Perspektif

“Yavaş ölüm”: İsrail Gazze soykırımında hastalığı silah olarak kullanıyor

Filistinliler, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus kentinde, İsrail bombardımanında ölen ve Şifa Hastanesi’nden getirilen cesetleri toplu mezara gömmeden önce dua ediyor, 22 Kasım 2023 Çarşamba. (AP Fotoğrafı/Mohammed Dahman) [AP Photo/Mohammed Dahman]

Pazartesi günü Dünya Sağlık Örgütü (WHO) korkunç bir uyarıda bulundu: İsrail’in 20.000’den fazla Gazzelinin ölümüne ya da kaybolmasına neden olan acımasız bombardımanının sonrasında dahi, önümüzdeki dönemde bulaşıcı hastalıklardan ölenlerin sayısı muhtemelen daha yüksek olacak.

WHO Sözcüsü Margaret Harris Salı günü Cenevre’de düzenlenen bir toplantıda yaptığı açıklamada, “Eğer bu sağlık sistemini yeniden toparlayamazsak, bombardımandan çok hastalıklardan ölen insanlar göreceğiz,” dedi.

İsrail iki aydır sistematik olarak Gazze’nin hastane sistemini yıkıma uğratmayı hedefliyor. Bugüne kadar 207 sağlık personeli öldürüldü ve 56 ambulans saldırıya uğradı. Yirmi altı hastane ve 55 sağlık merkezi faaliyetlerini durdurdu.

Son korkunç olayda, Filistinli sağlık personelinin silah zoruyla terk etmeye zorlanmasının ardından El Nasır Hastanesi’nde prematüre bebeklerin hastane yataklarında ölüme ve çürümeye terk edildiği görüntüler ortaya çıktı.

Filistin Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref El Kudra, “Saldırının ilk gününde tıbbi malzeme, yakıt ve elektriği keserek sağlık sistemini boğduktan sonra İsrail güçleri tarafından doğrudan hedef alınan bir operasyona maruz kaldık,” dedi.

Gazze’nin sağlık sisteminin yok edilmesi, İsrail’in gıda, yakıt ve su ablukası nedeniyle halkın aç ve susuz kalmasının ve nüfusun yaklaşık dörtte üçünün kitlesel olarak yerlerinden edilmesinin feci sonuçlarını daha da ağırlaştırıyor.

WHO Sözcüsü Harris geçen hafta El Cezire’ye verdiği bir mülakatta Gazze’deki tıbbi koşulları “sefaletin üzerine sefalet eklenmesi” olarak tanımladı.

Harris sözlerine şöyle devam etti: “Bu durum pek çok açıdan felaket. Bombardıman nedeniyle oluşan korkunç ezilme yaralanmaları, yanıklar, kesilen uzuvlar, çoklu karmaşık kırıklar nedeniyle ihtiyaçlar arttıkça, giderek daha az sayıda hastane çalışabildiği için hastane kaynağı azalıyor.”

“İnsanlar çok kalabalık olduğu için, çok kötü durumda oldukları için, yiyecekleri ve suları olmadığı için, yıkanamadıkları ve temiz su içemedikleri için bulaşıcı hastalıklarda, özellikle de katlanarak artan ishalli hastalıklarda büyük artışlar görüyoruz. 5 yaş altı çocuklarda beklenenden 31 kat daha fazla arttı; yetişkinlerde de öyle: Beklenenden 104 kat daha fazla.” Harris dizanterinin ise 14 kat arttığını söyledi.

Bu koşullar kasten oluşturulmuştur. Kasıtlı oldukları İsrailli yetkililer tarafından da alenen kabul edilmektedir. Geçtiğimiz hafta, İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi eski başkanı Giora Eiland, mümkün olduğunca çok sayıda Gazzeli sivilin önlenebilir hastalıklardan öldüğü tıbbi koşulları yaratmak için İsrail ordusuna çağrı yaptığı bir makale yayımladı.

