Bursa’da çoğu çocuk dokuz sığınmacının yangında ölmesi: Toplumsal bir suç

Bursa’da sekizi çocuk dokuz kişinin hayatını kaybettiği yangın, emperyalist savaşların yıkımından kaçan sığınmacıların mahkûm edildiği korkunç koşulların bir ürünüdür.

Bursa'daki yangının kurbanları. [Photo: FİSA Çocuk Hakları Merkezi]

Suriye’nin Halep kentinden, savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Amina Eltaha Elmuse ve Hussein Aljasem ile çocukları, Bursa’nın Yıldırım ilçesinde geçici koruma statüsünde ikamet ediyorlardı. 9 Kasım gecesi ikamet ettikleri binada çıkan yangının sonucunda anne Amina Eltaha Elmuse’nin yanı sıra çocukları bir yaşındaki Yasir, üç yaşındaki Muhammed, dört yaşındaki Ahmed, dokuz yaşındaki Merem, on yaşındaki Ali Alijasem hayatını kaybetti. Ayrıca çiftin yeğenleri on yaşındaki Ahmed ve on bir yaşındaki Ali El Cesim de yangında hayatını kaybetti.

İtfaiye ekiplerinin raporlarına göre bacanın tıkalı olması nedeniyle geri tepen soba dumanı dokuz kişinin uyuduğu odaya dolmuş. Dokuz kişi karbon monoksit gazından zehirlenmiş. Soba bacasından düşen kıvılcımların eşyaları tutuşturması üzerine yangın çıkmış. Alevler kısa sürede odayı sararken zehirlenmeden dolayı bilinçleri kapanan dokuz kişi kaçamamış ve yanarak hayatını kaybetmiş.

FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin açıklamasına göre “2022 yılının ilk on ayında en az 17 çocuk evlerinde çıkan yangınlarda yaşamını kaybetti… yangınların ya da zehirlenmelerin çoğunlukla en düşük gelir grubunda bulunan insanların, göçmenlerin ya da Romanların yaşadığı, hizmetlere erişimde ihlallerin olduğu mahallelerde gerçekleştiğini görüyoruz. Sebepleri ise çok açık: yoksulluk, eşitsizlik ve denetimsizlik.”

Türkiye’de sığınmacılar ve göçmenler, zaten çok düşük olan asgari ücretin bile altındaki ücretlere karşılık çok ağır işlerde yasal haklardan mahrum bir şekilde çalışıyorlar. İşçi sınıfının en yoksun ve savunmasız kesimini oluşturan sığınmacılar, kalabalık bir şekilde ve temel gereksinimleri karşılamaktan uzak evlerde ikamet etmek zorunda kalıyorlar.

Buna karşılık, Zafer Partisi giib aşırı sağcı siyasi güçler, sığınmacıların devletten nakit yardımı aldığı ve rahat içinde yaşadıkları yalanını tekrarlayarak şovenizmi kışkırtmaya ve işçileri bölmeye çalışıyor. Gerçekte ise yasal sığınmacı statüsü bile tanınmayan Suriyelilerden (resmi olarak 3,7 milyon kişiden) sadece belirli şartları sağlayanlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ile yapılan kirli anlaşma doğrultusunda, Avrupa Birliği’nden son derece düşük bir nakit yardımı alıyor.

Resmi yıllık enflasyon oranının yüzde 85’e ulaştığı Türkiye’de, nüfusun yüzde 90’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı tahmin ediliyor. Bu duruma kitlesel toplumsal huzursuzluk ve işçi sınıfı arasında artan mücadele eğilimi eşlik ediyor. Egemen sınıfın tüm hizipleri, bu büyüyen toplumsal muhalefeti şu ya da bu şekilde saptırmak konusunda birleşmiş durumda. Afganistan’dan Irak’a ve Suriye’ye kadar, Türk egemen seçkinlerinin suç ortaklığı yaptığı ABD önderliğindeki emperyalist saldırı ve rejim değişikliği savaşlarının sonucunda yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca sığınmacı, kapitalizmin toplumsal felaketinin günah keçisi yapılmaya çalışılıyor.

DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Seyit Aslan, hayatını kaybeden çocuklardan ikisinin tekstil işçisi olduğunu söyledi. Aslan açıklamasında, “Sözde koruma altında olan göçmenler en ağır biçimde sömürülüyor, iş cinayetlerinde yaşamını kaybediyor. Peki, bu ölümlerin sorumlusu kim? Hiç tartışmasız Suriye’de devam eden savaşı çıkaranlar, emperyalistler ve işbirlikçileri bu savaşın sürmesinde ve bölgenin kan gölüne dönmesine neden olanlar sorumludur,” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Bursa milletvekili Orhan Sarıbal ise “Türkiye’de yoksulluk temel bir sorun. Ama Suriyelilerin yaşadıkları bambaşka. Bu olayı Suriye’de yaşanan savaş ve göçle de ilişkilendirmek lazım. Bu insanlar Türkiye’de ucuz işgücü olarak güvencesiz bir şekilde çalışıtırılıyor. Hiçbir yaşam güvencesi de yok,” dedi ve şunları ekledi: “Parası olanlar villalarda yaşarken bu yoksul insanlar böyle yerlerde çaresizlik içerisinde yaşıyor. Sonuçta ölen öldüğüyle kaldı. Yoksulluk öldürüyor.”

