Ermenistan-Azerbaycan savaşı Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve Rusya’yı barut fıçısına dönüştürüyor

Güney Kafkasya’da nüfusu Hristiyan olan Ermenistan ile Müslüman ağırlıklı bir ülke olan Azerbaycan arasındaki savaş, tüm bölgeyi askeri ve etnik-dinsel bir barut fıçısına dönüştürmüş durumda.

Savaş, 27 Eylül’de başladı. Azerbaycan, Ermenistan’ın kontrolündeki Dağlık Karabağ bölgesine ağır topların, tankların ve savaş uçaklarının kullanıldığı büyük bir saldırıya geçti. Artık hem Bakü hem Erivan büyük şehirleri bombalıyor ve sivil kayıpların yüzlerce olduğu tahmin ediliyor.

Askeri analist Leonid Nersisyan geçen hafta Rus Nezavisimaya Gazetesi’ne verdiği demeçte, savaşın boyutunun eşi görülmemiş olduğunu ve tek bir günde meydana gelen askeri kayıpların 1992-1994 savaşı sırasında meydana gelenlerin çoktan ötesine geçtiğini söylüyordu.

Bir Ermeni mevziisine yapılan saldırıyı gösteren bir video. (Azerbaycan Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan videodan ekran görüntüsü)

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 4 Ekim’de yaptığı ulusal sesleniş konuşmasında, Ermenistan Azerbaycan topraklarından kuvvetlerini çekmeyi resmen kabul edene kadar ülkesinin saldırıyı durdurmayacağını açıkladı. Ayrıca Ermenistan’dan resmi bir özür talep etti. Bu koşullar genel olarak Ermenistan için kabul edilemez.

Pazartesi günü İran, kendisini savaşan iki taraf arasında arabulucu olarak sunduğu bir barış planı açıkladı. Bununla birlikte, Rus basını, Bakü’nün ve Azerbaycan’ı yoğun bir şekilde destekleyen Ankara’nın, nihayetinde hem Rusya’yı hem de İran’ı içine çekebilecek uzun bir savaşa hazırlandığını yazıyordu. Rusya’nın Ermenistan’da önemli bir askeri üssü var ve savaş bu üsse giden ikmal yollarını kesintiye uğratmakla tehdit ediyor.

Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da son on yıllarda ABD emperyalizminin müdahalesiyle ateşlenen çatışmalarla doğrudan kesişen bu savaşın Avrupa, Rusya ve Ortadoğu için önemli etkileri bulunuyor.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ bölgesi üzerine savaş ilk kez 1988’de başladı. Bu savaş, Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’nde kapitalist restorasyonu ilerletmesi ve bunun da aşırı milliyetçiliği ve ayrılıkçılığı kışkırtmasıyla doğrudan bağlantılıydı. Savaş altı yıldan fazla sürdü, tahminen 40.000 kişinin ölümüne ve yüz binlerce kişinin yerinden olmasına yol açtı.

Avrupa, Karadeniz ve Ortadoğu arasında bir köprü işlevi gören coğrafi konumu nedeniyle, enerji zengini Kafkasya uzun zamandır jeopolitik rekabetin sıcak bir noktası olmuştur. SSCB’nin 1991’de dağıtılmasından bu yana, Stalinist bürokrasinin egemenliği altında bölgede onlarca yıl boyunca şiddetlenen dini ve etnik gerilimler, özellikle ABD ve müttefikleri tarafından kendi çıkarlarını ilerletmek için sistematik olarak istismar edildi.

Bugün, bu çatışmalar, Ortadoğu’da ABD öncülüğündeki savaşlarla derin bir şekilde iç içe geçmiştir. Suriye’den ve Libya’dan binlerce İslamcı paralı askerin Azerbaycan tarafında konuşlandırıldığına dair ilk haberler, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından doğrulandı. Macron, İslamcı savaşçıların Kafkasya’ya, Suriye ve Libya’daki savaşlarda da yoğun şekilde yer alan Türkiye üzerinden girdiklerini öne sürdü. İslamcı milislerin silahlandırılması ve eğitilmesi, Washington’un Suriye’deki iç savaş stratejisinin kilit bir bileşeni olmuştur.

