Fransız kadın avukatlar film yapımcısı Roman Polanski’yi ve masumiyet karinesini savunan bir açık mektup yayımladı

Fransız gazetesi Le Monde, Pazartesi günü, yüzden fazla kadın avukat tarafından imzalanan “Cinsel suçlarla ilgili endişe verici bir suçluluk varsayımı çok sık görülüyor” başlıklı bir açık mektup yayımladı.

Fransız-Polonyalı film yapımcısı Roman Polanski’yi ve suçlanan herkesin masumiyet karinesini savunan mektup, sağcı feministlerin ve Emmanuel Macron hükümetinin bu ünlü film yapımcısına karşı başlattığı kampanyaya yönelik güçlü bir muhalefeti ifade ediyor. Daha genel olaraksa, Ekim 2017’de başlatılan #MeToo kampanyasının izlediği gerici yörüngeyi teşhir ediyor.

Roman Polanski (2017)

Mektubun Paris’te yaşayan on seçkin savunma avukatı tarafından yazıldığı belirtiliyor: Dominique Strauss-Kahn’ı savunan Frédérique Baulieu; hapis cezalarının azaltılması için çalışan Uluslararası Cezaevleri Gözlemevi’nin Fransa başkanı Delphine Boesel; Marie-Alix Canu-Bernard; ünlü ceza avukatı Françoise Cotta; Suriye’deki Fransız yurttaşlarının ailelerini temsil eden Marie Dosé; Corinne Dreyfus-Schmidt; Emmanuelle Kneusé; Jacqueline Laffont; Delphine Meillet ve Clarisse Serre.

Polanski, Dreyfus olayını ele aldığı J’accuse filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazandığı César Ödülleri öncesinde ve sonrasında Fransız hükümeti ve #MeToo kampanyası tarafından açıkça karalandı. Macron hükümetinin yanı sıra Fransa’da ve uluslararası alanda çok sayıda medya yorumcusu, ödülün Polanski’ye verilmesini kınadı.

Fransız avukatlar, mektuplarında şunları belirtiyor: “45. César ödül törenini takip eden hararetli tartışmalar, haklarımızın temelini oluşturan ilkelere içtenlikle bağlı … kadınlar, avukatlar ve ceza hukuku uzmanları olan bizleri, açıklamaya masumiyet karinesinden ve zamanaşımından başlamak zorunda bırakıyor; [bizler] her gün sadece kurbanların acılarıyla değil ama en az onun kadar bir suçlamanın şiddetiyle de karşılaşıyoruz.”

Mektup şöyle devam ediyor: “bir suçlama, hiçbir zaman herhangi bir şeyin kanıtı değildir: aksi takdirde kanıtlayıp mahkum etmek için suçlamanın doğru olduğunu iddia etmek yeterli olurdu. Bu, davacıya inanıp inanmama meselesi değil; sadece suçlamaya herhangi bir kanıt gücü atfedilmesini engelleme meselesidir: cinsel şiddet kurbanı olduğunu iddia eden her kadına iyi niyetle inanılması hiç de onu ‘özgürleştirmez’ ama onun açıklamalarının keyfi olarak ‘kutsallaştırılması’ ile sonuçlanır.”

İmzacılar, devamında şunları belirtiyor: Polanski “birden çok aleni suçlamanın konusu olmuştur. Bunlara, herhangi bir suçlamanın kayda geçirilmesine neden olmayan tek bir suç duyurusu da dahildir: Dolayısıyla o, Samantha Geimer ile ilgili davadan sonra, kınandığı şeyden suçsuzdur.” Polanski, 1977’de, ABD’de, o zaman 13 yaşında olan Geimer (Gailey) ile yasa dışı cinsel ilişkiye girme suçunu itiraf ederek savunma yapmıştı. “Hukuken geçerliliği kabul edilmiş tek kurban olan Geimer ise, hikayesinin istismar edilmesine son verilmesi için sayısız çağrı yapmıştır.”

