Şili’deki 16 Kasım seçimleri üzerine

Faşizan Cumhuriyetçi Parti'den José Antonio Kast [Photo: @joseantoniokast]

Bu makalenin İngilizcesi 21 Kasım 2025’te yayımlandı.

Şili’nin 35 yıl önce sivil yönetime dönmesinden bu yana en sağcı kampanyaya tanık olan 16 Kasım’daki genel seçimler, Kongre’deki radikal sağcı, popülist ve faşizan grupları güçlendirdi. Bu gruplar artık meclisteki 155 sandalyenin 90’ını kontrol edecek.

1973 darbesini savunan Hristiyan Demokratlar, Devlet Başkanı Gabriel Boric’in Geniş Cephesi, Stalinist Komünist Parti ve Sosyalist-PPD, Radikal, Liberal ve Hümanist partilerden oluşan görevdeki Şili İçin Birlik ittifakı 11 sandalye kaybetti. Senato’da iktidar koalisyonu bir sandalye kazanarak 20’ye sandalyeye ulaştı; sağın ise şu anda 23 sandalyesi var.

Devlet başkanlığı yarışında, Komünist Parti üyesi ve Şili İçin Birlik’in adayı Jeannette Jara, ilk turda yüzde 26,9 oy ile önde gitti ancak bu oy oranı zafer için yeterli değildi. Ana rakibi, faşizan Cumhuriyetçi Parti’den José Antonio Kast, yüzde 23,9 oy ile ikinci sırada yer aldı.

Ülke şimdi 14 Aralık Pazar günü yapılacak ikinci tur oylamasına gidiyor. Oyların yüzde 13,9’unu alan faşist liberter Johannes Kaiser ve yüzde 12,5’ini alan Pinochetci Bağımsız Demokratik Birlik (UDI) partisinden Evelyn Matthei, Kast’a destek vereceklerini şimdiden taahhüt ettiler. Kast, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “gizli hattı” üzerinden Şili’ye kaçan ve Pinochet diktatörlüğünün baskısında işbirliği yapan bir Nazi Alman subayının oğlu.

Sağcı popülist Halk Partisi’nin başkanı ve serbest piyasa ekonomisti Franco Parisi, yüzde 19,7 oy oranıyla üçüncü sırada yer aldı.

Kast ve Kaiser’den Maocu Eduardo Artés ve Stalinist Jara’ya kadar tüm adaylar, kampanyalarını yabancı düşmanı, göçmen karşıtı söylemlere ve “suça karşı sert önlemler” alma vaatlerine odakladılar; katil Carabineros polis teşkilatına, istihbarat ve devlet aygıtına sınırsız kaynak aktaracaklarına söz verdiler.

Tüm devlet başkanlığı adayları, hükümetin Venezuela ve Latin Amerika’nın diğer bölgelerinden gelen sığınmacı ve göçmen akınıyla başa çıkmak için hiçbir yardım, finansman, kaynak veya altyapı desteği sağlamadığı madencilik ağırlıklı kuzey bölgelerinde bu söylemlerle yoğun bir kampanya yürüttüler. Ulusal Göç Servisi, son on yılda 336.984 belgesiz ve düzensiz göçmenin Şili’ye girdiğini tahmin ediyor.

Yedi milyon insanın Venezuela’dan kaçtığı bu modern trajedide, 2015 yılında Obama yönetiminin uyguladığı ve sonraki iki ABD yönetimi tarafından daha da sertleştirilen yıkıcı ekonomik yaptırımlar, bu Güney Amerika ülkesinin nüfusunun büyük bir kısmını ağır bir sefalete sürükledi. ABD’ye kapıları kapanan çaresiz Venezuelalılar, komşuları Kolombiya’ya (2,85 milyon), Peru’ya (1,54 milyon), Brezilya’ya (648.200), Ekvador’a (444.800) ve Şili’ye (532.700) yöneldi.

Venezuelalıların göçü, COVID-19 pandemisinin patlak vermesiyle keskin bir artış gösterdi; çünkü uluslararası işçi sınıfı uluslararası ticaretin durmasının bedelini ödemeye zorlanmıştı. 2008 mali krizinden bu yana durgun olan dünya ekonomisi, 1990’lardan beri görülmemiş enflasyon seviyelerine yol açan ve çift haneli işsizlik koşulları altında temel gıda maddelerinin fiyatlarını yukarı çeken derin bir krize girdi.

Şili egemen sınıfı, 2019’un sonlarında, kapitalizme, devlete ve sivil siyasi kastlara karşı uzun süredir devam eden köklü muhalefetin milyonları Santiago, Valparaíso, Concepción, Antofagasta ve tüm diğer bölgesel merkezlerin sokaklarına dökmesiyle derin bir yönetim krizine sürüklendi. Kitlesel ayaklanmaya dönüşen üç genel grev ve ülke tarihinin en büyük gösterileriyle, Devlet Başkanı Sebastián Piñera’nın olağanüstü hâl ilanına cüretkâr bir biçimde karşı çıkıldı. Devlet yaygın baskısı sırasında 36 kişi öldü, yüzlerce kişi sakat kaldı ve binlerce kişi gözaltına alınarak işkence gördü.

