Pandeminin ortasında işsizlik ve yoksulluk tırmanıyor

Pandemiden sonra toplumsal ve ekonomik kriz derinleşirken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Mart 2020 dönemine ait işgücü istatistiklerinin sonuçlarını açıkladı. Açıklanan resmi verilere göre Türkiye’de işsizlik oranı 0,9 puanlık azalış ile yüzde 13,2 seviyesinde gerçekleşti. Geçen yılın aynı dönemine göre, Türkiye genelinde 15 ve üstü yaştakiler arasındaki işsiz sayısı 573 bin kişi azalarak 3 milyon 971 bin kişi oldu.

Oysa TÜİK’in verileri detaylı olarak incelendiğinde, gerçek durumun kurumun açıkladığının tam tersi olduğu; işçi sınıfı içinde hükümetin izlediği politikaya yönelik toplumsal muhalefetin büyüdüğü koşullarda, hükümetin özellikle pandeminin ekonomiye olumsuz etkilerini gizleme çabası içinde raporu manipüle ettiği anlaşılıyor.

Mart 2019’da çalışan sayısı resmi olarak 27 milyon 795 bin kişi olarak hesaplanmıştı. Fakat TÜİK, bir yıl sonra, Mart 2020’de çalışan sayısının 26 milyon 133 bin kişiye gerilediğini iddia ediyor. Bu bir yıllık dönemde çalışma çağındaki nüfusa 1 milyon 39 bin kişi daha eklendiği halde, TÜİK’in yaptığı hesaplamaya göre işsizlik 573 bin kişi azalıyor. Başka bir ifadeyle, yetkililer, bir yıl içinde yaklaşık 2,1 milyon kişinin çalışma hayatından çekildiğini söylüyorlar.

Aslında işgücü sayısını ve işgücüne katılma oranını düşük gösteren veriler, işsizlik oranının düşmekte olduğu yalanını açıkça ifşa ediyor. TÜİK verilerine göre, işgücüne katılım oranı (çalışma yaşı içerisinde olup, çalışan ya da iş arayanların aktif nüfusa oranı), 4,5 puanlık bir azalma ile yüzde 48,4 oldu.

Kurumun işsizlik tanımı da işsizlikteki hızlı büyümeyi gizlemeye yardımcı oluyor. TÜİK, bir kişiyi işsiz saymak için son bir ayda iş arayıp bulamamasını zorunlu tutuyor. Bu durumda, son bir ay içerisinde iş başvurusu yapmamış olan işsizler işsiz kategorisinde sayılmıyor. Ayrıca uzun süre iş arayıp bulamayan ve bir iş bulma umudunu yitirmiş olanlar da işsiz kategorisinde değerlendirilmiyor.

TÜİK’in araştırmasının ardından, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) 10 Haziran’da bir rapor yayımladı. ILO’nun kullandığı yöntemlere dayanan DİSK-AR’ın raporu, genel olarak TÜİK’in verdiği sayıları çürüten bir yanıt niteliğindeydi.

DİSK-AR’ın “Haziran 2020 İşsizlik ve İstihdam Raporu: İstihdamda Covid-19 Depremi” başlığı altında yayımlanan raporunda, TÜİK’in araştırmasındaki resmi işsizlik verilerinin gerçeği yansıtmadığı vurgulanıyor. Raporda ayrıca COVID-19 pandemisinin Türkiye’de en az 6 milyon istihdam kaybına yol açtığı ve koronavirüs salgını etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsiz sayısının 13 milyonu aştığı bilgileri verilerle paylaşılıyor. Revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik oranının (istihdam kaybı dahil) yüzde 39 olduğu belirtiliyor.

Gerçek işsizlikteki artış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın pandemi sürecinde sözde “işten çıkartmanın yasaklanması” kararının ortasında meydana geliyor. Koronavirüs salgını ile birlikte hükümet, işçiler arasında artan toplumsal öfkeyi sınırlamak için, patronlara işten çıkarma yerine kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin ödeneği gibi imkanlar sağladı. Aynı zamanda işçilerin primleri ile toplanan işsizlik fonundan yapılan bu ödemeler sayesinde patronların işten çıkarma maliyetleri ortadan kaldırılmış oldu. Türkiye’de bugüne kadar 3,5 milyon işçi için kısa çalışma ödeneği başvurusu yapılmış ve 1 milyona yakın işçi ücretsiz izne çıkarılmış durumda.