Fransızca yayımlanan Slate’e 28 Şubat’ta verdiği röportajda Polanski’nin karalanmasına karşı çıkan Geimer, şunları belirtiyordu: “Kurban, geçmişi arkasında bırakma hakkına sahiptir. Saldırgan da itibarına geri kavuşma ve cezasını çekip arınma hakkına sahiptir; özellikle de hatalarını itiraf edip özür dilediyse.”

Frédérique Baulieu

Avukatların mektubu şöyle devam ediyor: “‘Büyük sinema ailesi’ [yani César Ödülleri] onuruna yapılan ve sonunda Roman Polanski’nin ödüllendirilmekten çok aşağılandığı tören, bu yüzden, 40 yılı aşkın süredir aslında artık onun olmayan bir tarihe sünger çekmeye uğraşan bu kadını daha fazla incitmeye katkıda bulunacaktır.”

2010 yılından beri Polanski aleyhine altısı isimsiz olmak üzere 12 cinsel saldırı ithamında daha bulunuldu. Tamamı 44 yılı aşkın bir süre önce meydana gelmiş olaylarla ilgili bu ithamlar zamanaşımının çok ötesinde ve bu yüzden Polanski tarafından bir hukuk mahkemesinde incelemeye açılamıyor ya da itiraz edilemiyor. İtham edenlerin biri hariç tamamı, dava açmak istemediğini açıkladı. Yine de #MeToo kampanyası, masumiyet karinesine ve zamanaşımına bir mahkumiyet kararının önündeki rahatsız edici engeller muamelesi yaparak Polanski’nin suçlu olduğunu ilan etti ve bütün suçlamaları gerçekmiş gibi kabul etti.

Avukatlar, bu kampanyaya yanıt olarak şöyle yazıyor: “Zamanaşımını ve masumiyet karinesini cezasız kalmanın araçları gibi düşünmeye son verilmesi aciliyet arz ediyor: Gerçekte bunlar, içinde bulunduğumuz zararlı zamanlarda her an herkesin kurbanı haline gelebileceği keyfi güce karşı tek etkili savunmayı oluşturmaktadır. Her hatıranın erdemli olduğu ve her unutma eyleminin suçlanmayı hak ettiği iddiasından daha tehlikeli bir iddia yoktur.”

Delphine Boesel

Avukatlar mektuba şöyle devam ediyor: “Bugün yargı sisteminin kadınlara karşı sistematik bir şiddet sergilediğini ya da onların sözlerini yeterince dikkate almadığını iddia etmek yanlış olur. Tersine, bizler … cinsel suçlarla ilgili endişe verici ve güçlü bir suçluluk varsayımının çok sık görüldüğünü belirtiyoruz. Böylece –ne kadar temel bir ilke olursa olsun– ‘şüpheden daima sanık yararlanır’ ilkesine saygı göstermek gitgide zorlaşıyor.”

“Birbiri ardına tweetler ve etiketler ile ortaya çıktığını hissettiğimiz şey, her gerçek demokratı alarma geçirmekte ve bizi şimdiden görmekte olduğumuz haksızlık konusunda endişelendirmektedir: kamuoyu mahkemesinin zaferi. Bazı kadınlar artık bir tıklamayla ve bir zararlı suçlama yağmuruyla kendilerini kurban ve böylece itham edileni de suçlu ilan etmekte tereddüt etmiyorlar. O andan itibaren, eğer mahkeme suçlananı suçsuz bulursa, o kişi suç işlemekten ve adaletten kaçmaktan iki kat suçlu oluyor…”

“Bizler ceza hukukçuları olarak, neredeyse otomatik biçimde genel linçe yol açan keyfi suçlamanın her biçimine karşı her zaman mücadele edeceğiz.”

Le Monde, avukatların mektubunun yayımlanmasından bir gün sonra, #MeToo hareketinin 18 kadın destekçisi tarafından imzalanmış bir başka açık mektup biçimindeki gerici bir yanıtı yayımladı. Avukatlar, tıp uzmanları, kadın hakları savunucusu ve feminist siyasi örgütlerin temsilcileri imzacılar arasındaydı.

