Pandemi kontrolden çıkarken hükümet “tam kapanma” çağrılarını reddediyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda izlediği “sürü bağışıklığı” politikasının sonucunda, COVID-19 pandemisi Türkiye’de kontrolden çıkmış durumda.

Türkiye, Hindistan ve Brezilya ile birlikte küresel pandeminin merkez üslerinden biri haline geldi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasına göre, Türkiye’deki yeni vakaların en az yüzde 85’i çok daha bulaşıcı olan İngiltere mutasyonu (B.1.1.7 varyantı) kaynaklı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da tıklım tıklım dolu bir spor salonunda partisinin kongresinde, 24 Mart 2021 Çarşamba. (AP aracılığıyla Cumhurbaşkanlığı)

Geçtiğimiz hafta ilan edilen sınırlı önlemlere rağmen günlük vaka sayısı 60 bine yakın seyrediyor ki bu sayı ABD’den yüksektir. Türkiye (85 milyon), nüfusa uyarlandığında, Hindistan’dan (1,4 milyar nüfus, günde 300 bin vaka) yaklaşık üç kat fazla vaka oranına sahiptir. Test pozitiflik oranı yüzde 20 civarı. Çarşamba günü Sağlık Bakanlığının açıkladığı verilere göre 362 kişi hayatını kaybetti.

Gerçek ölüm sayıları bunun oldukça üzerindedir. Türkiye, 4,4 milyon toplam vaka sayısıyla Birleşik Krallık’ı geride bırakmasına rağmen, toplam ölümlerde (yaklaşık 37 bin) Britanya (127 bin), Fransa (102 bin) ve İtalya (118 bin) gibi ülkelerin oldukça gerisinde görünüyor. Oysa yönetmen ve yazılımcı Güçlü Yaman’ın yaptığı hesaplamalara göre, Türkiye’de geçtiğimiz yıl pandeminin başlamasından Mart ayı başına kadar 98 bin fazla ölüm meydana gelmişti.

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet gazetesine konuşan, İstanbul’da koronavirüs hastalarına bakan ve ismini vermek istemeyen bir hekim, “PCR testi pozitif olduğu halde, pozitifliğinin üzerinden ortalama 15-20 gün geçen yoğun bakım hastasının ölmesi halinde ölüm belgesine COVID-19 yazılmadığını” söylüyordu.

Bu kıyım, egemen sınıfın kendi çıkarları doğrultusunda yüzlerce insanın ölmesini ve milyonlarcasının da hastalığa yakalanmasını “kabul edilebilir” görmesinin doğrudan sonucudur.

Mart ayı başındaki “açılma” politikasının kaçınılmaz sonucu olarak pandeminin kontrolden çıkması üzerine, geçtiğimiz hafta Erdoğan hükümeti artan toplumsal öfkeyi yatıştırmak ve sağlık sisteminin çökmesini engellemek için çok sınırlı önlemler ilan etmiş ancak hayati olmayan üretimi ve okullarda bazı sınıfları açık tutmuştu.

Yaptığı açıklamada, “Ekonomide üretim tarafında işler gayet iyi gidiyor,” diye ilan eden Erdoğan, “Türkiye, salgının sağlık boyutunu başarıyla yürüttüğü gibi alınan tedbirlerin olumsuz etkilerini azaltma konusunda da dünyadaki en başarılı ülkeler arasında özellikle yer alıyor,” diye övünüyordu.

Erdoğan, hükümetinin pandemi politikasına egemen sınıfın kârlarının ve küresel piyasadaki rekabet gücünün yol gösterdiğini şu sözlerle özetliyordu: “Ülkemizdeki tabloyu yakın ilişki içinde olduğumuz yerler başta olmak üzere dünyadaki genel gidişatın gerisine düşürmemiz gerekiyor, aksi takdirde salgının önümüze getirdiği fırsatları yeteri kadar değerlendirememe riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.”