Ücretsiz izine çıkarılan yüz binlerce işçiye işsizlik fonundan ayda sadece 1.170 lira (yaklaşık 172 dolar) ödeniyor. Bu meblağ, 2.325 lira (yaklaşık 343$) olan asgari ücretin hemen hemen yarısına denk geliyor. Türk-İş’in her ay yaptığı araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı Mayıs ayı için 2.438,24 lira olurken, yoksulluk sınırı 7.942,17 liradır. Bu sayılar, ücretsiz izne çıkarılanlara yapılan ödemenin açlık sınırının bile çok altında olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Başka bir ifadeyle, Türkiye’deki en zengin 100 kişi toplamda 100 milyar dolardan fazla bir servete sahipken, milyonlarca işçi ve aileleri üç kuruşla geçinme mücadelesi veriyor.

Egemen sınıf, pandemi süresince işçileri sağlıkları ve hayatları pahasına çalışmaya göndermeye devam etti. Vaka sayısındaki göreli azalma ile kısıtlı önlemleri kaldıran hükümet, Mayıs ayından beri hızlı bir normalleşme sürecine geçti ve bankaların ve büyük şirketlerin kârlarını arttırması için ekonominin neredeyse tüm sektörlerini açtı.

Hükümetin bu canice politikasının etkisi, kısa sürede günlük vaka sayısındaki hızlı artış biçiminde kendini gösterdi. 700’lere kadar inen vaka sayısı tekrar 1500 civarına yükseldi. Hükümet yetkilileri kendi politikalarının caniliğini gizlemek için insanları kişisel önlem almamakla suçlarken, halk içinde hükümetin salgın karşısında izlediği politikalara yönelik öfke büyüyor. Hükümetin izlediği politikanın sınıf karakteri, işçiler arasındaki COVID-19 vaka sayısının Türkiye ortalamasının üç katından fazla olmasında açık bir şekilde görülmektedir.

Metropoll Araştırma Şirketi’nin Haziran ayı başında açıkladığı, “Türkiye’nin Nabzı Mayıs 2020” araştırması sonuçlarına göre, son bir yıl içinde geçim şartlarının kötüleştiğini söyleyenlerin oranı yüzde 53,5 olurken, “Türkiye’nin en büyük sorunu ekonomi ve işsizlik” diyenlerin oranı yaklaşık 12 puan artarak neredeyse yüzde 50’ye ulaştı. Yapılan araştırmada AKP’ye oy veren seçmenin yüzde 39’u da geçim şartlarının kötüleştiği görüşünde.

Ankette yer alan koronavirüs salgınının ekonomik etkilerine yönelik sorularda, katılımcıların yüzde 31,8’i salgın sürecinde işsiz kaldığını; yüzde 8’i ücretsiz izine gönderildiğini söylerken, yüzde 20,3’ü temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını belirtti. Ankete katılanların yüzde 58’i bu dönemde yalnızca barınma ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayabildiğini; yüzde 20,4’ü kredi kartı borcunu ödeyemediğini; yüzde 17,8’i diğer kişilere olan borçlarını ödeyemediğini söyledi. Aylık faturalarını ödeyemeyenlerin oranı yüzde 17,7 olurken, ev kirası ve banka borçlarını ödeyemeyenlerin oranı yüzde 17,2 oldu.

Son dönemde Türkiye’de yapılan tüm araştırmalar işçi sınıfının pandemi ortamında işsizliğe, açlığa ve yoksulluğa mahkum edildiğini ortaya koyarken, Erdoğan hükümeti Türk burjuvazisine çeşitli yollarla milyarlar aktarmaya devam ediyor. Nisan ayında mali piyasalardan 28,2 milyar lira borçlanacağını açıklayan Hazine, hedeflenenden 39 milyar lira fazlasını borçlanarak toplam 67,2 milyar lira borçlandı. Borçlanma Mayıs ayında da hız kesmedi ve Hazine, hedeflenen miktar olan 40 milyar liranın 36,5 milyar lira üzerine çıkarak 76,5 milyar lira borçlandı. Egemen sınıfa düşük faizli kredi ve teşviklerle para pompalayan hükümet, tüm dünyada olduğu gibi bu borcun bedelini işçi sınıfının sömürüsünü arttırarak karşılamaya çalışacak.

Egemen sınıf, pandemiyi, kendi kasasına devasa meblağlar aktarmak ve işçi sınıfına yönelik toplumsal saldırılarını yoğunlaştırmak için bir fırsat olarak kullanıyor. Bu, önümüzdeki dönemde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bir şekilde şiddetlenmesine yol açacak.

Loading