Bu mektupta şunlar belirtiliyor: “Şunu sakinlikle söyleyelim: Bu avukatlar yanılıyor. Yargı dünyasının toplumdaki tüm fikirlerden, eşitsizlikten ve şiddetten korunduğuna inanıyorlar (bunun hangi mucizeyle olduğunu açıklamıyorlar)… Yargı sistemi, tıpkı sağlık sistemi, polis ve meslek dünyası gibi tarafsız değildir. Tüm kurumlar gibi o da toplumda var olan tahakküm mekanizmaları eliyle yarılmıştır.”

Bunun kulağa çok “solcu” gibi gelmesi amaçlanmış ve metin, işçi sınıfı içindeki güçlü ve kökleşmiş demokratik düşünceleri belli belirsiz tekrarlamak üzere bilinçli bir şekilde tasarlanmış. İşçi sınıfı, doğru bir şekilde, mahkemelerin, işyerlerinin, iki kademeli sağlık sisteminin zenginler ile güçlülerin çıkarları doğrultusunda ayarlandığını ve geniş halk kitlelerini sömürüp ezmek için kullanıldığını bilmektedir. Ancak bu mektubun yazarlarının savunduğu şey, kapitalist devletin ve kurumlarının güçlendirilmesine karşı çıkma biçimindeki her zaman her solcu ve sosyalist hareketle birlikte anılan tutumun karşıtıdır. Doğrusu, mektubun yazarları, devlet iktidarının dizginsizce genişletilmesi çağrısında bulunmaktadır.

Mektupta şöyle yazıyor: “Yargı sisteminin bugün şiddet mağduru kadınlara karşı şiddet sergilemesi ve onların sözünü yeterince dikkate almaması bizim gerçekliğimizdir. Yalancılık varsayımının şiddet mağduru kadınların içine dert olması bizim gerçekliğimizdir. Biri ağzını açmayagörsün, erkeklerin ve kadınların bizi karşılayan bakışında bunu görür. Bu bakış şöyle der: ‘Hım, emin misin?’, ‘Ama bu nasıl oldu?’, ‘Ama tecavüz müydü?’. Bu bakış buz kesmemize neden oluyor. Bu bakış bizi susturuyor.”

Bu satırlar, #MeToo hareketinin demokratik haklara düşmanlığını özetlemektedir. Onların “yalancılık varsayımı” olarak adlandırdığı masumiyet karinesi; sanığın –evet– suçlamaları reddetme ve kendisini suçlayanlarla yüzleşerek suçlamalara itiraz etme hakları dahil olmak üzere tüm adil yargılanma haklarıyla birlikte yargılanması yoluyla, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanana kadar her suç isnadının yanlış olduğu varsayılır demektir.

Yazarların tecavüz ve cinsel saldırı iddialarının üstünkörü sorgulanmasına bile kızmaları, masumiyet karinesini ve yargı sürecini reddettiklerinden başka bir anlama gelmez. Onların yargı sürecinde bir suçlama olacak, ardından sanık baş engizisyoncu tarafından topa tutulup suçlu ilan edilecek ve yaka paça hapse atılacaktır.

Fransa’da #MeToo histerisine ve Polanski karşıtı kampanyaya öncülük eden üst orta sınıf sosyal tabakalar, bu son derece önemli demokratik sorunlara tamamen kayıtsızdır. Polanski’ye karşı kampanyayı memnuniyetle sahiplenen sahte sol Yeni Anti-Kapitalist Parti (NPA) de onlara dahildir. Bu hareketler, işçi sınıfına ve göçmenlere saldıran, zenginlere para akıtmak için sosyal harcamaları kesen Macron yönetimiyle ve Dreyfus olayının sonucuna, dolayısıyla da Polanski’nin filmine düşman olmayı sürdüren en gerici siyasi güçlerle birlik oluşturuyorlar.

Eğer Macron yönetimi yarın hükümete ileride işçileri ve siyasi muhalifleri hapsetmek için kullanacağı geniş yetkiler vererek cinsel saldırı davalarında yargılanma gerekliliğini sona erdirdiğini duyursa, #MeToo hareketinin cadı avcıları ve onların sahte solcu destekleyicileri “Yaşasın!” diye haykırırlar.

Bunda ilerici olan en ufak bir şey yoktur.

13 Mart 2020

Loading