Mart ayı başındaki “kontrollü normalleşme” politikasının pandeminin şiddetlenmesindeki etkisi oldukça açıktır. Vaka sayısının 8.424 olduğu 28 Şubat’ta COVID-19’dan ölenlerin sayısı 66’ydı. Ağır hasta sayısı ise 1.191’e inmişti. Bugün resmi günlük ölüm sayısı altı kat artarak 400’e yaklaşırken, ağır hasta sayısı 3.400’e çıkmış durumda.

Halk sağlığı uzmanlarının ve bilim insanlarının, hayati olmayan sektörleri 28 gün kapatma, sosyal mesafe önlemlerini artırma ve yaygın aşılama çağrısını reddeden hükümet, hafta içi akşam 9 ile sabah 5 arasındaki sokağa çıkma yasağını akşam 7’ye çekti. Bununla birlikte, artık değer üretiminin sürebilmesi için neredeyse tüm işçiler son derece sınırlı olan sokağa çıkma yasağından muaflar. Ayrıca 16 Mayıs’a kadar restoran ve kafelerin içeride müşteri kabul etmesi yasaklandı.

Devlet politikasının akıldışılığı, neredeyse tamamı aşılanmış olan 65 yaş üstü insanlara yeniden sokağa çıkma yasağı getirilmesi ya da özel araçla şehirlerarası seyahat yasaklanırken uçak ve otobüs gibi toplu ulaşım araçlarıyla seyahatin serbest olmasında kendisini dışa vuruyor.

Bu kısmi önlemlerin açıklanmasının ardından, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, pandemiyi kontrol altına almanın ancak geniş çaplı kapanma önlemleriyle mümkün olduğunu bir kez daha vurgulayarak şunları söylemişti: “Salgının bu aşamasında alabileceğiniz, sosyal ve ekonomik yönden de toplumu destekleyerek alabileceğiniz en yüksek ve en geniş kısıtlamaları almanız gerekir. Başka türlü bu salgını kontrol etme şansınız yok.”

Mart ayında okulların büyük ölçüde yüz yüze eğitime açılmasının canice bedeli, o zamandan beri en az 31 öğretmenin COVID-19’dan hayatını kaybetmesi oldu. Çocuklar hastalığı yalnızca yaymadılar, aynı zamanda hastalıktan daha ağır etkilenmeye başladılar. Buna rağmen hükümetin özellikle anaokullarını açık tutması, ebeveynlerin şirketlere kâr üretmek üzere işe gidebilmelerini sağlama amacından kaynaklanıyor.

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Sinan Çavun, pandeminin bu noktaya gelmesi hakkında Çarşamba günü Twitter’da şunları yazıyordu: “3. Dalganın bu kadar kötü seyretmesinin nedenleri: 1) Aşılama hızımızın düşüklüğü, 2) Okulların açılması, 3) Kontrolsüz kongreler, 4) Fabrikalarda binlerce işçinin çalışmaya devam etmesi, 5) Servis ve Toplu taşımada bulaş riskinin çok yüksek olması, 6) Ev içi buluşmaların devam etmesi.”

Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. İsmail Cinel ise, “Son dalga hiçbirisine benzemiyor. Genç hastalar daha fazla doku tahribiyle geliyor. Çocuk hastalarımız da artıyor. Yoğun bakımlar alarm veriyor,” uyarısında bulundu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB), 15 Nisan’da “Yaşam hakkımızdan vazgeçmiyoruz! Ölümleri durdurun!” sloganıyla ülke genelinde protesto eylemleri düzenledi. TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 12 Nisan’da yaptığı açıklamada, “Hastanelerimiz COVID-19 hastalarıyla doldu, yeni açılan servisler dahi ihtiyacı karşılamaya yetmiyor, yoğun bakımlarda yer bulunamıyor,” diyor ve COVID-19 dışında ciddi hastalıkları olanların da risk altında olduğunu vurguluyordu: “Bu tablodan sadece COVID-19 hastaları değil, COVID-19 dışı hastalarımız da mağdur oluyor, ertelenemez sağlık sorunları için gereken hizmete ulaşamıyorlar.”

