Suriye’de ABD’nin organize ettiği 10 yıllık savaşın yıkıcı etkisi

15 Mart, Washington ve bölgesel müttefiklerinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimini devirme harekâtını başlatmalarının onuncu yıldönümü.

Obama yönetimi, Mart 2011’de, Libya’dan sonra Suriye’nin çeşitli şehirlerinde şiddetle bastırılan hükümet karşıtı protestoları, uzun zamandır anlaşmazlık içinde olduğu bir rejime karşı, jeostratjik çıkarları doğrultusunda büyük çaplı bir operasyon başlatmanın bahanesi olarak kullandı.

Bölgedeki işçi sınıfının Arap Baharı olarak bilinecek daha geniş çaplı yükselişinin ortasında, Birleşmiş Milletler, ABD ve Avrupa Birliği, müttefikleri Bahreyn ve Yemen’de gerçekleştirilen çok daha kötü baskılara ilişkin yalnızca göstermelik eleştirilerde bulunurken, Suriye’deki baskıyı bir ahlaki öfke korosu biçiminde hep birlikte kınadılar.

ABD’nin Suriye’nin başkenti Şam’a 14 Nisan 2018’de düzenlediği saldırı. ABD Başkanı Donald Trump, bu hava saldırılarının, ülkenin kimyasal silah kullandığı iddiasına misilleme olduğunu ilan etmişti. (AP Photo/Hassan Ammar)

CIA ve Washington’ın bölgesel müttefikleri (Körfez’in petrol monarşileri, Türkiye ve İsrail), Esad’ı indirme görevini gerçekleştirecek vekilleri olarak bir sürü İslamcı milise maddi destek sağladılar, askeri eğitim verdiler ve çeşitli biçimlerde yardımcı oldular. El Nusra Cephesi gibi bir kısmı El Kaide’ye bağlı olan bu Sünni mezhepçi güçler, gülünç bir şekilde “devrimci” denilerek alkışlandılar.

Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti (NPA), Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi (SWP) ve ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt (ISO; artık kendini Demokratik Parti’nin bir hizbi olan Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri –DSA– içinde tasfiye etmiş durumda) gibi birçok sahte sol grup ve Michigan Üniversitesi’nden Juan Cole ile Londra Üniversitesi Oryantal ve Afrika Çalışmaları Okulu’ndan Gilbert Achcar gibi akademisyenler de, itibarını yitirmiş birçok eski rejim mensubunu içeren bu sözde “devrimcileri” göklere çıkardılar. Bu güçlerin siyasi programlarını izah etmeye veya yurt içinde kendi iktidarlarına karşı her türlü muhalefeti yasaklayan feodal Körfez despotlarının yurt dışında “ilerici bir devrim”i neden destekleyeceklerini açıklamaya yönelik hiçbir girişimde bulunulmadı.

Aldıkları desteğe rağmen bu muhalif güçler, aşırı sağcı, genellikle de cihatçı politikalarına halk desteği olmadığını kanıtlayacak şekilde, Esad’ı devirmeyi başaramadılar.

Bugün, bir zamanlar orta gelirli bir ülke olan Suriye’deki durum, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in sözleriyle, “gerçek bir cehennemdir”; “Vahşetlerin boyutu vicdanları sarsıyor.”

Dünya medyası, emperyalist savaş çığırtkanlığının yarattığı korkunç acıları, muhalefetin kontrolündeki İdlib vilayeti dışında, büyük ölçüde görmezden geldi. Savaş, 400 binden fazla insanın ölümüne yol açtı; dünyadaki en büyük sığınmacı ve yerinden etme krizini doğurdu. Yaklaşık 5,6 milyon insan ülkeyi terk etmek zorunda kalırken, ayrıca 6,1 milyon insan ülke içinde yer değiştirdi. 11,1 milyon dolayında insan, yani nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı, insani yardıma ihtiyaç duyuyor.

Bu sığınmacı krizinden etkilenenlerin yarısına yakını çocuktur. Çocukların yarısı, savaşsız bir gün geçirmedi. Beklenen yaşam süreleri 13 yıl azaldı. Suriye’de beş yaşın altındaki yarım milyondan fazla çocuk, kronik yetersiz beslenme nedeniyle yetersiz büyüme sorunu yaşıyor. Suriye’de yaklaşık 2,45 milyon çocuk ve komşu ülkelerdeki 750 bin Suriyeli, okula gidemiyor.

World Vision’ın yakın tarihli bir raporuna göre, savaş, Suriye ekonomisine 1,2 trilyon dolarlık GSYİH kaybına mal oldu. Daha da kötüsü, son on iki ayda ortalama bir gıda sepetinin maliyeti yüzde 230’un üzerinde arttığı için bu yıl nüfusun yüzde 60’ının açlıkla karşı karşıya kalması muhtemel.

Başkent Şam’dan bir okurumuz, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne, hayatın orada yiyecek ve yakıt gibi temel ihtiyaçları elde etme mücadelesiyle geçtiğini söylüyor. Savaştan önce buğday ihracatçısı olan Suriye, giderek daha büyük arazilerin çiftçilerin ürünlerini hükümete satmasını engelleyen milisler tarafından ele geçirilmesine, ülkeden buğday kaçırılmasına ve buna itiraz eden çiftçilerin topraklarının yakılmasının hükümeti buğday ithal etmeye zorlamasına tanık oldu. Hükümet, ekmeği sübvansiyonlu fiyatlarla dağıtmak için bir akıllı kart sistemi kurmuş olsa da, bu dört saatten fazla sırada beklemek anlamına geliyor. Diğer seçenek ise on katı fiyata ekmek almak.

