Altın fiyatları rekor seviyeye yükseldi

Tüm dünyada hükümetlerin ve başta ABD Fed olmak üzere merkez bankalarının, şirketleri ve borsaları kurtarmak için piyasalara trilyonlarca dolar ve diğer para birimlerini pompalaması, altının ons fiyatını 2000 doların üzerinde rekor bir seviyeye çıkardı.

Altın satın alma çılgınlığının arkasında iki itici güç bulunuyor: 1) fiyatının daha da yükseleceğine inanan yatırımcıların üşüşmesinden kaynaklanan spekülasyon ve 2) bilgisayarda yaratılan devasa miktarda paranın mali piyasaları basmasının, ABD dolarına bir güven krizine yol açabileceğine ve bunun mali sistemin geneline yayılabileceğine dair uzun dönemli kaygılar.

Altın alımının kapsamı, bu hafta başında açığa çıktı. Financial Times, metale dayalı finansal türevlerden ziyade kendi fiziksel altın stokları bulunan borsa yatırım fonu SPDR Gold Shares’in, her gün tonlarca altın satın aldığını bildirdi.

SPDR’nin, küresel banka HSBC’nin Londra’daki kasalarında tutulan varlıkları, bu hafta Pazartesi ve Salı günü yaptığı 15’er tonluk alımlardan sonra 1258 tona tekabül ediyor.

Boston’daki State Street bankası ile World Gold Council arasındaki bir ortaklık olan SPDR’nin altın stokları, şu anda ABD Fort Knox’taki altının dörtte birine eşit ve Japonya Merkez Bankası’nın, Birleşik Krallık Merkez Bankası’nın ve Hindistan Merkez Bankası’nın altın rezervlerinden daha fazladır.

SPDR’nin doğrudan amacı, altın alımından getiri elde etmektir. SPDR, bu yıl, altın fiyatı hızla yükselirken yüzde 33 getiri elde ettiğini ve kendi değerini 80 milyar dolardan fazla arttırdığını bildirdi.

Financial Times, Wells Fargo analistlerinin, altın fiyatının yükselme nedenleri hakkındaki açıklamasını aktarıyor. Buna göre, 2020 başlarında “altının güçlenmesi, koronavirüs korkularına ve küresel ölçekte aşırı para basımına bağlıydı. Daha yakın zamanda ise altın, ABD doları trenine atladı; ABD doları gezegendeki en zayıf para birimlerinden biri haline gelirken 1900 doların üzerine yükseldi [şu anda 2030 doların üzerinde].”

Artık uzak geçmişte kalan sözde “normal zamanlar”da, altın, devlet tahvillerine yapılan yatırımla karşılaştırıldığında dezavantajlıdır çünkü faiz getirmez. Fakat Fed’in ve diğer büyük merkez bankalarının devasa miktarda tahvil satın alma programları, tahvillerin fiyatlarını yükseltti ve faiz oranlarını rekor seviyede geriletti (ikisi arasında ters ilişki var).

Bu hafta, küresel mali sistemin temellerinden biri olan 10 yıllık ABD Hazine tahvillerinin faiz oranı, yüzde 0,5 ile tüm zamanların en düşük seviyesine yaklaştı. Bu, güvenli liman olarak görülen bu tahvillerin, enflasyon hesaba katıldığında negatif getiriler getirerek altına dönüşü tetiklediği anlamına geliyor.

Küresel varlık yönetimi şirketi Schroders’te fon operasyon sorumlusu olarak çalışan Jim Luke, enflasyon dikkate alındığında, 10 yıllık ABD tahvil getirisinin bu ay yüzde eksi 1,02 ile rekor seviyeye gerilediğini ve daha da düşebileceğini belirtiyordu.

Luke, Financial Times’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Altına bakan insanlar ‘altın düşkünü’ olarak nitelendirilme eğilimindedir ve bazıları bu tür bir körü körüne inanca sahiptir. Fakat yatırımcıları altına çeken şey, altına olan güven değil; daha çok diğerlerine –merkez bankalarına, hükümetlere ve özellikle de başka yerlerde gerçek getiri elde edilebileceğine dair– güven eksikliğidir.”

