Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul kararı krizi derinleştiriyor

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), haftalardır devam eden belirsizliğin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) önderliğindeki hükümetin taleplerine boyun eğdi ve İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığı seçiminin 23 Haziran’da tekrarlanmasına karar verdi.

YSK, daha önce, AKP’nin İstanbul’da seçim usulsüzlükleri olduğu yönündeki bazı itirazlarını reddetmiş ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) Ekrem İmamoğlu’nun büyükşehir belediye başkanı olarak göreve başlamasına izin vermişti. İmamoğlu, aşırı sağcı İYİ Parti ile 21. yüzyıl dönümüne kadar ülkenin politikasında hakim olan geleneksel Kemalist kapitalist seçkinlerin temsilcisi olan CHP’nin Millet İttifakı’nın adayıydı.

YSK’nin 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını 4’e karşı 7 oy ile iptal etmesiyle sonuçlanan beş haftalık süreçte, Erdoğan ve AKP, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçiminin sonucunun iptal edilmesi için baskı yapmak amacıyla çok sayıda şaibeli ve apaçık antidemokratik iddia ileri sürdü. Erdoğan, İstanbul’un seçmen sayısı göz önünde bulundurulduğunda 13.000-14.000 oyluk bir farkın geçerli olmadığını bile ilan etti.

Nihayetinde, YSK, belediye başkanlığı seçimini iptal etme kararını, bazı sandık kurulu başkanlarının ve görevlilerinin, yasanın gerektirdiği üzere, kamu görevlisi olmadığı ile gerekçelendirdi. Ne var ki, büyükşehir belediye başkanlığı ile eşzamanlı olarak düzenlenen büyükşehir belediye meclisi, ilçe ve muhtarlık seçimlerini iptal etmedi. İlçelerin çoğunluğu, AKP önderliğindeki Cumhur İttifakı tarafından kazanılmıştı.

Erdoğan’ın ve sağcı İslamcı popülist yönetiminin bir dizi otoriter adımının yalnızca en sonuncusu olan Pazartesi günkü iptal kararı, hızla, İstanbul sokaklarında kendiliğinden başlayan öfkeli protestolar dahil, yaygın bir protestoyu tetikledi.

Bu, 17 yıllık AKP hükümetinin, Türk burjuvazisinin ve cumhuriyetinin siyasi, ekonomik ve jeopolitik krizler ile karşı karşıya olduğu sırada gerçekleşiyor. Enflasyon yüzde 20 seviyelerinde ve Türk lirası önemli derecede değer kaybetmeyi sürdürüyor. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisi geçtiğimiz yılın sonbaharında durgunluğa girdi ve Ocak ayında resmi işsizlik oranı yüzde 14,7’ye kadar yükseldi.

Ekonomik kriz, Türk burjuvazisinin yetmiş yıldır başlıca askeri-güvenlik ortağı olan Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerin çökmeye başlaması eliyle şiddetleniyor. ABD ile Türkiye, çok sayıda önemli konuda anlaşmazlık içinde. Bunlar arasında, Türkiye’nin Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi satın alması; Washington’ın, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile ortaklığı; ABD’nin İran’a karşı yaptırımları ve savaş hazırlıkları; Washington’ın Ortadoğu’daki başlıca müttefikleri olarak İsrail’i ve Suudi Arabistan’ı teşvik etmesi ve ABD’nin, Doğu Akdeniz açıklarındaki enerji kaynaklarının çıkarılmasında Türkiye’nin önemli bir rol oynamasını engelleme baskısı var.

Erdoğan’ın ve AKP’nin İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimindeki yenilgilerini tersine çevirmek için her yola başvurmasının arkasında, ABD-Türkiye ittifakında bir çöküş ve sınıf mücadelesinde bir patlama tehdidinin ortasında, jeopolitik ve ekonomik zorlukları atlatmaya çalışırken, devlet aygıtı içindeki bölünmelere razı gelemeyeceklerini hesaplamaları yatıyor.

Türkiye nüfusunun beşte birine ev sahipliği yapan ve ülkenin toplam ekonomik hasılasının yaklaşık üçte birinin kaynağı olan İstanbul, Türkiye politikasında çok büyük bir rol oynuyor. Erdoğan’ın iktidara yükselişi, 1994’te İstanbul belediye başkanı seçilmesiyle başlamıştı. Erdoğan ve destekleyicileri, kentin yönetimini o zamandan beri ellerinde tutuyordu.