Bu açıklamalar ikiyüzlüdür. CHP, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin sığınmacı politikasını sağdan eleştirmekte ve Suriyeli karşıtı şovenist bir politika yürütmektedir. CHP, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde iktidara gelmesi halinde sığınmacıları ülkelerine geri gönderme sözü veriyor.

DİSK ise CHP yanlısı bir sendika konfederasyonu olmasının yanı sıra işçi sınıfının birliğini sağlamaya çalışmak şöyle dursun, eylemlerini baltalıyor ve işçilere satış sözleşmeleri dayatıyor. DİSK, bugüne kadar sığınmacıların amansızca sömürülmesine ve çocuk işçiliğine karşı göstermelik birkaç açıklamadan fazlasını yapmadı.

Erdoğan hükümeti, Avrupa Birliği ile yaptığı kirli anlaşma doğrultusunda sığınmacıların Avrupa’ya geçişini engellemeye çalışıyor. Ankara ile Atina arasındaki gerilimin tırmanması, çaresizce Ege Denizi’nden Yunanistan’a geçmeye çalışan sığınmacıları karşılık olarak itme biçimindeki canice politikayı daha da yoğunlaştırdı.

Bu Avrupa Kalesi politikası, Akdeniz’i bir sığınmacı mezarlığına dönüştürdü. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kısa süre önce aktardığı üzere, 2021’de üç binden fazla göçmen, deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken öldü ya da kayboldu. Ayrıca 2022 yılında 1386 tekne Yunanistan’a giderken durduruldu ve 44.041 kişi gözaltına alındı.

Erdoğan hükümeti, sığınmacıları geri gönderme politikasını duyurdu ve Suriye’de Türk ordusunun ve İslamcı vekillerinin kontrolünde bulunan İdlib vilayetinde yerleşim yerleri inşa etmeye başladı. Sığınmacıları geri gönderme politikası sadece CHP ve AKP gibi büyük burjuva partileri ya da aşırı sağcı orta sınıf Zafer Partisi tarafından savunulmuyor. CHP’nin arkasına dizilen sahte sol güçler de açıktan ya da örtülü olarak bu politikayı destekliyorlar.

Örneğin, Türkiye İşçi Partisi (TİP), “Ülkemizdeki sığınmacılar için Türkiye’de yaşamayı tek seçenek olmaktan çıkarmaya dönük ve gönüllü bir şekilde ülkelerine dönebilmelerini mümkün kılacak bir dış politika ve diplomasi anlayışı”nı savunuyor. cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı CHP önderliğindeki sağcı Millet İttifakı’nın adayını destekleyeceğini ilan etmiş olan TİP, aynı zamanda Halkların Demokratik Partisi (HDP) önderliğindeki “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın bir parçası.

Bu koşullarda sığınmacılar, aşırı sağcıların fiziksel saldırılarına maruz kalıyorlar. Bu saldırıların sonuncusu Hatay’ın Erzin ilçesinde yaşandı. 5 Kasım’da kaybolan 14 yaşındaki Fidan Tunç’un beş gün sonra cesedi bir ağaca asılı olarak bulundu. Soruşturma kapsamında bir kişi gözaltına alındı. Bu kişinin iddiaya göre Suriyeli olması nedeniyle ilçede aşırı sağcılar tarafından kışkırtılan bir güruh, Suriyelilerin yaşadığı evlere saldırılar düzenledi ve birçok Suriyeli sığınmacı evini terk etmek zorunda kaldı.

Sığınmacılara yönelik bu saldırı ilk değildir. 2021’in Ağustos ayında Ankara’nın Altındağ ilçesinde aşırı sağcılar Suriyeli karşıtı sloganlar atarak sokaklara döküldü ve sığınmacıların yaşadığı mahalleyi bastı. Aynı yılın Kasım ayında İzmir’de üç Suriyeli sığınmacı yakılarak öldürüldü. Bu yıl 1 Mayıs’ta Adana’nın Doğankent mahallesinde sığınmacılar ile Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında yaşanan bir kavganın ardından Suriyelilerin evlerine saldırılar düzenlenmişti.

Pazar günü İstanbul’da altı kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısının ardından fail olduğu iddia edilen kişinin Suriyeli olduğunun açıklanması üzerinden sosyal medyada aşırı sağcı güçler tarafından sığınmacı karşıtı bir kampanya başlatıldı.

Sığınmacıların ve bir bütün olarak işçi sınıfının karşı karşıya olduğu durum, sosyal ve demokratik hakları savunma uğruna mücadelenin emperyalist savaşa ve kapitalizme karşı mücadeleden ayrılamayacağını göstermektedir. İleriye giden tek yol, işçi sınıfının her türden şovenizmi ve milliyetçiliği reddeden enternasyonalist sosyalist birliğini sağlama mücadelesinden geçmektedir.

Loading