Egemen sınıf, anti-kapitalist duyguların yönünü şaşırtmak ve saptırmak için büyük ölçüde, korporatist sendikalara, Stalinist Komünist Parti’ye ve sahte sol Geniş Cephe’ye bel bağladı. Bunun için, General Augusto Pinochet’in 1973’te ABD destekli bir askeri darbeyle iktidara geldikten sonra dayattığı otoriter anayasanın değiştirilmesi çağrılarının arkasına sığınıldı.

Ağırlıklı olarak sağcı olan şirket medyası, 2019’dan itibaren, suçun kuşattığı şehirler ve aşırı bir güvenlik kriziyle karşı karşıya olan bir ülke tasvir ederek yayınlarını kâbus dolu senaryolarla doldurdu. Mevcut kriz, açıkça demokratik ve sosyal haklar mücadelesiyle bağlantılandırıldı ve kitlesel seferberlikler suç patlaması olarak karalandı.

Harap olmuş altyapı ve kaynak eksikliğine karşı yapılan öğrenci grevleri ve okul işgalleri artık suç olarak nitelendirilirken, çaresiz göçmenler ve evsizler tarafından işgal edilmiş arazilerde kurulan gecekondu mahallelerinin uyuşturucu kaçakçılığı ve suç çeteleriyle dolu olduğu iddia edildi. Sağcıların desteklediği bu medya saldırısının kasıtlı amacı, nüfusun daha geri kalmış kesimleri arasında göçmenleri sınır dışı etme ve suça karşı demir yumrukla mücadele etme yönündeki yabancı düşmanı talepleri körüklemekti.

Piñera bu gündemi ancak, Stalinist Komünist Parti ve Boric’in Geniş Cephesi’nin, seçildikleri takdirde sosyal reformlar yapma sözü vererek 2019’daki gizil devrimci durumu bastırmak için var güçleriyle çalışmaları sayesinde ilerletebildi. Şili “sol”u ayrıca parlamenter süreç ve “sandıkla değişim” sloganını da öne çıkardı. Bu, özellikle işçi sınıfının en savunmasız ve ezilen kesimlerini temsil eden gençler, hastalar, yaşlılar, göçmenler ve yerli topluluklar için büyük bir yalandı.

2025 seçim kampanyası sırasında, tüm adaylar “yasa dışı” göçle mücadele etme sözü verdiler. Galeyana gelmede daha becerikli olan ve tüm oligarşi diktatörlüğe doğru yönelirken ABD başkanının Amerikan Anayasası’nın içini boşaltmasından cesaret alan faşistler ve popülistler, tüm imkanlarını seferber ettiler.

Parisi, bir televizyon tartışmasında Şili’nin Bolivya ve Peru ile paylaştığı üçlü sınır bölgesini mayınlarla donatacağına söz verdi. Kaiser, seçim kampanyası sırasında, çocuklar da dahil olmak üzere tüm belgesiz göçmenleri sınır dışı edilmeden önce transit kamplarda gözaltında tutmayı önerdi. Ayrıca, “suç kaydı olan yasa dışı yabancıları” El Salvador’un kötü şöhretli mega hapishanesi olan Terör Hapishanesi’ne (CECOT) göndereceğine söz verdi. Matthei ise Şili’ye düzensiz giriş yapmayı suç saymayı ve uydu, insansız hava araçları ve yeni bir sınır polisi gücü kullanarak bir yıl içinde “sınırı kapatmayı” önerdi.

Kast da geri kalmamak için “Sınır Kalkanı” programıyla sınır boyunca beş metre yüksekliğinde duvarlar, elektrikli çitler ve üç metre derinliğinde hendekler inşa etmeyi ve Silahlı Kuvvetlerin varlığını artırmayı vaat etti. Nisan 2024’te Kast, El Salvador’u ziyaret ederek faşist Devlet Başkanı Nayib Bukele ile görüştü ve Şili’de benzer bir şey uygulamak amacıyla CECOT’ta “teknik” bir tura katıldı.

Kast, Trump ve Avrupalı faşistlerden de ilham alıyor; Mayıs 2024’te İspanya, İtalya ve Macaristan’da benzer görüşlü kişilerle bir araya geldi ve Budapeşte Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı’na katıldı. Orada Trump’a öykünerek, “yüz binlerce yasa dışı göçmen Şili’ye gizlice girdi. Ve hiç ayrılmadılar. Aralarında suçlular, kiralık katiller, uluslararası çetelerin üyeleri, tecavüzcüler ve istismarcılar vardı,” iddiasında bulundu.

“Sınırlarımızı kapatacağız. Gözaltı merkezleri kuracağız. Çalışmamaları, artık yardım almamaları ve yurt dışına kaynak gönderememeleri için sert önlemler uygulayacağız” diye devam etti.

