Faşizmin ve savaşın reddi Alman işçi sınıfı içinde derinden kök salmıştır

Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS) ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından 1 Mayıs’ta düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) Ulusal Sekreter Yardımcısı Christoph Vandreier tarafından yapılan konuşma.

Christoph Vandreier’in konuşması

Bu yılki 1 Mayıs’a ve bu önemli girişime katılmaktan ve Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nden devrimci selamlar göndermekten çok mutluyum. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı, işçilerin kasıtlı kitlesel enfeksiyon politikasına ve bariz toplumsal eşitsizliğe karşı koymasını sağlayacak aracı oluşturmaktadır. Çünkü yalnızca uluslararası işçi sınıfının bağımsız müdahalesi kapitalist barbarlığa, kitlesel ölümlere ve savaş tehlikesine son verebilir.

Egemen sınıfın acımasız politikalarına karşı direniş Almanya’da da büyüyor. İki hafta önce, hükümet COVID-19’dan ölenler için pencerelere mum yerleştirilmesi çağrısında bulununca, yüz binlerce işçi bu ikiyüzlü manevrayı reddetti ve bunun yerine gerçek sorumluları göstermek için mumları belediye binalarının, eyalet meclislerinin ve Bundestag’ın (federal meclis) önüne koydu. Eğitim kurumlarının tamamen tehlikeli koşullarda açılmasına karşı okul grevleri ve protestolar devam ediyor. Frankfurt havaalanındaki WISAG şirketinde, işçiler işten çıkarılmalarını ve ücretlerinin çalınmasını protesto etmek için birkaç gün açlık grevine gittiler. Ayrıca metal sanayisinde işçiler uyarı grevleri ve gösteriler düzenledi.

Tüm bu eylemler, işçi sınıfının nesnel olarak hayata karşı kâr politikası tarafından harekete geçirildiği çok daha geniş mücadelelerin habercileridir. Bununla birlikte, işçiler hâlihazırda, Uluslararası İşçi İttifakı’nın inşa edilmesine ve uluslararası sosyalist bir perspektifin ileri sürülmesine duyulan ihtiyacı vurgulayan önemli bir deneyim yaşıyorlar.

Christoph Vandreier

Bu mücadelelerin her birinde sendikalar hükümetin ve şirketlerin safında yer alıyorlar. Geçtiğimiz yıl sendikalar, sanayi tesislerinin büyük ölçüde açık kalmasını ve pandeminin gerçek merkezleri haline gelmesini sağladılar. Eğitim sendikası GEW, artan vaka sayılarının ortasında okulların açılması çağrısı yapıyor. Havacılık şirketi WISAG’da çalışan işçiler, şirketi açıkça desteklediği için kamu hizmetleri sendikası Verdi’yi protesto ediyorlar.

Metal sektöründe, IG Metall sendikası Mart ayında yüzde 3’e varan ücret kesintilerini zorla kabul ettirirken, otomotiv şirketlerinin kârları tavan yaptı. Sendika bürokratları hizmetlerinden dolayı muazzam paralar aldılar. Bugün, Volkswagen’deki iş konseyi başkanı Bernd Osterloh, doğrudan şirketin yönetimine giriyor. Bu pozisyon için yılda 2 milyon avro alacak. Bu örgütlerin, işçilerin çıkarlarını temsil etmekle kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur. Aksine, şirket yöneticileri ve polis gücü işlevi görüyorlar.

Stalinizmin çöküşünden ve “tarihin sonu” zafer gösterisinden otuz yıl sonra pandemi, kapitalizmin iflasını gözler önüne seriyor. Mali oligarşinin egemenliği, işçilerin temel ihtiyaçlarıyla, hatta hayatta kalmalarıyla bağdaşmıyor. Bu gerçek, özellikle Doğu Avrupa’da keskin bir şekilde kanıtlanmıştır. Güçlü sağlık sistemleri yok edildi. Toplumun her bir kolu derhal kâr etme güdüsüne feda edildi. Pandemi boyunca işçiler, üretimi sürdürmek ve tedarik zincirlerinin aksamamasını sağlamak üzere tamamen tehlikeli işyerlerine gitmeye zorlandılar. Bugün dünyada Doğu Avrupa’daki kadar yüksek ölüm oranlarına sahip başka bir bölge yok. Bununla birlikte, Almanya’da da kemer sıkma politikasının bir parçası olarak hastanelerin neredeyse yarısı daha önce kapatılmıştı.

Burada pandemiye verilen yanıt aynı zamanda virüsün toplumda yayılmasına izin verme politikası ile karakterize edilmektedir. Sonuç, 80.000’den fazla ölüm ve tedavi edilmesi gereken, giderek daha genç insanlarla dolu yoğun bakım üniteleridir.