Erdoğan’ın, kuşkusuz, perde arkasından YSK’nin İstanbul’daki seçimin tekrarlanması kararı alması için gözünün korkutulmasını da kapsayan otoriter adımlarının başlıca hedefi, onun kapitalist siyasi rakipleri değil, işçi sınıfıdır.

Erdoğan ve bakanları, Türk büyük sermayesine ve yabancı yatırımcılara, tekrar tekrar, AKP önderliğindeki hükümetin, önümüzdeki aylarda kapsamlı ekonomik “reformlar”, yani Türk kapitalizminin rekabetçi konumunu desteklemeyi amaçlayan sosyal harcama kesintileri ve başka “serbest piyasa” yanlısı önlemler hayata geçireceğinin sözünü verdi. Erdoğan, bunun için, sık sık, bir sonraki seçime kadar en az dört yıl olduğuna dikkat çekerek, bunun halkın destek vermediği önlemleri geçirmek için hükümetin elini kuvvetlendirdiğini ima etti.

Dünya genelinde olduğu gibi, Türkiye’de de, son dönem, işçi sınıfı militanlığında bir yükselişe tanık olundu. 31 Mart seçimlerinde, AKP ile şovenist seçim müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) toplam oyu yüzde 50’yi kıl payı geçmesine rağmen, Ankara’da ve batının büyük kentlerinde iktidar bloğundan ciddi bir uzaklaşma söz konusu oldu. Bu, gitgide kötüleşen ekonomik duruma yönelik öfkeden kaynaklanıyor ve AKP’nin kent yoksulları arasındaki desteğinde önemli bir aşınmaya işaret ediyor. Bu destek, devletin ve AKP’nin güdümündeki İslamcı vakıfların sağladığı sınırlı sosyal yardım programları üzerinden besleniyordu.

Anlamlı bir şekilde, Türk büyük sermaye çevrelerinin ve yabancı yatırımcıların Erdoğan’ın İstanbul seçim sonucunu iptal ettirmesine yönelik eleştirilerinin büyük kısmı, bunun, AKP 23 Haziran’daki yeni seçim öncesinde seçmenleri uzaklaştıracak adımlar atmaya isteksiz olacağı için, hükümetin taahhüt ettiği kemer sıkma programını erteletecek olmasıdır.

CHP, YSK’nin yeniden seçim yapılması kararına, hükümeti bir “sivil darbe” ile suçlayarak tepki gösterdi. Aynı zamanda, hem cumhurbaşkanının yetkilerini büyük ölçüde arttıran anayasal değişikliklerin onaylandığı 16 Nisan 2017 referandumunun, hem de 24 Haziran 2018’deki milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarının meşruiyetini sorguladı. Her iki seçimde de yaygın seçim yolsuzluğu iddiaları söz konusuydu. Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın, olağanüstü hal nedeniyle muhalefetin kampanyasına ciddi sınırlamalar getirilmesine rağmen ancak kıl payı kazandığı referandumun sonucunun belirlenmesinde özellikle önemli bir rol oynamıştı. YSK, “sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulaları ile zarfların dışarıdan getirilerek kullanıldığı kanıtlanmadıkça geçerli sayılmasına” karar vermişti.

Ancak CHP, hızla, 23 Haziran seçimlerine katılacağını ve Erdoğan’ın antidemokratik adımlarına yönelik muhalefeti düzen kanallarına yönlendirmeye kararlı olduğunu ortaya koydu. Referandum sonucuna karşı yaygın protestoların olduğu Nisan 2017’de oynamış olduğu rolü yineleyen CHP, sakinleşme ve sokak gösterilerini sona erdirme çağrısı yaptı. Hem büyük sermayeye, hem de Erdoğan’a, hükümet karşıtı protestoların hızla düzenin kontrolünün dışına çıkabileceğinden duydukları kaygıyı CHP’nin de paylaştığını göstermek isteyen İmamoğlu, muhalefetin sloganı haline gelen “her şey çok güzel olacak” ifadesiyle protestoları yatıştırmaya çalıştı.

