Wim Wenders’tan Toprağın Tuzu: Sebastião Salgado’nun fotoğrafları

Filmin yönetmenliğini Wim Wenders ile Juliano Ribeiro Salgado yaptı; senaryosu ise Wenders, Salgado ve David Rosier tarafından yazıldı.

Tecrübeli Alman yönetmen Wim Wenders (The American Friend, Paris, Texas, Wings of Desire, Buena Vista Social Club, Land of Plenty, Pina ve daha birçok yapıtı bulunuyor) ve Juliano Ribeiro Salgado, Brezilya doğumlu meşhur fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun (Juliano’nun babası) 40 yıllık meslek hayatı üzerine bir film yapmak için birlikte çalışmış.

Salgado (1944 doğumlu), 1980’lerde ve 1990’larda, özellikle Etiyopya, Ruanda ve Kongo’daki korkunç toplumsal felaketlerin ortasında çektiği fotoğraflarının yanında, belki de en çok, bazen, yoksullaştırılmış bölgelerdeki açlık çeken ve ölmekte olan işçilerin ve yoksulların fotoğraflarıyla meşhurdur.

Onun, Other Americas (Diğer Amerikalar), 1986; An Uncertain Grace (Belirsiz Zarafet), 1990; Workers: Archaeology of the Industrial Age (İşçiler: Sanayi Çağının Arkeolojisi), 1993; Migrations (Göçler), 2000; Sahel: The End of the Road (Sahel: Yolun Sonu), 2004; Africa (Afrika), 2007 ve Genesis (Yaratılış), 2013 adlı eserleri çeşitli koleksiyonlarda yayınlandı. Bu ciltlerin her biri, fotoğraf çekmeyi ve sık sık yeryüzünün en ücra bölgelerine seyahati kapsayan yılları yansıtır.

Wenders, Toprağın Tuzu’nu (The Salt of the Earth) bir seslendirmeyle başlatır. Film yapımcılarının sunduğu Salgado görüntülerinden ilki, Brezilya Serra Pelada’daki bir açık maden ocağına (şimdi kapalı) ait çarpıcı bir fotoğraf. Devasa bir kraterin bir yanından, yeraltına giden bu geniş çukurun, anlatıma göre, aşağıdan yukarıya kadar, çamura bulanmış bir insanlık kitlesiyle, 50.000 dolayında işçi ile dolu karşı çeperini görüyoruz. 25 ve 45 kilogram arasındaki bir cevher çuvalını taşıyan her bir işçi, günde 50-60 defa bir dizi merdiveni tırmanıyor.

Film, ardından, Salgado’nun yaşamının ilk dönemini ele alıyor. Bir sığır çiftliğinde büyümüş olan Salgado, São Paulo Üniversitesi’ne girdi ve Brezilya’daki askeri diktatörlük sırasında (1964-1985) iktisat okudu. O, diktatörlüğe karşı muhalefete katılmış ve sonunda Avrupa’ya (önce Londra’ya) taşınmıştı. Salgado, Uluslararası Kahve Örgütü için çalıştı ve Dünya Bankası adına sıkça Afrika’ya seyahat etti.

1973’te, artık Paris’te yaşayan Salgado, fotoğrafçılık için iktisattan vazgeçti. İlk fotoğrafları arasında, 1973 yılında Nijer’deki şiddetli kuraklık sırasında çekilmiş bir seri yer alıyordu. O, 1977-84 yılları boyunca, alışkanlığı olduğu üzere en uzak bölgeleri ziyaret ederek, tüm Latin Amerika’yı gezmiş.

Salgado, 1980’ler boyunca, kuzeyde Sahra Çölü ile güneyde Sudan Savan’ı arasında Afrika’yı boydan boya geçen bir bölge olan Sahel’de birkaç yıl geçirdi ve burada da çok büyük acılara tanık oldu. O, 1984’te, Etiyopya’da, ülkenin kuzey kısmında 400.000’den fazla kişinin ölümüne neden olan kıtlığı izledi. Onun, bir deri bir kemik, ölmekte olan bazı öznelerinin bir kısmı toplama kampı kurbanlarına benziyor.

Salgado, 1986’dan 1991’e kadar, çalışanlara olan saygısını gösterecek şekilde, İşçiler (Workers) için dünyanın dört bir yanında fotoğraflar çekti. Seslendirme, ona, “insanların içinde bulunduğu durum karşısındaki aynı empatinin yön verdiği” yorumunda bulunuyor. Salgado, hiç kuşkusuz, işini ve konusunu ciddiye almış.