Sağlık Bakanı Koca, pandeminin merkez üssü olan İstanbul’da yetişkin yoğun bakım doluluk oranının yüzde 71,4 olduğunu açıkladı. Evrensel gazetesine konuşan sağlık emekçilerinin açıklamalarına göre, İstanbul’daki birçok hastane elektif (aciliyeti olmayan, ertelenebilir) ameliyatları durdurmuş durumda.

İstanbul Tabip Odası, İstanbul’daki devlet hastanelerinde yoğun bakım servislerinde yer bulunamadığını, özel hastane patronlarının da bu durumu fırsata çevirdiğini duyurdu. Açıklamaya göre, aylık asgari ücretin 2.800 lira civarında olduğu bir ülkede, bazı hastaneler COVID-19 hastalarından günlük 15 bin lira talep ediyor.

Ankara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç ise, yatış yapması gereken COVID-19 hastaları “sedye üzerinde ya da evlerinde bekletiliyor ne yazık ki. Ancak ya bir hasta taburcu olacak, ya da hayatını kaybedecek, o şekilde yerler açılıyor,” diyor ve ekliyor: “Özel hastanelerin yoğun bakımları dahil olmak üzere Ankara’da her yer dolu.”

Sağlık Bakanlığı’nın illere göre haftalık vaka sayısına göre, 10-16 Nisan arasında İstanbul’da yüz binde kişi başına vaka sayısı 920’ye çıktı. Yaklaşık 16 milyon nüfuslu İstanbul’da bu, haftalık yaklaşık 145 bin, günlük ise 20 bin vaka anlamına geliyor. Bu vaka sayısıyla İstanbul, günlük vaka sayısında Fransa’nın ardından Avrupa’da ikinci sırada yer almaktadır.

Pandeminin kontrolden çıktığı ve hükümetin buna karşı ciddi bir önlem almayı reddettiği koşullarda, Türkiye’de tamamen aşılanan nüfus oranı halen yüzde 10’un altında (7,9 milyon kişi). 5 milyondan fazla sığınmacıya ve göçmene ev sahipliği yapan Türkiye’de, aşılama takviminde sığınmacıların adı bile geçmiyor.

Hükümetin bu “toplumsal cinayet” politikasının yıkıcı sonuçları, aşılanmış olmalarına rağmen sağlık emekçileri arasında yeniden artan ölümlerde de kendisini gösteriyor. Bianet’e konuşan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu Başkanı Dr. Emrah Kırımlı, “Hastalık çok arttı, hastalık artınca sağlık çalışanlarında da hastalanmalar giderek artmaya başladı. Epeyce bir süre hayatını kaybeden sağlık çalışanı duymamıştık ama ölüm haberleri artık geliyor,” dedi. TTB’nin verilerine göre sadece Nisan ayında 12 sağlık emekçisi koronavirüsten hayatını kaybetti. Pandeminin başından beri ölen sağlık emekçilerinin sayısı 410’a yaklaştı.

Kırımlı ayrıca şunları belirtiyordu: “Daha da önemlisi mutasyonlar artıyor. Sinovac aşısının varyant virüslere etkisinin daha az olduğunu biliyoruz. Mutasyonlar bu kadar yaygınken sağlık çalışanlarının aşılanmasının tekrar gündeme gelmesi gerekiyor.”

Bu trajik haber, nüfusu aşılama ihtiyacını azaltmıyor; tüm aşılar bulaşmayı sınırlamadaki etkinliklerini kanıtladılar. Ancak bu haber, Türkiye’de ve uluslararası ölçekte işçi sınıfının, pandemi kontrol altına alınana kadar hayati olmayan tüm üretimin durdurulması ve okulların yüz yüze eğitime kapatılması için harekete geçmesinin aciliyetini gösteriyor. Diğer sosyal mesafe önlemlerinin bir parçası olarak, tedbirlerden etkilenen tüm işçilere ve küçük işyerlerine tam gelir desteği sağlanmalı; hızlı, küresel ve ücretsiz bir aşılama kampanyası başlatılmalıdır.

Böyle bir politikanın uygulanması, mali oligarşinin mülksüzleştirilmesini ve işçi iktidarının kurulmasını amaçlayan enternasyonalist, sosyalist bir program uğruna mücadeleyi gerektirmektedir.

Loading