Eiland şöyle yazmıştı:

Gazze’nin “yoksul” kadınları kimler? Hepsi Hamas katillerinin anneleri, kız kardeşleri ya da eşleri...

Uluslararası toplum bizi Gazze’de insani bir felaket ve ciddi salgın hastalıklar konusunda uyarıyor. Ne kadar zor olsa da bundan kaçınmamalıyız. Sonuçta Gazze Şeridi’nin güneyinde ciddi salgın hastalıklar zaferi yakınlaştıracak ve IDF askerleri arasındaki kayıpları azaltacaktır.

Eiland, bulaşıcı hastalıklar yoluyla ölüm ve sefalete yol açmanın İsrail’in eylemlerinin sadece bir yan ürünü değil, bir hedefi olması gerektiğini savunuyor. Amaç “sadece daha fazla Hamas savaşçısını öldürmek değil, ailelerine geri dönüşü olmayan zararlar vermektir.”

Bu tür korkunç ifadeler sadece bir delinin saçmalıkları gibi görünebilir. Gerçekte, bir nüfusun kitlesel enfeksiyonu kolaylaştıran koşullara kasıtlı olarak tabi tutulması, Holokost da dahil olmak üzere geçmişteki tarihi soykırımların kritik bir bileşeni olmuştur. İsrail’in Filistinlilerden kasıtlı olarak gıda, yakıt ve su esirgemesi ile Nazi rejiminin Varşova Gettosu’ndaki Yahudilere yönelik muamelesi arasındaki paralellikler çarpıcıdır.

Günümüzdeki anlamıyla “soykırım” terimini ortaya atan hukukçu Raphaël Lemkin, çığır açan Axis Rule in Occupied Europe (İşgal Altındaki Avrupa’da Mihver Yönetimi) kitabında, Nazilerin Varşova Gettosu’ndaki gıda, yakıt ve su ablukasını, getto sakinlerini öldürmek için kasıtlı bir araç olarak nasıl kullandığını açıklamıştır:

İstenmeyen ulusal gruplar ... sağlık ve yaşamın korunması için gerekli temel ihtiyaçlardan mahrum bırakıldı. ... O zamandan beri gettodaki Yahudilere hiç yakıt verilmemiştir.

Dahası, gettodaki Yahudiler, sağlığa zararlı barınma koşulları altında bir araya getirilmekte ve halka açık parklardan yararlanmaları engellenerek temiz hava alma hakkından bile mahrum bırakılmaktadırlar. Özellikle çocukların sağlığına zararlı olan bu tür önlemler, çeşitli hastalıkların gelişmesine neden olmuştur.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Özel Danışmanı Payam Akhavan 2021’de şunları yazmıştı:

Gettolarda hastalık ve açlık yoluyla imha, toplama kampları için hazırlık alanı haline geldi. Tahminen 700.000 Yahudi gettolarda tifüs gibi hastalıklardan öldü ve “pislik içinde yok olmaya” terk edildi. Varşova Gettosu’nda “Almanların uygun tedaviyi engellemesine [...] ve gerekli önleyici tedbirlerin alınmasına ve uygulanmasına izin vermemesine rağmen tifüsten ölenlerin oranının yüzde 15 olduğu tahmin ediliyordu.”

Tarihçi Arno J. Mayer, Why Did the Heavens Not Darken? (Gökler Neden Kararmadı?) adlı kitabında toplama kampı tutsaklarının koşullarını anlatmıştır:

Yarı aç ve neredeyse tıbbi bakımdan yoksun olan zayıf ve hastalar özellikle tehlike altındaydı, çünkü yolculuğun sonunda Auschwitz’in tamamı aralıklı olarak yıkıcı bir tifüs salgınının pençesindeydi. Sonuç, tarif edilemez bir ölüm oranıydı...

Nazi liderleri, karşılaşacakları tehlikelerin tamamen farkında olarak zayıf ve hasta Yahudileri ve Çingeneleri Auschwitz’e nakletmeye karar verdiler ve salgın hastalık tehlikesi de dahil olmak üzere oradaki ölümcül koşulları görmezden gelmek ve inkâr etmek mümkün olmadığı halde bunu yapmaya devam ettiler.

