Hükümet pandemi kısıtlamalarını kaldırırken sağlık örgütleri tam kapanma çağrısı yapıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pazartesi günü yaptığı açıklamayla, hükümetin pandemide 2 Mart’tan itibaren “kontrollü normalleşme” sürecini başlattığını duyurdu. Gerçekte ise bu, bir “sürü bağışıklığı” politikasının parçası olarak, COVID-19’un yayılmasını sınırlayan neredeyse tüm kısıtlamaların kaldırılması anlamına geliyor.

İl bazında yapılan ve bilimsel bir temeli olmayan dört risk kategorisine göre, şehirlerarası seyahat yasağı uygulanmadan önlemler kaldırılıyor. Düşük ve orta riskli şehirlerde hafta sonu sokağa çıkma kısıtlaması tamamen kaldırılırken, “yüksek” ve “çok yüksek” riskli olarak sınıflandırılan şehirlerde bu kısıtlama Pazar günü sürecek.

Sağlık örgütleri, düzenledikleri basın toplantısında, kısıtlamaların kaldırılmasına karşı çıkarken, “aşılama yapılması ve önlem alınması” çağrısı yaptı, 4 Mart 2021, Ankara. [Fotoğraf: Türk Tabipleri Birliği (TTB) web sitesi]

Erdoğan’ın, düşük ve orta riskli denilen şehirlerde ortaokullar ve liseler de dahil olmak üzere yüz yüze eğitimin başlayacağını ilan etmesinin ardından, Türkiye genelinde milyonlarca öğrenci okullara dönmeye başladı. Beklendiği üzere, daha şimdiden ülkenin dört bir yanındaki okullardan pozitif vaka haberleri geliyor. Hükümet, öğretmenleri aşılayacağını iddia etmiş olmasına rağmen, öğretmenlere yönelik yaygın bir aşı seferberliği hâlâ başlamış değil.

Kamu kurumları ve çalışanları normal çalışma saatlerine dönerken, çok yüksek riskli şehirler dışında restoran ve kafe gibi yerler sabah 7’den akşam 7’ye kadar yüzde 50 kapasiteyle açılabiliyor. Erdoğan ayrıca, çok yüksek riskli olarak sınıflandırılan iller dışında 300 kişiye kadar katılımla genel kurullar düzenlenebileceğini duyurdu. Oysa birçok bilim insanı, çeşitli şehirlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından düzenlenen kongre ve toplantılardan hemen sonra salgının şiddetlendiğini açıkça göstermiş durumda.

Bu adımlar, dünya çapında, egemen seçkinlerin çıkarları doğrultusunda, işçilerin sağlığı ve hayatı pahasına uygulanan işe ve okula dönüş politikasının bir parçasıdır. Başından itibaren Erdoğan hükümetinin önceliği, halk sağlığını korumak değil, mali oligarşinin kâr akışını sürdürmek olmuştur.

Erdoğan, konuşmasında, “tedbirlerden etkilenen tüm kesimler için” destek paketleri hazırladıklarını iddia etti. Oysa DİSK-AR’ın 5 Şubat 2021 tarihli raporuna göre, 2020 yılında Türkiye’deki “toplam ekonomik desteklerin yüzde 89’u işletmelere, şirketlere ve bankalara” yapıldı. İşçilere yönelik toplan 42 milyar liralık nakit desteği ise işsizlik sigortası fonundan karşılandı. Gerçekte, bu “sosyal yardımlar” bile kapitalist sınıfı desteklemektedir. Şirketler, bu dönemde kısa çalışma ya da “ücretsiz izin” ödeneği dayatmasıyla karşılaşan işçilere maaş ödemediler.

Hükümetin bu “sürü bağışıklığı” stratejisinin sonucunda, Türkiye toplam 2,7 milyondan fazla vakayla dünyada dokuzuncu sıradadır. Gerçek sayılar hakkında bir süre boyunca yalan söylediğini itiraf etmiş olan Sağlık Bakanlığı’nın güvenilirliği kuşkulu rakamlarına göre, toplam ölü sayısı 29 bine yaklaşıyor ve hayatını kaybedenlerin en az 385’i sağlık emekçisi. Hükümetin toplam ölüm sayıları, gerçek kayıpların oldukça altındadır.