Suriye eskiden küçük miktarlarda petrol ihraç ediyordu ancak silahlı gruplar petrol üreten bölgelerin kontrolünü ele geçirdikten sonra petrol ithal etmeye mecbur hale geldi. Benzin ve mazot da bir akıllı kart aracılığıyla dağıtılırken, bu da saatlerce sırada beklemek ve genellikle eli boş dönmek anlamına geliyor. Bunun sonucunda caddelerde trafik neredeyse hiç yok. Fabrikalar savaşta tahrip olan donanım ve makineleri yenileyemezken, elektriksizlik üretimi etkiliyor; bu da işsizliği ve ekonomik zorlukları artırıyor.

Savaştan en az etkilenen şehir olan Şam’ın görece varlıklı bölgelerinde bile, elektrik bir seferde sadece üç saat kullanılabiliyor. Kırsal kesimde ve diğer şehirlerde elektrik kesintileri çok daha uzun sürüyor.

Bir kilo etin fiyatı 25.000 liraya yükselmiş durumda. Bu, ortalama aylık ücretin yarısına denk düşüyor. Para değerindeki düşüş, yüksek taşımacılık maliyetleri ve yaygın vurgunculuk nedeniyle tavuk, yumurta, meyve ve sebze fiyatları arttı. 2010’da bir dolar 50 lira iken, şimdi 4.000 lira.

Okurumuz notlarını şöyle noktalıyor: “Şam’da parası olanlar için her şey mevcutken, nüfusun yüzde 75’ten fazlasını oluşturan yoksullar ve düşük gelirliler korkunç bir sıkıntı çekiyor.”

Yetkililer, resmi olarak 16 binden fazla COVID-19 vakası ve binden fazla ölüm kayda geçtiler. Devlet Başkanı Beşar Esad ile eşinin testleri kısa süre önce pozitif çıkarken, resmi sayıların gerçek durumu çok az yansıttığı düşünülüyor.

Uluslararası Kurtarma Komitesi’ne (IRC) göre, hastanelerin yalnızca yüzde 64’ü ve birinci basamak sağlık merkezlerinin yüzde 52’si faal durumdayken, sağlık tesisleri rakip milislerin hedefi haline geldiği için sağlık emekçilerinin yüzde 70’inin ülkeyi terk ettiğine inanılıyor. Sağlık emekçilerinin yaklaşık yüzde 84’ü, sağlık tesislerine yapılan saldırıların kendilerini, ekiplerini veya hastalarını doğrudan etkilediğini bildirirken, yüzde 81’i saldırılarda ölen hasta veya meslektaşları olduğunu söylüyor.

Her dört sağlıkçıdan dördü, tesisleri kullanılamaz hale getiren saldırılara tanık oldu. Birçoğu, mağaralar, özel evler ve yeraltı mahzenleri gibi yerlerde alternatif tesisler oluşturdu. Durum, tıbbi malzeme ve donanımın ülkeye ulaşmasını engelleyen ABD yaptırımlarıyla daha da ağırlaşıyor. Tüm bunlar, 12 milyon Suriyeliyi sağlık yardımına muhtaç bırakıyor. Onların üçte biri, düzenli üreme, anne, yeni doğan ve çocuk sağlığı hizmetlerine ihtiyaç duyuyor.

Guterres ve neredeyse tüm Batı medyası ve analistleri, ülkenin ekonomik çöküşünden “çatışma, yolsuzluk, yaptırımlar ve COVID-19 pandemisi”ni sorumlu tutuyor. Bu, apaçık bir yalandır.

Suriye’deki vekil savaşı, ABD’nin ve onun kaynak zengini Ortadoğu’daki müttefiklerinin onlarca yıllık askeri ve gizli operasyonları, yaptırımları ve diğer ekonomik önlemleriyle bağlantılıydı. Bunlar, sadece Suriye’yi değil, Afganistan, Irak, Libya ve Yemen’in yanı sıra İran ve Lübnan’ı da mahvetti.

ABD tarafından organize edilen müdahale, büyük ölçüde Washington’ın, Suriye’nin bölgedeki başlıca müttefiki olan İran’ı izole etme ve onu Lübnan’daki burjuva dinci müttefiki Hizbullah’tan ayırma çabalarından kaynaklanıyordu. Savaş, Suriye ve Lübnan’ın karasuları da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz’de önemli açık deniz petrol ve gaz rezervlerinin keşfedilmesinin ortasında gelişti.

Esad, Rusya’nın, İran’ın ve Lübnanlı Hizbullah savaşçılarının yardımıyla ülkenin çoğunun kontrolünü yeniden ele geçirirken, durum düzelmedi. Trump yönetimi, Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayarak Şam üzerindeki ekonomik baskıyı artırmaya çalıştı. Bu, dolar talebini ciddi ölçüde artırdı, hayat pahalılığında büyük bir artışa yol açtı ve ülkenin yeniden inşa edilmesine yardımcı olacak her türlü yardımı engelledi.

Göreve yeni gelen Biden yönetimi ise, geçtiğimiz ay uluslararası hukuku ve kendi yasalarını çiğneyip Suriye’ye hava saldırıları düzenleyerek, Suriye’de, Ortadoğu’da ve dünya genelinde önceliğinin izlediği provokatif ve militarist politikaları tırmandırma niyetinin işaretini çoktan vermiş durumda.

ABD’nin hava saldırıları, İsrail’in Suriye’de İranlı ya da İran yanlısı olan milislere ve Hizbullah’a yüzlerce, belki de binlerce hava saldırısı düzenlendiğinin ortaya çıkmasının ardından geliyor. Dahası, Wall Street Journal’ın geçtiğimiz haftaki haberine göre, İsrail, yakın dönemde, Suriye’ye İran petrolü ve muhtemelen silah taşıyan 12 gemiyi vurdu.

Loading