Sağlıkta büyük grevin ardından

On binlerce hekim ve sağlık emekçisi Pazartesi’den itibaren ülke genelinde iki gün iş bırakırken, devlet hastaneleri acil servis, yoğun bakım, doğum ve COVID-19 polikliniği dışında neredeyse tamamen boş kaldı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Diyarbakır ve daha birçok şehirde kitlesel eylemler düzenlendi.

Hekimlerin meslek örgütü olan ve 100.000’den fazla üyesi bulunan Türk Tabipleri Birliği (TTB), düzenlediği iki günlük ulusal grevi, bugüne kadarki en büyük ve yoğun katılımlı iş bırakma eylemi olarak tarif etti. Hekimsen, Hekim Birliği ve Tabip-Sen de Pazartesi’den itibaren üç gün grev düzenledi. Hekimsen, son dönemde hekimlerin reel ücretlerinin hızla gerilemesi, sosyal haklarının tanınmaması ve sağlık kurumlarında artan şiddet gibi nedenlerle birkaç bin üyeden yaklaşık 20.000 üyeye ulaştı.

14 Mart’ta İstanbul’da iş bırakan doktorlar ve sağlık emekçileri. [Fotoğraf: @ttborgtr Twitter]

14 Mart “Tıp Bayramı”nda başlayan grev, Aralık, Ocak ve Şubat aylarında düzenlenen hekim ve sağlık emekçileri grevlerinin ardından geliyor. Daha önceki grevlerde sağlık emekçileri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin taleplerini karşılamaması halinde grevlerini genişletecekleri uyarısında bulunmuşlardı.

Hükümet yanlısı Türk-İş konfederasyonunun raporuna göre, Şubat ayında Türkiye’de dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 15.140 Türk lirası olurken, hekimler yoksulluk sınırının oldukça altında kalan maaşlarında ve emekli maaşlarında kayda değer bir artış talep ediyor. Sosyal haklarının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep eden hekimler, sağlık kurumlarında günde ortalama 40 şiddet olayı olmasına karşı caydırıcı yasal önlemler alınmasını istiyor.

TTB, Sağlık Bakanlığı’nın artan grevlere karşı tehdit niteliğindeki resmi yazısına karşı yaptığı açıklamada, “Özellikle pandemi döneminde önlenebilir ölümlere sebep olanlar bizlere sağlık hakkının gerekliliklerinden bahsedemez. G(ö)rev eylemlerimiz daha sağlıklı bir toplum, halk sağlığının öncelendiği sağlık politikaları içindir,” diye belirtmişti.

Hekimler, sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve kaynaklarının kesilmesinin bir sonucu olarak hastalara sadece 5 dakika muayene süresi tanınmasını protesto ettiler. Bir diğer talep, COVID-19’un resmi olarak meslek hastalığı sayılmasıydı.

Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de hekimler ve diğer sağlık emekçileri, pandemiyle en ön safta mücadele ediyor ve hükümetin kitlesel enfeksiyon ve ölüm politikasından ağır biçimde etkileniyorlar.

TTB, Türkiye’de ilk resmi vakanın duyurulduğu 11 Mart 2020’nin ikinci yıl dönümünde Sağlık Bakanlığı’nın önünde düzenlediği protesto eyleminde, “izinsiz, angarya koşullarında, yeterli ve uygun olmayan koruyucu ekipmanla çalışmak zorunda kalan yüz binlerce sağlık emekçisi”nin enfekte olduğunu ve “504’ü aktif çalışan olmak üzere 553 sağlık emekçisi”nin COVID-19’dan hayatını kaybettiğini belirtti.

