Perspektif

Koronavirüs salgını ve dünya çapında toplumsallaştırılmış tıbba duyulan ihtiyaç

Geçtiğimiz Aralık ayında Çin'in Vuhan kentinde başlayan koronavirüs salgını, felaketi önlemek için uluslararası koordine edilen bir müdahaleyi gerektiren küresel bir salgına dönüşüyor. Dünya çapındaki tıp ve sanayi kaynaklarının planlı ve akılcı bir şekilde kullanımı, hastalığın potansiyel olarak milyonlarca yaşama mal olmasını engellemek için olmazsa olmaz.

Güney Kore, Seul'de koruyucu giysiler giyen işçiler, bir otobüs garajında koronavirüse karşı önlem olarak dezenfektan sıkıyor, 26 Şubat 2020. (AP Photo/Ahn Young-joon)

Zatürreye neden olan bulaşıcı, tedavisi olanaksız ve potansiyel olarak öldürücü virüs salgınları tehlikesi onlarca yıldır biliniyor. İki farklı koronavirüs, bölgesel salgınlara neden olmuştu: ağırlıklı olarak Çin'de yayılan 2002–2004 SARS salgını ve esasen Suudi Arabistan'da yayılan 2012–2014 MERS salgını. Ancak iki yıllık bir sürede SARS 8.000'yi kişiye bulaşıp 774 ölüme yol açar ve MERS 2.519 kişiye bulaştıktan sonra 886 ölüme neden olurken, son derece bulaşıcı Vuhan koronavirüsü (SARS-CoV-2) dünya çapında yayılıyor. Virüs sadece iki ay içinde 81.296 kişiye bulaştı ve 2.770 ölüme neden oldu.

İtalya'da 383 ve İran'da en az 139 vakanın ortaya çıkmasıyla birlikte, büyük salgın sadece Doğu Asya'da değil, Avrupa'da ve Ortadoğu'da da dalgalar halinde yayılıyor. Yüz milyonlarca insanı tecrit edip ekonomisinin ciddi bir kısmını durdurarak vaka sayısını 78.073 ile sınırlayan Çin, hastalığın yayılmasını önemli ölçüde yavaşlatmayı başardı. Fakat belli ki küresel bir salgının sadece ilk aşamalarında bulunuyoruz.

ABD’deki ve dünya genelindeki yetkililer, başlangıçta yeni virüsü önemsiz gibi göstermeye çalışmışlardı. Dün bile, gözleri hisse senedi portföylerinden başka bir şey görmeyen mali aristokrasinin geniş kesimleri adına konuşan ABD Başkanı Donald Trump, Twitter’da medyayı cahilce azarlayarak, “Caronavirüsü [metinde aynen böyle] olabildiğince kötü göstermeye, mümkünse piyasalarda panik yaratmaya” çalışmakla suçladı ve ekledi: “Keza Hiçbir Şey Yapmayan Demokrat yoldaşlar hep konuşurlar ama eylem yok. ABD çok iyi durumda!”

Çarşamba akşamı Trump, daldan dala atladığı bir basın toplantısı düzenleyerek hastalığın şiddetini önemsiz göstermeye çalıştı; utanmadan kendisinin ve hükümetinin tepkisini övdü ve siyasi muhaliflerini kınadı.

Bu tür cahilce ve sorumsuz yorumlara karşın, bu koronavirüs son derece tehlikeli ve öldürücü bir hastalıktır. Saptanan ve tedavisi bitmiş 33.129 vakanın tam yüzde 8’i (2.770 vaka) ölümle sonuçlandı. 48.167 vaka hâlâ hastalıkla mücadele ediyor; onların 8.867’si (yüzde 18) ciddi ya da kritik durumda bulunuyor. Bu durumda olan hastalar yoğun bakım, suni solunum ve oksijen verme yoluyla hayatta tutuluyor ve her birine ayrı sağlık çalışanının bakımı gerekiyor.

Dahası, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) danışmanı ve Florida Üniversitesi profesörü Ira Longini, Bloomberg News’e, virüsü kontrol altına almak yönünde saldırgan önlemler alınmazsa, epidemiyolojik modellerin, “dünyanın üçte biri” kadarının hastalığa yakalanabileceğini gösterdiğini söyledi. Bu, dünya çapında, ileri kapitalist ülkelerde bile hastaneleri vahim durumda olan, kolayca hastalık yayan milyonlarca hasta ile dolup taşırabilir.

Bu tehlike, hastanelerin yüksek teknolojiden yoksun olduğu ya da onlarca yıldır emperyalist işgaller, iç savaşlar veya İran örneğinde olduğu gibi ABD ile Avrupa’nın kindar yaptırımları eliyle mahvedilen Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde haydi haydi büyüktür.

Salgının insanlığı perişan etmesini engellemek için uluslararası ölçekte koordine edilen bir müdahale zorunludur. Dünya sağlık sisteminin hastaları ayrı tutması, hastalığın yayılma hızını sınırlaması ve enfeksiyondan dolayı zatürre olan hastalara yoğun bakım sağlamak üzere gerekli kaynakları sağlaması son derece önemlidir. Gerekli bakımların ve tıbbi donanımın sağlanması, mali piyasaların ve kâr güdüsünün diktasına ya da emperyalist savaş politikalarına tabi kılınamaz.