Faşistler insan haklarına karşı suç işlemeyi vaat ediyor; sahte sol hükümet ise bunları hayata geçiriyor. 2021 yılında milyarder eski Devlet Başkanı Piñera tarafından kurulan ve Boric yönetimi sırasında tam kapasiteyle çalışan Ulusal Göç Servisi 4.350’den fazla belgesiz göçmeni sınır dışı etti. Sadece 2024 yılında, çoğunluğu Venezuela vatandaşı olan 1.100 göçmen sınır dışı edilirken, 12.130 göçmen daha sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kaldı.

Boric hükümeti, Kasım 2023’te imzalanan “Gasp Yasası”nın ardından, çoğu göçmen olan ve gecekondularda yaşayan on binlerce aileyi zorla tahliye ediyor.

Müteahhitlerin, büyük toprak sahiplerinin, Şili kapitalist sınıfının madencilik, ormancılık ve diğer sektörlerinin özel mülkiyetini ölümcül güçle korumak için tasarlanan aynı yasa, atalarının topraklarını talep eden Mapuche yerli halkına karşı da kullanılıyor. Boric iktidara geldiği andan itibaren, tarihsel olarak Mapuche toprakları olan Biobio ve Araucanía bölgelerinde olağanüstü hâl ilan ederek fiilen sıkıyönetim uyguladı ve yerli liderlere karşı otoriter Devlet Güvenlik Yasası’nı kullandı.

Boric ayrıca, son 35 yıllık sivil yönetim döneminde kabul edilen tüm yasalara gölge düşüren bir dizi baskıcı yasayı da kabul ettirdi. Bunlar arasında çeşitli istihbarat teşkilatlarını bir araya getiren ve casusluk yetkilerini genişleten bir yasa, yenilenen Terörle Mücadele Yasası, devlet görevlilerini ölümcül güç kullanmaktan geriye dönük olarak koruyan önlemler ve orduya kamu ve özel “kritik altyapıyı” korumayı emreden bir yasa yer alıyor.

11 Kasım’da televizyonda yayınlanan tartışma programında, devlet başkanlığı adaylarına Trump’ın Venezuela’yı istila etmesini destekleyip desteklemeyecekleri soruldu. Sağcı adayların hepsi coşkuyla evet dediler. Jara, “Maduro rejimiyle tamamen karşıt görüşteyim ancak uluslararası hukuk saygı görmelidir ve başka bir kardeş ülkenin silahla istila edilmesini desteklemiyorum,” dedi.

Jara, gerçekte Stalinist tarzda yalan söylüyordu. Suç ortağı Boric, Güney Amerika’da ABD Başkanı Joe Biden’ın saldırı köpeği haline geldi ve tüm uluslararası forumlarda, ABD emperyalizmine yaranmak için Venezuela, Küba ve Nikaragua’yı otoriter olarak nitelendiren Amerikan dış politikası adına konuştu. Sunduğu hizmetler, Trump yönetiminin Washington’un yarımküre üzerindeki hegemonyasını yeniden tesis etme girişimine kendi çapında yardımcı oldu.

WSWS’nin 13 Kasım’da yazdığı gibi bunda en ileri giden “ABD ve küresel kapitalizmin çelişkilerinden kaynaklanan çözümsüz sorunlara, canice bir şiddet yoluyla çözüm aramaya yönelen Washington”dur. “ABD emperyalizminin Latin Amerika’daki savaş hedeflerinde bir tür cinnet hali hâkim. Güney Amerika’nın en önemli ticaret ortağı olan Çin’in yükselişini, topyekûn bir dünya savaşı dışında, bombalar ve füzelerle tersine çeviremez. Ancak faşist diktatörlüğe doğru ilerlemeyle birlikte, o bu yolda ilerliyor.”

Daha önceki dönemde “neoliberalizm” olarak adlandırdıkları şeye alternatif olarak pozisyon alan Latin Amerika’nın Pembe Dalga hükümetleri, bugün Trump yönetiminin Venezuela’yı istila hazırlıklarına yardım ve yataklık ediyor. Öte yandan Venezuela burjuvazisinin ve yabancı sermayenin çıkarlarını temsil eden Maduro hükümeti, Venezuela’daki ve Amerika kıtasındaki işçi sınıfına ve ezilen kitlelere gerçek bir anti-emperyalist çağrı yapmaktan aciz.

İşçi sınıfı hem sağın hem de sözde “sol”un teşvik ettiği yabancı düşmanlığının ve göçmen karşıtı milliyetçiliğin zehirli dumanından uzaklaşarak enternasyonalist bir perspektifle duruma müdahale etmelidir.

2025 seçimlerinde yarışan ve toplumsal karşıdevrimi genişletip sağlamlaştırmaya hazırlanan tüm partilerin benimsediği milliyetçi yönelim, yabancı/yerli, etnik köken, toplumsal cinsiyet, cinsel tercih ve ten rengi gibi tamamen ikincil ve önemsiz farklılıklar üzerinden proletarya arasında ölümcül bir bölünme yaratmayı amaçlamaktadır. İşçi sınıfının nesnel olarak tek gerçek düşmanı burjuvazi, onun burjuva ve küçük burjuva partileri ve kapitalist devlet içindeki uşaklarıdır.

Loading