31 Mart seçimlerinde, Türkiye sahte solunun önemli bir kısmı, emperyalizm yanlısı sağcı bir parti olan CHP’yi açıkça desteklemişti. Onlar, şimdi, İstanbul seçiminin iptal edilmesini, işçi sınıfını, “demokrasiyi savunma” adına, Türk burjuvazisine ve onun Washington’a, NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne en belirgin yönelimli hizbine tabi kılma çabalarını ikiye katlamak için kullanıyorlar.

31 Mart’ta kendi adaylarını çıkarmış olan, aralarında Stalinist Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) de olduğu çeşitli sahte sol gruplar, şimdiden, Millet İttifakı’nın adayı İmamoğlu lehine seçimden çekildiklerini açıkladılar.

Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) de, CHP ve İYİ Parti önderliği Kürtlerin demokratik haklarının tanınmasına en az AKP kadar karşı olmasına rağmen, Türkiye’nin batısındaki büyük kentlerde Millet İttifakı’nın belediye başkanı adaylarına arka çıkmıştı.

CHP’nin Washington’a ve AB’ye daha belirgin yönelimini paylaşan HDP, seçimin tekrarında büyük olasılıkla İmamoğlu’nu destekleyecek. Ancak, HDP’li bir milletvekili, hapisteki PKK önderi Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşmesine sekiz yıl sonra izin verilmesinin ardından, Erdoğan’ın Kürt burjuvazisine tavizler vermeye hazır olması durumunda, AKP’nin HDP’nin desteğini kazanabileceğinin işaretini verdi. Rudaw’a konuşan HDP Diyarbakır milletvekili İmam Taşçıer, şunları söyledi: “İstanbul'u kazanmak istiyorsan, Kürtlerin oylarını almak zorundasın… Kim Kürt sorununun çözümü için adım atarsa Kürtler ona oy verebilir. AKP adım atacaksa AKP'ye verir. AKP adım atmaz, CHP samimi bir şekilde Kürtlere yaklaşırsa CHP'ye verir.”

Bu partiler arası pazarlık, Türk ve Kürt burjuvazisinin bütün partilerinin işçi sınıfı karşıtı, sağcı karakterinin altını çizmektedir.

Erdoğan’ın Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve başka yerlerde Türk burjuvazisi için daha bağımsız bir rol oluşturma girişimlerine katı bir şekilde karşı olan Avrupalı emperyalist güçler, YSK’nin İmamoğlu’nun kazandığı seçimi iptal etmesini kınamakta vakit kaybetmediler.

AB, YSK’den, “geniş kapsamlı” kararının gerekçesini “vakit kaybetmeden” açıklamasını talep ederken, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Mass, seçimin iptal edilmesini “anlaşılmaz” bulduğunu belirtti.

Washington’ın ve AB’nin, ikiyüzlü bir şekilde, kendi yağmacı politikalarına daha fazla uyması için Ankara’ya baskıyı arttırmak amacıyla Erdoğan’ın otoriter adımlarından söz etme konusunda güçlerini birleştirmeleri oldukça olasıdır.

Ancak, şimdiye kadar, Trump yönetiminin tepkisi düşük seviyeli oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı, seçimin tekrarlanması kararına karşı çıkmadı ve sadece, bunun “olağandışı” olduğunu belirterek, yeni seçimin “serbest, adil ve şeffaf” olması çağrısı yaptı.

Ankara ile Washington arasında, perde arkasında, önemli sonuçları olan görüşmeler devam ediyor. Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusunda Amerikan emperyalizminin YPG’li vekilleri zararına bir tampon bölge kurmak için bastırırken, ABD, Ankara’yı, S-400 almaktan vazgeçmemesi durumunda, NATO’dan çıkarılma olasılığı dahil, askeri-güvenlik bağlarının seviyesini ciddi biçimde düşürmekle tehdit ediyor.

Emekçilerin demokratik hakları, Türk ya da Kürt burjuvazisinin herhangi bir hizbi ile işbirliği içine girerek savunulamaz. Burjuvazi ve onun devleti içinde, dünya kapitalizminin çöküşünden kaynaklanan derinleşen krize ve çatlaklara, işçi sınıfının, işçi iktidarı ve uluslararası sosyalizm perspektifi uğruna mücadele eden bağımsız siyasi hareketini geliştirme yoluyla yanıt verilmelidir.

Loading