Filmde bize, siyasi etmenlerin daha da kötüleştirdiği Etiyopya’daki kıtlığın ve 1990’ların ortalarında Ruanda ile Kongo’da gerçekleşen katliamlara ilişkin gözlemlerinin Salgado’yu “değiştirdiği” anlatılıyor. Yolların kenarlarının cesetlerle kaplı olduğu ve masum sivillerin ormanın içine sıkıştırılıp ardından katledildiği ya da ölüme terk edildiği görüntüler, kesinlikle dehşet verici. O, bununla kalmayıp Yugoslavya’ya yolculuk etmiş ve hem Hırvat hem de Sırp güçleri tarafından gerçekleştirilen vahşetlerin fotoğraflarını çekmiş.

Salgado bundan hangi sonuçları çıkardı? Her durumda, bu sonuçlar bir anda ortaya çıkmamıştı. Salgado’nun vardığı sonuçlar, onun toplumsal arka planı, yaşam koşulları ve dünya görüşü eliyle şekillendi. O bize, kusurun bizzat insanlıkta olduğu sonucuna vardığını söylüyor. Salgado, kameraya, “Bizler vahşi birer hayvanız.” diyor ve ekliyor: “Biz gaddarız … tarihimiz bir savaşlar tarihi. Bu sonu olmayan bir hikaye”. O, “nasıl korkunç bir tür olduğumuzu anlamak için”, herkesin Kongo görüntülerini görmesi gerektiğini söylüyor.

Bu, olaylardan oldukça yanlış ve yüzeysel dersler çıkarmaktır. Elbette, başka birçok kişi farklı derecelerde kişisel çıkarla da [bunları] yaptı. Etiyopya’daki, Ruanda’daki ve eski Yugoslavya’daki dehşet, insanlığın doğuştan gelen herhangi bir özelliğinden, onun sözde vahşet eğiliminden değil; Büyük Güçlerin izlediği belirli politikalardan (ayrıca, Afrika’nın durumunda, acımasız emperyalist egemenlik tarihinden) ve ulusal egemen seçkinlerin kokuşmuşluğundan kaynaklanmıştır. Küresel kapitalizm bu felaketlerin koşullarını yarattı ve kendi çıkarcı, jeopolitik hedefleri için bilinçli olarak etnik ve topluluksal çatışmaları kışkırttı. Bunun ardından, yerkürenin geniş kesimlerini yeniden sömürgeleştirme girişimini meşrulaştırmak için, kendi yaratmış olduğu dehşetten faydalandı.

Salgado, her durumda, “insan soyu için kurtuluş olmadığı”na karar verdikten sonra Brezilya’ya döndü. “Şifa”yı, eşiyle birlikte, ailesinin alt tropik yağmur ormanları çevresinde bulunan Aimorés’teki toprağını yeniden ağaçlandırmakta buldu ve 1998’de, sürdürülebilir kalkınmaya adanmış Instituto Terra’yı kurdu. Salgado, birkaç seyahatin ardından, gezegenin görece el değmemiş alanları hakkındaki en son eseri olan Genesis’i (Yaratılış) üretti. Film onun şu notuyla sona eriyor: “doğanın tahribatı tersine çevrilebilir.”

Filmde ifade edilen ve Wenders tarafından desteklenen siyasi görüşler oldukça zayıf. Salgado, Uluslararası Kahve Örgütü’nün ve Dünya Bankası’nın, muhtemelen ekonomik kalkınma üzerine çalışan bir temsilcisi olarak başlamış ve bu bakış açısından; daha uygulanabilir, insancıl bir küresel kapitalizm yaratma çabasından hiçbir zaman köklü bir şekilde kopmamıştı. O, ideolojik olarak, yıllarca, dünyadaki sivil toplum kuruluşlarının, Birleşmiş Milletler örgütlerinin, Sınır Tanımayan Doktorlar’ın vb. içinde yaşadı. Salgadolar’ın, Brezilya’nın uzak bir köşesinde 6.880 hektarlık toprağı iyileştirerek insanlığın kendisini kurtarması için ileriye giden yolu gösterdiği düşüncesi, son derece dar bir bakış açısının ve kendini beğenmişliğin göstergesidir.

Şüphesiz, Salgado fotoğraflarını çektiği acı çeken insanların duygularını içtenlikle paylaşıyordu ama bu insanların örgütlenmeye ve mevcut yaşam koşullarını ortadan kaldırmaya (ki onlar bunu yapabilirlerdi) ihtiyaçları olduğu olasılığı, açıkçası, onun aklına hiç gelmedi. Bunda, hiç kuşkusuz, onun çalıştığı dönem de bir rol oynamıştı.