Yönetmen ve yazılımcı Güçlü Yaman’ın yaptığı hesaplamalara göre, Türkiye’de pandeminin başından beri 98 bin fazla ölüm meydana geldi. Yazılımcı Zeki Berk’in hazırladığı aşağıdaki grafik, resmi rakamların güvenilmezliğini gözler önüne seriyor.

“Bu grafikte Türkiye dahil 17 Avrupa ülkesinde 1 Aralık - 25 Şubat arası her 1 Milyon kişide günlük Covid-19 ölümleri gösterilmiştir. Grafik 7 günlük kayan ortalamalı değerler üzerinden hazırlanmıştır. Kaynak: Our World in Data web sitesi.” (Zeki Berk’in açıklaması)

Bu grafiği yorumlayan Yaman, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) pandemi konusunda hükümetle yaptığı gerici işbirliğini şöyle eleştiriyordu: “Hükümet gibi salgının gerçek sonuçlarını çok uzun süre halktan gizleyen CHP’li belediyelerin aşağıdaki kırmızı çizginin bu kadar düz kalabilmesine katkısını da unutmayalım.”

Diğer taraftan, Sağlık Bakanlığı, Salı günü 11.837 yeni vaka tespit edildiğini açıkladı ki bu 7 Ocak 2021’den beri en yüksek sayı. Günlük resmi ölü sayısı halen 60’ın üzerinde. Berk, 2 Mart’ta, İstanbul’daki koronavirüs vakalarında bir haftada yaklaşık yüzde 50 artış olduğuna dikkat çekiyordu.

Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fatih Tank ise, 3 Mart’ta, Türkiye’de bugüne kadar COVID-19’dan meydana geldiği açıklanan resmi vefat sayılarının yarısından fazlasının (14.455) son 3 ayda kaydedildiğini ifade etti. Yine Tank’ın açıklamasına göre, 2 Mart’ta 24 Aralık’tan beri en yüksek test pozitiflik oranına (yüzde 8,75) ulaşıldı. Tank’ın hesaplamasına göre, virüs bulaştırma katsayısı (Rt değeri) ise yüzde 1,11’di.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar da 2 Mart’taki yorumunda, burjuvazinin habis ihmal politikasını şu sözlerle eleştiriyordu: “1. dalga yeni bir virüse karşı ne yapılacağı anlaşılamayan bir dönemde kaçınılması zor bir dalga idi; 2. dalga alınması gereken önlemler yeterli alınmayıp sayılar gizlenerek, vakalar kontrolden çıkarak geldi; 3. dalga mevcut önlemlerden de vazgeçmek suretiyle, göz göre göre geliyor.”

Dünya genelinde yalnızca mali oligarşinin çıkarlarına dayanan bir ölüm politikası izleniyor. Ebeveynlere ve çocuklara sosyal yardımın neredeyse hiç yapılmadığı koşullarda, ebeveynler şirketler için kâr yaratmak üzere işe gidebilsinler diye çocukları evden çıkarmak amacıyla okullar yüz yüze eğitime açılıyor.

Dahası, lise öğrencilerinin okullarda yüz yüze sınav yapılmasına karşı devasa muhalefetine rağmen, Erdoğan, sözde “düşük” ve “orta riskli” şehirlerde lise öğrencilerinin yüz yüze eğitime başlayacağını, “yüksek” ve “çok yüksek” riskli denilen şehirlerde de yüz yüze sınava gireceğini açıklayarak, hükümetin gençleri hiçe saydığını açıkça ortaya koydu. Şubat ayı boyunca yüz binlerce öğrenci, okullarda yüz yüze sınav yapılmasına karşı sosyal medyada kampanya yürütmüştü.

Hiçbir bilimsel temeli olmayan ve suç oluşturan bu politikalar, burjuva muhalefet partilerinden veya sendikalardan ciddi bir itirazla karşılaşmıyor. Dahası, İstanbul’un CHP’li Büyükşehir Belediyesi de “açılma” kampanyasına katılarak 5 Mart’tan itibaren belediyeye bağlı restoran ve kafeleri açmaya başladı. 16 milyon nüfuslu İstanbul’da öğrencilerin toplu ulaşımı kullanmaya başlamasıyla araçlar tıklım tıklım doluyor.