Mali piyasalardaki keskin zikzaklar, şirketleri kurtarmak ve borsaları ayakta tutmak isteyen hükümetlerin ve merkez bankalarının bir bilgisayar tuşuyla yarattıkları devasa miktarda parayı piyasaya akıtmasından kaynaklanıyor.

Bank of America’ya göre, hükümetler, koronavirüsün etkilerine karşı koymaya çalışırken 20 trilyon dolar değerinde teşvik önlemleri açıkladılar. Bu, gayrisafi küresel hasılanın yüzde 20’sine denk bir meblağdır. Banka, altının fiyatının daha da yükselebileceğini ve onsunun 3 bin dolara çıkabileceğini belirtiyor.

Bu, giderek daha çıldıran mali piyasalarda kişilik bölünmesi sendromunun gelişmesi olarak tarif edilebilecek olan durumun oluşmasına yol açtı.

Bir yandan, borsa spekülatörleri, ABD Fed’in Mart ortasındaki müdahalesinin, reel ekonomide hangi gelişme olursa olsun, Fed’in Wall Street’i destekleyeceği anlamına geldiğini hesaplıyorlar. Söz konusu müdahaleyle, ABD Hazine tahvilleri piyasasından şirket tahvillerine kadar ABD mali sisteminin bütün alanlarına arka çıkılmıştı.

Mart ayı ortasındaki hızlı düşüşlerinden sonra borsalarda yaşanan yükselişlerin arkasında bu inanç bulunmaktadır. O zamandan beri işçiler 1930’ların Büyük Bunalım’ından bu yana en kötü ekonomik koşullarla karşı karşıya kalırken, mali oligarklar servetlerine yüz milyarlarca dolar eklediler.

Pandemi daha da kötüleşirken, Çarşamba günü, Dow borsası 373 puan ya da yüzde 1,4 yükseldi. S&P 500 yüzde 0,6 artarken, NASDAQ endeksi 2020 yılındaki 31. rekorunu kaydetti.

Diğer yandan ise altın fiyatının yükselişine yansıyan, büyüyen bir korku var. Bu, merkez bankasının bilgisayardan yarattığı trilyonlarca doları pompalamaya devam etmesinin tüm mali sistemin altını oyduğu korkusudur.

ABD Başkanı Nixon’ın ABD dolarından altın desteğini çektiği Ağustos 1971’den beri, dolar dahil dünyadaki her para birimi, fiziksel bir varlıkla desteklenmeyen (madeni bir karşılığı olmayan) itibari para olmuştur.

Son 50 yıldır parasal sisteme olan güven, devlet, hükümet ve merkez bankası gücünün istikrarı sağlayabileceği inancıyla sürdürülmüştür. Ancak bu güven, para arzındaki görülmemiş genişleme eliyle artık hızla aşınıyor.

Bu durum, genişlemenin devam etmesinin bir noktada enflasyona yol açmak zorunda olduğu korkusuna yol açıyor: Reel ekonomide yükselen fiyatlardan değil, itibari para birimlerinin değerindeki çöküşten kaynaklanan ve son aylarda keskin bir düşüş gösteren ABD dolarıyla başlayan bir enflasyon.

Özellikle ABD’de artan siyasi işlevsizlik gibi başka etmenler de söz konusu. Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinin düzenlenmeyebileceğine veya düzenlenirse de Trump’ın yenilmesi halinde sonucu kabul etmemesiyle büyük bir krize yol açacağına dair kaygılar var.

Çin ile çatışma başta olmak üzere artan jeopolitik gerilimler de güven krizini besliyor.

Ayrıca, finans basınında pek bahsedilmese de, pandeminin yarattığı yıkımın ve tüm hükümetlerin toplum sağlığını –bedeli ne olursa olsun– şirket kârlarını pervasızca korumaya tabi kılmasının, sınıf mücadelesinde kapitalist ekonomik düzeni temellerinden sarsacak bir yükselişe neden olacağına dair ciddi bir korku var.

6 Ağustos 2020

Loading