Emperyalist savaş, Ortadoğu ile Kuzey Afrika’daki işçi sınıfının canlanması ve Sürekli Devrim stratejisi

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), 4 Mayıs Cumartesi günü, 2019 Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nı düzenledi. Bu, dünya Troçkist hareketi DEUK tarafından düzenlenen altıncı çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’ydı. Toplantıda, dünya partisinden ve onun dünyanın dört bir yanındaki şubeleri ile sempatizan örgütlerinden önde gelen 12 üye, kapitalizmin dünya krizinin ve uluslararası işçi sınıfı mücadelelerinin çeşitli yönleri üzerine konuşmalar yaptılar.

Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), toplantıda yapılan konuşmaların metinlerini yayınlıyor. Aşağıda, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Kanada) ulusal sekreteri Keith Jones’un konuşması yer alıyor. WSWS’nin uluslararası yayın kurulu başkanı ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) ulusal başkanı David North’un açılış raporunu buradan okuyabilirsiniz.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin perspektifinin ve devrimci stratejisinin merkezinde, emperyalist güçleri saldırganlığa ve savaşa iten sistemsel küresel kapitalist çöküşün, aynı zamanda toplumsal devrimi körüklüyor olduğunun kabulü bulunmaktadır.

Bu bileşik süreç, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da apaçık ortadadır.

İlk olarak George W. Bush’un, Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından Washington’ın bir “yeni dünya düzeni” kuruyor olduğunu ilan etmesinden bu yana, dünyanın hiçbir bölümü, ABD emperyalizminin önderlik ettiği ve kışkırttığı savaşlar eliyle daha fazla mahvedilmemiştir.

ABD emperyalizminin geçtiğimiz otuz yılda Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da “insan hakları” ve “terörle mücadele” adına işlediği dehşet verici suçların listesin yapmaya zamanımız yok. Ancak Washington’ın Julian Assange’a ve Chelsea Manning’e yönelik cadı avı dikkate alındığında, Ortadoğu halklarının, özellikle de Irak halkının, Pentagon’un ve CIA’in WikiLeaks tarafından ifşa edilen en önemli ve tüyler ürpertici suçlarının birçoğunun kurbanı olduğunu belirtmek yerinde olur.

ABD emperyalizmi, bitmek bilmeyen saldırısı ve savaşları üzerinden, karmaşık toplumları paramparça etmiş ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’daki devletleri (Irak, Suriye, Libya, Yemen) yerle bir etmiştir. Bunun sonucu, milyonlarca insanının ölümü ve on milyonlarcasının evsiz ve devletsiz sığınmacılar haline getirilmesi olmuştur. Dünyanın başlıca petrol ihracatçısı bölgeleri üzerinde ABD’nin dizginsiz egemenliğini kurmak için devasa miktarda -Obama’nın ifadesiyle- “kan ve değerli insan” harcanması, aynı zamanda Amerika’daki toplumsal yıkımla bağlantılıdır.

Yine de, bu savaşlar, ABD’nin ekonomik ve küresel gücünde yaşanan aşınmayı durdurmakta açıkça başarısız olmuştur.

Bununla beraber, ömrünü doldurmuş bir toplumsal düzenin tüm çöküşünü, asalaklığını ve suçluluğunu kendinde yoğunlaştıran ABD emperyalizmi, başka türlü hareket edemez. O, bir sonraki kumarın, bölgesel, hatta küresel bir savaşı tutuşturabileceğini çok iyi bilmesine rağmen, Ortadoğu’da yeni ve genişletilmiş savaşlara hazırlanıyor.

ABD emperyalizmi, tek taraflı yasadışı yaptırımları üzerinden, İran ekonomisini çökertme ve “rejim değişikliği” sonucuna ulaşma harekatını yoğunlaştırıyor; Suudi Arabistan’ı silaha boğuyor ve Riyad’ın Yemen’e yönelik saldırısına çok önemli lojistik ve askeri destek sağlıyor; Golan Tepeleri’ni ilhak etmesini yasal olarak tanıyarak İsrail’in saldırganlığını körüklüyor ve ABD askeri kuvvetleri, Suriye’yi ekonomik olarak boğmak ve yeni saldırılara hazırlanmak üzere, Suriye’nin doğusunda büyük petrol sahalarını kapsayan geniş toprakları kontrol etmeyi sürdürüyor.

