Sanayi atıkları ve plansız kentleşme Marmara Denizi’nde canlı yaşamını yok ediyor

İlk olarak Ocak ayında Marmara Denizi’nde, yoğun olarak da İstanbul kıyılarında görülmeye başlayan müsilaj ya da deniz salyası, geçtiğimiz aylar boyunca yayılmasını sürdürerek Marmara Denizi’ne kıyısı olan neredeyse tüm illerin sahillerini kapladı ve büyük bir çevre felaketini su yüzüne çıkardı.

İstanbul’un Asya yakasında bulunan Pendik limanının havadan fotoğrafında, deniz organizmaları tarafından salınan bileşiklerden oluşan kalın, sümüksü bir madde olan büyük bir deniz müsilajı kütlesi görünüyor, 4 Haziran 2021. (AP Fotoğrafı)

Sahillerde ilk görüldüğünde sadece denizin üzerinde bir tabaka olduğu sanılan müsilajın en büyük etkisinin suyun altında olduğu bilim insanlarınca açıklanmış durumda.

Tabandaki müsilaj tabakası deniz canlılarını özellikle etkiliyor. Yüzeyde görülen tabakalar ise deniz canlılarının gerekli oksijeni almalarını engelleyerek ölmelerine sebep oluyor. Böylece denizdeki tüm ekosistem hızla yok oluyor.

Kaliforniya Üniversitesi, Santa Barbara’da fahri profesör ve deniz müsilajı alanında uzman olan Alice Alldredge, The Scientist’e verdiği röportajda, “Deniz salyası, birçok farklı fitoplankton türü tarafından salgılanan mukus için kullanılan bir terimdir,” diyor ve şunları ekliyordu: “Asıl sorun, bu maddenin sonunda batması ve alttaki organizmaları tamamen boğmasıdır. Mercanları öldürür, balıkları öldürür, oradaki tüm kabukluları, çift kabukluları öldürür. Yeterli oksijen olmadığı için hemen hemen her şeyi öldürür.”

Yapılan çalışmalar kirliliğin sadece bir iç deniz olan Marmara Denizi ile sınırlı olmadığını, kirliliğin Marmara Denizi üzerinden komşu Ege Denizi’ne ve Karadeniz’e de geçtiğini ortaya koydu. Her çevre sorunu gibi müsilaj sorunu da yapay ulusal sınırları tanımayan, uluslararası bir karaktere sahiptir.

Profesör Alldredge ayrıca şunları belirtiyor: “Adriyatik Denizi’nde 1800’lere kadar uzanan buna benzer kir tabakası olayları oldu. …Görünüşe göre bu olaylar Akdeniz’de artıyor. Eskiden Sicilya çevresindeki bölgede sadece Adriyatik’ti. Şimdi, Korsika ve İtalya-Fransa sınırı çevresinde bazı olaylar oldu. Dolayısıyla bundan zarar gören sadece Türkiye değil.”

Bilim insanları, müsilajın iklim değişikliğinin yanı sıra on yıllar boyunca Marmara Denizi’ne akıtılan sanayi ve kentsel atıklardan kaynaklandığı konusunda hemfikirler. Kısa sürede kapsamlı önlem alınmazsa Marmara tamamen ölü bir denize dönüşecek.

Marmara Çevresel İzleme projesi yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz, Marmara Denizi’nin daha 1989’da öldüğünü iddia ediyor. 1+1 Forum web sitesine konuşan Artüz şunları belirtiyor: “Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Marmara 1989’da öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. Denizdeki tür çeşitliliği vahim bir darbe yedi, içi boşaldı, türler arasındaki rekabet ortadan kalktı.”

Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan bir konumda olan ve Marmara Denizi etrafındaki şehirlerden oluşan Marmara Bölgesi, yaklaşık 67.000 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip. Bu, Türkiye yüzölçümünün yüzde 8,5’ine denk gelirken, Türkiye nüfusunun yüzde 25’ten fazlası (20 milyondan fazla insan) burada yaşıyor. İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Tekirdağ Türkiye’nin en büyük sanayi tesislerine ev sahipliği yapıyor. Bu sanayi kuruluşlarının ve kentsel nüfusun atıkları modern arıtma tesislerinden geçmeden denizin dibine boşaltılıyor.

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi ve Enstitü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, konuyla ilgili şunları belirtiyor: “Gerçekten müsilaj çok yaygın. Sadece gördüğümüz deniz yüzeyinde değil, bütün deniz su kolonunda da jelimsi bir yapı hakim. Bu derece bir durumla hiç karşılaşmamıştık.” Salihoğlu şunları ekliyor: “Oksijen seviyeleri ciddi bir şekilde azalmış durumda, hızla önlem almamız gerekiyor. Müsilaj ilk defa olmuyor evet ama bu kadar yaygın bir biçimde ilk defa.”

