Perspektif

Mussolini’nin varisleri İtalya’da iktidara geri döndü

Faşist diktatör Benito Mussolini’nin İsviçre’ye kaçmaya çalışırken partizanlar tarafından vurulmasından yetmiş yedi yıl sonra, Mussolini’nin siyasi varisleri II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ilk kez İtalya’da yeniden iktidara geldi. Bu, Avrupa burjuvazisinin faşizmi meşrulaştırmasında tarihsel bir dönüm noktasıdır.

İtalya’nın Kardeşleri’nden Giorgia Meloni Roma’da merkez sağ koalisyonun kapanış mitingine katıldı, 22 Eylül 2022. [AP Photo/Gregori Borgia, file]

Pazar günkü seçimlerde İtalya’nın Kardeşleri (FdI) yüzde 26 ile en yüksek oyu alan parti olurken, sosyal demokrat Demokratik Parti (PD) yüzde 19’da kaldı. Sadece yüzde 63 ile rekor düzeyde düşük katılımın olduğu seçimlerde, FdI liderliğindeki aşırı sağcı koalisyon, parlamentonun her iki kanadında da mutlak çoğunluğu kazandı. FdI, İtalya’daki faşist suçlular için Müttefik güçler tarafından onaylanan ve 1946 yılında Stalinist Adalet Bakanı Palmiro Togliatti tarafından imzalanan genel aftan yararlanan üst düzey faşistler tarafından kurulan İtalyan Sosyal Hareketi’nin (MSI) devamıdır.

İtalya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Avrupa’da en güçlü komünist partiye sahip olan ülkeydi. Napoli’den Roma’ya, Torino’dan Milano’ya kadar birçok kentte faşist yönetime karşı düzenlenen kitlesel grevler ve silahlı ayaklanmalar, on yıllar boyunca işçi hareketinin büyük mücadeleleri olarak hatırlandı. Ancak şimdi FdI’nin iktidara gelmesiyle birlikte Mussolini’nin mirası İtalyan siyaset kurumuna sıkı sıkıya yerleştiriliyor.

Üstelik bu gelişme İtalya’ya özgü değil, uluslararası bir nitelik taşımaktadır. Fransa’da neo-faşist aday Marine Le Pen, Emmanuel Macron’a karşı bu yılki cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların yüzde 45’ini kazandı; Le Pen’in 2027’de seçimi kazanması muhtemel. Almanya İçin Alternatif (AfD) ya da İspanya’daki Vox gibi yeni aşırı sağcı partiler hızla militarizmin, COVID-19 konusunda eylemsizliğin ve göçmenlerin kitlesel olarak gözaltına alınmasının resmi olarak desteklenmesinin merkezi haline geldiler.

Dahası, FdI lideri Georgia Meloni’nin, 6 Ocak 2021’de Washington D.C.’de aşırı sağcı bir darbe düzenleyerek 2020 seçimlerini çalmaya ve ABD’de bir diktatörlük kurmaya çalışan aşırı sağcı eski ABD Başkanı Donald Trump’ın danışmanı Steve Bannon ile uzun süredir devam eden bağları var.

Peki, Meloni’nin yükselişinin altında yatan siyasi dinamik nedir? Bu dinamik, İtalya’da ya da başka bir yerde kitlesel bir faşist hareketin büyümesi değildir. İtalyan Kralı III. Victor Emmanuel 1922’de “Kara Gömlekliler” faşist timlerinin Roma Yürüyüşü’nden sonra Mussolini’yi başbakan yapmasının üzerinden bir asır geçmesine rağmen, bugün grevcileri ve sosyalistleri öldüren ya da direniş eylemlerini cezalandırmak için bütün köylüleri katleden küçük burjuva milisleri olan “Kara Gömlekliler”in bir benzeri söz konusu değil.

Meloni’nin yükselişi kitlesel faşist duyguların değil, medya ve egemen seçkinlerin on yıllardır “sol” olarak sunduğu milliyetçi, bürokratik örgütlerin işçi sınıfını sistematik olarak temsilden yoksun bırakmasının bir ürünüdür.

İşçiler, ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü ve nükleer çatışmaya dönüşme tehdidi taşıyan savaşa, zenginlerin enflasyonla birlikte işçileri yoksullaştıran trilyonlarca avroluk banka kurtarmalarına ya da COVID-19 konusundaki resmi eylemsizliğe karşı muhalefetlerini ifade etmek için kime oy verebilirlerdi? Hiç kimse yoktu. PD ya da Rifondazione Comunista’nın (Komünist Yeniden Kuruluş) Halk Birliği içindeki kalıntıları, işçilerin karşı karşıya olduğu her yakıcı meselede Meloni ile aynı temel pozisyona sahipti.

İşçi sınıfı, tepesine çöreklenen ve kendisini siyasi olarak boğan sahte sol partiler ve ulusal sendika bürokrasileriyle başa çıkma göreviyle karşı karşıyadır. Bunlar sol mücadelelerin mezar kazıcılarıdır. Onlar, aşırı sağcı Bağımsız Yunanlılar ile ittifak halinde AB kemer sıkma politikalarını dayatan Yunanistan’daki Syriza (“Radikal Sol Koalisyon”) hükümetinden, banka kurtarma süreçlerini yöneten ve Ukrayna’nın aşırı sağcı Azov Taburu’nu silahlandıran İspanya’daki Podemos hükümetine kadar, aşırı sağın önünü açıyorlar.