Modern bilim, hastalığa karşı tıbba devasa güce sahip araçlar sağlamaktadır. 1918 grip salgını gibi daha önceki küresel salgınlarla var olan zıtlık daha açık olamazdı. Salgının başlamasından sadece iki ay geçmişken, virüs hakkında çok geniş bir bilgiye sahibiz: iç genetik RNA kodunu, dış kabuk biçimini ve insan vücudunda hangi hücreleri ve reseptörleri hedef aldığını biliyoruz. ABD, Çin ve Avrupa dahil olmak üzere dünya çapında birçok ekip, aşı üretmek için yarışıyor ve bunları en geç önümüzdeki yıl klinik açıdan test etmeyi umuyor.

Ayrıca Çin’de yapılan klinik araştırmalar, daha önceden beri var olan ve sıtmayı tedavi etmek için kullanılan klorokinin ya da gribi tedavi etmek için kullanılan fapilavirin de koronavirüsü engelleyip iyileşmeyi hızlandırabildiğini gösteriyor.

Fakat salgın aynı zamanda kapitalizmin yıkıcı akıldışılığını gözler önüne seriyor: uluslararası işçi sınıfının onlarca yıldır ürettiği kaynaklar ve servet heba edilmiş ve insanlık koronavirüs karşısında hazırlıksız bırakılmıştır.

Koronavirüslerin son derece bulaşıcı, tedavisi olanaksız ve potansiyel olarak öldürücü zatürreye neden olma riski, yaklaşık 20 yıldır bilinmektedir. SARS ve MERS salgınlarının ardından, EcoHealth Alliance’ın 2017’de yaptığı araştırma, Asya yarasalarının potansiyel olarak insanlara bulaşabilen yüzlerce koronavirüs barındırdığını gösteriyordu. Buna rağmen, aşı üretimi, virüs ilacı ve koruyucu donanım büyük özel yatırımcıların kâr çıkarlarına tabi kılınmış olduğu için, büyük bir salgın riskine karşı hiçbir hazırlık yapılmadı.

Devasa kaynaklar tıp ve sanayi altyapısına yatırılmış olmalıyken, bunun yerine trilyonlarca dolar Irak ve Afganistan işgalleri gibi ABD-NATO savaşlarının yanı sıra 2008–2009’da Amerika ve Avrupa’daki süper zenginlerin bankalarını kurtarmaya heba edildi. Amerika genelinde birçok hastane kapatılırken, Avrupa Birliği sağlık hizmetleri ücretlerini düşüren ve personeli en aza indiren kemer sıkma önlemleri uyguladı.

Böylesi politikalar mevcut teknolojinin küresel bir salgına hazırlanmak için akılcı kullanımını engellemekle kalmamakta; şimdi hastalığı tedavi etmek için acilen gereken önlemlere de zarar veriyor.

Koronavirüsün Ortadoğu’daki merkez üssü İran, bu duruma belki de en çarpıcı örneği sağlamaktadır. ABD’nin ve Avrupa’nın ilk kez 2012’de yaptırım getirdiği ve daha sonra ABD’nin 2018’de İran nükleer anlaşmasından çekilmesiyle ülkenin kritik önem taşıyan ilaçlara erişemediği koşullarda yüzlerce İranlı hasta oluyor ve salgın hızla yayılıyor.

Geçtiğimiz yıl İranlı bir doktor ABC News’e, “Her 20 kişiden 10’una ihtiyaç duydukları ilaçların tükendiği söylemek zorunda kalıyoruz,” demişti. Koronavirüs hastalarında sıklıkla komplikasyonlara ve ölüme yol açan astım, diyabet ve kanser hastaları gibi birçok kritik vaka için ilaç sıkıntısı var. ABD Hazine Bakanlığı’nın İran’a tıbbi malzeme ihraç eden uluslararası firmalara kindarca dava açıyor olması, bu durumun başlıca nedenidir.

Geçtiğimiz yıl, Atlantic Council adlı düşünce kuruluşu şunları belirtmişti: “[İran’da] 2012–2013’de ilaç fiyatları yüzde 50–75 arttı. Ekonomik gerileme ve artan işsizlikle birlikte, ilaçlar İranlı hastalar için daha zor satın alınabilir hale geldi. İran’da 2013’te yapılan saha araştırmasına göre astım, kanser ve çoklu doku sertleşmesi hastaları ya ilaç yokluğuyla ya da ilaç fiyatlarının fırlaması ile başa çıkmaya çalışıyordu. Bu araştırma ayrıca ilaç fiyatlarındaki artış nedeniyle birçok kanser hastasının tedaviyi durdurduğunu gösteriyordu.”

Bugün İran, sadece Basra Körfezi devletlerine değil, sağlık altyapıları onlarca yıllık ABD-NATO yaptırımları, bombardımanları ve işgalleri eliyle harap edilmiş olan Irak ve Afganistan gibi komşu ülkelere de hızla yayılan bir koronavirüs salgının içine saplanıyor.

Milyonlarca insanın hayatının tehlikede olduğu koşullarda, koronavirüse karşı kritik mücadele emperyalist güçlere ve mali aristokrasiye bırakılamaz. İran’a yönelik yaptırımlar kaldırılmalı, dünya genelinde milyarlarca dolar salgın tehlikesiyle mücadele etmek için harcanmalı ve insanlığın bilimsel ve endüstriyel kaynakları bütünüyle emekçilerin demokratik denetimi altında seferber edilmelidir.

Loading