Avrupalı emperyalist devletler daha az yağmacı değiller. Onlar da, Suud Hanedanı’nın ve Mısır’daki kanlı Sisi diktatörlüğünün koruyucusu konumundalar ve Siyonist devletin Filistin halkına acımasızca boyun eğdirmeye çalışmasını savunuyorlar. Onların Washington ile farklılıkları (örneğin, Avrupalılar, Washington’ın İran’a yönelik ekonomik savaşına karşı çıkarken, Suriye’de daha saldırgan bir Batılı emperyalist müdahaleyi savundular), rakip haydutların ganimetin paylaşımı üzerine yaşadıkları anlaşmazlıklardan oluşmaktadır.

Ama Ortadoğu ve Kuzey Afrika sadece emperyalist savaş saldırısı ile mahvedilen bir yer değil. Orası, aynı zamanda, küresel sınıf mücadelesinin canlanması eliyle sarsılıyor. İşçi sınıfı, devasa toplumsal eşitsizlik ve acımasız devlet şiddeti ile karakterize edilen bir bölgede (bu, İran, Suudi Arabistan ve Mısır için olduğu kadar, İsrail için de geçerlidir), kendi çıkarını ileri sürmeye uğraşıyor. 2011’de Libya’ya yönelik NATO savaşı ve ABD’nin El Kaide güdümündeki İslamcıları Suriye yönetimine karşı konuşlandırması, emperyalizmin, Arap Baharı’na; 2008 küresel ekonomik krizinin sınıf mücadelesinde yarattığı ilk kabarmaya, özellikle de emperyalizmin vekillerini, Mısır’da Hüsnü Mübarek’i ve Tunus’ta Bin Ali’yi iktidardan alaşağı eden işçi sınıfı önderliğindeki ayaklanmalara yanıtıydı (ya da yanıtının en önemli unsuruydu).

2018’den beri, bölge genelinde yeni bir işçi sınıfı mücadelesi dalgası söz konusu. Bu, İran’daki grevleri ve kitlesel protestoları, İsrail’deki kamu sektörü grevlerini, Tunus ile Fas’taki kitlesel öğretmen grevlerini ve Sudan’da aylardır devam eden kitlesel protestoları içeriyor. Sudan’da, bu, devrimden korkan ordunun, kendisi de iktidarı 1989’da bir askeri darbeyle ele geçirmiş olan diktatör El Beşir’i devirmesine neden oldu.

Cezayir’deki gelişmeler özel bir önem taşımaktadır. Onlarca yıldır ülkenin servetini yağmalayan, emperyalist destekli rüşvetçi Cezayir yönetimi, işçi sınıfının önderlik ettiği huzursuzluk karşısında uzun süreli devlet başkanı Abdulaziz Buteflika’yı emekli ederek kendine makyaj yapmaya çalışıyor.

Cezayir’de ve bölge genelinde yaşanan işçi sınıfı kabarması, can alıcı perspektif ve strateji sorunlarını; en önemlisi de, işçi sınıfını Sürekli Devrim programı ile siyasi olarak donatma gerekliliğini gündeme getirmektedir. Kitlelerin demokratik ve toplumsal özlemleri (feodalizmin kökünün kurutulmasından, tüm etnik kimliklerden ve dinlerden emekçiler arasında gerçek eşitliğin kurulmasına ve emperyalizmden bağımsızlığa kadar), yalnızca sosyalist devrim yoluyla gerçeğe dönüştürülecektir. Bütün ülkelerdeki işçi sınıfı, siyasi bağımsızlığını oluşturmalı, emperyalizme ve ulusal burjuvazinin bütün hiziplerine karşı ve işçi iktidarı uğruna mücadelede emekçileri kendi arkasında toplamalı ve mücadelesini bölgedeki ve dünyanın dört bir yanındaki işçilerin mücadeleleriyle birleştirip koordine etmelidir.

Bu noktada, 2011 Mısır Devrimi’nin dersleri merkezi önem taşımaktadır. Mübarek’i iktidardan indiren, işçi sınıfıydı. Ama devrim sonradan rayından çıkarıldı. Sahte sol Devrimci Sosyalistler gibi güçler, bir “demokratik geçiş”e destek çağrısı yaparak, işçi sınıfını sistematik biçimde Mısır burjuvazisine ve onun devletine bağlamaya çalıştılar. Onlara göre, bu “demokratik geçiş”e, önce ordunun sözde ilerici kesimi, sonra Mursi ve Müslüman Kardeşler ve en sonunda da Sisi’yi bir demokrat olarak destekleyen ve dolayısıyla ordunun iktidara geri dönmesinin önünü açan Tamarod önderlik etmişti.