Birleşmiş Milletler “soykırım eylemlerini” “grubun fiziksel olarak hayatta kalması için gerekli olan ve nüfusun geri kalanı için mevcut olan temiz su, gıda ve tıbbi hizmetler gibi kaynaklardan kasıtlı olarak mahrum bırakılması” ve “uygun barınma, giyim ve hijyen eksikliği veya aşırı çalıştırma veya fiziksel efor sarf ettirme gibi yavaş bir ölüme yol açabilecek koşulların yaratılması” olarak tanımlamaktadır.

Buna göre soykırım “Yaşamı sürdürme araçlarından yoksun bırakma, hasatlara el konulması, gıda maddelerinin ablukaya alınması, kamplarda alıkonulma, zorla yer değiştirme veya yaşanmaz ortamlara sürülme yoluyla uygulanabilir.”

Bu dil, İsrail’in Gazze’deki soykırımını mükemmel bir şekilde tanımlıyor.

Gazze’nin sağlık sisteminin yok edilmesi, ağır hastaları tedavi edecek yeterli sağlık hizmetinin yokluğunda katlanarak daha ölümcül hale gelen bir hastalık olan COVID-19 pandemisinin yeni bir küresel yükselişinin ortasında gerçekleşiyor.

Dünyanın egemen sınıfları COVID-19 pandemisine insan yaşamına karşı ölümcül bir kayıtsızlıkla tepki verirken, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson hastalığı “doğanın yaşlı insanlarla başa çıkma yöntemi” olarak övdü. Gazze’de, insan hayatına karşı bu sözlerde kendini gösteren sosyopatik kayıtsızlık, metastaz yaparak tam ölçekli bir soykırıma dönüşmüştür.

Biden yönetiminin tek bir üyesi bile İsrail hükümetinin Gazze’nin kamu sağlığı altyapısını sistematik olarak yok etmesini ve halkı açlığa mahkûm etmesini kınayan bir açıklama yapmamıştır. İsrail El-Ehli Arap Hastanesi’ni bombalayarak yüzlerce kişinin ölümüne neden olduğunda, ABD Başkanı Joe Biden Filistinlileri suçladı. Beyaz Saray, İsrail’in öldürmesine göz yumacağı sivillerin sayısı ya da işlemesine izin vereceği savaş suçlarının boyutu konusunda ABD’nin “kırmızı çizgileri” olmadığını açıkça ifade etti.

Kapitalizmin savunucuları, 20. yüzyıl boyunca emperyalist güçler tarafından işlenen ve en ağırı Holokost olan büyük suçların bir istisna olduğunu, benzerlerine bir daha asla rastlanmayacak tekil kötü bireylerin eylemleri olduğunu iddia ettiler.

Yeni yüzyılın yirmi üç yılında, Nazilerin “Nihai Çözüm”lerini gerçekleştirdikleri araçların birçoğu, tüm emperyalist güçlerin tam desteğiyle Gazze’de uygulanmaktadır.

Bu gerçeklik yalnızca bugünün değil geçmişin de analizine dayanmalıdır. Holokost ve Nazizm tarihsel kazaların sonucu meydana gelmedi, bunlar Lev Troçki’nin “can çekişen kapitalizm” olarak adlandırdığı, kapitalist sistemin “en yüksek aşaması olan” modern emperyalizmin zorunlu barbarlığını ifade ediyordu.

Gazze’deki soykırıma karşı kitlesel gösterilere katılan milyonlarca insanın, neye karşı mücadele ettiklerini anlaması gerekiyor. Mücadele; sadece Netanyahu’ya ya da İsrail’in soykırımını finanse edip silahlandıran hükümetlere karşı değil, bu devasa suçun sorumlusu olan tüm kapitalist toplumsal düzene karşı veriliyor.

Loading