexit sırasında orduyu ülke içinde görevlendirmeye hazırlanıyorlar.

Mali aristokrasinin aşırı sağcı yönetim biçimlerine yönelmesi, sınıf mücadelesinin uluslararası ölçekte giderek yükselmesine karşılık olarak hız kazanmıştır. Dört ay önce, sosyal medya üzerinden ve Fransa’nın devlet tarafından finanse edilen sendika bürokrasilerinden bağımsız bir şekilde, yüz binlerce insan, akaryakıt vergilerine, zenginler için vergi indirimlerine, düşük ücretlere, askeri harcamalara ve kemer sıkmaya karşı “sarı yelek” protestolarını başlattı. Aynı dönemde, ABD’li öğretmenlerden Portekizli hemşirelere; Meksikalı otomotiv işçilerinden Sri Lankalı plantasyon işçilerine kadar, sendikalardan bağımsız bir şekilde kitlesel grevler örgütlendi.

Sınıf mücadelesi, Stalinistlerin 1991’de SSCB’yi dağıtmasının ardından onlarca yıl bastırılmasından sonra, kapitalizme yönelik artan siyasi muhalefetin ortasında, dünya çapında yeniden ortaya çıkıyor. Le Monde diplomatique, mali aristokrasinin, artık, “seçim kaybetmekten, ‘reform’ yapamamaktan değil; ayaklanmadan, isyandan ve iktidarı kaybetmekten” korktuğunu yazdı. Yine de, mali aristokrasinin, 2008 çöküşünden bu yana aldığı ve işçilerin kan ve teriyle ödediği, vergi indirimlerindeki ve kamu tarafından finanse edilen kurtarma işlemlerindeki trilyonlarca avrodan ayrılmaya niyetleri yok.

Macron’un “sarı yelekliler” hareketine karşı orduyu harekete geçirmesi ile birlikte, sınıf mücadelesindeki bu canlanmanın ilk aşaması sona eriyor. Gösterilere katılanlar, aylardır, İsviçre türü Yurttaşların Başlattığı Referandumlar gibi bazı taktiklerin, Macron’u, ulusal, demokratik bir reform temelinde, var olan kurumlar üzerinden onlarla anlaşmaya zorlayacağını umuyorlardı. Macron’un orduyu gönderme kararı, tüm dünyadaki işçilere yönelik bir uyarıdır: karşı karşıya olduğunuz alternatifler, reform ya da devrim değil; devrim ya da karşıdevrimdir.

Ordu-polis diktatörlüğü tehditlerinin gündeme getirdiği kritik önem taşıyan sorunlar, uluslararası işçi sınıfına yönelmeyi; onun içinde sendikalardan ve bağlı oldukları kapitalizm yanlısı partilerden bağımsız eylem komitelerinin kurulmasını ve bunların sosyalist bir program temelinde örgütlenmesini gerektirmektedir.

Profesyonel orduların ve çevik kuvvet sürülerinin işçiler için doğurduğu tehdit, oldukça gerçek ve ciddidir. Ancak tarih boyunca, gerici rejimler, çıplak baskıya ve gözdağına başvurmanın, hiçbir çözüme sahip olmadıkları karmaşık toplumsal sorunların üstesinden geleceğini ummuş olsalar da, bunun ölümcül bir yanlış hesap olduğu tekrar tekrar kanıtlanmıştır.

Fransa’daki ve başka yerlerdeki orduların ve çevik kuvvetin elinde hazır bulunan dünya kadar silaha rağmen, onlar, hala, hükümetin ve mali aristokrasinin derin yalıtılmışlığı ve gözden düşmüşlüğü ile karşı karşıyalar. İşçiler ve gençler arasındaki muhalefeti devlet baskısı tehditlerine ya da eylemlerine karşı harekete geçirip koordine etmek için bağımsız eylem komiteleri örgütleme mücadelesi, Macron’un polis devleti önlemlerine karşı mücadelede son derece önemli bir rol oynayacaktır.

Macron’un kemer sıkma protestolarına karşı orduyu göndermesi, bazı temel gerçekleri açıkça ortaya koymaktadır. Fransa’daki ve tüm dünyadaki işçiler, egemen seçkinlere ve devlete; onların emirlerini yerine getiren ve kapitalist sistemin egemenlerinin ayrıcalıklarını savunan “silahlı insanlar topluluğu”na karşı siyasi bir mücadele veriyorlar.

Macron’un kemer sıkma önlemlerine karşı mücadele, işçilerin sosyalist bir program uğruna mücadeleye girişmesini ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Fransa şubesi olan Sosyalist Eşitlik Partisi’ni (Parti de l'égalité socialiste, PES) inşa etmesini gerektiriyor.

Loading