Sudan’da askeri cuntanın öğrencileri vurmasının ardından kitlesel protestolar

Sudan silahlı kuvvetlerinin, Pazartesi günü, Kuzey Kurdufan eyaletinin başkenti El Ubeyd’de ekmek ve yakıt sıkıntısına karşı düzenlenen bir gençlik yürüyüşüne ateş açmasının ardından, hafta boyunca on binlerce öğrenci ve genç sokaklara döküldü. Açılan ateş sonucunda dördü okul çocuğu altı kişi öldü ve 60’tan fazla kişi yaralandı. Askeri cunta, şu anda ülkedeki tüm okulları kapatmış durumda.

Sosyal medyada yayınlanan videolar, El Ubeyd’deki güvenlik güçlerinin, bir kamyona monte edilmiş makineli tüfekle protestoculara yakın mesafeden ateş açtığını gösteriyor. Kamyonun üzerinde bir kuru kafa ile çapraz kılıç sembolü bulunuyor ve ön camında “Büyük adamlarla oynamak zordur,” yazıyordu. Araçta ayrıca roketatar vardı. Sudanlı Doktorlar Komitesi’ne göre, bazı protestocular keskin nişancılar tarafından vurulmuştu.

Göstericiler, katliamdan, Sudan askeri cuntasının önde gelenlerinden biri olan Muhammed Hamdan Dagolo’nun (Hemeti olarak da biliniyor) önderlik ettiği paramiliter grup Hızlı Destek Güçleri’ni (RSF) sorumlu tutuyor.

Kuzey Kurdufan valisi, huzursuzluğu bastırmak amacıyla, eyalet genelinde okulların kapatılması ve dört kent ile kasabada sabah 9’dan akşam 6’ya kadar sokağa çıkma yasağı uygulanması talimatı verdi. Ancak katliamın kışkırttığı öfke kontrol altına alınamadı. Başlıca protesto gruplarından biri olan Sudan Meslek Odaları (SPA), “El Ubeyd katliamını kınamak ve faillerin adalet önüne çıkarılmasını talep etmek için” ülke genelinde gösteriler düzenleme çağrısı yaptı.

Nisan ayında tüm rejimin yıkılmasını engellemek için diktatör Devlet Başkanı Ömer El Beşir’i deviren Askeri Geçiş Konseyi’ne (TMC) yönelik muhalefet arttığı koşullarda, Salı günü başkent Hartum’da ve Çarşamba günü El Ubeyd’de on binlerce öğrenci ve genç bu çağrıya karşılık verdi. Hartum’daki bazı protestocular okul kıyafetiyle gösteriye katıldılar ve “Bir öğrenciyi öldürmek, ulusu öldürmektir,” sloganı attılar. Güvenlik güçleri, kitleyi dağıtmak için göz yaşartıcı gaz ve gerçek mühimmat kullandı. Huzursuzluk devam ederken, ülke genelinde okullar tatil edildi.

Bir zamanlar Ortadoğu’daki en güçlü komünist parti olan Sudan Komünist Partisi’ni ve Darfur, Güney Kurdufan ile Mavi Nil’deki çatışmalarda yer alan silahlı asi gruplarını içeren bir muhalefet cephesi olan Özgürlük ve Değişim Güçleri (FFC), Salı günü yaptığı açıklamada, TMC ile planlanan görüşmelerde yer almayacağını belirtti.

Bu tabakalar, işçilerin ve kır yoksullarının temel taleplerine; toplumsal eşitliğe, daha iyi yaşam koşullarına ve siyasi özgürlüğe karşıdır. FFC, 17 Temmuz’da, bir “Siyasi Deklarasyon” üzerinde anlaşmaya varmıştı. Buna göre, sözde bir sivil yönetimin oluşumunu yönetmek ve üç yıl sonra seçim düzenlenmesini hazırlamak üzere ortak bir sivil-askeri geçiş yönetimi kurulacaktı. Aylardır ülke genelindeki kentleri neredeyse durma noktasına getiren protesto hareketini satma yönünde bir girişim olan bu iktidar paylaşımı anlaşması, orduya tam yetki verdi.

Sivillerin önderliğinde ordu ile ittifak içinde kurulacak bir geçiş hükümeti, FFC tarafından temsil edilen toplumsal tabakalara Sudan’ın ulusal pastasından daha büyük bir pay verirken, ülkedeki kapitalist seçkinlerin ve infazcılarının çıkarlarını temsil etmeyi sürdürecek. Bu rüşvetçi klik, 40 milyonluk nüfusun en az yüzde 80’inin günde 1 dolardan az bir gelirle yaşadığı, 2018’de yaklaşık 5,5 milyon kişinin insanı yardıma muhtaç olduğu (2017’ye kıyasla 700.000 kişilik bir artış) ve 2,47 milyon çocuğun akut beslenme yetersizliği çektiği bir ülkeyi yönetiyor.

İktidar paylaşımı anlaşması yaygın kuşku ile karşılanmış ve daha küçük boyutlu protestolar sürmüştü. Anlaşmanın ertesi günü, güvenlik güçleri, Hartum’da, geçtiğimiz yıl Aralık ayında gösterilerin başlamasından bu yana öldürülenleri anan göstericilere göz yaşartıcı gazla saldırdı. Göstericiler, “Sivil yönetim” ve “Özgürlük, barış ve adalet” çağrısı yapıyordu.