Bu, on yıllara yayılan gerici bir evrimin nihai sonucudur. Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana, egemen seçkinler “sol”u hali vakti yerinde orta sınıf için kabul edilebilir bir tür işçi karşıtı siyaset olarak yeniden tanımladılar. Bu, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde “Yeni Sol” eğilimler tarafından ideolojik olarak hazırlanmış ve Dördüncü Enternasyonal içinde, 1953’te Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ile bölünme yaşayan Michel Pablo ve Ernest Mandel liderliğindeki revizyonist eğilim biçimini almıştı.

Pablocular, Troçkistlerin her ülkede kendilerini Stalinist ya da burjuva milliyetçi partiler içinde eritmelerini talep ediyor ve bunların işçi sınıfının doğal önderliği olduğunu iddia ediyorlardı. Onlar, Togliatti’nin İtalyan Komünist Partisi’nin (PCI) savaş sonrasında kapitalist devleti nasıl desteklediği, fabrika komitelerini ve direniş milislerini nasıl dağıttığı ve sosyalist devrimi nasıl engellediği konusunda sessiz kaldılar. İşçi iktidarı için mücadeleyi reddeden Pablocular, savaş sonrası kapitalist rejim çerçevesinde kişisel meseleleri ve yaşam tarzı sorunlarını ele almaya odaklandılar.

Bununla birlikte, bu küçük burjuva güçlerin işçi sınıfı içinde bir taban oluşturmak için dayandıkları Stalinist ve sendikal bürokrasiler 1991’den sonra tamamen çözüldü. Kremlin’in Sovyetler Birliği’ni dağıttığı yıl PCI da kendini feshetti ve ikiye bölündü. Hiziplerden biri PD olurken, diğeri Pablocu ve anarşist gruplarla ittifak kurarak Rifondazione Comunista’yı oluşturdu.

Bu partiler, İtalyan bankalarının ve varlıklı hisse senedi sahiplerinin küreselleşmiş kapitalist ekonomiden elde edilen kârlardan pay almalarını sağlamak için emperyalist savaşlar yürüttü ve kemer sıkma politikaları uyguladı. 1990’larda ve 2000’lerde katıldıkları Zeytin Ağacı koalisyon hükümetleri bu politikaları acımasızca sürdürdü. 2007 yılında Pablocu milletvekili Franco Turigliatto, emekli maaşlarının kesilmesi ve hükümetinin Afganistan’daki NATO savaşına katılımına kaynak sağlanması konusunda belirleyici olan oylar kullandı.

İtalya ve Avrupa’yı ekonomik çöküşe ve kitlesel işsizliğe sürükleyen 2008 krizinden bu yana geçen yaklaşık 15 yıl, onların toplumsal gericiliğin araçlarına dönüşümünü tamamladı. PD ve onun Rifondazione gibi sahte sol uyduları, AB kemer sıkma diktasını ve NATO’nun Ortadoğu ve Ukrayna’ya müdahalelerini destekledi. Son seçimlerden önce PD, başbakan ve eski Avrupa Merkez Bankası başkanı olan Mario Draghi’yi destekleyen koalisyon hükümetinde Salvini’nin aşırı sağcı Lega’sı ile birlikte yer aldı.

Aşırı sağ, sahte solun gerici rolünün yarattığı kitlesel şaşkınlık ve öfkeden faydalanmıştır. Meloni “sol”u ve göçmenleri suçlarken, söylemini -Ukrayna’ya destek vermekle övünmek ve kadın olduğunu durmaksızın ilan etmek- hali vakti yerinde orta sınıfın savaş yanlısı, küçük burjuva kimlik politikalarına uyarlıyor. PD’ye ve sahte sola yönelik kitlesel öfkeyi aşırı sağcı bir şekilde istismar ederek, Avrupa egemen sınıfının gündemini savunmasına sahte, popülist bir görünüm kazandırıyor.

Ancak Meloni’nin seçilmesi, aşırı sağcı hükümetine kitlesel bir halk desteğinin değil, işçi sınıfı ile Avrupa kapitalizmi arasında devrimci sonuçları olacak patlayıcı bir çatışmanın ortaya çıkacağının işaretidir. Egemen seçkinlerin faşizan evrimi, işçileri ve gençleri Mussolini ve Hitler’in hor görülen mirasıyla barıştırmamıştır.

Aksine, Avrupa genelinde ve uluslararası alanda enflasyona ve nükleer savaş tehlikesine karşı büyüyen bir grev ve protesto dalgası var. NATO’nun Rusya ile savaşırken enerji ithalatını kesmesinin yanı sıra AB’nin banka kurtarmaları ve COVID-19 pandemisinin neden olduğu şoktan kaynaklanan enflasyona karşı mücadele, işçileri tüm egemen seçkinlerin politikalarıyla karşı karşıya getiriyor. Şu anda İtalya’da Mussolini’nin siyasi varisleri tarafından uygulanıyor olması, özünde bu gündemin faşizan karakterini ortaya koymaktadır.

Yarım yüzyıllık ekonomik küreselleşmenin ardından, sol siyaset için, işçi sınıfının devrimci, sosyalist bir çizgide uluslar arası ölçekte birleşmesi ve seferber olmasından başka bir temel yoktur. Bu, işçi sınıfının bağımsız mücadele örgütleri olarak taban komitelerinin ve sahte solun iflasına karşı Marksist-Troçkist alternatif olarak sosyalizm mücadelesine önderlik eden DEUK’un İtalya’da ve dünya çapında şubelerinin inşasını gerektirmektedir.

Loading