Marmara Denizi’nde çevre illerin atıklarından kaynaklı oksijensizleşmeye dikkat çeken, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel ise şunları söylüyor: “Müsilajın, yani salyanın ana nedeni olan oksijensizleşme gibi, başka ekosistem sorunlarını doğuran fazla azot ve fosfor yükü de var… Sorun büyük.”

Yücel ayrıca, “Bu oksijensizleşmenin ana nedeni de aslında salyaya neden olan şeyle aynı; azot ve fosfor yükleri. Bizim yaptığımız model ve hesaplamalara göre bu oksijensizleşme sadece Türkiye kaynaklı karasal, son 20-30 yıldır denize girmiş yükler” açıklamasını yaptı.

Bu büyük çevre sorunu karşısında burjuva siyasetçiler ise, birbirlerini suçlayarak ya da sorunu hızla çözeceklerini iddia ederek, kapitalist sisteme dayanan ve uygun atık yönetimi altyapısının inşa edilmemesinden kaynaklanan sorunun nedeninin üzerini örtmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, on yılların birikimi olan kirlilik ve müsilaj için, daha iki yıl önce seçilmiş olan burjuva muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimindeki İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ni sorumlu tutuyor.

Konuyla ilgili aylarca sessiz kalan Erdoğan, daha sonra sorunun kaynağı olarak belediyelerce arıtılmadan denize bırakılan atık suları gösterdi ve bu konuda 2019 yılında yapılan seçimlerle AKP’den muhalefet partilerine geçen belediyeleri suçladı. Oysa başta İstanbul olmak üzere belediyelerin çoğu 1994 yılından beri AKP’li belediye başkanları tarafından yönetiliyordu.

İstanbul’un eski büyükşehir belediye başkanlarından Nurettin Sözen (CHP), İstanbul’da yapımı planlanan üç adet tam biyolojik arıtma projesinin Erdoğan’ın 1994’te belediye başkanı olmasından sonra rafa kaldırıldığını iddia etti. Sözen, Erdoğan’ın belediye başkanlığı süresince, biyolojik arıtmanın yerine, maliyeti düşük ancak Marmara’nın kirlenmesine neden olan atık suların denizin dibine deşarj etme yolunun tercih edildiğini söyledi.

Bununla birlikte, Tekirdağ, Çanakkale gibi daha küçük şehirler de uzun yıllardır CHP’li belediye başkanlarınca yönetiliyor ve AKP’li belediyelerden temelde farklı bir atık arıtma politikası yürütmüyorlar.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 8 Haziran’da İstanbul’da “Marmara Denizi’ni kurtarmak için” “Büyük Deniz Temizliği Seferberliği” başlattıklarını ilan etti. Çevre kirliliğinin müsilajla ortaya çıkmasından ancak altı ay sonra Marmara Bölgesi’ndeki 7 ilin vali ve belediye başkanlarıyla toplanabilen bakanın konuşmasındaki tek somut eylem, müsilajın teknelerle toplanmasına başlanacağı oldu.

Ne var ki bu sorunların kaynağı, sanayinin ve şehir planlamasının kapitalist çıkarlar ve onlara hizmet eden burjuva yönetimler tarafından kontrol ediliyor olmasıdır. Sanayi kuruluşları gerekli arıtma ve filtreleme önlemlerini almazken, onların hizmetindeki ulusal ve yerel yönetimler çevreyi koruyacak adımlar atmak yerine kamu kaynaklarını zenginlere aktarıyorlar.

Devlet, Marmara Denizi’ni ölü bir denize dönüşmekten kurtarmak veya beklenen İstanbul depreminde milyonlarca insanın can güvenliğini sağlamak gibi uzun vadeli ve kapsamlı altyapı yatırımları yapmak istemiyor. Bunun yerine, NATO askeri ittifakının jeopolitik hesapları doğrultusunda ve yerli-uluslararası yatırımcılara devasa bir rant yaratacak şekilde, İstanbul Kanalı’nı inşa etmeye hazırlanıyor.

Oysa bilim insanları böyle bir kanalın Marmara Denizi ve Karadeniz’in ekosistemine zarar vereceği, İstanbul’un sulak alanlarını tahrip edeceği, trafik sorununu ve hatta olası depremin vereceği hasarı artıracağı uyarılarında bulunuyorlar. Çok değerli kaynak ve zaman boşa harcanıyor.

Marmara Denizi’nden yayılan müsilaj sorununa ve çevresel bozulmanın diğer biçimlerine karşı bilimin yol gösterdiği bir mücadele, ancak uluslararası ve anti-kapitalist bir program temelinde verilebilir. Bu çözümün hayata geçmesi, işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesi için bilinçli mücadeleyi gerektirmektedir. Bu ise küresel ekonominin özel kâr değil toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda planlanmasına dayanan uluslararası sosyalizm uğruna mücadele demektir.

Loading