TTB, pandemiyi sınırlamaya yönelik tüm önlemlerin kaldırıldığı koşullarda, ortaya çıkan sağlık felaketinin sorumlusunun hükümet olduğunu vurguladı: “resmi rakamlara göre bile vefat sayısı 95 binin, gerçek rakamlar ise 250 binin üzerinde… Temel, zorunlu, acil mal ve hizmet üreten işler dışında bütün işlerde çalışmanın durdurulması ve ekonomik destek çağrılarına rağmen ‘Çarklar dönecek, üretim sürecek!’ ısrarı ile salgın devam etti; destek sermayeye, açlık ve ölüm emekçiye düştü… Sorumluları biliyoruz!”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hekimleri giderek artan oranda hedef alması da sağlık emekçileri arasındaki muhalefeti artırdı. 8 Mart’ta Erdoğan, hekimlerin yurt dışına artan göçü hakkında “Gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz,” demişti. Hekimsen’e göre “son 20 ayda yaklaşık 9 bin doktor kamudan istifa etmiş bunların 2000’e yakını yurt dışına çıkmış veya çıkmak üzere.”

On binlerce hekim ve destekçileri sosyal medyada Erdoğan’ın bu açıklamasını protesto ederken, artan toplumsal muhalefet greve geniş katılımda ve halk desteğinde ifadesini buldu.

Evrensel gazetesine konuşan bir kemoterapi hastası şunları söyledi: “Doktorlar haklılar. Onlar olmasa bize kim bakacak? Doktorları her zaman başımızın üstünde taşımamız lazım. Her hastane dolu. Randevu alamıyorsun. Hastaneler iyileşmiş diyorlar, neresi iyileşmiş? Bana diyor 1 ay sonra gel gün al diyor. Ben ne zamana gün alabileceğim? Öldükten sonra mı?”

Sağlık emekçilerinin kararlılığı ve aldıkları halk desteği, Erdoğan’ın geri adım atmasına yol açtı. Grevin ilk günü konuşan Erdoğan, “Bu ülkenin hekimlerine hem vefa borcu hem ihtiyacı vardır,” dedi ve sağlık emekçilerinin taleplerine yönelik yasal düzenlemeler yapacaklarını söyledi.

Erdoğan’ın oldukça kısmi geri adımı, artan ekonomik, toplumsal ve siyasi kriz koşullarında hükümetinin konumunun giderek kötüleşmesini yansıtıyor. Pandemi sırasında milyonlarca insanın enfekte olmasına ve yüz binlercesinin ölmesine yol açan politikalara, aynı zamanda işçi sınıfından kapitalist egemen sınıfa doğru görülmemiş bir servet aktarımı eşlik etti.

Aynı dönemde Türk lirasının çöküşünü, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının tırmanması izledi. Şubat ayında resmi yıllık enflasyon yüzde 54’e ulaşırken, bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAGrup) göre gerçek enflasyon oranı yüzde 123 oldu. Pandeminin etkisiyle dünya çapında artan fiyatlar, Ukrayna’daki savaştan sonra daha da yükselmiş durumda.

Bu koşullarda, anketlere göre Erdoğan’ın halk desteği 20 yıl içindeki en düşük seviyeye geriledi. Bütün bunları daha da ağırlaştıran ve tüm siyaset kurumunu endişelendiren ise, 2022’de giderek büyüyen grev dalgası oldu.

Metalden sağlığa, tekstilden kargoya, madenlerden depolara ve gemi söküm tersanelerine kadar birçok sektörde binlerce işçi artan hayat pahalılığına ve pandemi politikalarının yıkıcı sonuçlarına karşı greve gitti. Emek Çalışmaları Topluluğu’nun derlediği verilere göre, 2022’nin sadece ilk iki ayında en az 106 fiili grev meydana geldi. Önceki beş yıldaki yıllık ortalama fiili grev sayısı ise yalnızca 97’ydi.

Türkiye’deki grev hareketi, uluslararası işçi sınıfı içinde gelişmekte olan hareketin yalnızca bir parçasıdır. Yoksulluğa ve toplumsal eşitsizliğe, ölümcül pandemi politikalarına ve giderek artan nükleer dünya savaşı tehlikesine son verebilecek tek güç, sosyalist bir program temelinde harekete geçen uluslararası işçi sınıfıdır.

Loading