Brezilyalı fotoğrafçı, çeşitli çevrelerce, yeryüzünün acınası durumunu “estetikleştirdiği” için ağır biçimde eleştirildi. Geniş kesimlere ulaşan eleştirilerden biri Ingrid Sischy tarafından 1991’de New Yorker dergisinde “İyi Niyetler” başlığı altında yayımlandı. Yazı, Salgado’yu, “trajediyi güzelleştirdiği” için azarlıyordu. Bu Brezilyalı fotoğrafçıyı uygun olmayan bir şekilde Lewis Hine ve Walker Evans gibi kişilerle karşılaştıran Sichy, Salgado’nun fotoğraflarının sadece “pasifliğimizi pekiştirdiği”ni ileri sürdü.

Dahası, Sichy, Salgado’nun fotoğraflarındaki dinsel çaresizlik konusunda, “insanın çektiği acılar ile Tanrı’nın iradesini eşleştirdiği”nden yakınıyordu. Sischy, ünlü gözleri görmeyen kadın fotoğrafı hakkında, Salgado’nun, körlüğü “kutsal, başka bir ifadeyle, iyileştirilmesi gerekmeyen bir şey” olarak gösterdiğini ileri sürdü. O, ayrıca, “onun fotoğraflarındaki insanlar yabancı olarak kalıyor”; onun “duygusallığı… herhangi bir yenilik değildir.” iddiasında bulundu.

Onun değindiği bazı noktalar yerinde ama diğerleri haksız görünüyor. Salgado’nun fotoğraflarının çoğu, son derece dokunaklı ve etkileyici. Onun insanlığın içinde bulunduğu durumunu kayıt altına almaya yönelik samimiyeti ve gözüpek çabalarını sorgulanamaz. Ne olursa olsun, eleştiriler, aslında bir birey olarak Salgado’ya değil; toplumsal bir bakış açısına ve belirli bir tarihsel anda ortaya çıkmış toplumsal ortama yöneliktir.

Latin Amerika’daki işçi sınıfının 1970’lerdeki yenilgileri; Doğu Avrupa’daki Stalinist rejimlerinin ve en sonunda Sovyetler Birliği’nin çöküşü; her bir işçi örgütünün uzun süreli gerilemesi; “piyasa”nın ve “serbest girişim”in görünüşteki zaferi; bunların hepsinin bir etkisi olmuştu. Halk kitlelerinin harekete geçme ve daha iyi bir dünya yaratma kabiliyetine olan güvenlerini yitirmiş (ya da hiçbir zaman fazla güven duymamış) çeşitli sanatçılar ve film yapımcıları, “güzelliğin” ve “sevincin” ve hatta “kutsallığın” mevcut koşullar içinde bulunabileceği ve de bulunması gereken yollar keşfetmeye başladılar.

Abbas Kiarostami’nin, Uganda’nın AIDS öksüzleri ve yetimleri hakkındaki, 2001 yapımı ABC Africa belgeseli, bu eğilimin öne çıkan örneklerinden biriydi. WSWS, bu filmi, o zamanlar şöyle yorumlamıştı: “Dahası, bu film, daha geniş bir çerçeveden kaçınarak ve radikal değişim ihtimalini dışlayarak, zaman zaman ‘Pekala, hayat güzel ve insanlar mutlu; bu koşullarda bile!’ hissini vererek, tehlikeli bir şekilde, zorunluluktan bir zevk yaratmaya yakınlaşıyor. Tüm niyetlere ve amaçlara rağmen, resimden geriye, böylesi bir insani felaketi yaratan bir toplumsal düzenin herhangi bir sistematik sorgulaması kalmamış.'

Salgado, dünya halkı üzerine bir lanet yerleştirmekten, sözde harekete geçmeye doğru zikzak çiziyor. Ona göre, gezegen, biraz yardımla, insanlığın sorunlarının temel nedenlerini, onun toplumsal ve ekonomik örgütlenmesini, muazzam bir serveti ve gücü kontrol eden bir avuç kişinin egemenliğini hiçbir şekilde ciddi olarak değerlendirmeksizin kendisini iyileştirecektir.

Sanatçının sorumluluğu, ne yaşananları görmezden gelmek ne de onlar eliyle bunalmaktır. Troçki, 1908’de şöyle yazmıştı: “Var olan gerçeklik ile yetinmemiz gerektiğini söylediğimde, sizler, elbette, var olandan memnun olmamızı kastettiğimi düşünmeyeceksiniz. Tam tersine: var olana karşı büyük ve kalıcı bir karşı çıkış, yalnızca, dünyayı, yadsınamaz gerçekliği içinde kayıtsız koşulsuz kabul ettiğimizde mümkün hale gelir.” (“Ölüm ve Eros Üzerine”)

Toprağın Tuzu, ne yazık ki, ne dünyanın yadsınamaz gerçekliğine ulaşmayı ne de onun koşullarına yönelik büyük ve kalıcı bir karşı çıkışı içeriyor.

6 Mayıs 2015

Loading