Dahası, Azerbaycan, geçtiğimiz on yılda ABD’nin ve İsrail’in savaş hazırlıklarına sıkı sıkıya entegre edilmiştir. Rus basını, Ermenistan’daki sivil hedefleri yok eden Azeri füzelerinin hepsinin Azerbaycan Savunma Bakanlığı ile İsrailli Aeronautics Defence Systems şirketinin ortak sahibi olduğu Azad Systems tarafından üretildiğine dikkat çekti. Trump yönetimi, Azerbaycan’a 2018-2019’da 100 milyon dolarlık yardımda bulundu; bir önceki yıl bu rakam 3 milyon dolardı.

Dağlık Karabağ’ın konumu

Bununla birlikte, Beyaz Saray’ın açıklamaları, Washington’ın savaş konusundaki tutumunu belirsiz bıraktı. Kafkasya’daki savaşın hızla tırmanması, Washington’da Trump’ın Kasım ayında açıkça darbe yapma tehditlerinin hakim olduğu bir haftaya denk geldi. Hemen ardından Trump’ın ve sayıları giderek artan Beyaz Saray personelinin koronavirüse yakalandığı haberi geldi.

Bu arada Fransa’da, Paris’in Ermenistan’ın tarafını tutması yönünde çağrılar artıyor.

Rusya gibi İran da müzakereler ve ateşkes konusunda ısrar ederek açıkça taraf olmaktan kaçındı. Rus basınında çıkan haberlere göre, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ve toplam nüfusun yaklaşık dörtte biri, yani 20 milyon etnik Azeri’nin yaşadığı İran’da artan bir Ermeni karşıtlığı var. Azerilerin büyük çoğunluğu İran’ın kuzeyinde, doğrudan Azerbaycan ile sınır komşusu olan bölgede yaşıyor. İran’da ayrıca 150 bin ila 300 bin arasında etnik Ermeni Hristiyan yaşadığı tahmin ediliyor.

Hem Türkiye hem de Azerbaycan, savaşı, Hristiyan Ermenistan’ın saldırısı karşısında Müslüman dünyasını ve İslami değerleri savunma savaşı olarak resmediyor. Rusya, çoğu Kuzey Kafkasya’da yaşayan yaklaşık 14 milyonluk bir Müslüman azınlığa (toplam nüfusun yüzde 10’u) ev sahipliği yapıyor.

Kremlin’in durumu ne kadar patlayıcı bulduğunun bir göstergesi olarak, tüm resmi açıklamalar ateşkes çağrısı ve iki taraf arasında müzakerelerle sınırlı kaldı. Nezavismaya Gazeta’ya göre, Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov dizginleri bizzat ele aldılar ve diğer yetkililerin müzakerelere karışmasını istemiyorlar.

Yazarları Kremlin’le yakın bağlara sahip olan düşünce kuruluşu dergisi Russia in Global Affairs tarafından yayımlanan bir makalede, Kafkasya’daki savaşın Rusya’nın Suriye’deki iç savaşa askeri müdahalesinin başlamasının beşinci yıldönümünde başladığına işaret ediliyordu: “O dönemde Rusya’nın görevlerinden biri, İslamcı terörizm tehdidini kontrol altına almak ve sınırlarına yaklaşmasını önlemekti. Ancak şimdi… Suriye’den ve Libya’dan gelen savaşçılar Karabağ’da savaşıyor.”

Dergi, savaşın daha da tırmanmasını önlemek ve Türkiye’nin nüfuzunun artmasını sınırlamak için Ankara ile müzakere edilmiş bir çözümü savunuyordu: “Belki de Erdoğan’ın başlıca görevi Karabağ konusunda Rusya ile karşılıklı işbirliği için bir mekanizma oluşturmaktır. Putin ile Erdoğan arasında son yıllarda Rusya sınırlarının güney kanadında yapılan bir dizi anlaşma, her iki taraf için de çok faydalı oldu.”