Bugün Cezayir’de, benzer şekilde, Pablocu Sosyalist İşçi Partisi (PTS) gibi sahte sol gruplar, bir Kurucu Meclis çağrısına öncülük ederek, devrimin önüne geçmeye ve işçi sınıfını burjuvaziye ve emperyalizme tabi kılmaya çalışıyorlar. Söz konusu Kurucu Meclis, tumturaklı anayasal vaatler örtüsü altında, mevcut yönetimin görevlilerinin yerlerinin değiştirilmesi anlamına geliyor.

En sınıf bilinçli işçilerin ve gençlerin, bu tuzağın kurulmasını engellemek için, ordu-polis baskısına ve kemer sıkmaya yönelik muhalefeti koordine etmek üzere ve geleceğin işçi devletinin iktidar organları olarak, hükümetten ve onun müttefiki sendikalardan bağımsız İşçi Eylem Komiteleri kurma ve en önemlisi, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve sosyalizm uğruna mücadeleye yol gösterecek devrimci Marksist bir partinin inşası uğruna mücadele etmeleri gerekiyor.

İşçi sınıfının, demokrasi adına, burjuvaziye ve küçük burjuvaziye tabi olmasını talep eden siyasi güçler, her durumda, siyasi ve maddi olarak emperyalizme bağlıdır.

Sosyalist Eşitlik’ten yoldaşların Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubesini kurma mücadelesi verdikleri Türkiye’yi ele alalım. Türkiye sahte solu, Erdoğan’ın İslamcı otoriter yönetimine karşı demokrasiyi savunma adına, NATO ve Avrupa Birliği yönelimli, sağcı kapitalist partiler olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) ve Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) destekliyor. CHP, geleneksel Kemalist kapitalist egemen seçkinlerin partisidir ve onların tüm suçlarının ortağıdır. İşçi sınıfını hedef alan kanlı darbeler ve Türk burjuvazisinin Kürt halkını onlarca yıldır acımasızca bastırması bu suçlar arasındadır. HDP ise, 1980’lerde sosyalizm adına silahlı mücadele başlatan Kürt milliyetçisi PKK ile siyasi olarak yakından bağlantılıdır. Ama bu örgüt de, 1991’den beri, dünya genelindeki bu tür burjuva ulusal hareketler gibi emperyalizme yönelmiştir. PKK, 1991 Körfez Savaşı’nı ve 2003 Irak işgalini destekledi ve onun Suriye kolu olan YPG, son dört yıldır Washington’ın Suriye’deki başlıca vekil ordusu işlevi görüyor.

Ortadoğu halklarının geçtiğimiz yüzyılda çektikleri eziyetler, Ortadoğu’daki gericiliğin esas kalesi olan emperyalizme karşı mücadele etmeden demokrasi uğruna mücadeleye edilemeyeceğini ve işçi sınıfı sosyalizm uğruna mücadelede harekete geçirilmeden emperyalizme karşı mücadele edilemeyeceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, tüm dünyadaki işçiler, ABD’nin İran’a karşı rejim değişikliği saldırısına ve emperyalizmin Ortadoğu ile Kuzey Afrika’daki bütün yırtıcılığına karşı çıkmalı ve bölge genelindeki sınıf kardeşlerinin mücadelesini aktif biçimde desteklemeliler. Kuzey Amerika ve Avrupa işçilerine, bu konuda özel bir sorumluluk düşmektedir. Onlar, savaşa karşı çıkarak ve sınıf mücadelesini geliştirerek, Ortadoğulu kitlelerin özgürlüğü yararına bir darbe indirmiş olacaklar; tıpkı, Cezayirli işçilerin ülkenin rüşvetçi ulusal burjuva yönetimine karşı başkaldırdıklarında, Macron’a ve Trump’a darbe indirmeleri gibi.

İşçi sınıfının bu nesnel birliği, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin perspektifine hayat vermektedir ve önümüzdeki dönemde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika genelinde Dördüncü Enternasyonal şubelerinin gelişmesinde ifadesini bulmalıdır.

Loading