Sudanlı Doktorlar Komitesi’ne göre, Aralık ayında protestoların başlamasından bu yana güvenlik güçleri en az 250 kişiyi öldürdü, 400 kişiyi de yaraladı. Ölümlerin en az yarısı, askeri ve paramiliter güçlerin başkentteki askeri karargahın dışında yapılan oturma eylemini dağıttığı 3 Haziran’daki müdahale sırasında meydana gelmişti.

20 Temmuz’da, 3 Haziran müdahalesine yönelik resmi soruşturmanın TMC’nin katliamdaki tüm sorumluluğunu aklamasının ardından, öfkeli protestocular yeniden Hartum sokaklarına döküldüler. Soruşturmayı yürüten Fatih El Rahman Said, müdahalede sadece 87 kişinin öldüğünü, 148 kişinin yaralandığını; sorumlu subayların bunu TMC’den yetki almadan yapmış olduğunu iddia etti. Said, sekiz subayın suçlandığını ve idam cezası alabileceklerini söyledi ancak isimlerini vermedi. Said, yerel doktorların Diagolo’nun RSF’sinin Darfur’da yaygın biçimde başvurmuş olduğu savaş ve baskı yöntemlerini yaygın olarak bildirmesine rağmen, tecavüz kanıtlarını reddetti.

Protestoyu düzenleyenler, 3 Haziran’dan bu yana en büyük gösterilerde en az 11 kişinin öldürüldüğünü belirtiyor.

El Ubeyd’deki okul çocuklarına yönelik öldürücü saldırı, TMC’nin Başkan Yardımcısı Dagalo’nun Kahire’de Mısır kasabı, Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi ile görüştüğü sırada meydana geldi. El Sisi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile birlikte, Nisan ayında Ömer El Beşir’i devirmesinden beri TMC’yi destekliyor.

ABD emperyalizminin emriyle TMC ile muhalefet önderleri arasındaki anlaşmaya arabuluculuk yapan, Afrika Birliği Başkanı El Sisi’den başkası değildi. ABD, ayaklanmanın, bölgesel müttefiklerine; Suudi Arabistan’a, BAE’ye ve Mısır’a yayılmamasını sağlamaya kararlı. Kendi işçi sınıflarından ve yoksul köylülerinden korkan bu diktatörlük rejimleri, cuntaya arka çıktılar, protestocuları ezme emri verdiler ve Sudan seçkinlerinin egemenliğinin devam etmesine sivil bir örtü sağlayacak muhalefet güçleri ile “anlaşma”nın şartlarını dikte ettiler.

ABD’nin ve Avrupa’nın isteyeceği son şey, Kızıldeniz’in yanında, bölgedeki petrolün büyük kısmının geçtiği Süveyş Kanalı’nın giriş kapısında ve Afrika Boynuzu’nda stratejik bir konuma sahip olan Sudan’da istikrarsızlık çıkması ve Avrupa’ya doğru yeni bir sığınmacı dalgasının başlamasıdır.

Afrika Birliği, eski Afrika Birliği Örgütü kisvesi altında, bir zamanlar “Pan-Afrika Sosyalizmi”ni benimsemişti. Bunun kökenleri, Stalinist bürokrasinin işçileri ve yoksul köylüleri “iki aşamalı devrim” temelinde gelişen burjuvaziye tabi kılma çabalarında yatmaktadır. Buna göre, önce ulusal kurtuluş için birleşik bir hareket gerekecek; sosyalizm uğruna mücadele ise çok sonra gelecekti.

Troçki’nin Sürekli Devrim teorisi, geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerde gelişmekte olan burjuvazinin, işçi sınıfının kendi egemenliğini kurma çabalarından doğan meydan okumadan korktuğu için, emperyalist egemenliğe karşı ulusal devrimleri tamamlayamayacağını açıklamıştı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki dönemde, Sovyet desteği, başlangıçta, bu tür hareketlere manevra alanı sağlamış; sınırlı reformlar ileri sürme ve “ithal ikameci” ekonomi politikaları uygulama olanağı vermişti. Ancak 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ve kapitalizmin yeniden kurulmasının ardından, Afrika genelindeki ulusalcı rejimler serbest piyasa ekonomisini benimsediler ve bölgenin büyük güçler ve ulusötesi şirketler tarafından sömürülmesinin yerel uygulayıcıları olarak kendilerini kanıtladılar.

Artık ulusal burjuvaziye ve emperyalist güçlere karşı demokratik haklar, iş ve temel gereksinimler uğruna mücadelede belirleyici rol oynaması gereken, kır yoksulları ile ittifak halindeki işçi sınıfıdır. Bu mücadele, ulusal ölçekte sınırlı kalması durumunda başarıya ulaşamaz. Sudan’daki mücadele, Cezayir, Tunus ve Fas işçilerinin grevlerinde ve gösterilerinde açığa vurulduğu üzere, yükselen bir işçi sınıfı militanlığının ortasında meydana gelmektedir. Sudanlı işçiler, dünya sosyalist devrimi programı temelinde, mücadelelerini Afrika genelindeki ve emperyalist merkezlerdeki sınıf kardeşleri ile bilinçli bir şekilde birleştirmeyi amaçlamalılar.

Loading