Yazıda, Türkiye’nin, NATO üyesi olmasına rağmen, son yıllarda “Kuzey Afrika ve Balkanlardan Ortadoğu’ya, Kafkaslara ve [Türkiye’nin] tarihsel olarak ‘kendinin’ olarak gördüğü Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada Amerikalıların küçük ortağı rolünü oynamaya artık razı olmadığını” gösterdiğine dikkat çekildi. Makale, Moskova’nın, Ankara’nın saldırısını yavaşlatmaya çalışması, savaşan taraflar arasında ateşkes için temel oluşturması ve AGİT Minsk grubunun rolünü güçlendirmesi gerektiğini savunuyordu. Sonra “Türkçede kibarca ‘nyet’ [hayır] demenin” bir yolu bulunurdu.

Kremlin’in temel korkusu, güney sınırlarındaki savaşın ve özellikle İslamcı savaşçıların varlığının, uzun süredir kaynayan bölgesel, etnik ve dini çatışmaları kendi sınırları içinde yeniden alevlendirebilecek olmasıdır. Ermenistan’ın hemen kuzeyinde, çoğunluğu Müslüman olan Kuzey Kafkasya’da, Kremlin, bölgenin Rusya Federasyonu’ndan ayrılmasını önlemek için, 1994-2009 yılları arasında ABD destekli bir Çeçen ayrılıkçı harekete karşı iki kanlı savaş yürüttü. Savaşlar, Çeçen nüfusunun yaklaşık onda birinin ölümüyle sonuçlandı ve bölgeyi mahvetti.

Rusya’nın ekonomik olarak az gelişmiş Uzak Doğu’daki bir şehri olan Habarovsk’ta bölgeci pankartlar altında büyük protestolar patlak verdiğinden, Rusya’daki etnik ve bölgesel çatışmalara ilişkin korku son aylarda zaten artmıştı. ABD ve Almanya destekli liberal muhalefet, bu bölgeci ve ayrılıkçı duyguları ve eğilimleri sistematik olarak teşvik ediyor.

Ayrıca, Rusya’nın batı sınırında, Belarus’taki Aleksandr Lukaşenko rejimi Ağustos ayından bu yana kitlesel protestolarla sarsıldı. Bu durum, Lukaşenko’nun yerini NATO ve AB ile daha doğrudan uyumlu bir hükümetin alması endişesi yarattı. Şubat 2014’te ABD’nin ve Almanya’nın desteğiyle Kiev’de düzenlenen darbeyle tetiklenen iç savaş da Rusya sınırındaki Doğu Ukrayna’da şiddetlenmeye devam ediyor.

1917 Ekim Devrimi’ne ihanet eden ve SSCB’yi yıkan Stalinist bürokrasiden doğan Rus oligarşisi, oluşmasına bizzat yardımcı olduğu bu felaketten bir çıkış yoluna sahip değildir.

Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaş işçi sınıfı için devasa tehlikeler oluşturmaktadır. Bu savaşı durdurmanın ve çok daha geniş etnik ve askeri çatışmaların önüne geçmenin tek yolu, sosyalizm mücadelesinden geçmektedir. Bu mücadele, bilinçli olarak, Troçkizmin Stalinizme karşı mücadelesinin derslerine dayanmalıdır.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Kasım 1991’de, Emperyalist Savaşa ve Sömürgeciliğe Karşı Dünya İşçi Konferansı düzenlemişti. Konferans Stalinist rejimlerin çöküşünü ve Ortadoğu’da yeni sömürgeci savaşların patlamasını analiz etmiş ve işçi sınıfı içinde savaş karşıtı sosyalist bir hareketin temellerini atmıştı. Bu konferansın belgelerine buradan ulaşılabilirsiniz.

6 Ekim 2020

Loading