Üstelik hükümet sınırlı kısıtlamaları bile gevşetirken, koronavirüs varyantları ülke geneline yayılıyor. Bizzat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Mutant virüslerin gittikçe daha yaygın görülmesi ve bulaştırıcılığının artması da ihtimal dahilinde” diyerek tehlikeli durumu itiraf ediyor ve şöyle devam ediyordu: “Yüksek vaka sayılarımız hala, hayatımızı olağan akışına kavuşturma umudumuzun önünde bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Ancak kontrol elimizde ve tedbirlere uyarak normalleşebiliriz.”

Bilim insanları ve halk sağlığı uzmanları, hükümetin politikasına şiddetle karşı çıkıyor ve sınırlı önlemlerin dahi sonlandırılmasının Kasım-Aralık dönemindeki katliamı gölgede bırakabilecek bir halk sağlığı felaketine yol açacağı uyarısında bulunuyorlar. Eylül ayından itibaren okulların yüz yüze eğitime açılmasından sonra, Kasım-Aralık döneminde Türkiye’de günde 30 binden fazla vaka ve 250’yi aşkın ölüm bildiriliyordu.

Bilim insanlarının ve halk sağlığı uzmanlarının bu “sürü bağışıklığı” politikasını kınaması ve tam kapanmayla birlikte yaygın aşılama talep etmesi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) ve onun Türkiye’deki sempatizan grubu olan Sosyalist Eşitlik Grubu’nun pandemi karşısındaki tavrının doğruluğunu güçlü bir şekilde kanıtlamaktadır.

Perşembe günü, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Devrimci Sağlık-İş Sendikası (Dev Sağlık-İş), Türk Hemşireler Derneği (THD), Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (Tüm Rad-Der) ve Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHU-Der) imzalı ortak açıklamada, sağlık örgütleri hükümetin vaktinden erken açılma politikalarına karşı çıktılar.

Açıklamada, “‘Yeni kontrollü normalleşme’ kararı erken alınmış bir karardır ve bu kontrollü adımlar için aşılama yapılması ve önlemlerin alınması zorunludur!” deniyor ve şunlar ifade ediliyordu: “Sağlık Emek-Meslek Örgütleri olarak önerimiz hızla 120-150 milyon doz aşı temin ederek toplumda aşıyı yaygınlaştırmak, aşıya adil ve eşit erişim ile toplumsal bağışıklığı sağlamak, bunu yaparken de sosyal devlet ilkeleriyle yurttaşlarımıza mali yardım sağlayarak 14-28 gün bireysel hareketliliğin korunduğu toplumsal kısıtlamaların getirildiği bir kapanma uygulamasını yapmaktır.”

Ne var ki, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de aşılama yavaş ilerliyor. Dahası, Türkiye’de ciddi bölgesel eşitsizlikler ortaya çıkmış durumda. TTB’nin açıklamasına göre, 1 Mart itibarıyla “bir doz aşı olan kişi sayısında, iller arasında büyük bir fark gözlenmektedir (Şırnak %1,5; Çanakkale %14,4).” Kürtlerin çoğunlukta olduğu 14 ilde “bir doz aşı olan kişilerin o ilin nüfusuna oranı” yüzde 1,5 ile yüzde 5 arasında değişirken, bu oran “34 ilde %10,0 ile %14,4; 33 ilde %6,0 ile %9,9” arasında.

TTB, aşılamadaki eşitsizliğin temelinde “iktidarın politikalarına duyulan güvensizliğin” ve sağlığa anadilinde, yani Kürtçe erişim imkânının olmamasının yattığını belirtiyordu. Bunun yanı sıra, Türkiye’de yaşayan beş milyondan fazla sığınmacı ve göçmenin karşı karşıya olduğu durum ise korkunç. Onlar, resmi aşılama takviminde bile yer almıyorlar.

Egemen seçkinlerin bu küresel ölüm politikasına karşı, uluslararası işçi sınıfının bağımsız müdahalede bulunması ve siyasi genel grevler düzenlemesi dışında bir çıkış yolu bulunmuyor. İşçiler, pandemi kontrol altına alınana kadar, tedbirlerden etkilenen bütün işçilere ve küçük işyeri sahiplerine tam gelir desteği sağlanarak, hayati olmayan tüm üretimin durdurulmasını ve okulların yüz yüze eğitime kapatılmasını talep etmeliler. Bu ve diğer bilimsel sosyal mesafe ve temas takibi önlemlerinin, toplumun en savunmasız kesimlerine öncelik veren hızlı ve uluslararası bir aşılama kampanyasıyla birleştirilmesi gerekiyor.

Loading