Aynı zamanda süper zenginlere yüz milyarlarca avro dağıtıldı. Pandeminin ortasında, Almanya’daki en zengin on kişinin servetleri yüzde 35 artarak 242 milyar dolara yükseldi. Dahası, ordunun silahlanmasına milyarlar tahsis edildi. Almanya geçtiğimiz yıl askeri harcamalarını diğer tüm ülkeleri geçerek yüzde 5,2 artırdı.

Öte yandan işçilerin yüzde 40’ı somut gelir kayıplarına uğradı. Genel seçimden sonrası için, tüm partiler, özünde aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) tarafından izlenen aynı politikayı tırmandırmayı planlıyor.

Armin Laschet ile Hristiyan Demokratlar (CDU), “sürü bağışıklığı” politikasını en saldırgan şekilde destekleyen politikacıyı aday gösterdiler. Sosyal Demokratlar (SPD), kemer sıkmadan ve son yıllarda devlet aygıtının kuvvetlendirilmesinden sorumlu olan Maliye Bakanı Olaf Scholz’u sahaya sürdüler.

Sözde “sol” muhalefet partileri bir alternatif değiller. Tersine, onlar, Büyük Koalisyon hükümetinin gerici politikalarını birçok durumda sağdan eleştiriyorlar. Yeşillerin adayı Annalena Baerbock, hükümeti “dışişlerinde pasiflik” ile suçlayarak nükleer güçler Rusya ve Çin’e karşı saldırgan bir politika talep ediyor; Ukrayna’nın NATO ve AB’ye girmesini ve bir Avrupa Ordusu kurulmasını istiyor.

Sol Parti’nin Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki baş adayı Sahra Wagenknecht, Nazilerin düşünce geleneğiyle açıkça bağ kurduğu yeni kitabını (Die Selbstgerechten) yayımladı. Wagenknecht, göçmenlere karşı nefreti kışkırtıyor, yalnızca Almanlara iş istiyor ve Alman başkentini sözde açgözlü yabancı rakiplerine karşı savunuyor. Bu çizgisinden dolayı, aşırı sağcı AfD, iş dünyası temsilcileri ve burjuva medya kuruluşları tarafından eşit ölçüde selamlanıyor.

Tüm bunlar bir uyarı olarak görülmelidir. Sovyetler Birliği’nin işgalinden ve 25 milyon Sovyet yurttaşının sistematik biçimde yok edilmesinden 80 yıl sonra, Alman egemen sınıfı, büyük güç hayallerine ve faşist geleneklerine geri dönüyor. Bu sağcı komploya yönelik tüm muhalefet genel seçimlerde bastırılacak.

Pandemi sırasında sosyal temasların en aza indirilmesi gerekmesine rağmen, yeni partilerin seçime katılmalarına izin verilmesi için fiziksel olarak yaklaşık 30.000 imza toplamaları gerekiyor, bu da fiilen dışlanmaları anlamına geliyor. Egemen seçkinler, demokratik haklara yapılan bu kökten saldırı ile SGP’nin sosyalist adaylarının seçime katılmasını tamamen engellemeye çalışıyor.

Bu adımla hükümet, SGP’yi bastırma çabalarına devam ediyor. Sosyalist Karşıtı Yasalar ve Nazilerin Willensstrafrecht (düşünce cezası) geleneğinden hareketle İçişleri Bakanlığı, “demokratik, eşitlikçi ve sosyalist bir toplum uğruna” mücadele ettiğimiz için partimizi iki yıl önce “anayasa düşmanı” ilan etmişti.

Bununla birlikte, Almanya sadece Bismarck ve Nazilerin ülkesi değildir. Aynı zamanda işçi sınıfı içinde uluslararası sosyalizm programıyla kök salan ilk sosyalist kitle partisinin ülkesidir. Ve tam da 20. yüzyılda Alman emperyalizminin işlediği suçlardan dolayı, faşizmin ve savaşın reddi işçi sınıfı içinde derinden kök salmıştır.

Biz, kendimizi Marksist ilkeleri revizyonizme ve Stalinizme karşı savunan Troçkist dünya hareketine dayandırıyor ve partimizi bugün işçi sınıfı içinde var olan muazzam muhalefete bağlıyoruz. Bu 1 Mayıs toplantısı bunun güçlü bir ifadesidir. Genel seçime katılımımızı, büyüyen muhalefete bir ses ve perspektif sağlamak ve SGP’yi yeni sosyalist kitle partisi olarak inşa etmek için kullanacağız.

Uluslararası İşçi İttifakı’na bugün kaydolun, seçim kampanyamızı destekleyin ve SGP’ye üye olun.

Loading